BELİRSİZ ALACAK DAVASI ÖLÇÜTLERİNİ BELİRLEYEN
HUKUK GENEL KURULU KARARININ DAVA ÖRNEKLERİ
KAPSAMINDA İNCELENMESİ
I.GİRİŞ:
6100 sayılı HMK’nın getirdiği yeniliklerden biri de belirsiz alacak davasıdır. Ancak belirsiz alacak davasının usul hukukumuza girmesi ile birlikte başta zamanaşımı süresinin işlemeye başlayacağı tarih olmak üzere birçok başka usul hukuku sorunu uygulamada ortaya çıktı. Bu sorunların bir kısmına çözüm getiren Yargıtay HGK’nun kararının incelemesini yapacağız.
II. BELİRSİZ ALACAK DAVASI:
Belirsiz alacak davası 6100 sayılı HMK m. 107’de;
“Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.”
şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin bu metninden belirsiz alacak davası açılmasının ilk koşulu olarak dava açıldığı tarihte alacağın miktarı ya da değerinin belirlenememiş olması, ikinci koşulu olarak da alacağın miktarının ya da değerinin belirlenmesinin davacıdan beklenememesi ya da bunun olanaksız olması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Her iki koşulunda birlikte gerçekleşmesi durumunda davacı asgari bir miktar belirterek davasını açabilecektir.
Bu durum yargılama sonuna kadar devam etmeyecek, davalının verdiği bilgi veya tahkikat sonucu, örneğin bilirkişi raporu sonucunda, alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, davacı kendiliğinden ya da hâkimin davacıya vereceği iki haftalık kesin süre içinde talebin tam ve kesin olarak belirleyecektir. Davacının dava değerini bu şekilde belirlemesi iddianın genişletilmesi yasağı kapsamına da girmeyecektir.
III. HUKUK GENEL KURUL KARARININ İNCELENMESİ:
Aşağıya tam metnini aldığımız HGK kararında davacının davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkânsız olması durumu objektif imkânsızlık olarak kabul edilmiştir. Yani sadece o davada o davacı için değil o davayı açabilecek olan herkes yönünden aynı imkânsızlık geçerli olmalıdır. Bu da zaman içinde belirsiz alacak davlarının belli dava türleri için geçerli olabileceğini, bazı dava türleri içinse istisnai olarak geçerli olabileceğini göstermektedir.
Bir örnek vermek gerekirse aşağıya tam metnini verdiğimiz HGK kararı işçilik ücreti konusundaki uyuşmazlık nedeniyle açılmış bir davada belirsiz alacak davasını konu almaktadır. İşçilik ücretleri yönünden belirsiz alacak davasının ne şekilde ele alınması gerektiği kararda ayrıntılı olarak tartışıldığı için bu örneğin ayrıntısına girmiyorum.
Belirsiz alacak davalarında en çok karşılaşılan dava türleri 6098 sayılı TBK m. 53 ölüm halinde uğranılan zararlar nedeniyle açılan tazminat davaları ile TBK m. 54 bedensel zararlar nedeniyle açılan tazminat davalarıdır.
TBK m. 53’ü ele alırsak bu maddeye göre ölüm halinde uğranılan zararlar, cenaze giderleri, ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar olarak sınırlı sayıda sayılmıştır. Ölenin yakınının açtığı davada bu tazminat kalemlerinden üçü de talep ediliyorsa bunların üçünün de belirsiz alacak davası niteliğinde talep olarak kabul edilmesi için HMK m. 107’de ki koşulların ve Yargıtay’ın belirlediği objektif imkânsızlık koşulunun gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Örneğin ölenin yakınının yaptığı cenaze masrafları davacı tarafından belgelendirilmiş ise artık cenaze masrafları yönünden belirsiz alacak davasından söz edilemeyecektir. Yine ölenin yakını tarafından ölmeden önce yapılan tedavi giderleri belgelendirilmişse bu masraflar yönünden de belirsiz alacak davasından söz edilemeyecektir. Ancak çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar davanın açıldığı tarihte tam ve kesin olarak belirlenebilmesi imkânsız olduğundan bu tazminat kalemleri için belirsiz alacak davası açılabilecektir.
Belirsiz alacak davasının en çok açıldığı bir diğer dava türü ise 6102 sayılı TTK m. 54 ve devamı maddelerine göre haksız rekabet nedeniyle tazminat davalarıdır. Ticari nitelikteki haksız rekabet davalarında zarara uğradığını ileri süren tacirin bu iddiasını kanıtlaması çoğu zaman davalı tarafın ticari defterlerinin incelenmesi sonucu hazırlanacak bilirkişi raporu ile mümkün olmaktadır. Bu durumda davacı tacir yönünden davanın açıldığı anda alacağın miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin objektif olarak imkânsız olduğundan söz edebiliriz.
IV. BELİRSİZ ALACAK DAVASI NİTELENDİRMESİNİ KİM YAPACAK?:
Açılan davanın belirsiz alacak davası olduğunu davacının dilekçesinde açıkça belirtmesi gerektiğine ilişkin Yargıtay kararları bulunsa da aşağıya tam metnini aldığımız HGK kararı belirsiz alacak davalarının her dava türünde somut olayın özelliğine göre ayrı ayrı mahkemece değerlendirilmesi gerektiğini tespit etmektedir. Bu tespit HMK m. 33'de ki; "Hâkim, Türk hukukunu resen uygular." hükmüne de uygundur. “Yargıç yalnız dilekçelerde belirtilmiş istem ve savunma dayanaklarını değil, fakat iddia edilmiş vakıalara göre varlığı anlaşılan hukuki istem ve savunma dayanaklarını da nazara almak zorundadır. Yargıç Türk hukukunun hangi kuralının olayda uygulanacağını ve o kuralın anlamını, gereğini resen belirler.” (Bilge Umar; Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi; s. 150) Bu nedenle bizce avukatın dava dilekçesinde açıkça belirsiz alacak davası olarak davasını açtığını belirtmesine gerek olmamakla birlikte açılan dava konusu olayda davalının sorumluluğu birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa bu durumda davacının hangi sebebe dayanarak dava açtığını ve belirsiz alacak talebinde bulunduğunu belirtmesinde kendisi açısından yarar bulunmaktadır. Çünkü TBK m. 60'a göre "Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir." Bu maddeye göre davalının sorumluluk sebebini hâkim belirleyecektir. Bu durumda belirlenen sorumluluk sebebine göre ve somut olayın özelliğine göre belirsiz alacak davası açılması mümkün değilse davacının belirli olan miktar üzerinden eksik harcı tamamlaması ve ondan sonra yargılamaya devam edilmesi gerekecektir.
Bu duruma bir örnek vermek gerekirse kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapmış olan yüklenici ile iş sahibi arasında meydana gelen uyuşmazlıkta iş sahibi olan davacı işin gecikmesi nedeniyle açtığı tazminat davasını hangi sorumluluk nedenine dayandırdığını açıkça dilekçesinde belirtmemiş, bu konuda mahkemenin verdiği süre içinde de bir açıklama yapmamış ise hakim yüklenicinin sorumluluğunun kat karşılığı inşaat sözleşmesinde yer alan menfi zarar koşuluna göre mi belirleneceğine yoksa TBK m. 470 ve devamı hükümlerine göre mi belirleneceğine kendisi karar verecektir.
Eğer kat karşılığı inşaat sözleşmesinde gecikme halinde her ay şu kadar kira parası ödenecektir şeklinde bir hüküm varsa bu hüküm Yargıtay kararlarına göre menfi zarar koşulu olarak kabul edilmekte ve gecikme süresine göre bu miktarın tespiti de davanın açıldığı tarihte imkânsız değildir. Dolayısıyla artık bu davaya belirsiz alacak davası olarak bakılması da mümkün değildir. Ancak sözleşme hükümlerine değil de TBK m. 475’de ki seçimlik haklara göre zarar miktarı belirlenecekse bu durumda zarar kalemlerine göre tazminat miktarının belirlenmesi davanın başındaki objektif imkânsızlık nedeni ile mümkün olmadığından belirsiz alacak davası olarak davaya bakılabilecektir. Bu nedenle HMK m. 33’e göre hukuki nitelendirme hakime ait olmakla birlikte hukuki sorumluluk seçiminin davacının elinde olduğu durumlarda davacı yönünden en elverişli olan sorumluluk sebebinin seçilmesi belirsiz alacak davasının sunacağı olanaklardan yararlanmak adına daha doğru olacaktır.
V. HUKUK GENEL KURULU KARARI:
T.C.
YARGITAY
Hukuk
Genel Kurulu
ESAS
NO : 2021/(22)9-629
KARAR
NO : 2021/1334
TARİH : 04.11.2021
1. Taraflar arasındaki “işçilik
alacağı” davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda, Tutak Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi sıfatıyla)
verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz
edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince yapılan inceleme
sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I.
YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde;
müvekkilinin davalı işyerinde temizlik işçisi olarak çalıştığını, 6111 sayılı
Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (6111 sayılı Kanun) 166. maddesi
gereğince kurumlara kadro aktarımı yapılan işçiler içinde kabul edilen
müvekkilinin İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne aynı kadro ve özlük hakları ile
nakledildiğini, davalıya ait işyerinde hafta tatili ile tüm ulusal bayram ve
genel tatil günlerinde çalışan, fazla çalışma yapan müvekkilinin bu
çalışmalarının karşılığının ayrıca kıdem tazminatı ile kullandırılmayan yıllık
izin ücretinin ödenmediğini, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan yemek yardımı,
yakacak yardımı, ilave tediye, ikramiye, ek ikramiye, direksiyon primi,
sorumluluk zammı ve gıda yardımı sosyal haklarının bir kısmından hiç veya eksik
yararlandığını, taban ücretinin eksik belirlendiğini, kıdem zammı ve yıpranma
yardımının eksik hesaplandığını, istek dönemine ilişkin bordroların
getirtilerek yapılan ödemeler ile toplu iş sözleşmesi hükümlerinin
karşılaştırılması ve bu hususta bilirkişi incelemesi yapılması gerektiğinden
dava konusu alacakların miktarının kendileri yönünden bilinmez olduğunu bu
nedenle davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını ileri sürerek fazlaya
ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla belirtilen alacakların davalıdan
tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Tutak Belediye Başkanlığı
(Belediye) vekili cevap dilekçesinde; 6111 sayılı Kanun gereği kendi isteği ile
başka kuruma geçen davacının bütün hak ve alacaklarının ödendiğini, toplu iş
sözleşmesi imzalayan sendikaya üye olmadığı gibi dayanışma aidatı da
ödemediğini, bu nedenlerle toplu iş sözleşmesinde belirtilen haklardan
yararlanmasının mümkün olmadığını, fazla çalışma yapmadığını, hafta tatilleri
ile ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışmadığını, iş sözleşmesi
feshedilmeyen ve çalışmaya devam eden davacının kıdem tazminatına hak
kazanmayacağını ayrıca talep edilen alacakların da zamanaşımına uğradığını
belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Tutak Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş
Mahkemesi sıfatıyla) 21.03.2016 tarihli ve 2012/78 E., 2016/65 K. sayılı kararı
ile; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin
olarak belirleyebilmesi davacı taraftan beklenemeyeceğinden davanın belirsiz
alacak davası olarak açılmasında davacının hukukî yararının bulunduğu, talep
edilen alacak tam ve kesin olarak ancak hesap uzmanı Eylem Toğrul tarafından
tanzim edilen raporla belirli hâle geldiğinden davacı vekilinin 11.03.2015 ve
14.03.2016 tarihli dilekçeleri ile alacakların miktarını arttırmasının mümkün
olduğu, davalı işyerinde işçi olarak çalışan davacının 6111 sayılı Kanunun 166.
maddesi gereği İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne nakli yapılarak iş sözleşmesinin
devredildiği, devir tarihinde ortada fesih bulunmadığı anlaşıldığından doğmamış
ve muaccel olmayan kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti alacağından davalının
sorumluluğunun bulunmadığı, fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve
genel tatil ücreti alacaklarına ilişkin talep yönünden bilirkişi Eylem Toğrul
tarafından tanzim edilen 27.11.2015 tarihli rapora, diğer alacak talepleri
yönünden ise bilirkişi Ahmet Turgut Başbuğ tarafından tanzim edilen 17.11.2014
tarihli rapora itibar edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar
verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Tutak Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş
Mahkemesi sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı
vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesince
19.12.2016 tarihli ve 2016/28390 E., 2016/28349 K. sayılı kararı ile; (1)
numaralı bendinde davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten
sonra; “2…Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir.
Uyuşmazlık konusu yemek yardımı, yakacak yardımı, eksik hesaplanmış taban
ücreti, kıdem zammı, yıpranma yardımı, ilave tediye ve ikramiye, ek ikramiye,
sorumluluk zammı ve gıda yardımı alacakları işyerinde uygulanan toplu iş
sözleşmesine göre davacı tarafça tam ve kesin olarak belirlenebilir bir
haldedir. Kıdem tazminatı ve yıllık izin alacağı bakımından, talep içeriğinden
açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini ve en son ödenen ücreti
belirleyebilmektedir. Bu halde dava konusu talepler belirsiz alacak davasına
konu edilemez. Dava konusu edilen alacağın gerçekte belirlenebilir alacak
olması ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyeceği anlaşılmakla, hukuki
yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken yazılı şekilde esasa
girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…
3-…Somut olayda, davalı belediye
bünyesinde son olarak mezarlık işçisi olarak çalışmıştır. Talep konusu
03.07.2007-03.07.2012 dönemi için davacı tanık beyanlarının ve dosya kapsamının
bir bütün olarak değerlendirilmesi sonucu davacının haftada bir gün izin
kullanıldığı, böylelikle haftanın altı günü 07.00- 19.00 saatleri arasında,
günlük 12 saat, ara dinlenme tenzili ile haftalık 18 Saat fazla mesai yaptığı
belirlenmiştir. Ancak davacı tanıkları çalışmanın 08.00-17.00 olduğu bazı
zamanlarda iş yoğun olursa 17.00 sonrasına kalınabildiğini söylemişlerdir,
söylenilen dönemler ise somutlaştırılmamıştır.
Buna rağmen fazla mesainin tüm çalışılan ve talep edilen dönem için
17.00'a kadar sürdüğü yönündeki davacı tanıklarının beyanlarını aşar nitelikteki
hesaplama hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
4- Öte yandan davalı işveren tarafından
sunulan imzalı ücret bordroların bir kısmında, fazla mesai ve tatil ücret
tahakkuklarının bulunduğu görülmektedir. İmzalı bordrolarda tahakkuk bulunan
dönemlerde gösterilen miktarlara ilişkin ödeme yapılıp yapılmadığı
belirlenmeli, ödeme yapılmış ise ilgili dönemler dışlanmalı ve sonucuna göre
karar verilmelidir. Yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm kurulması ayrı bir
bozma sebebi olarak kabul edilmiştir...” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Tutak Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş
Mahkemesi sıfatıyla) 19.06.2017 tarihli ve 2017/71 E., 2017/118 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten
davacının alacağı gerçek ücrete toplu iş sözleşmesi ile belirlenen zam oranları
uygulanarak bulunacak miktardan işverence düzenlenen bordrolarda ödenen
tutarlar mahsup edilerek talep edilen fark alacakların belirleneceği, mahkemece
alacakların hesaplanması için üç kez bilirkişi raporu alındığı, son iki
rapordaki alacak kalemlerine ilişkin hesaplamaların karma şekilde benimsenmesi
suretiyle hüküm tesis edildiği, davacının eğitim ve sosyal durumu da dikkate
alındığında talep etmiş olduğu alacak kalemlerini dava açılmadan önce tam ve
kesin bir şekilde belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği, söz konusu
alacakların belirlenebilmesi için işverende bulunan bilgi ve belgelerin
verilmesi ve tahkikata ihtiyaç duyulduğu, ayrıca dava konusu alacak
kalemlerinin belirlenebilmesinin muhasebe işlemini gerektirdiği, bu nedenlerle
davanın belirsiz alacak davası olarak açılması yönünden kanunda öngörülen
şartların oluştuğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
10. Tutak Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş
Mahkemesi sıfatıyla) yukarıda belirtilen bu kararına karşı süresi içinde davalı
vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine Hukuk Genel Kurulunun 28.11.2019
tarihli ve 2018/22-296 E., 2019/1243 K. sayılı kararı ile; mahkemece verilen
direnme kararının gerekçe bölümünün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
(HMK) 297. maddesinde yer verilen esaslara uygun olmadığı, kararda Özel
Dairenin (3) ve (4) numaralı bozma sebepleri yönünden bozma kararına karşı
hangi gerekçeyle direnildiği, kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına
ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmediği, sadece (2) numaralı bozma
nedeni yönünden direnme gerekçesi oluşturulduğu, bu hâliyle anılan direnme
kararının Anayasa'nın ve yasanın aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz
edilemeyeceği, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından
incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir direnme kararının
olmadığı, anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte karar verilmesi gerektiği
gerekçesiyle hükmün usulden bozulmasına karar verilmiştir.
11. Tutak Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş
Mahkemesi sıfatıyla) 07.12.2020 tarihli ve 2020/42 E., 2020/101 K. sayılı
kararı ile; Hukuk Genel Kurulunun usul bozması doğrultusunda yapılan
yargılamada önceki gerekçeye ilaveten, dosyada dinlenen tanık anlatımlarından
işyerinde fazla çalışma yapıldığının anlaşıldığı, birbirine yakın çalışma
saatlerini belirten tanık beyanlarının ortalaması alınarak fazla çalışma ücret
alacağının kabul edilmesi gerektiği, buna göre 27.11.2015 tarihli bilirkişi
Eylem Toğrul tarafından tanık beyanları, davacının yaptığı işin niteliği ve
dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirilerek davacının haftada bir gün izin
kullandığı ve böylelikle haftanın altı günü 07.00-19.00 saatleri arasında
çalıştığı kabulüne göre yapılan hesaplamanın yerinde olduğu, ayrıca dosya
içerisindeki 2010 yılı Nisan-2011 yılı Eylül ayları arasındaki dönem dışındaki
imzalı bordrolarda fazla çalışma tahakkuku bulunduğu ve davacının imzasının
taşıyan ve herhangi bir yazılı delil, imza inkarı veya ihtirazı kayıt mevcut
olmayan bordrolar ile davalı Belediyenin bir kamu kuruluşu olduğu dikkate
alındığında tahakkuk yapılan dönemlerde gösterilen miktarların davacıya ödenip
ödenmediği hususunun ayrıca araştırılmasının gerekmediği, bilirkişi tarafından
fazla çalışma ve tatil ücreti tahakkuklarının yer aldığı dönemlerin dışlanması
suretiyle hesaplama yapılmasının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle
direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu
önüne gelen uyuşmazlık;
1-Somut olayda dava konusu yemek yardımı,
yakacak yardımı, eksik hesaplanmış taban ücreti, kıdem zammı, yıpranma yardımı,
ilave tediye, ikramiye, ek ikramiye, sorumluluk zammı, gıda yardımı ile kıdem
tazminatı ve yıllık izin ücreti alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı;
buradan varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki
davayı açmakta hukukî yararının bulunup bulunmadığı,
2- Davacının haftanın 6 günü 07.00-19.00
saatleri arasında çalıştığının kabulüyle tüm dönem yönünden yapılan fazla
çalışma hesabının dosya kapsamında beyanlarına başvurulan tanık anlatımları ile
örtüşüp örtüşmediği, sonuç olarak davacı tanık beyanlarını aşar nitelikte
hesaplama yapılıp yapılmadığı,
3- Bordrolarda görülen fazla çalışma ve tatil ücreti tahakkuklarına ilişkin ödeme yapılıp yapılmadığının belirlenerek yapıldığının tespiti hâlinde ilgili dönemlerin hesaplamadan dışlanmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
A. (1) numaralı uyuşmazlık yönünden;
14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun (HMK) 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu'nda (HUMK) yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve
tespit davası kabul edilmiştir.
15.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesi;
"1-Davanın açıldığı tarihte alacağın
miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi
ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası
açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya
tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına
tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği
hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu
kabul edilir." şeklinde düzenlenmiş olup 28.07.2020 tarihli ve 31199
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un
(7251 sayılı Kanun) 7. maddesi ile 2. fıkra değiştirilmiş, 3. fıkra ise
yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca maddenin başlığı “belirsiz alacak ve tespit
davası” iken “belirsiz alacak davası” olarak değiştirilmiştir.
16. 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle
değişik HMK’nın 107. maddesi; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını
yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi
ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası
açabilir
(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı
tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam
ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat
sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın
genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak
belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya
değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)”
şeklindedir.
17. Hükümet tasarısında yer almayan
belirsiz alacak davasını düzenleyen 107. madde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit
edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk
sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü
çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması
gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
18. Davanın belirsiz alacak davası türünde
açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın
miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi
gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine
rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten
beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
19. Madde gerekçesinde; "Bu davanın
kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî
koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak
arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu
ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit
edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir.
Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da
yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut
değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği
veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir
miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul
edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da
değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır.
Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen
aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da
delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da
keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse,
davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında
belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz
alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde
yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği
genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca
tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme
seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde
varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Esasen tam veya
kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit
unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında
sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur."
şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı
kıstaslar kabul edilmiştir.
20. Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte
alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
a) Davacının kendisinden beklenememesi,
b) Bunun olanaksız olması,
c) Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya
tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
21. Belirsiz alacak davasının getirdiği en
önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi
yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın
zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
22. Usul hukukunun maddi hukuk içinde
gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan
hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır.
23. İşçilik alacakları bakımından, dava
konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı
tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kıstası ile açıkça karşı tarafın verdiği
bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olması kıstasının birlikte değerlendirip sonuca
gidilmesi gerekir.
24. Kural olarak kişinin alacağını
belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu
konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.
25. 4857 sayılı İş Kanunu'nun (İş Kanunu)
8. maddesinin 3. fıkrası ile işverene yazılı sözleşme yapılmayan hâllerde en
geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık
çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini,
süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih hâlinde tarafların uymak zorunda
oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye verme yükümlülüğü
getirilmiştir.
26. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32.
maddesinin 2. fıkrası ile ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit
istihkakın kural olarak Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir
banka hesabına ödeneceği, çalıştırdığı işçilerin söz konusu alacaklarını özel
olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan
işverenler veya üçüncü kişilerin özel olarak açılan banka hesapları dışında bu
alacakları ödeyemeyeceği belirtilmiştir.
27. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 37. maddesi
ile işverene işyerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını
gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula verme
yükümlülüğü hükme bağlanmıştır. Söz konusu pusulada ödemenin günü ve ilişkin
olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri
gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi,
avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı
gösterilmesi zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.
28. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 67.
maddesinde, günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme
saatlerinin işyerlerinde işçilere duyurulacağı; 75. maddesinde ise işverene çalıştırdığı
her işçi için işçinin kimlik bilgilerinin yanında, İş Kanunu'nun ve diğer
kanunlar uyarınca düzenlemek zorunda olduğu her türlü belge ve kayıtları
saklamak ve bunları istendiği zaman yetkili memur ve mercilere göstermek
zorunda olduğu bir özlük dosyası düzenlemesi gerektiği yükümlülükleri
getirilmiştir.
29. İş sözleşmesinde iş görme edimini
yerine getiren ve belge düzenleme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmayan işçinin,
alacaklarını belirleyebilmesi için işveren tarafından düzenlenen kanuna uygun belgelere
ihtiyacı vardır. Diğer yandan iş ilişkisindeki alacak kalemlerinin
hesaplanmasında çıplak ücret ya da giydirilmiş ücrete göre hesaplanan farklı
alacak türleri bulunmaktadır. Örneğin kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten
hesaplanırken, diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, hafta tatili, yıllık
ücretli izin alacakları gibi) çıplak ücretten hesaplanmaktadır.
30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
17.10.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği
üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli
olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru
değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli
olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca
gidilmesi daha doğru olacaktır.
31. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
05.03.2020 tarihli ve 2019/22-12 E., 2020/249 K., 16.03.2021 tarihli ve
2020/(22)9-435 E., 2021/272 K.; 06.04.2021 tarihli ve 2020/(22)9-13 E.,
2021/431 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
32. Öte yandan işçilik alacaklarının
belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtayın iş
davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel
Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay
İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda
15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile "İşçilik
alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın
özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik
alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının
belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte,
her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı
birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak
içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı" yönünde karar verilmiştir.
33. Somut olayda, davalı işyerinde
sendikal örgütlenme olduğu ve davacının sendika üyesi olarak toplu iş
sözleşmesinden yararlandığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
34. Davacının talep ettiği fark işçilik
alacakları içerisinde taban ücret de bulunmakta olup davacı alması gereken taban
ücretinin eksik belirlendiğini ileri sürmüştür. Taraflar arasında uyuşmazlık
konusu olan taban ücretin eksik belirlenip belirlenmediği hususu varsa diğer
fark işçilik alacaklarının hesabını da etkileyeceğinden öncelikle taban
ücretinin belirlenmesi gerekecektir.
35. Mahkemece alınan 20.11.2013 tarihli
ilk bilirkişi raporunda taban ücretin eksik belirlenmediği ve davacının fark
taban ücret alacağı olmadığı, 17.11.2014 tarihli ikinci bilirkişi raporunda
fark taban ücret alacağı olduğu bildirilerek iki rapor arasında çelişki
oluşması sebebiyle alınan 27.11.2015 tarihli son raporda davacının taban
ücretinin eksik tahakkuk ettiği belirtilerek taban ücret alacağı
hesaplanmıştır.
36. Ayrıca davacının talep ettiği fark
işçilik alacaklarının hesaplanabilmesi için, kanunda öngörülen kayıt ve
belgeleri tutma ve işçinin bilgisine sunmakla yükümlü olan işverenin sunacağı
bordrolara ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü fark işçilik alacaklarının
belirlenebilmesi muhasebe işlemini gerektirmektedir.
37. Öte yandan İş Kanunu’nun 8. maddesinin
3. fıkrasında işveren açıkça işçiye varsa ücret ve eklerini gösteren yazılı bir
belge vermekle yükümlü tutulmuştur. Bu kapsamda işveren tarafından Kanunun
kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirerek gerekli belgeleri işçiye
teslim ettiğine dair dosyaya bir delil de sunulmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda
işçinin alacağını belirleyecek verilerin elinde bulunduğundan söz etmek mümkün
değildir.
38. O hâlde, toplu iş sözleşmesi
artışlarından kaynaklanan alacaklarının tespitinin mahkeme tarafından dâhi üç
bilirkişi raporu alındıktan sonra yapılmış olması, davacının diğer alacak
kalemlerini de etkileyecek taban ücretinin eksik olduğunu iddia etmesi, işveren
tarafından davacıya taban ücretinin ve toplu iş sözleşmesinden kaynaklı
alacakların miktarını gösterir bir belge verilmemesi, işveren tarafından
yapılan ödemelerle ilgili ücret hesap pusulası verilmemesi, ödemelerin ne
kadarının davaya konu işçilik alacaklarını ilgilendirdiğinin işçi tarafından
bilinememesi dikkate alındığında talep ettiği alacakları tam ve kesin olarak
belirlemesinin kendisinden beklenemeyeceği gibi söz konusu alacakların
belirlenebilmesi için işverende bulunan bilgi ve belgelerin verilmesi ve
tahkikata ihtiyaç duyulması karşısında, mahkemece davanın belirsiz alacak davası
olarak görülmesi isabetlidir.
39. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
16.03.2021 tarihli ve 2020/(22)9-435 E., 2021/272 K.; 21.01.2020 tarihli ve
2017/22-2198 E., 2020/29 K. sayılı kararlarında da aynı sonuca varılmıştır.
40. Hukuk Genel Kurulunda yapılan
görüşmeler sırasında, sendika üyesi olan davacının çalışma süresini ve ücret
miktarını belirleyebileceği, belirsiz alacak davasının koşullarının
bulunmadığı, ispata yönelik olguların davanın belirsiz alacak davası olarak
nitelendirilmesini mümkün kılmayacağı, açıklanan nedenlerle direnme kararının
bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından
benimsenmemiştir.
41.
Hâl böyle olunca direnme kararı yerindedir.
42.
Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre işin esasına yönelik diğer
temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın
Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
B. (2) numaralı uyuşmazlık yönünden;
43. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 63.
maddesine göre;
"Genel bakımdan çalışma süresi
haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde
haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır (Ek cümle:
10/9/2014-6552/7 md.; Değişik cümle: 4/4/2015-6645/36 md.). Yer altı maden
işlerinde çalışan işçilerin çalışma süresi; günde en çok yedi buçuk, haftada en
çok otuz yedi buçuk saattir.
Tarafların anlaşması ile haftalık normal
çalışma süresi, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine, günde onbir saati
aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabilir. Bu hâlde, iki aylık süre
içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma
süresini aşamaz. Denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile dört aya kadar
artırılabilir (Ek cümle: 6/5/2016-6715/3 md.). Turizm sektöründe dört aylık
süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma
süresini aşamaz; denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile altı aya kadar
artırılabilir.
Çalışma sürelerinin yukarıdaki esaslar
çerçevesinde uygulama şekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
tarafından hazırlanacak bir yönetmelikle düzenlenir ".
44. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 63 ve devamı
maddelerinde çalışma süresi düzenlenmiş olmakla birlikte "çalışma
süresi"nin tanımı yapılmamıştır. Ancak 63. maddenin son fıkrası uyarınca
06.04.2004 tarihli ve 25425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
İş Kanununa İlişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliği’nin 3. maddesinde yer alan,
"Çalışma süresi, işçinin çalıştırıldığı işte geçirdiği süredir. İş
Kanununun 66 ncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı süreler de çalışma
süresinden sayılır. Aynı Kanunun 68 inci maddesi uyarınca verilen ara
dinlenmeleri ise, çalışma süresinden sayılmaz." şeklindeki düzenleme ile
çalışma süresinden ne anlaşılması gerektiği hüküm altına alınmıştır.
45. O hâlde işçinin çalıştırıldığı işte
geçirdiği "fiili çalışma süresi" ile Kanunu’nun 66. maddesi uyarınca
çalıştırıldığı işte fiilen geçmemiş olsa bile çalışılmış gibi sayılan hâller de
"farazi çalışma süresi" olarak çalışma süresine dâhil edilmelidir.
46. Yine İş Kanunu’nun 63. maddesi
haftalık çalışma süresinin 45 saat olduğunu hükme bağlamıştır.
47. Fazla çalışma ise İş Kanunu’nun 41 ilâ
43. maddelerinde düzenlenmiştir. Kanun’un 41. maddesinin 1. fıkrasına göre,
"Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması
gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı
koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır. 63 üncü madde
hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hâllerde, işçinin haftalık
ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı
haftalarda toplam kırkbeş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz
".
48. Bu durumda denkleştirmenin uygulandığı
hâller hariç, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmaların fazla çalışma sayılarak
normal saat ücretinin %50 yükseltilmesi sureti ile belirlenecek saat ücreti
esas alınıp hesaplanarak işçiye ödenmesi gerekir.
49. Bu noktada fazla çalışmanın ispatına
ilişkin açıklama yapmakta yarar bulunmaktadır.
50. Gerek mülga 1475 sayılı İş Kanunu,
gerekse hâlen yürürlükte bulunan 4857 sayılı İş Kanunu’nda fazla çalışmanın
ispatı ile ilgili olarak özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle fazla
çalışmanın ispatı genel hükümlere tabidir.
51. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6.
maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri,
hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”.
52. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun “İspat yükü” başlığını taşıyan 190. maddesinde de;
“(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme
bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak
çıkaran tarafa aittir.
(2)
Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya
ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı
taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir ”. şeklinde düzenleme mevcuttur.
53. Yukarıda belirtilen HMK’nın 190.
maddesinin 1. fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural
vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine
hak çıkaran taraf ispat yükünü üzerinde taşıyacaktır. 2. fıkrada ise,
karinelerin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir.
54. Fazla çalışma yapıldığı iddiasında
fiili bir olgu söz konusu olduğundan kural olarak işçi, fazla çalışma yaptığını
her türlü delille ispat edebilir. Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri
kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç
yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür belgelerle
kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile
sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da
bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve
yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
55. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun
09.02.2021 tarihli ve 2016/(22)9-1308 E., 2021/50 K.; 06.12.2017 tarihli ve
2015/22-1315 E., 2017/1542 K.; 14.02.2018 tarihli ve 2015/22-1597 E., 2018/227
K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
56. Davacı işçi tarafından tanık deliline
dayanılması hâlinde; gerek mülga 1086 sayılı HUMK’un 254. maddesi, gerekse
HMK’nın 255. maddesi uyarınca, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar
bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söyledikleri gözetilerek
değerlendirme yapılmasıdır.
57. Somut olayda, davacı vekili
müvekkilinin davalı işyerinde temizlik işinde çalıştığını, çalıştığı süre
boyunca fazla çalışma yapmasına rağmen karşılığının ödenmediğini ileri sürmüş;
davalı vekili ise davacının fazla çalışma yapmadığını savunmuştur.
58. Taraf vekillerinin tanık deliline
dayanması üzerine dinlenen davacı tanıklarından Nusret Yakut, 1996 yılı Temmuz
ayından 2003 yılı ile 2005 yılından 29.10.2011 tarihine kadar davalı işyerinde
çalıştığını, davacının temizlik işçisi olduğunu, çöp kamyonunda birlikte
çalıştıklarını, davacının 07.30-21.00, 22.00 saatlerine kadar çalıştığını, su
deposunda çalıştığı dönemde ise davacının devamlı su deposunda kaldığını;
davacı tanığı Mustafa Şenlik, 2005 yılı 10. ayından 29.09.2011 tarihine kadar
davalı işyerinde makam şoförü olarak çalıştığını, temizlik işçisi olarak
çalışan davacının belli bir çalışma saatinin olmadığını, 07.00-17.00 saatleri
arasında çalışma yapan davacının işin yoğunluk durumuna göre 21.00-22.00’a
kadar çalışmasının sürdüğünü, Belediye’de çalışma saatleri 07.00-16.00 olmasına
rağmen çalışanların 07.00-07.30 gibi çalışmaya başlayıp 17.00’a kadar
çalıştıklarını; diğer davacı tanığı Özcan Yardımcı; Belediye’de 2005-2011
yılları arasında otelci ve temizlikçi olarak çalıştığını, temizlikçi olarak
çalışan davacının yaz aylarında 07.30’da işe başlayıp işin yoğunluk durumuna
göre 21.00’a kadar çalışmasını sürdürdüğünü, kış aylarında ise 17.00’da çalışmasının
bittiğini, Belediye’de normal çalışma saatlerinin sabah 08.00-17.00 olmasına
rağmen temizlik işçilerinin 07.30’da çalışmaya başladıklarını; davacı tanığı
Bahattin Yolci, Belediye’de kepçe
operatörü olarak 29.11.2009 tarihine kadar çalıştığını, davacının temizlik
işçisi olarak 06.00-06.30’da işe başlayıp saat 16.00-16.30’a kadar çalışmasını
sürdürdüğünü, genelde her gün çalışmasının 19.00’a kadar devam ettiğini, kış
aylarında temizlik işçilerinin sabaha kadar çalıştıklarını beyan etmişlerdir.
59. Ayrıca davalı tanıklarından Hüseyin
İyi, 2004 yılından beri davalı işyerinde çalıştığını, davacının temizlik
personeli olarak Belediye’nin çalışma saatleri olan 08.00-17.00 arasında
çalıştığını; davalı tanığı Fesih Sayur, şoför olarak çalışan davacının mesai
saatlerini bilmediğini ancak davalı Belediye’de çalışma saatlerinin 08.00-17.00
saatleri arasında olduğunu; Semih Duru ise, 2004 yılından beri davalı işyerinde
çalıştığını, davacının temizlik personeli olarak Belediye’nin çalışma saatleri
olan 08.00-17.00 saatleri arasında çalışması gerekirken özellikle yaz aylarında
17.00’dan sonra da çalışması olduğunu belirtmişlerdir.
60. Mahkemece davalı tarafından sunulan
imzasız ücret bordrolarında fazla çalışma tahakkuku bulunan aylar hesaplamaya
dâhil edilmeksizin 01.04.2010-29.09.2011 tarihleri arasındaki dönem için tanık
beyanlarına göre davacının haftanın 6 günü 07.00-19.00 saatleri arasında
çalıştığı haftalık 18 saat fazla çalışma yaptığı kabul edilerek hesaplama yapan
bilirkişi raporu hükme esas alınmıştır.
61. Öncelikle Özel Dairece davacının son
olarak mezarlık işçisi olarak çalıştığı belirtilmişse de gerek davacı vekilinin
gerekse taraf tanıklarının beyanlarından davacının temizlik işçisi olarak
çalıştığı belirlenmiştir.
62. Ayrıca, bozma kararında mahkemece talep
konusu 03.07.2007-03.07.2012 arası döneme ilişkin fazla çalışma ücret
alacağının mahkemece belirlenerek hükmedildiği belirtilmişse de hükme esas
alınan 27.11.2015 tarihli bilirkişi raporunda davacının imzasız fazla çalışma
ücret tahakkuku içeren bordrolarının olduğu aylar hesaplama dışı bırakılarak
davacının sadece 01.04.2010-29.09.2011 tarihleri arasındaki döneme ilişkin
fazla çalışma ücretinin belirlenerek hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır.
63. Bununla birlikte her ne kadar Özel
Dairece mahkeme tarafından tanık beyanlarını aşar nitelikte hesaplama yapıldığı
belirtilmişse de, davacı tanıklarının davacının çalışmasının 08.00-17.00
saatleri arasında, bazı zamanlarda 17.00 sonrasında da devam ettiğini
söylemeleri karşısında Özel Dairenin bu yöndeki tespitinin de yerinde olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
64. Sonuç itibariyle, dosya kapsamından
davacının son dönem mezarlık işçisi olarak değil temizlik işçisi olarak
çalıştığı sabittir. Ayrıca davacı tanıkları Özel Daire bozma kararının aksine
davacının 17.00’dan sonrada çalışması olduğunu destekler mahiyette ifadelerde
bulunmuşlardır. Bozma kararında belirtilen 08.00-17.00 arası çalışma saatlerini
davalı tanıkları beyan etmiş olup, davalı Belediye’de olağan çalışma süresi
olan bu saatler arasında davacının da çalıştığını belirtmişlerdir. Ancak davalı
tanıkları işyerinde çalışması devam eden işçiler olduğu gibi davalı tanığı
Fesih Sayur davacının çalışma saatlerini de bilmediğini, davalı tanığı Semih
Duru ise davacının yaz aylarında 17.00 sonrası çalışması olduğunu belirtmiştir.
65. Taraf tanıklarının beyanları birlikte
değerlendirildiğinde tanıkların birbirine yakın çalışma saatlerini ifade
ettikleri, davalı tanıklarının Belediye’nin olağan çalışma saatlerini belirtir
beyanlarından dâhi davalı Belediye’de normal çalışma süresini aşar nitelikte
çalışma yapıldığı anlaşılmaktadır.
66. Yapılan bu açıklamalara göre,
tanıkların beyanları, ücret bordrolarında bazı aylarda fazla çalışma ücreti
tahakkuku bulunması, yapılan işin niteliği ve işyerinin özelliği dikkate alındığında,
mahkemece tanık beyanlarının ortalaması alınarak davacının haftanın 6 günü
07.00-19.00 saatleri arasında çalıştığının kabul edilmesi isabetlidir.
67. Hâl böyle olunca direnme kararı
yerindedir.
68. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine
göre uyuşmazlığın esasına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu
yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
C. (3) numaralı uyuşmazlık yönünden;
69. Yukarıda da ayrıntılı şekilde
açıklandığı üzere fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispat
etmekle yükümlüdür. Aynı kurallar ulusal bayram ve genel tatil günlerinde
çalışma yaptığını iddia eden işçi içinde geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan
bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka
anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda
görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
70. İmzalı ücret bordrolarında fazla
çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin ödendiği anlaşılıyorsa,
işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün
değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil
alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması hâlinde,
bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu
olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda
dahi işçinin geçerli bir belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı
ispatlaması mümkündür. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların
imzasız olması hâlinde ise varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları
getirtilmeli ve ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup
edilmelidir.
71. Özel Dairece yapılan değerlendirmede
ücret bordrolarının imzalı olduğu belirtilmişse de dosyadaki ücret
bordrolarında davacının imzasının olmadığı anlaşılmıştır. Banka ödeme kayıtları
incelendiğinde fazla çalışma ücretine ilişkin yapılan ödemelerin imzasız ücret
bordrolarındaki tahakkuklar ile aynı olduğu belirlenmiştir. Ayrıca davacıya
ulusal bayram ve genel tatil ücretine yönelik gerek bordrolarda gerekse de
banka ödeme kayıtlarında bir ödeme yapılmadığı tespit edilmiştir.
72. Yapılan açıklamalar karşısında somut
olay incelendiğinde; davacının imzası bulunmayan bordrolarda belirtilen fazla
çalışma ücreti tahakkuklarının banka kanalıyla davacıya ödendiği davalı işveren
tarafından ispatlandığı gerekçesiyle hükme esas alınan bilirkişi raporunda
tahakkuk bulunan dönemler hesaplamada dışlanmıştır. Bu durumda davalı yararına
araştırma yapılmasını gerektirir bir husus olmadığı anlaşıldığından mahkemece
yapılan değerlendirme usul ve yasaya uygun bulunmuştur.
73. Öte yandan, davacının imzası
bulunmayan bordrolarda ulusal bayram ve genel tatil ücretine ilişkin tahakkuk
bulunmadığı ve banka kanalıyla yapılan ödemelerde de bu alacağa ilişkin bir
ödeme yapılmadığı tespit edildiğinden mahkemece araştırma yapılmasını
gerektirir bir husus bulunmadığı görülmekle Özel Dairenin bu yöndeki bozması da
yerinde görülmemiş ve mahkemece yapılan değerlendirme isabetli bulunmuştur.
74. Hâl böyle olunca direnme kararı
yerindedir.
75. Ne var ki, hüküm altına alınan bu alacak miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından, bu hususta inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- (1) numaralı uyuşmazlık yönünden direnme
uygun bulunduğundan, davalı vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz
itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİNE
GÖNDERİLMESİNE (III-A) oy çokluğu ile,
2- (2)
ve (3) numaralı uyuşmazlıklar yönünden direnme uygun bulunduğundan,
davalı vekilinin işin esasına ve alacak miktarlarına ilişkin diğer temyiz
itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİNE
GÖNDERİLMESİNE (III-B, C) oy birliği
ile,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.11.2021 tarihinde kesin olarak karar verildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder