01 Ağustos, 2021

AVUKATIN BAŞKA AVUKATI YETKİLENDİRMESİNİN UYGULAMADA YARATTIĞI SORUNLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

AVUKATIN BAŞKA AVUKATI YETKİLENDİRMESİNİN UYGULAMADA YARATTIĞI SORUNLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

I.GİRİŞ:

1136 sayılı Avukatlık Kanunu m. 171’in verdiği yasal yetki ile avukatların aldıkları işleri başka avukatlar aracılığı ile yürütmeleri hukuken mümkün olmasına karşılık, avukatların artan iş yükü ve büyük avukatlık bürolarında çok sayıda avukatın çalışıyor olmasından kaynaklı olarak yetki belgesi kullanımında önemli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu makalemizde bu sorunları ve çözüm yollarını tartışacağız.

II.YETKİ BELGESİNİN HUKUKİ DAYANAĞI:

Yetki belgesinin hukukumuzda iki hukuki dayanağı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi özel hüküm niteliğindeki 1136 sayılı AK m. 171, ikincisi ise genel hüküm niteliğindeki 6098 sayılı TBK m. 506 hükmüdür.

1136 sayılı AK m. 171’e göre; Avukat, üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder. Avukata verilen vekaletnamede başkasını tevkile yetki tanınmış ise, yazılı sözleşmede aksine açık bir hüküm olmadıkça, işi başka bir avukatla birlikte veya başka bir avukata vererek takip ettirebilir. Vekaletnamede, bunun düzenlendiği tarihten sonra açılacak veya takip edilecek bütün dava ve işlerde vekalete ve başkasını tevkile genel şekilde yetki verilmişse, avukat, bu tarihten sonraki dava ve işlerde müvekkilinden ayrıca vekalet almaya lüzum kalmaksızın işi başka bir avukatla birlikte veya başka bir avukata vererek takip ettirebilir. İkinci fıkradaki hallerde, avukatın müvekkile karşı sorumluluğu devam eder. Birlikte takibettiği veya işi tamamen devrettiği avukatların kusurlarından ve meydana getirdikleri zarardan dolayı müvekkile karşı hem şahsen hem de diğer avukatla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Şu kadar ki, bu hüküm, 12 nci maddede yazılı bir iş sebebiyle başka bir yerde çalışmak zorunluğunda olduğu için işi tamamen başkasına devreden avukatlar hakkında uygulanmaz. Avukat tarafından işe başka avukatlar teşrik edilmiş ise, avukat bundan dolayı ayrı bir ücret istiyemiyeceği gibi, işi birlikte takip eden avukat da müvekkilden herhangi bir ücret istiyemez. İş tamamen başka bir avukata bırakılmış ise, tevkil eden ve tevkil olunan avukatlar ücret sözleşmesindeki miktarı aşmamak şartiyle, harcadıkları mesaiye karşılık olan ücreti müvekkilden istiyebilirler. Ancak, tevkil eden avukat müvekkilden peşin ücret almışsa, harcadığı mesaiye karşılık olan miktarın fazlasını tevkil ettiği avukata ödemekle yükümlüdür.”

Bu maddeye göre iş sahibinden vekâlet alan bir avukatın başka bir avukat yetkilendirebilmesi için iki koşul öngörülmüştür. Bunlardan ilki iş sahibinden aldığı vekâletnamesinde açık hüküm olması, ikincisi ise iş sahibi ile yaptığı sözleşmede başka avukatın yetkilendirilmesini yasaklayan bir hüküm bulunmamasıdır. Her iki koşulunda gerçekleşmesi durumunda avukat başka bir avukatı aldığı işi yürütmesi konusunda yetkilendirebilecektir.  

III.UYGULAMADA ÇIKAN SORUNLAR:

A.Yasa Maddesinin Denetimi Tam Anlamıyla Yapılamıyor:

Uygulamada çıkan ilk sorun bu yasa maddesindeki koşulların denetiminin tam olarak yapılamamasıdır. Çünkü dava dosyalarına sadece vekâletname örnekleri sunulmakta, avukatlık ücret sözleşmeleri ya sunulmamakta ya da iş sahibi ile avukat arasında zaten sözleşme yapılmamaktadır. İş sahibi ile avukat arasında sözleşme yoksa avukatın yetki belgesi düzenlemesinde de hukuken bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak iş sahibi ile avukat arasında sözleşme yapılmış ise yapılan bu sözleşmenin yetki belgesi düzenlemeyi yasaklayıp yasaklamadığı sözleşme dosyaya sunulmadığından davaya bakan hakim tarafından denetlenememektedir. Dolayısıyla yetki belgelerinin AK m. 171’e uygun olup olmadığı sadece vekâletnamede yetki belgesi düzenleme yetkisi içerip içermediğinin denetimi ile sınırlı kalmaktadır.  

AK m. 171’e uygun şekilde yetki belgesi düzenlenip düzenlenmediğinin denetiminin yapılabilmesi için avukatın iş sahibi ile yaptığı sözleşmesinin bir örneğinin de dava dosyasına vekâletname ekinde sunulması gerekmektedir. Bu konu aynı zamanda yargılama gideri olan karşı vekâlet ücretinin tam ve doğru şekilde belirlenmesi ile de doğrudan ilgili olması nedeniyle her iki konu birlikte ele alınarak yargılama giderlerinin düzenlendiği 6100 sayılı HMK’da ve karşı vekâlet ücretinin düzenlendiği AK m. 164’de birlikte düzenleme yapılmalıdır.    

B.Yetki Belgesi ile Yetkilendirilen Avukat Sayısının Yarattığı Sorunlar:

Özellikle büyük avukatlık büroları, bankalar, faktoring, leesing ve finansal kiralama şirketleri aynı yetki belgesi ile onlarca avukatı yetkilendirmekte ve bu yetki belgeleri bu şirketlerin takip ettikleri bütün dava ve icra dosyalarına sunulmaktadır. Yetki belgesinde ismi yazılı olan onlarca avukat bu dava dosyalarının duruşmalarına çoğu zaman bir kere girmekte bir daha o dosyanın duruşmasına girmemektedir. Hatta bazı avukatlar sabah erken saatte adliyeye gitmekte cep telefonlarına gelen mesajda yazan mahkemelere giderek duruşmalara girmekteler. Bu durumun yarattığı sakıncalar ana başlıklar halinde aşağıdaki gibi sıralanabilir.

a)      Hakim tarafından duruşmaya gelen avukata dosya ile ilgili soru sorulduğunda dosyanın içeriği hakkında bilgi sahibi olmadıklarından cevap verilememekte ve bir çok gereksiz yazışmaya neden olunmaktadır.

b)      Yetki belgesi ile duruşmaya gelen ancak dosyanın içeriğini bilmeyen avukat duruşma esnasında ileri sürmesi gereken itiraz ve defileri ileri sürmemekte ve bu nedenle tarafların hak kaybına neden olmaktadır.

 

c)      Yetki belgesi ile duruşmaya gelen avukat temsil ettiği tarafın özel durumları hakkında bilgi sahibi olmadığı için yargılamanın uzamasını önleyecek taleplerde bulunamamaktadır. Örneğin, trafik kazasından kaynaklı bir tazminat davasında davacının adresine en yakın üniversite hastanesinin neresi olduğunu bilmeyen yetki belgesi sahibi avukat bu bilginin bildirilmesi için ya mahkemeden süre istemekte ya da adresinin bulunduğu yere en yakın hastaneye sevkini talep etmektedir. Davacının sevk edildiği hastaneye gidememesi durumunda mahkemeden yeniden talepte bulunulmakta ve bunun sonucunda da yargılama uzamaktadır.

d)     Tanık dinlenen duruşmalara yetki belgesi ile katılan avukatlar tanık sorgusunu yapamamakta, sorulması gereken soruları sormamakta, sorgunun tamamen karşı taraf avukatları ya da hakim tarafından yapılmasına göz yummaktadırlar.

e)      Uygulamada duruşmaya yetki belgesi ile katılan avukatın yanında çalıştığı avukatlık bürosu tarafından bilirkişi raporlarına itiraz edip etmediğini dahi bilmediği, çoğu zaman “bilirkişi raporuna itiraz etmemişsek aleyhe olan hususları kabul etmiyoruz” şeklinde beyanda bulundukları görülmektedir.

Görüldüğü gibi yetki belgesinin yoğun kullanıldığı dava dosyaları sahipsiz kalmaktadır. Hak kayıpları ise kaçınılmaz hale gelmektedir.

Yetki belgesi ile yetkilendirilen avukatların sayısının sınırlanması ya da yetki belgesinin belli bir dosya için özel olarak düzenlenmesi gibi çözümler yukarıda sayılan sorunların giderilmesi için ilk akla gelen çözüm önerileri olsa da her ikisi de bu sorunların çözümünü tam anlamıyla sağlamayacaktır. Çünkü yetki belgesi kullanımı işçi avukat olarak tanımlanan ve maaşla bir başka avukat yanında çalışan avukatların sayılarının artması sonucunda çoğaldı ve bu sorunlar bu kadar büyüdü. Maaşla çalışan avukat sayısının bu kadar çok olduğu bir hukuk düzeninde yetki belgesi kullanımının sınırlanması düşünülemez. Dolayısıyla işçi avukatların durumunun ve bankalar gibi büyük şirketlerin hukuk müşavirliklerinde maaşla çalışan avukatların hukuki durumunun yetki belgesi kullanımının yarattığı sorunların çözümü ile birlikte ele alınması gerekmektedir.

Öncelikle bir avukatın bir başka avukatı yanında maaşla çalıştırması yasaklanmalı ve bütün avukatların çalıştıkları bürolarda ortak olmalarını sağlayacak hukuki düzenleme yapılmalıdır. 

İkinci olarak bankalar gibi büyük şirketlerin hukuk müşavirliklerinin dava ve icra takip yetkisi yasaklanmalı ve yetkileri sadece hukuki danışmanlık ile sınırlanmalıdır. Bu şirketlerin hukuk müşavirliklerinin dava ve icra takip yetkisi de serbest avukatlık bürolarına devredilmelidir.

Bu düzenlemeler yetki belgesi kullanımını sürekli bir ihtiyaç olmaktan çıkartıp aynı büroda çalışan avukatların birbirlerine yardımcı olmaları için başvuracakları ihtiyari bir yönteme dönüştürecektir. Çünkü avukatlar artık başka avukatın aldığı vekâletle işleri takip etmek yerine sahiplendikleri kendi işlerini takip edecekleri için yukarıda saydığımız olumsuzlukların bir çoğu ortadan kalkacaktır. Yetki belgesi kullanımı da gerçekten de ihtiyaç olması durumunda kullanılacak ve yetki belgesi ile duruşmaya gelen avukatın çıkarı aynı zamanda ortağı olduğu avukatlık bürosunun çıkarını da oluşturduğu için dosya hakkında bilgi sahibi olarak gelecektir.

IV. SONUÇ:

Daha önce usul hukuku ve avukatlık hukuku ile ilgili yazdığım makalelerde de belirttiğim gibi usul hukuku ile avukatlık hukukundaki hiçbir konu tek başına ele alınarak düzenleme yapılmaya uygun konular değildir. Her bir konu başka konularla doğrudan ilgili olup birden fazla alanda ortaya çıkan sorunların birlikte ele alınıp birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu makalede ele aldığımız yetki belgesinin kullanımından kaynaklı sorunların çözümü de bir ucundan yargılama giderlerinin hesaplanmasına diğer ucundan maaşla çalışan avukatların durumuna ve hukuk düzeninde yarattığı sorunlara uzanmaktadır.  

10 Temmuz, 2021

TRAFİK KAZALARINDA TEDAVİ GİDERLERİNDEN SGK VE SİGORTA ŞİRKETLERİNİN SORUMLULUK ESASLARININ İNCELENMESİ

TRAFİK KAZALARINDA TEDAVİ GİDERLERİNDEN SGK VE SİGORTA ŞİRKETLERİNİN SORUMLULUK ESASLARININ İNCELENMESİ

I.GİRİŞ:

Ülkemizin kanayan yarası durumunda olan trafik kazalarının en ağır maddi sonuçlarından biri de tedavi giderleridir. 6111 sayılı kanun ile yapılan değişiklikten sonra trafik kazaları sonucunda yapılan tedavi giderlerinden SGK’nın mı, sigorta şirketlerinin mi yoksa her ikisinin birden mi sorumlu oldukları konusunda hukuki tartışmalar yaşanmıştır. Bu makalemizde iki ayrı Yargıtay kararı ışığında tedavi giderlerinden hangi tarihlerde kimin ne kadar sorumlu olduğunun incelemesini yapacağız.

II.6111 SAYILI YASADAN ÖNCEKİ DURUM:

25.02.2011 tarihinde 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir.

Bu kanunun 59’uncu maddesi ve Geçici 1’inci maddesi ile trafik kazası sebebi ile kazazedelerin sağlık hizmet bedellerinin, sosyal güvenceleri olup olmadığına bakılmaksızın Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanacağı ve yine bu Kanunun yayımlandığı tarihten önce meydana gelen trafik kazaları nedeniyle sunulan sağlık hizmet bedellerinin de Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanacağı hükme bağlanmıştır.

Dolayısıyla bu kanunun yayımlandığı tarihten önce meydana gelen tüm trafik kazaları nedeni ile tedavi giderlerinden SGK sorumludur. Ancak SGK’nın sorumluluğu sadece belgeli sağlık harcamaları içindir. Belgesiz olan giderlerden ise aracın işleteni, sürücüsü ve zorunlu mali sorumluluk sigortacısı olan sigorta şirketi sorumludur.

III.6111 SAYILI YASADAN SONRAKİ DURUM:

6111 sayılı yasanın yukarıda belirttiğimiz iki maddesi ile bu yasa öncesindeki durum aynen geçerliliğini korumuştur. Ancak yapılan yönetmelik değişikliklerinin Danıştay tarafından önce yürütmesinin durdurulması, sonrasında ise iptal edilmesi, yaşanan her hukuki gelişmeden sonra farklı tarih aralıklarında farklı uygulamaların oluşmasına neden olmuştur. Mevzuat değişikliklerinin tarihsel sıralaması ve yaşanan hukuki değişiklikler aşağıdaki gibidir.

25.02.2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan ve yürürlüğe giren 6111 sayılı Kanunun 59'uncu maddesiyle, 2918 sayılı KTK m. 98 "Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır." şeklinde yeniden düzenlenmiştir. 

Bu maddenin uygulamasını göstermek için Hazine Müsteşarlığınca Trafik Kazaları Nedeniyle İlgililere Sunulan Sağlık Hizmet Bedellerinin Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik çıkarılmıştır. Bu yönetmeliğin 4'üncü maddesinde "Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmi ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları tedavinin gerektirdiği tüm sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın Kurum tarafından Sağlık Uygulama Tebliğinde (SUT) yer alan hükümler doğrultusunda karşılanır.” hükmü getirilmiştir.  Dolayısıyla 6111 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği tarih olan 25.02.2011 tarihinden sonra belgeli sağlı harcamaları için SGK’nın sorumluluğu SUT’de yer alan hükümlere göre belirlenecektir. Bütün sağlık harcamaları bu tebliğe göre hesaplanacak olup bu tebliğdeki hesaplamanın üzerinde SGK’dan talepte bulunulamayacaktır.  

Danıştay 15. İdari Dairesi 14.11.2013 tarihli ve 2013 / 7713 Esas sayılı dosyası üzerinden verdiği karar ile bu fıkrada yer alan bu yönetmeliğin 4’üncü maddesinde yer alan “Kurum tarafından Sağlık Uygulama Tebliğinde (SUT) yer alan hükümler doğrultusunda” ibaresinin yürütmesini önce durdurmuş, sonrasında ise 16.03.2016 tarihinde iptaline karar vermiştir.

Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararıyla kurumun yapacağı ödemelerin sınırı kaldırılmıştır. Dolayısıyla Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı verdiği 14.11.2013 tarihinden sonraki belgeli sağlık harcamaların da SUT dikkate alınmaksızın belgelenen bütün sağlık harcamalarının SGK tarafından karşılanmasının yolu açılmıştır.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararından sonra SGK konuya ilişkin olarak 2012 / 5 sayılı genelgesinin 1'inci maddesinde; “Trafik kazasının oluş tarihine ve kazazedenin genel sağlık sigortalısı olup olmadığına bakılmaksızın 25.02.2011 tarihinden itibaren Kurumla sözleşmeli/protokollü üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmi ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarınca verilecek tüm sağlık hizmet bedelleri Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) hüküm ve ekleri esas alınarak Kurumca karşılanacaktır.” düzenlemesini yapmıştır. SGK’nın yaptığı bu düzenleme Danıştay’ın verdiği yürütmeyi durdurma ve iptal kararının uygulamamanın idari bir yolu olarak ortaya çıkmış olup hukuken yargı kararına açık aykırılık oluşturmaktadır. SGK’nın bu genelgesinin bu dönemde meydana gelen trafik kazlarından kaynaklı tedavi giderleri için kesinlikle uygulanamayacağı görüşündeyiz.

Danıştay’ın iptal kararından sonra 23.04.2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 6645 Sayılı Kanunun 60'ıncı maddesiyle 2918 sayılı KTK m. 98'e bir cümle eklenerek madde; "Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır. Ancak, Sosyal Güvenlik Kurumu, bu kapsama girenler yönünden genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmetlerine ilave sağlık hizmetlerini belirler, protez ve ortezler için farklı birim fiyatı tespit eder. Bu sağlık hizmetleri sağlık uygulama tebliğindeki istisnai sağlık hizmetleri kapsamına dâhil edilmez.” halini almıştır.

2918 sayılı KTK m. 98'de yapılan bu düzenlemeden sonra Trafik Kazaları Nedeniyle İlgililere Sunulan Sağlık Hizmet Bedellerinin Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik m. 4'de “Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmi ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır.” şeklinde değiştirilmiştir. Böylece sağlık giderleri için genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları ölçütü getirilmiştir. Bu ölçüt 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu m. 60 ve devamında düzenlenen esasları içermektedir.

Dolayısıyla 23.04.2015 tarihinden sonra meydana gelen trafik kazaları nedeniyle yapılan sağlık harcamalarında SGK’nın sorumluluğu 5510 sayılı yasanın 60 ve devamı maddelerine göre belirlenecek, kalan sağlık harcamalarından yine sigorta şirketleri, araç sürücüsü ve araç işleteni sorumlu olacaktır.

IV. YARGITAY KARARLARI:

T.C.

YARGITAY

21. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2018/3917

KARAR NO  : 2019/5031    

Y A R G I T A Y   İ L A M I

TÜRK MİLLETİ ADINA

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davalı Kurum vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine.

2-Dava, 28/06/2011 günü meydana gelen maddi hasarlı trafik kazasında ağır şekilde yaralanan davacının şimdilik 1000 TL tutarındaki tedavi masraflarının kaza tarihi olan 28/06/2011 tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faizi ile birlikte davalı Kurumdan tahsiline karar verilmesi istemine ilişkindir.

Mahkeme tarafından “Yapılan yargılama sonucunda tüm dosya kapsamından ve itibar edilen bilirkişi raporundan anlaşıldığı üzere; 28/06/2011 tarihinde trafik kazasında yaralanan davacıya ait tedavi giderlerinin 4.146,94 TL'lik kısmından davalı kurumun sorumlu olduğu, bu tutardan taleple bağlı kalınarak ve davacının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1000 TL tutarındaki tedavi masrafının kaza tarihi olan 28/06/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermek gerekip aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” gerekçesiyle  “ Davacının fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1000 TL tutarındaki tedavi masrafının kaza tarihi olan 28/06/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,”   karar verilmiştir.

Karar, davacı ve davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki usule ilişkin kayıt ve belgelerden; İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/106 Esas sayılı dosyası ile 13/03/2015 tarihinde açılan davada, 27/10/2015 tarih ve 2015/411 Karar sayılı karar ile dosyada İş Mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verildiği, bu defa İstanbul 19. İş Mahkemesi tarafından 12/05/2016 tarihli ve 2016/357 Karar sayılı karar ile karşı görevsizlik kararı verildiği, dosyanın görev ihtilafının çözümü için Yargıtay 20. Hukuk Dairesine gönderildiği, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 2016/9768 Esas - 2016/10995 Karar sayılı ilamında; “Somut olayda; davacı ile davalı kurum arasında bir haksız fiil ilişkisi bulunmamaktadır. Başka bir ifadeyle, davalı kurumun sorumluluğu,  kurum tarafından gerçekleştirilen bir haksız  fiile  dayalı  bulunmayıp, 2918 sayılı Kanunun 98. maddesi atfıyla, davacı kazazedeye 5510 sayılı Kanun çerçevesinde yapılacak tedavi yardımı kapsamı ile ilgilidir. Bu haliyle davanın, kapsamını 5510 sayılı Kanunun belirlediği sosyal güvenlik hukukunu ilgilendirmekte olup; uyuşmazlığın, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1 ve 7/3. maddeleri ile 5510 sayılı Kanunun 101. maddesi uyarınca, iş (sosyal güvenlik) mahkemesinde çözümlenmesi gerekmektedir.” gerekçesiyle İstanbul 19. İş Mahkemesinin görevli olduğuna karar verildiği,   anlaşılmıştır.

Dosyadaki esasa ilişkin kayıt ve belgelerden; 25/07/1943  doğumlu, 06/12/2018 tarihinde  vefat eden davacı Fatma Nükhet Öner’in 28/06/2011 günü geçirdiği trafik kazası sonucu ağır yaralandığı,  boyun kırığı ile vücudunun muhtelif yerlerinde ağır hasar meydana geldiğini, felç olduğu, boynuna 8 adet plak takıldığı, tedavisinin dava tarihi itibariyle halen devam ettiği, davacının 28/04/2014 tarihli dilekçesiyle Kurumdan 02/07/2011-03/01/2013 tarihleri arasındaki 56.509- TL tutarındaki özel hastane, özel fizik tedavi ve medikal malzeme faturalarının ödenmesini talep ettiği,  Cibali SSGM tarafından verilen 26/05/2014 tarihli cevapta; “5510/ 97. madde gereği, tedavi giderlerinin ödenmesi için iki yıllık zamanaşımı süresi olduğunu, 6111 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 25/02/2011 tarihinden sonraki tedavi bedelleri için zamanaşımı süresinin fatura tarihinden itibaren hesaplanması gerektiği, talep edilen fatura ödemelerinin bir kısmının zaman aşımına uğradığı, bir kısmının Kuruma hastaneler tarafından fatura edildiği ve  SUT hükümleri çerçevesinde ödeme yapıldığı, ilave ücretlerin Kurum tarafından karşılanamayacağı” hususlarının  bildirildiği, doktor bilirkişiden alınan raporda, Kurumun trafik kazaları tedavi bedellerinden SUT hükümleri dahilinde sorumlu olduğu ve bildirilen faturalardan  4.146,94 TL’lik kısmından sorumlu olduğunun tespit edildiği, ancak talep edilen dosyada suretleri bulunan faturaların içinde 2 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, medikal malzeme faturalarının da bulunduğu, bilirkişinin teknik olarak Medula kayıtları ve SUT hükümleri dahilinde ödenen ve ödenmesi gereken kalemleri belirttiği, trafik kazası tespit tutanağı, ve 03/11/2010-03/11/2011 tarihlerini kapsayan zorunlu mali sorumluluk sigorta poliçesinin (Kişi başı tedavi masrafı 175.000,00 TL. epikriz raporu, hastane kayıtları) dosyada bulunduğu anlaşılmıştır.

Davanın yasal dayanağını 25/02/2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan ve yürürlüğe giren 6111 sayılı Kanunun 59. maddesiyle, başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilen 2918 sayılı Kanunun 98 inci maddesi oluşturmaktadır.

Bu maddenin ilk hali:

MADDE 59- 2918 sayılı Kanunun 98 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

 “Sağlık hizmet bedellerinin ödenmesi”

MADDE 98- Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır.

Trafik kazalarına sağlık teminatı sağlayan zorunlu sigortalarda; sigorta şirketlerince yazılan primlerin ve Güvence Hesabınca tahsil edilen katkı paylarının % 15’ini aşmamak üzere, münhasıran bu teminatın karşılığı olarak Hazine Müsteşarlığınca sigortacılık ilkeleri çerçevesinde maktu veya nispi olarak belirlenen tutarın tamamı sigorta şirketleri ve 3/6/2007 tarihli ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanununun 14 üncü maddesinde düzenlenen durumlar için Güvence Hesabı tarafından Sosyal Güvenlik Kurumuna aktarılır. Söz konusu tutar, ilgili sigorta şirketleri için sigortacılık ilkelerine göre ayrı ayrı belirlenebilir. Aktarım ile sigorta şirketlerinin ve Güvence Hesabının bu teminat kapsamındaki yükümlülükleri sona erer. Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu söz konusu tutarı % 50’sine kadar artırmaya veya azaltmaya yetkilidir. Bu madde çerçevesinde sigorta şirketleri ve Güvence Hesabı tarafından ödenecek meblağın süresinde ödenmemesi halinde 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinin ikinci fıkrası uygulanır.

Sigorta şirketleri ve Güvence Hesabından Sosyal Güvenlik Kurumuna aktarılacak meblağın belirlenmesi ve ödenmesi ile sağlık hizmetleri için teminat sağlanan sigortaların tespiti ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumunun görüşü alınarak Hazine Müsteşarlığınca belirlenir. Trafik kazası sebebiyle Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık kurumlarınca gerçekleştirilen tedavi giderleri bakımından, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından Sağlık Bakanlığına yapılacak ödemeye ilişkin usul ve esaslar Sosyal Güvenlik Kurumu ve Sağlık Bakanlığı tarafından ayrıca belirlenir.” şeklindedir.

Akabinde; 2918 sayılı Kanunun 98 inci maddesinin son fıkrası gereği maddenin uygulanmasına dair Hazine müsteşarlığınca 27/08/2011 tarihli  “Trafik Kazaları Nedeniyle İlgililere Sunulan Sağlık Hizmet Bedellerinin Tahsiline İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” çıkarılmıştır.

Anılan yönetmeliğin 4/1 maddesinde:

“Trafik kazalarından kaynaklanan sağlık giderleri”

MADDE 4 – (1) Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmi ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları tedavinin gerektirdiği tüm sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın Kurum tarafından Sağlık Uygulama Tebliğinde (SUT) yer alan hükümler doğrultusunda karşılanır.” hükmü yer almaktaydı.

Ancak Danıştay Onbeşinci Dairesi 14/11/2013 tarihli ve 2013/7713 E. sayılı dosyası üzerinden verdiği karar ile bu fıkrada yer alan “Kurum tarafından Sağlık Uygulama Tebliğinde (SUT) yer alan hükümler doğrultusunda” ibaresinin yürütmesini durdurmuştur. Akabinde Danıştay Onbeşinci Dairesi 16/3/2016 tarihli ve 2013/7713 E. sayılı dosyası üzerinden verdiği karar ile bu fıkrada yer alan “Kurum tarafından Sağlık Uygulama Tebliğinde (SUT) yer alan hükümler doğrultusunda” ibaresinin iptaline karar vermiştir. Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararıyla kurumun yapacağı ödemelerin sınırı kaldırılmış ve Kurum tarafından bir süre konuya ilişkin düzenleme yapılamamış,  yasal boşluk bulunan bu dönemde Kurum uygulamayı kendi düzenlemesi olan 2012/5 sayılı genelgeye göre yürütmüştür. (yani SUT hükümleri doğrultusunda ödeme) Kurumun konuya ilişkin 2012/5 sayılı genelgesinin 1. maddesinde: “(1) Trafik kazasının oluş tarihine ve kazazedenin genel sağlık sigortalısı olup olmadığına bakılmaksızın 25/02/2011 tarihinden itibaren Kurumla sözleşmeli/protokollü üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmi ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarınca verilecek tüm sağlık hizmet bedelleri Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) hüküm ve ekleri esas alınarak Kurumca karşılanacaktır. ...” hükmü yer almaktadır.

Bu durumda Kurumun trafik kazaları sebebiyle sağlık hizmet bedellerini ödeme kıstaslarıyla ilgili, yasal düzenlemenin olmadığı (Kurum genelgesi dışında) boşluk döneminde, Kurum 2918 sayılı Kanunun 98.  maddesinin ilk haline göre tüm sağlık giderlerini ödemeye yükümlü kılınmış olmaktadır. Boşluk döneminden sonra 23/04/2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 6645 Sayılı Kanunun 60. Maddesiyle 98. maddeye bir cümle ilave edilmiş ve ödeme kıstası tekrar belirlenmiştir. Şöyle ki:

Madde 60 – 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 98 inci maddesinin birinci fıkrasına “kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın” ibaresinden sonra gelmek üzere “genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde” ibaresi ve aşağıdaki cümle eklenmiştir.          

“Ancak, Sosyal Güvenlik Kurumu, bu kapsama girenler yönünden genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmetlerine ilave sağlık hizmetlerini belirler, protez ve ortezler için farklı birim fiyatı tespit eder. Bu sağlık hizmetleri sağlık uygulama tebliğindeki istisnai sağlık hizmetleri kapsamına dâhil edilmez.”

Yani maddenin son hali şu şekildedir:

“Sağlık hizmet bedellerinin ödenmesi”        

Madde 98 /1– (Değişik: 13/2/2011-6111/59 md.)Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmî ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır. (Ek cümle: 4/4/2015-6645/60 md.) Ancak, Sosyal Güvenlik Kurumu, bu kapsama girenler yönünden genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmetlerine ilave sağlık hizmetlerini belirler, protez ve ortezler için farklı birim fiyatı tespit eder. Bu sağlık hizmetleri sağlık uygulama tebliğindeki istisnai sağlık hizmetleri kapsamına dâhil edilmez.”

Bu düzenlemeden sonra 27/8/2011 tarihli ve 28038 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Trafik Kazaları Nedeniyle İlgililere Sunulan Sağlık Hizmet Bedellerinin Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrası da aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Trafik kazaları sebebiyle üniversitelere bağlı hastaneler ve diğer bütün resmi ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır.”

Somut olayda, davacının 28/04/2014 tarihli dilekçesiyle Kuruma başvuruda bulunduğu göz önüne alındığında, 28/04/ 2014 tarihi itibariyle Kurumun trafik kazaları sebebiyle sağlık hizmet bedellerini ödeme kıstaslarıyla ilgili, yasal düzenlemenin olmadığı (Kurum genelgesi dışında) boşluk döneminde, talepte bulunduğu, bu dönemde, yönetmelikteki “Sağlık Uygulama Tebliğinde (SUT) yer alan hükümler doğrultusunda” ibaresinin yürütmesinin durdurulduğu, 23/04/2015 tarihindeki değişiklikle getirilen 2918 sayılı yasanın 98/1. maddesindeki “genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde”  ibaresinin henüz yürürlükte olmadığı anlaşıldığından,  davacının talebiyle ilgili talep tarihi gereği Kurumun sorumluluğunun 2918 sayılı Kanunun 98.  maddesinin ilk haline göre belirlenmesi gerektiği, yani trafik kazaları sebebiyle sağlık hizmet bedellerini ödeme kıstasının bulunmadığı ve tamamından sorumlu olduğu, yine talep tarihi itibariyle  “genel sağlık sigortalısı sayılanlar için belirlenen sağlık hizmeti geri ödeme usul ve esasları çerçevesinde” kıstası olmadığından Kurumun 5510 sayılı yasanın 97. maddesindeki genel sağlık sigortalıları için uygulanan zamanaşımı süresini de işletemeyeceği anlaşılmıştır.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.   

O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 12/09/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

12 Mayıs, 2021

ABONELİK SÖZLEŞMELERİNDEN DOĞAN ALACAKLARA 6183 SAYILI YASA KAPSAMINDA FAİZ UYGULANAMAYACAĞI VE FAİZİN KDV’SİNİN DE İSTENEMEYECEĞİ HAKKINDA YARGITAY KARARININ İNCELENMESİ

ABONELİK SÖZLEŞMELERİNDEN DOĞAN ALACAKLARA 6183 SAYILI YASA KAPSAMINDA FAİZ UYGULANAMAYACAĞI VE FAİZİN KDV’SİNİN DE İSTENEMEYECEĞİ HAKKINDA YARGITAY KARARININ İNCELENMESİ 

I.GİRİŞ:

Avukatlar arasında özlü bir söz vardır. “3 K’nın avukatı olacaksın, hiç dava kaybetmezsin; Kadının, Kiracının ve Kamunun” Bu söz yargının dava dosyalarına bakış açısını gösteren bir söz olması nedeniyle avukatlık yıllarımın başlangıcında aklıma kazınmıştı. Kadının ve kiracının zayıf oldukları düşüncesiyle yargı makamları tarafından “korunması” bir noktaya kadar kabul görebileceği düşünülse de tarafsızlık ilkesinin açık ihlali anlamına gelmekteydi. Kamu ise zaten güçlü ve aynı zamanda kendini avukatları eliyle temsil ettirme yeteneğine de sahipti. Ancak buna rağmen devleti koruma adına kamunun avukatlığını üstlenen hakiler bulunmaktaydı. Bu düşünce zaman içinde değişse de devletin artan mali yükü, alacaklarının zamanında tahsil edilmeyişi kamu alacaklarının tahsilinde ve kamu alacaklarına işleyecek faiz oranlarında bazı ayrıcalıklar içeren yasaların çıkmasına ya da var olan yasaların kamu için daha ayrıcalıklı hale getirilmesine neden oldu. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun da bu kanunlardan biri olarak hukuk hayatımızda varlığını koruyor. Kamu hizmeti veren kurumların birbiri ardına özelleştirilmelerinden sonra bu kurumların verdikleri hizmetin aynını özel hukuk tüzel kişisi olarak veren şirketler verdikleri hizmetlerden kaynaklı alacaklarının tahsilde gecikilmesi durumunda bir zamanlar kamu kurumları tarafından verilen bu hizmetlerin bağlı olduğu özel tahsilat hükümlerine göre alacaklarını tahsil etme gayreti içerisinde özel hukuk sözleşmeleri düzenlemeye başladılar. Yani özelleştirilen kamu hizmetinin halefi sıfatıyla üstlendikleri kamu hizmetinin önceki sağlayıcısının sahip oldukları yasal haklara sahip olduklarını düşünerek sözleşme düzenlemeye başladılar. Aşağıda incelemesini yaptığımız ve tam metnini koyduğumuz Yargıtay kararı ile özel hukuk tüzel kişilerinin 6183 sayılı yasanın sağladığı haklardan yararlanamayacağı tespit edilmiştir.

II. 6183 SAYILI AMME ALACAKLARININ TAHSİLİ USULÜ HAKKINDA KANUNDA YER ALAN GECİKME ZAMMINA İLİŞKİN DÜZENLEME:

İncelemesini yaptığımız Yargıtay kararına konu 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun m. 51 “Amme alacağının ödeme müddeti içinde ödenmeyen kısmına vadenin bitim tarihinden itibaren her ay için ayrı ayrı % 4 oranında gecikme zammı tatbik olunur. Ay kesirlerine isabet eden gecikme zammı günlük olarak hesap edilir. Gecikme zammı bir milyon liradan az olamaz. Gecikme zammı; 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre uygulanan vergi ziyaı cezalarında bu madde uyarınca belirlenen oranda, mahkemeler tarafından verilen ve ceza mahiyetinde olan amme alacaklarında ise bu oranın yarısı ölçüsünde uygulanır. Bunların dışındaki ceza mahiyetinde olan amme alacaklarına gecikme zammı tatbik edilmez. Cumhurbaşkanı, gecikme zammı oranlarını aylar itibarıyla topluca veya her ay için ayrı ayrı, yüzde onuna kadar indirmeye, gecikme zammı oranı ile gecikme zammı asgari tutarını iki katına kadar artırmaya, ayrıca gecikme zammı oranını aylar itibarıyla farklı olarak belirlemeye ve gecikme zammını bileşik faiz usulüyle aylık, üç aylık, altı aylık veya yıllık olarak hesaplatmaya yetkilidir.” hükmünü içermektedir. Bu maddeye göre her ay için % 4’lük gecikme zammı yıllık % 48 gibi bir orana karşılık gelmektedir ki paranın sürekli değer kaybettiği ekonomik düzende önemli bir menfi zarar tazminatı anlamına gelmektedir.

III. 6183 SAYILI AMME ALACAKLARININ TAHSİLİ USULÜ HAKKINDA KANUNUN KAPSAMI:

6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanunun kapsamı 1’inci maddesinde Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.  Türk Ceza Kanununun para cezalarının tahsil şekli ve hapse tahvili hakkındaki hükümleri mahfuzdur.” Şeklinde açıklanmıştır. Madde de kanunun kapsamı içerisine alının alacaklar “Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere” olmak üzere sınırlı sayı ilkesine göre açıkça sayılmıştır. Bunların içerisinde ne özel hukuk tüzel kişileri ne de özelleştirilen kamu hizmetlerini veren özel hukuk tüzel kişilerinin alacakları yer almaktadır. Yargıtay’ın aşağıya alıntıladığımız kararı vardığı hukuki sonuç itibariyle doğru olup gerekçesi ise eksiktir.

IV. SÖZLEŞME YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KESİN HÜKÜMSÜZLÜK DURUMLARI GEREKÇEDE DİKKATE ALINMAMIŞTIR:

6098 sayılı TBK m. 26’ya göre sözleşme yapma özgürlüğü bulunmaktadır. 6183 sayılı yasanın taraflar arasında uygulanmasına ilişkin sözleşme hükmü de bu kapsamda taraflar arasında yapılan sözleşmelere konulmaktadır. Ancak sözleşme yapma özgürlüğünün üç tane ayrık durumu bulunmaktadır. 6098 sayılı TBK m. 27/I’e göre; “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.” 6183 sayılı yasanın 1’inci maddesi sözel ifadesinde emir kipi içermese de kanunun sadece Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere” ait alacakları kapsadığının yazılı olması da emredici hüküm niteliğinde olduğunu gösterir. Dolayısıyla bu kanuna aykırı şekilde özel hukuk sözleşmesi düzenlenmesi 6098 sayılı TBK m. 26’ya göre sözleşme yapma özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez ve aynı yasanın 27/I hükmüne göre kesin hükümsüzlük yaptırımına bağlıdır. Yargıtay kararında kesin hükümsüzlük durumunun tespitini yapmadan sonuca varmıştır. Aşağıya tam metnini koyduğumuz Yargıtay kararı vardığı hukuki sonuç itibariyle doğru olup gerekçesi bu yönüyle eksiktir. Yargıtay 6098 sayılı TBK m. 27/I’de düzenlenen sözleşme yapma özgürlüğü ilkesinin üç önemli ayrık durumundan biri olan kanunun emredici hükümlerine aykırılık durumunu gerekçesine almayarak hata etmiştir. Aynı durum gecikme zammına KDV uygulanmasına ilişkin sözleşme hükümleri için de geçerlidir.

V. YARGITAY KARARI:

T.C.

YARGITAY

3. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO       : 2017/9801

KARAR NO  : 2019/2311    

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

Taraflar arasındaki istirdat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda; davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hüküm, taraf vekillerince duruşma istemli olarak temyiz edilmekle; duruşma günü olarak belirlenen 18/12/2018 tarihinde gelen davacı vekili Av. Mustafa Ayaz Yavuz ile davalı vekili Av. Makbule Çiftçi'nin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra işin daha derinlemesine incelenmesi ve bu konuda bir araştırma yapılması gerektiği heyetçe zorunlu görüldüğünden, Yargıtay Kanunu'nun 24 üncü maddesinin birinci fıkrası ve Yargıtay İç Yönetmeliğinin 21 inci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca görüşmenin 19/03/2019 gününe bırakılması uygun görüldü.

Belirli günde dosyadaki bütün kâğıtlar okunarak, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

                                                        Y A R G I T A Y     K A R A R I                                               

Davacı; elektrik enerjisi ihtiyacını davalı şirket ile birleşen Göksu EDAŞ'tan temin ettiğini, Danıştay 13. Dairesinin 06/04/2011 tarihli ve 2008/2695 Esas 2011/1368 Karar sayılı ilamı ile EPDK'nın 875 sayılı kurul kararının iptaline karar verildiğini, bu nedenle 2006 Eylül – 2010 Aralık döneminde Perakende Satış Hizmeti (PSH) bedelinin nispi ücret olarak tahsilinin hukuki dayanağının ortadan kalktığını, bu çerçevede davalı şirketin aynı dönemde fazladan PSH bedeli tahsil ettiğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 2007 Şubat döneminde tahsil edilen bedelden abonelikler için belirlenen sabit bedelin (4,61 TL'nin) mahsubu ile 7.970,77 TL'nin ödeme tarihinden itibaren kamu alacaklarına uygulanan gecikme zammı ve KDV'si ile birlikte davalı şirketten tahsilini talep etmiş; 21/12/2015 tarihli ıslah dilekçesi ile 2006 Eylül–2010 Aralık dönemlerinde haksız olarak alınan 1.714.061,70 TL PSH bedelinin ödeme tarihinden itibaren kamu alacaklarına uygulanan gecikme zammı ve KDV'si ile birlikte tahsilini istemiştir.

Davalı; davanın zamanaşımına uğradığını, esas yönünden ise, kurul kararının bir bütün olduğunu, tamamlayıcı nitelikte olan II. Bölümünün (B) bendinin iptal edilmesinin uygulamayı etkilemeyeceğini, zira 2006-2010 uygulama dönemine ilişkin tarife tekliflerinin her dağıtım şirketi için ayrı ayrı olmak üzere 24/08/2006 tarihli 877-896 sayılı kurul kararları ve 24/08/2006 tarihli ve 875 sayılı kurul kararı ile onaylanarak yürürlüğe girdiğini, anılan iptal kararının 01/09/2006-31/12/2010 tarihleri arasını kapsayan döneme ilişkin perakende satış hizmeti kapsamındaki gelir gereksinimlerini içeren her dağıtım şirketine özgü Kurul Kararının da iptal edildiği sonucunu doğurmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; dava konusu yapılan ve perakende satış hizmet bedeli olarak nitelendirilen bedelin Danıştay 13. Dairesinin 2008/2695 Esas 2011/1368 Karar sayılı ilamı ile iptal edildiği, bu nedenle davalının toplam 1.714.439,77 TL miktarında fazla tahakkukta bulunduğu, davacının ıslah dilekçesi ile birlikte bu miktarın 1.714.061,70 TL'sini talep ettiği, taraflar arasındaki sözleşmeye göre faizin niteliğinin 6183 sayılı kanunun 51. maddesinde belirtilen gecikme zammı olduğu gerekçesiyle; davanın kısmen kabulü ile 1.714.061,70 TL'nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bu miktarın 7.970,77 TL'sine dava tarihinden itibaren, geriye kalan 1.706.090,93 TL'sine ise ıslah tarihinden itibaren 6183 Sayılı Kanunun 51. maddesi uyarınca gecikme zammı uygulanmasına, bu gecikme zammına da ayrıca KDV uygulanmasına karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle hukuka aykırı bulunan idari işlemler hakkında idari yargı yerlerince verilen iptal kararlarının; iptal edilen karara istinat eden, onunla doğrudan doğruya alakalı tasarruflara da etkili olmasına, bu suretle iptal hükmünün, iptal edilen karara dayanan, onunla bağlı bir mahiyet arzeden sonuç işlemleri de ortadan kaldırmak suretiyle geçmişe yürümesine, iptal kararlarının bu özelliğinin dava konusu idari tasarruftan önceki hukuki durumun sağlanması gereğinden kaynaklanmasına göre; davacı tarafın tüm, davalı tarafın ise sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu'nun 5 inci maddesinde; Organize Sanayi Bölgelerinin, özel hukuk tüzelkişisi olduğu açıklanmıştır. 21/07/1953 tarihinde yürürlüğe giren 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Kanununun 1 ve 3 üncü maddelerinde de, bu kanunun uygulanacağı kuruluşlar arasında davacının içinde bulunduğu özel hukuk tüzelkişilerine yer verilmemiştir.

Diğer taraftan, taraflarca imzalanan abonelik sözleşmesinin 5 inci maddesinin f bendi; "Fatura veya ödeme bildirimlerinde belirtilen son ödeme tarihine kadar borç ödenmediği takdirde müşteriye son ödeme tarihinden itibaren, 6183 sayılı Kanunun 51. maddesine göre belirlenen oranları aşmamak koşuluyla şirket yönetim kurulunca belirlenen yürürlükteki gecikme zammı oranında günlük olarak gecikme faizi tahakkuk ettirilir." hükmüne haiz olup, somut olayda anılan hükmün uygulama yeri bulunmamaktadır.

Buna göre mahkemece; tarafların tacir olduğu da gözetilerek, alacağın (dava ve ıslah tarihinden işleyecek) avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi gerekirken, 6183 sayılı Kanunu'nun 51 inci maddesinde belirtilen faizi ile tahsiline karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, hükmün düzeltilerek onanması HUMK'nun 438 inci maddesinin yedinci fıkrası hükmü gereğidir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacı tarafın tüm, davalı tarafın ise sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle hüküm fıkrasında yer alan "6183 Sayılı Kanunun 51. maddesi uyarınca gecikme zammı uygulanmasına, bu gecikme zammına da ayrıca KDV uygulanmasına," ifadesinin çıkartılarak yerine "Avans faizi uygulanmasına," ifadesinin yazılmasına, hükmün davalı taraf yararına düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, 1.630'ar TL Yargıtay duruşması vekâlet ücretinin yekdiğerinden alınıp yekdiğerine verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalı tarafa iadesine, 6100 sayılı HMK'nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nun 440 ıncı maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/03/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

11 Mayıs, 2021

TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASI DAVALARININ GENEL İLKELERİ

 TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASI DAVALARININ GENEL İLKELERİ

I.GİRİŞ:

Ülkemizde artan ekonomik sıkıntılar şirketlerin şirket tüzel kişiliğini paravan olarak kullanmak yoluyla borçlarını ödemekten kaçınmalarının aracı haline getirilmelerine neden olmaktadır. Bu makalemizde hukukumuza Yargıtay kararları ile giren ve tek yasal dayanağı 4721 sayılı TMK m. 2 ve 3 olan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davalarının genel ilkelerini açıklayacağız.

II.TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASI NEDİR?:

En sade tanımı ile tüzel kişilik perdesinin kaldırılması; malvarlığının büyük kısmının ortaklarına aktarılmış ve borçlarını karşılamaya yeterli olmaktan çıkmış olan bir şirketin ortakları ile şirket tüzel kişiliği arasındaki “mal ayrılığı ilkesi” uygulamasından vazgeçilerek şirketin alacaklılarının şirketin ortaklarının doğrudan malvarlığına başvurabilme hakkı tanınmasıdır.

III.TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASI DAVALARININ HUKUKİ DAYANAĞI:

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması 4721 sayılı TMK m. 2 ve 3’e dayanır. Hukukumuzda başkaca bir yasal dayanağı bulunmamaktadır. 4721 sayılı TMK m. 2’ye göre; “Herkes hukuki haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymakla yükümlüdür.” Aynı yasa m. 3’e göre de “Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.” Bu yasa hükümlerine göre bir şirketin ortakları o şirketi yönetirken dürüstlük kurallarına uygun davranmak ve iyiniyet esaslarına göre hareket etmek zorundadırlar. Şirketin alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla yapılacak her türlü danışıklı ve hileli işlem bu maddeler kapsamında hukuk düzeni tarafından korunmayacaktır.

Tüzel kişiler kendisini oluşturan gerçek kişi ya da başka tüzel kişi ortaklarından mutlak olarak ayrı ve bağımsız bir hukuk öznesidir. Yani her tüzel kişinin kendi ortağı olan gerçek ya da tüzel kişilerden bağımsız bir yapısı vardır. Bu nedenle de tüzel kişilerin kendi ortaklarından ayrı bir mal varlıkları bulunmaktadır. Dolayısıyla tüzel kişiliği oluşturan ortaklar tüzel kişinin borçlarından dolayı hukuken sorumlu değildirler. İncelemesini yaptığımız tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davaları tüzel kişiliğin ortakları tarafından başta borçların ödenmesi gibi bazı yükümlülüklerden kurtulmak ya da hukuken geçerli bulunmayan sonuçlara ulaşabilmek amacıyla kötüye kullanılabilmesini önlemek için açılmaktadır. Bu nedenle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davaları tüzel kişi ve ortakları arasındaki mal ayrılığı kuralının bir istisnası olup bu kuralın mutlak bir biçimde ve her durumda uygulanmasının hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurmasının da engellenmesi amaçlanmaktadır.

IV.TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASI DAVALARI EN SON BAŞVURULABİLECEK DAVALARDIR:

Bir şirketin borçlarını ödemiyor olması nedeniyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davasına hemen başvurulamaz. Aşağıya tam metnini aldığımız Yargıtay kararları ile akademik çevreler tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davasının en son başvurulması gereken yol olduğu konusunda fikir birliği içindedir.

Tüzel kişilerin sınırlı sorumlulukları ilkesi uyarınca tüzel kişinin alacaklılarının öncelikle tüzel kişiye başvurmaları zorunlulukları vardır. Tüzel kişi olan şirkete başvuruda bulunmadan doğrudan tüzel kişiliğin kaldırılması davası açılamaz.

Bir şirketin borçlarını karşılamaya yetecek miktarda mal varlığı yoksa ve yakın zamanda gerçekleştirdiği işlemler nedeniyle icra takibi yapılması, hacze gidilmesi, üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarının haczedilmesi için 2004 sayılı İİK m. 89’a göre haciz ihbarnameleri gönderilmesi, icra dosyası içerisinde taşınır ve taşınmaz mal varlığının araştırmasının yapılması, tespit edilen malvarlığının paraya çevrilmesi için satış ve bir takım başka hukuki işlemler yapılması, hileli devir işlemlerine karşılık 2004 sayılı İİK m. 277 ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptali davası açılması olanağı varsa ya da 6098 sayılı TBK m. 19’a göre muvazaa / danışıklılık nedeniyle dava açma olanağı varsa tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davası açılamayacaktır. Çünkü hukuk düzeninin hakkın elde edilmesi için öngördüğü başka bir dava yoluyla hakkın elde edilmesi olanağa varsa 4721 sayılı TMK m. 2’ye dayanılarak 6102 sayılı TTK’nın sağladığı tüzel kişiliğin mal ayrılığı ilkesinin kaldırılması istenemeyecektir.

V.TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASINI GEREKTİREN DURUMLAR:

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak ortaklarının şirket borçlarından hukuken sorumlu kılmanın söz konusu olabileceği özel durumlar arasında; şirketin öz kaynak yetersizliği, tüzel kişi üzerinde belirli bir ortağın ya da şirketler grubunun hâkimiyet kurması, ortaklarla şirket mal varlığının ya da faaliyet alanlarının birbirine karışması, yabancı sermaye ortaklıklar veya yabancı ortaklıkların faaliyetlerinin taşınması, şirketin kurumsal olarak kötüye kullanılması ve bütün bunların şirket alacaklılarının aleyhine kullanılması gösterilebilir.

Bu sebeplerden tüzel kişi üzerinde belirli bir kişi ya da şirket grubunun hâkimiyet kurması sebebi bir ortağın gerçek veya tüzel kişi olan herhangi bir ortağının şirketteki hâkim payları nedeniyle şirketin ona olan bağımlılığının bir sonucu olarak ortaklığın yönetiminde hâkim olmasıdır. Bu durumda bu ortağın çıkarlarıyla ortaklığın çıkarları çeliş ve kendi çıkarlarına üstünlük tanıması sonucunda ortaklığın faaliyetlerini kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yönlendirmeye başlar. Bunun en somut sonucu ortaklık malvarlığının bu ortağın malvarlığına doğru aktarılmasıdır. Bu durumda tüzel kişilik perdesi kaldırılarak hâkim ortağın sorumluluğu yoluna gidilebileceği kabul edilmektedir.

Şirketin mal varlıklarının ya da faaliyet alanlarının şirketin ortağının mal varlığı ya da faaliyet alanları ile birbirine karışması halinde ise; şirket ile ortaklar arasında mal varlığı ve şirketin yönetim organizasyonu yeterli ve düzenli bir şekilde ayrışmamışsa faaliyet alanlarının karışmış olduğu kabul edilir. Faaliyet alanlarının karışması ortaklığın mal varlığı ile ortağın mal varlığının ayrımının muhasebe hileleri, bilançonun makyajlanması, hileli işlemlerle aynı varlıkların birden fazla gerçek ve tüzel kişi üzerine kayıtlı gösterilmesi veya başka sebeplerle ayrıştırılmasının mümkün olmadığı hallerde söz konusu olur. Bu durumların tespiti ancak mali müşavir bilirkişi aracılığı ile yapılacak bilirkişi incelemesi ile tespit edilir.

VI.TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASI DAVALARI ÖZEL HUKUKTAKİ HER TÜR UYUŞMAZLIK İÇİN AÇILABİLİR:

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davaları çoğunlukla sözleşmesel uyuşmazlıklardan ya da şirket ortakları arasında yaşanan uyuşmazlıklar nedeniyle açılmaktadır. Bu nedenle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davalarının sadece sözleşmesel uyuşmazlıklar için açılabileceği, başka tür uyuşmazlıklarda bu davaların açılamayacağı gibi yanlık bir düşünce bulunmaktadır. Haksız fiil sonucun doğan tazminat alacakları da dâhil olmak üzere tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davaları her tür hukuki uyuşmazlık için açılabilir. Çünkü tüzel kişiliğin arkasına saklanılarak kanunlar ve sözleşmeden doğan sorumluluktan kurtulma veya bir hak elde etme amaçları birçok hukuk alanında karşılaşılabilen durumdur.

VII.TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASI DAVALARINDA HÜKÜM:

Açılan davada tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına karar verilmesi durumunda eda ya da tespit hükmü içeren birçok hüküm oluşturulabilir.

İki ayrı tüzel kişinin özdeş kılınarak birlikte sorumlu tutulması,    

Ortakları borçtan ya da tazminattan sorumlu tutma,

Konulan haczin geçerliliğini tespit edip ortakları sorumlu tutma,  

Tüzel kişilik perdesini tersten kaldırarak yararlandırma, bu hükümlerden bir kaçıdır.  

İki ayrı tüzel kişinin özdeş kılınarak birlikte sorumlu tutulması durumu, sadece tüzel kişilikle ilgili hukuki konularda ayrı kişiliği bulunan ortaklara yüklenmesi mümkün olmayan durumlarda iki ayrı tüzel kişinin arasında özdeşlik oluşmuş olduğu kabul edilerek bu iki tüzel kişilik tek bir tüzel kişilik olarak kabul edilir ve hukuki sorumluluklarına karar verilir.

Tüzel kişilik perdesi kaldırılarak sorumlu kılma halleri ise; tüzel kişi ve üyeleri arasındaki mal ayrılığı genel olarak ve tamamen ortadan kaldırılmamakta tüzel kişilik yapısı korunarak sadece somut olaya özgü bir şekilde mal ayrılığı ilkesi uygulanmaksızın tüzel kişinin üyelerine gidilebilmektedir. Bu konuda verilmiş ve haksız fiille ilgili bir mahkeme kararını aşağıda bulabilirsiniz.  

VIII. SALİHLİ 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ ÖRNEK KARARI:

Aşağıya koyduğumuz karar istinaf aşamasında davacıların feragati ile sonuçlandığından UYAP da kaydı bulunmamaktadır. Karar haksız fiil nedeniyle faaliyet alanları ve mal varlıkları birbirine karışmış iki ayrı şirket ile bu şirketlerin hakim ortağı aleyhine açılmış tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davası hakkındadır.

SALİHLİ 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

2016 / 372 Esas

DAVACININ TALEBİ:

Davacı İbrahim Demirtaş, 22.05.2009 tarihinde davalı Osmanlı Tütün Tütün Mamülleri Alkol, Alkol Mamulleri Gıda ve İhracat, İmalat, Pazarlama Dağıtım Limited Şirketine ait bir aracın kendisine çarpması sonucunda malul kaldığını, Salihli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde ve 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde iki ayrı dava açtığını dava sonucunda hükmedilen tazminatın tahsili için Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasından icra takibi başlattığını, icra dosyasına davalı Osmanlı Tütün şirketinin teminat mektubu koyduğunu, manevi tazminat yönünden mahkeme kararının kesinleşmesi nedeniyle teminat mektubunun nakde çevrildiğini ve manevi tazminatın tahsil edildiğini, kalan miktarın ise icra dosyasına depo edildiğini, mahkemenin verdiği kararın Yargıtay tarafından bozulmasından sonra yargılamanın tekrar yapıldığını, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasında yeniden karar verildiğini ve tazminat miktarının arttırıldığını, verilen kararın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiğini, icra dosyasında depo edilen ve teminat mektubundan arta kalan miktarın da kendilerine ödendiğini ancak Yargıtay’ın bozma kararından sonra verilen bakiye tazminat miktarı için davalı Osmanlı Tütün şirketinin icra dosyasına ödeme yapmadığını, icra dosyasında davalı Osmanlı Tütün şirketinin malvarlığının araştırılması için gerekli yazışmaların ve araştırmaların yapıldığını, bakiye tazminatın tahsil edilemediğini, borçlu Osmanlı Tütün şirketinin adresine hacze gidildiğinde iş yerinin kapanmış ve haczedilecek mal varlığı kalmadığının görüldüğünü, şirketin hakim ortağı diğer davalı Ali Osman Enç’in davalı Osmanlı Tütün şirketinin mal varlığına ait araçları satarak elde ettiği bedelleri üzerine geçirdiğini, buradan elde ettiği gelirle davalı Ali Osman Enç’in hissedar olduğu üçüncü davalı Osmanlı Sigara Dağıtım Pazarlama Ticaret Limited Şirketi’ne yeni araçlar aldığını ve borçlu Osmanlı Tütün şirketinin bayi ağı üzerinden ticari faaliyetini sürdürdüğünü, davalı Ali Osman Enç’in hissedar olduğu davalı Osmanlı Tütün şirketi ile davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin faaliyet alanlarının birbirine karışmış olduğunu, davalı Ali Osman Enç’in bu eyleminin bilinçli olarak borçlularını zarara sokmak amacıyla yapılmış bir hareket olduğunu, şirketlerin mal varlıklarının birbirine karışmış olduğunu belirterek her iki davalı hakkında cebri icranın yürütülmesine karar verilmesini talep etmiştir.

DAVALILARIN TALEBİ:

Davalı Osmanlı Tütün Şirketi verdiği cevap dilekçesinde, öncelikle zamanaşımı definde bulunmuş ve tazminat davasının Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasında sonuçlanmış olması nedeniyle de kesin hüküm itirazında bulunmuştur. Şirketin çok büyük bir esas sermayesinin olduğunu ancak tazminat davası nedeniyle bankalar nezdinde kredi alabilirliğinin azaldığını, buna karşın şirketin mal varlığının başka bir şirkete kaydırılmasının söz konusu olmadığını, şirketin araçlarının karışacağı olası kazalar için sigorta ve sigortanın karşılayamayacağı zararlar için de ihtiyari mali sorumluluk sigortası yaptırıldığını bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Osmanlı Sigara Dağıtım Şirketi verdiği cevap dilekçesinde, icra takibine konu alacağın trafik kazasından doğduğunu, kazaya karışan araç yönünden sürücü, araç maliki ya da işleten sıfatı taşımadıklarını bu nedenle de kaza nedeniyle hükmedilen tazminattan sorumlu tutulamayacaklarını, sorumlu tutulacak olsalar bile zamanaşımı süresinin dolduğunu, diğer davalı şirket Osmanlı Tütün şirketi ile aralarında organik bağ bulunmadığını,  paravan şirket konumunda da olmadıklarını, Osmanlı Tütün şirketi yönünden tüzel kişilik perdesi kaldırılmak suretiyle Osmanlı Sigara Dağıtım şirketine yönelik olarak da müteselsil sorumluluk yüklenemeyeceğini, davacının Anadolu Sigorta A.Ş.’ye yönelik olarak da açmış olduğu bir dava olduğunu ve bu davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini, tüzel kişilik perdesinin kaldırılması konusunda bir kanun hükmü olmadığını, uygulamada tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasının sözleşmesel ilişkilerde uygulandığını, dava konusu olayda ise sözleşmesel ilişki bulunmayıp haksız fiil sorumluluğu bulunduğunu ve haksız fiilden de kendilerinin sorumlu olmadığını, diğer davalı Osmanlı Tütün şirketinin faaliyet alanı ile Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin faaliyet alanının birbirinden farklı olduğunu, farklı bir ciro ve araç sayısına sahip olduklarını, müşteri çevresinin de farklı olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Ali Osman Enç verdiği cevap dilekçesinde, öncelikle zamanaşımı definde bulunmuştur. İcra takibine konu alacağın trafik kazasından doğduğunu, kazaya karışan araç yönünden sürücü, araç maliki ya da işleten sıfatı taşımadıklarını, bu nedenle de kaza nedeniyle hükmedilen tazminattan sorumlu tutulamayacaklarını, meydana gelen trafik kazasında davacının kendisinin sorumlu olduğunu iddia ediyorsa tazminat kararını veren Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesindeki dosyada kendisini davalı olarak gösterip perdenin aralanması teorisine o dosyada dayanması gerektiğini, tazminat davası sonuçlanmış olduğundan kesin hüküm itirazında bulunduklarını, davacının isteminin esasta 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m. 277 ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptali davasına dayandığını, hissedarı olduğu her iki şirketin de faaliyet alanlarının birbirinden farklı olduğunu, Osmanlı Tütün şirketinin satılan araçlarının parasının kendi mal varlığına geçmediğini belirterek davanın reddini talep etmiştir.

DAVANIN HUKUKİ NİTELİĞİ:

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2 de düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı davranış nedeniyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla icra takibine izin verilmesi davasıdır.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:

Davacı taraf,  Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasını, Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasını, Osmanlı Tütün şirketi ile Osmanlı Sigara Dağıtım Şirketinin ana sözleşmelerini, şirket ortakları ve devirlerini gösterir kayıtları, her iki şirketin çalışanlarının SGK kayıtlarını, her iki şirketin vergi kayıtlarını ve tanık beyanlarını delil olarak sunmuştur.

Davalı Osmanlı Tütün şirketi, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasını, Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasını, ticari defterleri, vergi kayıtlarını, ticaret sicil kayıtlarını, keşif, bilirkişi incelemesini ve tanık beyanlarını delil olarak sunmuştur.

Davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasını, Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasını, ticari defterleri, her iki şirketin vergi kayıtlarını, Anadolu Sigorta A.Ş. sigorta poliçelerini, ticaret sicil kayıtlarını, keşif, bilirkişi incelemesini ve tanık beyanlarını delil olarak sunmuştur.

Davalı Ali Osman Enç, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasını, Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasını, aktif pasif tapu ve trafik kayıtlarını, banka kayıtlarını, ticari defterleri, her iki şirketin vergi kayıtlarını, Anadolu Sigorta A.Ş. sigorta poliçelerini, ticaret sicil kayıtlarını, bilirkişi incelemesini ve tanık beyanlarını delil olarak sunmuştur.

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2 de düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı davranış nedeniyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla icra takibine izin verilmesi davasıdır.

Davacı Hakkında Verilen Yasal Danışmanlık Kararının İncelenmesi:

Davacı İbrahim Demirtaş hakkında Salihli Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016 / 548 Esas; 2017 / 458 Karar sayılı dosyasından yasal danışman atanması kararı verilmiş ve babası Hayri Demirtaş yasal danışman olarak atanmıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 429’a göre yasal danışman atanan kişinin dava açabilmesi için açılacak dava hakkında yasal danışmanının görüşünün alınması zorunludur. Ancak dava davacıya yasal danışman olarak atanan Hayri Demirtaş tarafından velayeten davacı İbrahim Demirtaş adına açılmıştır. Bu nedenle ayrıca yasal danışman Hayri Demirtaş’tan görüş alınması yoluna gidilmemiştir.

Davalıların Zamanaşımı Defi Hakkında Verilen Karar:

Davalıların üçü de zamanaşımı definde bulunmuş olup meydana gelen trafik kazasından sonra davalı Osmanlı Tütün şirketine ait aracı kullanan sürücü aleyhinde Salihli 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2009 / 509 Esas; 2010 / 564 Karar sayılı dosyasında ceza kovuşturması yapıldığı anlaşıldığından 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 72/I’de yer alan “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” hükmüne göre henüz ceza zamanaşımı süresi dolmadığından zamanaşımı definin reddine karar verilmiştir.

Davalıların Kesin Hüküm İtirazı Hakkında Verilen Karar:

Davalılar Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasının kesinleşmiş olması nedeniyle kesin hüküm itirazında bulunmuş olup dava konusu bu kararın icra aşamasında davalı borçlu Osmanlı Tütün şirketinin malvarlığının diğer davalılar olan Ali Osman Enç’in ve Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin malvarlığı ile karışmış olması iddiasıyla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2 de düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı davranış nedeniyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla icra takibine izin verilmesi davası olup Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasının konusunu oluşturan trafik kazasına dayalı tazminat davasının yeniden görülmesi talebini içermemektedir. Bu nedenle davalıların kesin hüküm itirazının reddine karar verilmiştir.

Davalıların Davacının Davasını Açıklaması Konusundaki Taleplerinin İncelenmesi:

Davalıların üçü de ön inceleme duruşmasında davacının davasının konusu hakkında belirsizlik olduğunu bu nedenle açıklama açıklama yapması talebinde bulunmuşlardır.

Davacının dava dilekçesinin sonuç bölümünde davacı; “Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyası üzerinden her iki davalı hakkında cebri icranın yürütülmesine karar verilmesi” talebinde bulunmuştur.

 20.09.2017 tarihli ön inceleme duruşmasında davalıların talebi doğrultusunda davacı taraftan davasını açıklaması istenilmiştir. Davacı vekili ön inceleme duruşmasında “Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin ayrı tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak borçtan sorumluluğuna karar verilmesini talep ediyoruz, aynı zamanda Ali Osman Enç’in de bu borçtan sorumlu olduğuna karar verilmesini talep ediyoruz, söz konusu araçların satışının ve diğer şirket adına yeni  araçların alınmasının muvazaalı bir işlem olduğunu düşünüyoruz, ayrıca Ali Osman Enç Osmanlı Tütün şirketinin müşteri portföyünü de Osmanlı Dağıtım şirketine dahil etmiştir, bu konudaki dilekçemizi aynen tekrar ederiz, bizim davamızın hukuki sebebi 2004 sayılı İcra İflas Kanunun 277 ve devamı maddelerinden kaynaklı hukuki sorumluluğa dayanmaktadır, bu konuya ilişkin zamanaşımı süresi aynı yasanın 280’inci maddesinde düzenlenmiştir” şeklinde beyanda bulunmuştur.

12.10.2018 tarihli duruşmada davalılar davacıdan davacının davasının konusu hakkında belirsizlik olduğunu davacının hem tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasından hem de 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m. 277 ve 280’inci maddeden söz ettiğini bu nedenle davacı tarafın açıklama açıklama yapması talebinde bulunmuşlardır.

Davacı tarafa davasını açıklaması için süre verilmiş, davacı taraf 22.10.2018 tarihli dilekçesinde “Davamızın hukuki sebebi TMK m. 2 dayalı tüzel kişilik/ayrı kişilikler perdesinin kaldırılması talebine dayalıdır” açıklamasını yapmıştır.

Davalılardan Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin cevap dilekçesinin ikinci sayfasında “...tüzel kişilik perdesi kaldırılmak suretiyle sorumlu yaratıldığı takdirde bir müteselsil sorumluluk da doğmaz. (...) Bu nedenle perdenin kaldırılması suretiyle sorumlu kılma tali bir sorumluluk olarak asıl borçlu veya borçlularca borcun ödenecek durumdaki borcun için gündeme gelebilir.” açıklamasını yapmış; diğer davalı Ali Osman Enç cevap dilekçesinin ikinci sayfasında “Davacı taraf zararına sebebiyet veren olayda şayet Ali Osman Enç’in de sorumlu olduğunu iddia ediyorsa bu isteğini daha başlangıçta Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada taraf olarak Ali Osman Enç’i gösterip, orada perdenin aralanması teorisi hukuki sebebine dayalı olarak tazminattan sorumlu tuttuğunu belirtmesi ve davasını ispat etmesi gerekirdi” açıklamasını yapmış; davalı Osmanlı Tütün şirketi cevap dilekçesinin birinci sayfasında “...davacı taraf, müvekkilimiz şirket ile diğer davalı arasında organik bağ bulunduğunu iddia ederek diğer şirketin, Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasından sorumlu olduğunun tespiti...” açıklamasını yapmıştır. Dolayısıyla davacının dava dilekçesinde ki talebi davalıların üçü tarafından da tüzel kişilik perdesinin kaldırılması talebi olarak değerlendirilmiş ve buna göre cevap ve savunma yapılmıştır.

Davacı tarafta 20.09.2017 tarihli ön inceleme duruşmasında davalarını “Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin ayrı tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak borçtan sorumluluğuna karar verilmesini talep ediyoruz” şeklinde açıklamış, 22.10.2018 tarihli dilekçesinde de “Davamızın hukuki sebebi TMK m. 2 dayalı tüzel kişilik/ayrı kişilikler perdesinin kaldırılması talebine dayalıdır” açıklamasını yapmıştır. Bu gerekçelerle dava 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2 de düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı davranış nedeniyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla icra takibine izin verilmesi davası olarak görülmüştür.

Harcın Tamamlatılması:

Dava 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2 de düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı davranış nedeniyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla icra takibine izin verilmesi davası olarak kabul edildiğinden dava değeri Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasında ki bakiye alacak miktarı olup bu miktar üzerinden davacı tarafın nispi harcı tamamlaması sağlanmıştır.

Delillerin Toplanması Ve İncelenmesi:

Anadolu Sigorta A.Ş.’ye yazı yazılarak ZMSS ve İMSS dosyalarının gönderilmesi istenilmiş, gelen yazı cevapları dosya içerisine alınmıştır. 

Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/318 Esas 2015/648 Karar sayılı dosyasının UYAP kaydı getirtilerek dosyamız içerisine alınarak incelenmiştir. Dosyanın konusunun trafik kazası nedeniyle maddi manevi tazminat davası olduğu davacısının İbrahim Demirtaş, davalısının Osmanlı Tütün Şirketi olduğu, davanın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği görülmüştür.

Salihli 2. İcra Dairesinin 2013/5387 sayılı dosyası getirtilerek mahkememiz dosyası içerisine alınmıştır. Dosyanın alacaklısının İbrahim Demirtaş, borçlularının Osmanlı Tütün şirketi, Süleyman Balcı ve Anadolu Anonim Türk A.Ş, konusunun Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/318 Esas 2015/648 Karar sayılı dosyasından verilen karar olduğu, dosyaya Salihli İcra Hukuk Mahkemesinin 2013 / 40 D. İş sayılı dosyasından verilen kararla borçlu Osmanlı Tütün şirketinin koyduğu teminat mektubunun kabul edildiği, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/318 Esas 2015/648 Karar sayılı dosyasından verilen kararın manevi tazminat yönünden kesinleşmesi üzerine manevi tazminat miktarı için teminat mektubunun nakde çevrildiği ve alacaklıya ödendiği kalanının ise icra dosyasına yatırıldığı, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/318 Esas 2015/648 Karar sayılı dosyasının kesinleşmesinden sonra da kalan miktarın da alacaklıya ödendiği, on dört bankaya 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m. 89/I uyarınca haciz ihbarnamesi gönderildiği, borçlu Osmanlı Tütün şirketinin adresine hacze gidildiği ve borca yeter miktarda haczedilecek mal tespit edilemediği anlaşılmaktadır.  

Davalı Osmanlı Tütün şirketinin, davalı Osmanlı Sigara Dağıtım Şirketinin ve davalı Ali Osman Enç adına kayıtlı olan bütün araçların trafik kazasının meydana geldiği tarih olan 22.05.2009 tarihinden itibaren trafik kayıtlarının trafik tescil müdürlüğünden gönderilmesi istenilmiş gelen yazı cevapları mahkememiz dosyası içerisine alınmıştır. 

Davalı Osmanlı Tütün şirketinin, davalı Osmanlı Sigara Dağıtım Şirketinin ve davalı Ali Osman Enç’e ait olan banka hesaplarının trafik kazasının meydana geldiği tarih olan 22.05.2009 tarihinden itibaren Türkiye’de faaliyet gösteren bütün bankalardan gönderilmesi istenilmiş gelen yazı cevapları mahkememiz dosyası içerisine alınmıştır. 

Davalı Osmanlı Tütün şirketinin, davalı Osmanlı Sigara Dağıtım Şirketinin ve davalı Ali Osman Enç’e ait bütün ticaret sicil gazetesi örneklerinin gönderilmesi istenilmiş gelen yazı cevapları mahkememiz dosyası içerisine alınmıştır.  

Bilirkişi İncelemesi:

Davacı ve davalıların üçü de ticari defterleri delil olarak göstermişlerdir. 6100 sayılı HMK m. 222’ye göre 15.11.2017 tarihli duruşmada alınan ara karar ile davalı Osmanlı Tütün şirketinin ve Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin ticari defterlerinin incelenmesine karar verilerek ticari defterleri sunmaları istenilmiş; ticari defterlerde incelenmesi istenilen ve muhasebeciye sorulması istenilen sorulara ilişkin olarak beyanda bulunmaları için taraflara iki haftalık süre verilmiştir. İncelemeyi yapacak bilirkişiden; Osmanlı Tütün şirketi ile davalı Ali Osman Enç arasında trafik kazasının meydana geldiği tarih olan 22.05.2009 tarihinden sonra alacak verecek, borç ilişkisi kurulup kurulmadığının, kuruldu ise ne kadar paranın davalı Ali Osman Enç adına borç olarak kaydedildiğinin ve davalı Ali Osman Enç hesabına yatırıldığının tespiti ve Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi ile davalı Ali Osman Enç arasında trafik kazasının meydana geldiği tarih olan 22.05.2009 tarihinden sonra alacak verecek, borç ilişkisi kurulup kurulmadığının kuruldu ise ne kadar paranın Ali Osman Enç adına alacak olarak kaydedildiğinin ve Ali Osman Enç hesabından Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi hesabına muhasebe kaydının yapıldığının tespiti istenilmiştir. 

05.04.2018 Tarihli Bilirkişi Raporunun İncelenmesi:

Mali müşavir bilirkişi tarafında hazırlanan ve 05.04.2018 tarihinde dosyaya sunulan raporda; davalı Osmanlı Sigara şirketine taşıt alımlarının trafik kazasının meydana geldiği 22.05.2009 tarihinden sonra başladığı,

2010 yılında Osmanlı Sigara dağıtım şirketinin ortaklarından Yılmaz Ünal’ın payını Meral Enç’e, Meral Enç’in de Osmanlı Tütün şirketindeki payını Yılmaz Ünal’a devrettiği, Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin büyük ortağı Aylin Demir’in de payını Ali Osman Enç’e devrettiği,

2011 yılında Osmanlı Sigara Dağıtım şirketine 574.030,65 TL tutarında araç alımı yapıldığı ve 742.500,00 TL tutarındaki ödenmemiş sermayenin de 2011 yılının birinci, ikinci ve dördüncü aylarında ödendiği, bu tarihten sonra Osmanlı Tütün şirketinin tasfiye görüntüsü altında taşıtlarını satmaya başladığı, taşıt satışlarının kayıtlı değerlerinin altında olduğu, Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin paylarının Ali Osman Enç ve Meral Enç’e geçmesinden sonra taşıt ve demirbaş alımları yapılarak bu şirkete yatırım yapılmaya başlanıldığı,

2012 yılında Osmanlı Tütün şirketinin hesaplarında taşıt satışı olmadan ileride taşıt satıldığında kâra alınması gereken 65.956,54 TL’nin taşıtlar hesabı ile yok edildiği, 27.857,00 TL’nin Ali Osman Enç’e verilmesi için hesabı denkleştirme işlemi yapıldığı ancak gerçekte olmayan bir işlemden dolayı taşıtların değerinin 93.813,54 TL düşürüldüğü, 2012 yılında Osmanlı Tütün şirketinin kayıtlı değeri 93.813,54 TL olan taşıtlar satış kaydının yapılmadan yok edildiği, buna karşılık Osmanlı Sigara dağıtım şirketine 1.328.960,00 TL değerinde 38 adet yeni araç alımı yapıldığı, Osmanlı Tütün şirketinin tasfiye süreci görüntüsüne karşılık Osmanlı Sigara Dağıtım şirketine yatırım yapılmaya devam edildiği,

2013 yılında Osmanlı Tütün şirketinin kayıtlarında taşıtlar da 98.712,13 TL azalma meydana  geldiği, aynı zamanda Ali Osman Enç’e 96.000,00 TL borçlanıldığı, taşıtların kayıtlı değerlerinin altında düşük bedelle satıldığı, aynı yıl Ali Osman Enç’in Osmanlı Sigara şirketinden alacağının 1.823,814,52 TL’ye yükseldiği, eğer Ali Osman Enç’in başka bir geliri ya da finans kaynağı yok ise Osmanlı Sigara Dağıtım şirketine aktarmış olduğu 1.823.814,52 TL tutarın kısmen Osmanlı Tütün şirketi taşıtlarının satışından elde edip etmediği ve taşıtların gerçek satış değerlerinin kayıtlara intikal ettirilmemiş olma durumunun mahkemenin takdirinde olduğu,

2013 yılı sonunda Osmanlı Tütün şirketinin hesaplarında kayıtlı olan yedi adet ve toplam değeri 246.637,96 TL değerindeki taşıtların herhangi bir satış kaydı olmadan 2014 yılı başında yok edildiği, bu taşıtların satışına ilişkin bir muhasebe kaydının mevcut olmayıp, açılış ve kapanış kayıtları karşılaştırmasından bir önceki yılda yapıldığı gibi 257 Birikmiş Amortismanlar ile Taşıtların yok edildiği artan tutarın 86.121,68 TL Ali Osman Enç’e verildiğinin anlaşıldığı, 2014 yılında Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi taşıtlarında 2.719.784,35 TL tutarında artış olduğu,

Sonuç olarak da; Osmanlı Tütün şirketinin 2009 yılından sonra tasfiye sürecine girmiş görüntüsü verdiği, 2010 yılından sonra taşıt ve demirbaş yatırımı yapmadığı, 2011 yılından sonra taşıtlarının satılmaya başlandığı, Osmanlı Tütün şirketinin 2012 yılından 2013 yılına geçerken satış kaydı girmeden bazı araçlarının kayıtlardan çıkarıldığı, 93.813,54 TL kayıtlı değeri olan taşıtların satış kaydı olmaksızın yok edildiği, Osmanlı Tütün şirketinin 2013 yılında  98.712,13 TL kayıtlı değeri olan taşıtların 79.000,00 TL’ye satıldığı, her iki şirket de hakim ortak olan Ali Osman Enç’in başka bir finans kaynağı yoksa 2013 yılı sonunda  Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinden 1.453.814,52 TL alacaklı olmasının Osmanlı Tütün şirketinin taşıtlarının daha yüksek bedelle satıldığı kuşkusu yarattığı, Osmanlı Tütün şirketinin 2013 yılı sonunda kayıtlarında bulunan 246.637,96 TL kayıtlı değeri bulunan taşıtların 2014 yılı başında satış kaydı olmaksızın yok edildiği, buna karşılık Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin taşıtların da 2.719,784,35 TL’lik artış olduğu tespit edilmiştir.

20.09.2019 Tarihli Bilirkişi Raporunun İncelenmesi:

Davalılar Osmanlı Tütün şirketi ile Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin davalı Ali Osman Enç dışında Yılmaz Ünal ve  Meral Enç adında iki ortağının da bulunması nedeniyle davalı şirketlerin defterlerinin bu ortaklar yönünden de incelenmesi için 12.12.2018 tarihli duruşmada ara karar alınmış ve davalı Osmanlı Tütün şirketi ortağı Yılmaz Ünal ve davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi ortağı Meral Enç’e ait olan trafik kazasının meydana geldiği tarih olan 22.05.2009 tarihinden sonraki bütün banka hesaplarının Türkiye de faaliyet gösteren bütün bankalardan getirtilmesine, bu hususta bütün bankaların Genel Müdürlüklerine yazı yazılmasına, banka kayıtları geldikten sonra dosyanın tekrar bilirkişiye verilmesine karar verilmiştir.

İncelemeyi yapacak bilirkişiden; Osmanlı Tütün şirketi ile Yılmaz Ünal arasında trafik kazasının meydana geldiği tarih olan 22.05.2009 tarihinden sonra alacak verecek, borç ilişkisi kurulup kurulmadığının, kuruldu ise ne kadar paranın Yılmaz Ünal adına borç olarak kaydedildiğinin ve Yılmaz Ünal hesabına yatırıldığının tespiti ve Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi ile Meral Enç arasında trafik kazasının meydana geldiği tarih olan 22.05.2009 tarihinden sonra alacak verecek, borç ilişkisi kurulup kurulmadığının kuruldu ise ne kadar paranın Meral Enç adına alacak olarak kaydedildiğinin ve Meral Enç hesabından Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi hesabına muhasebe kaydının yapıldığının tespiti istenilmiştir. 

Mali müşavir bilirkişi tarafında hazırlanan ve 26.02.2019 tarihinde dosyaya sunulan raporda; Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi ortağı Meral Enç’in Yapı ve Kredi Bankası hesabına 18.05.2010 tarihinde 823.500,00 TL yatırıldığı, bu tutarın 811.250,00 TL’sinin Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin hesabından 17.05.2010 tarihinde Aylin Demire’e ödenen tutar olduğu, Osmanlı Tütün şirketinin ortağı Yılmaz Ünal hesaplarında ise incelemeye konu dikkat çekecek bir tutara rastlanılmadığı tespit edilmiştir.

Davalı Osmanlı Sigara Dağıtım Şirketinin Haksız Fiillere Konu Borç İlişkilerinde Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Teorisinin Uygulanamayacağı İtirazının Değerlendirilmesi:

Davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin sözleşmesel ilişki içinde bulunan taraflar arasında uygulanabileceğini, davacı ile kendi şirketleri arasında sözleşmesel bir ilişki bulunmadığını, davacı ile diğer davalı Osmanlı Tütün şirketi arasındaki borcunda yine sözleşmesel ilişkiye dayanmadığını, haksız fiile dayandığını bu nedenle de tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasına konu borçtan sorumlu tutulamayacaklarını belirtmiştir.

Mahkememizde görülmekte olan dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2’de düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı davranış nedeniyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla icra takibine izin verilmesi davasıdır. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin hukukumuzda yasal dayanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle bu teori borçlunun şirketlerin mal ayrılığı ilkesinin arkasına saklanarak alacaklılarına karşı iyiniyetli olmayan ve dürüstlük kuralına aykırı davranış içine girmesi nedeniyle arkasına saklandıkları şirket tüzel kişiliğinin tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla iyiniyetli olmayan bu davranışa karşı alacaklıların korunmasının sağlanmasını amaçlamaktadır. Bu nedenle bu teorinin temel yasal dayanağı  4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2’de düzenlenen dürüst davranma ilkesidir. 

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2’ye göre; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Yasa koyucu bu madde ile dürüst davranma zorunluluğunu getirirken toplumun huzurlu ve güvenli olduğundan hareketle asıl olanın dürüstlük ve iyiniyet olduğunu kabul etmiştir. Hukuki hakların kullanımında karşılıklı güvenin korunması dürüstlük kuralı temeline dayanmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 3’de düzenlenen iyiniyet ise güvenin sağlanması ve devamlılığı için korunmaktadır. Yasa koyucu dürüst davranma ve iyiniyet ilkesini hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi durumu için öngörmüş olup dürüst davranma ve iyiniyet ilkesinin sadece “sözleşmesel ilişkiler” için olacağı yönünde bir düzenlemeye gitmemiştir. Bu nedenle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin sadece belirli hukuk disiplinleri içerisinde uygulanacağını söylemek mümkün değildir. Çünkü tüzel kişiliğin arkasına saklanılarak kanunlar ve sözleşmeden doğan sorumluluktan kurtulma veya bir hak elde etme amaçları genellikle birbiri ile bağlantılı olan birçok hukuk alanında karşılaşılabilen durumdur. Tüzel kişilik perdesi genellikle sorumluluğun bulunduğu ve üçüncü kişilerin tüzel kişilerle veya üyeleri ile ilişkilerinden dolayı zarar görmeleri sonucunu doğuran hallerde kötüye kullanılmaktadır. Dolayısıyla davalı Osmanlı Sigara Dağıtım Şirketinin tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin sadece sözleşmesel ilişkilerde geçerli olabileceği, dava konusu olayın ise trafik kazası nedeniyle haksız fiile dayandığı bu nedenle de somut olayda tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin uygulanamayacağı yönündeki hukuki itirazı mahkememizce kabul edilmemiştir.

Davalılar Osmanlı Tütün Şirketi Ve Osmanlı Sigara Dağıtım Şirketinin İncelenmesi: 

Davalı borçlu Osmanlı Tütün şirketi 30.12.2003 tarihinde davalı Ali Osman Enç ve dava dışı Yılmaz Ünal tarafından kurulmuştur. Diğer davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi ise 15.01.2007 tarihinde davalı Ali Osman Enç, dava dışı Yılmaz Ünal ve Aylin Demir tarafından kurulmuştur. Borca konu trafik kazası ise 22.05.2009 tarihinde meydana gelmiştir. Dolayısıyla trafik kazası ile nedensellik bağı bulunmayan Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi trafik kazasından iki yıl önce kurulmuş olup kaza nedeniyle meydana gelen tazminat borcundan kurtulmak amacıyla kurulmuş paravan şirket durumunda değildir. Ancak davacı taraf, davalı Ali Osman Enç’in hakim ortak konumunda bulunduğunu her iki şirketi yönlendirmesi sonucunda Osmanlı Tütün şirketini tazminat borcundan kurtarmak amacıyla trafik kazası ile nedensellik bağı bulunmayan diğer davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketini paravan olarak kullandığını ve muhasebe hileleriyle bu şirketin tüzel kişiliğinin arkasına saklanarak Osmanlı Tütün şirketinin mal varlığını kaçırdığını ileri sürmektedir. Bu nedenle her iki şirket yönünden de tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenmesi gerekmektedir.

Dava Konusu Olayda Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Teorisinin Koşullarının Gerçekleşip Gerçekleşmediğinin İncelenmesi:

Tüzel Kişiliğin Borcu İçin Tüzel Kişiye Başvurma Zorunluluğu Ve Borcun Tahsil Edilememiş Olması:

Tüzel kişilerin borçlarından ötürü sınırlı sorumluluk ilkesi gereğince tüzel kişinin alacaklılarının öncelikle tüzel kişiye başvurulması zorunluluğu vardır. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak tüzel kişiliğin borçlarından ötürü ortaklarının sorumlu kılınması istisnai bir durum olduğu için ancak tüzel kişiden tahsil edilemeyen alacaklar yönünden teorinin uygulanması söz konusu olabilecektir. Örneğin öz kaynak yetersizliğinde tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak ortakların sorumluluğuna gidebilmesinden önce alacaklıların alacaklarını ortaklığın mal varlığından tahsil edememiş olmaları gerekmektedir. Dava konusu olayda borca konu Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/318 Esas 2015/648 Karar sayılı dosyasından verilen karar Salihli 2. İcra Dairesinin 2013/5387 sayılı dosyasında ilamlı icra takibi yapılmış, Salihli İcra Hukuk Mahkemesinin 2013 / 40 D. İş sayılı dosyasından verilen kararla borçlu Osmanlı Tütün şirketinin koyduğu teminat mektubu kabul edilmiş, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/318 Esas 2015/648 Karar sayılı dosyasından verilen kararın manevi tazminat yönünden kesinleşmesi üzerine manevi tazminat miktarı için teminat mektubu nakde çevrilmiş ve alacaklıya ödenmiş kalanı ise icra dosyasına yatırılmış, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/318 Esas 2015/648 Karar sayılı dosyasının kesinleşmesinden sonra da teminat mektubundan kalan miktar da alacaklıya ödenmiş, on dört bankaya 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m. 89/I uyarınca haciz ihbarnamesi gönderilmiş, bakiye borcun tahsili için borçlu Osmanlı Tütün şirketinin adresine hacze gidilmiş ve borca yeter miktarda haczedilecek mal tespit edilememiş ve bakiye borç mahkememizdeki davanın açıldığı tarihe kadar tahsil edilememiştir. Bu yönüyle tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin koşulu gerçekleşmiştir.   

Başka Dava Açma Olanağının Bulunmaması:

Tüzel kişiler kendisini oluşturan gerçek kişilerden mutlak olarak ayrı ve bağımsız bir hukuk süjesidir. Şahıs ve mal ayrılığı ilkesi gereğince tüzel kişiliğin ortaklarında ve organlarını oluşturan üyelerinden bağımsız olarak bir kişiliği bulunduğundan ayrı bir mal varlığına da sahiptir. Yani tüzel kişiliği oluşturan üye ve ortaklar tüzel kişinin borçlarından dolayı sorumlu değildirler. Hukuken kabul edilen ana kural bu olmakla beraber bu durum tüzel kişiliği oluşturanlar tarafından bazı yükümlülüklerden kurtulmak ya da hukuken geçerli bulunmayan sonuçlara ulaşabilmek amacıyla kötüye kullanılabilmektedir. Bu nedenle tüzel kişi ve üyeleri arasındaki mal ayrılığı kuralının mutlak bir biçimde ve her durumda uygulanması zaman zaman hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına ve hukuka olan güvenin sarsılmasına neden olabilmektedir. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi ile tüzel kişinin üyeleri ile arasındaki ayrılık ilkesinin uygulanmasından vazgeçilerek üçüncü kişilere tüzel kişilerin ortaklarına veya üyelerinin mal varlığına başvurabilme ve sorumlulukları yoluna gidebilme olanağı tanınmakta ve tüzel kişilik perdesinin arkasına saklanılarak sorumluluktan kurtulmalarına engel olunmaktadır.

Bugün tüm hukukçuların üstünde birleşerek kabul ettikleri düşünce 4721 sayılı TMK m. 2’ye dayandırılan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin uygulamasının çok istisnai olması gerektiği ve uygulanacak bir kanun hükmü ya da başka bir hukuki dayanak bulunmakta ise bu teoriye başvurulmaması yönünde olduğudur. 

Davacı taraf, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasından verilen karar için Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasından ilamlı icra takibi başlatmış, Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesince hükmedilen tazminatın sadece bir kısmını davalı Osmanlı Tütün şirketinin yatırdığı teminat mektubunun mahkemenin verdiği kararın kesinleşmesinden sonra nakde çevrilmesi ile tahsilini yapabilmiş, bunun dışında davalı Osmanlı Tütün şirketinden tazminata konu alacağını tahsil edebilmesini sağlayacak bir mal varlığı tespit edememiştir. Mali müşavir bilirkişi tarafında hazırlanan ve 05.04.2018 tarihinde dosyaya sunulan bilirkişi raporunun incelenmesi sonucunda davalı Osmanlı Tütün şirketinin Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasının yargılama ve Yargıtay’daki temyiz aşaması devam ederken kayıtlı olan araçlarını elden çıkarttığı, aynı süreç içinde şirketin ortağı diğer davalı Ali Osman Enç’in mal varlığında artış olduğu, diğer davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin ödenmemiş sermayesinin ödendiği ve bu şirkete yeni araç alımı yapıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davalı Osmanlı Tütün şirketine kayıtlı araçların diğer davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketine ve Ali Osman Enç’e devri ya da bağışlanması söz konusu değildir. Bu nedenle davacı tarafın davalı borçlu Osmanlı Tütün şirketine karşı 2004 sayılı İcra ve İflas Kanun m. 277 ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptali davası açması ya da aynı yasanın 280’inci maddesine göre alacaklılara zarar verme kastı nedeniyle iptal davası açması hukuken mümkün değildir. Bu yönüyle de tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin koşulu gerçekleşmiştir.

Tüzel Kişilik Perdesi Kaldırılmak İstenilen Şirketlerde Hâkim Ortak Bulunması:

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına neden olan durumların başında öz kaynak yetersizliği, tüzel kişi üzerinde belirli bir kişi ya da grubun hâkimiyet kurması ve mal varlıklarının ya da alanlarının birbirine karışması, gösterilmektedir. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına neden olan durumlardan tüzel kişi üzerinde belirli bir kişi ya da grubun hakimiyet kurması sebebinde, bir ortağın gerçek ya da tüzel kişi olan herhangi bir ortağının pay çoğunluğuna dayalı sermaye gücü nedeniyle şirketin ona olan bağımlılığının bir sonucu olarak ortaklığa hâkim olması ve bu kişinin ortaklığın çıkarlarına karşı kendi özel çıkarlarını gözeterek bu çıkarlara üstünlük tanıması sonucunda ortaklığın faaliyetlerini kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yönlendirmesi halinde hakim ortağın sorumluluğuna tüzel kişilik perdesi kaldırılarak gidilebileceği kabul edilmektedir.

Dava konusu olayda borçlu Osmanlı Tütün şirketinin ve davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin ticaret sicili kayıtları incelendiğinde davalı Ali Osman Enç’in trafik kazasının meydana geldiği 22.05.2009 tarihi ve sonrasında her iki şirkette de büyük pay sahibi ve hâkim ortak konumunda bulunduğu görülmektedir. Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasının yargılama ve Yargıtay’daki temyiz aşaması devam ederken Ali Osman Enç davalı Osmanlı Tütün şirketindeki paylarını 09.07.2014 tarihinde Yılmaz Ünal’a devretmiş, Aylin Demir’in Osmanlı Sigara Dağıtım şirketindeki paylarını da 16.06.2010 tarihinde devralmıştır. Dolayısıyla davalı Ali Osman Enç Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davanın yargılama sürecinde her iki davalı şirkette de hâkim ortak konumundadır. Bu yönüyle de tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin koşulu gerçekleşmiştir.

Tüzel Kişilik Perdesi Kaldırılmak İstenilen Şirketler Ve Ortaklarının Mal Varlıklarıyla Faaliyet Alanlarının Birbirine Karışması: 

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına neden olan durumlardan mal varlıklarının ya da alanlarının birbirine karışması halinde ise; ortaklık ile ortaklar arasında mal varlığı düzeni ve organizasyonu yeterli ve düzenli bir şekilde ayrışmamışsa alanların karışmış olduğu kabul edilmektedir. Bu iki halde de mal varlığının ayrılması ilkesinin kötüye kullanılması söz konusudur. Alanların karışması ortaklığın mal varlığı ile ortağın mal varlığının ayrımının muhasebe hileleri, bilançonun makyajlanması, hileli işlemlerle aynı varlıkların birden fazla gerçek ve tüzel kişi üzerine kayıtlı gösterilmesi veya başka sebeplerle ayrıştırılmasının mümkün olmadığı hallerde söz konusu olur. Nitekim Yargıtay 11. Hukuk Dairesi aşağıdaki tespitte bulunmuştur. “Tüzel kişiliklerde mal ayrılığı ilkesi geçerli olup, tüzel kişinin malvarlığı onun ortaklarının ve onun yönetiminde bulunan organları oluşturan kişilerin ve kardeş ortaklıkların mal varlığından bağımsız ve ayrıdır. Eğer kişilik ve mal varlığı ayrılığı ilkesi uygulanmıyorsa yani mal varlıkları birbirine karışmışsa ve bu durumdan 3. kişiler zarar görüyorsa, art niyetle ve hesabi davranışlarla sırf sorumluluktan kurtulmak amacıyla tüzel kişilik perdesi ardına sığınılmış ise bu durumda TMK’nun 2. maddesi gereği şahıs ve mal ayrılığı ilkesi istisnaen uygulanmamaktadır. Somut olayda davacı, alacağını borçlu şirketten alamadığına ve davacı tarafından, borçlu şirket ile davalıların organizasyonları ile mal varlıklarının birbirine karıştığı da iddia edildiğine göre, davalı tarafa ait ticari defterlerin de incelenmesi suretiyle borçlu ile davalıların mal varlıklarının karışıp karışmadığı, tüzel kişiliğin perdesinin kaldırılarak davalıların, dava dışı (...)’nin borcundan sorumlu tutulup tutulamayacağının değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu yönden de bozulmasını gerektirmiştir. (Yargıtay 11. HD. 2016/9387 Esas; 2018/2071 Karar; 19.03.2018 Tarih) Mali müşavir bilirkişi tarafında hazırlanan ve 05.04.2018 tarihinde dosyaya sunulan bilirkişi raporunda; davalı borçlu Osmanlı Tütün şirketinin 2009 yılından sonra tasfiye sürecine girmiş görüntüsü verdiği, 2010 yılından sonra taşıt ve demirbaş yatırımı yapmadığı, 2011 yılından sonra taşıtlarının satılmaya başlandığı, Osmanlı Tütün şirketinin 2012 yılından 2013 yılına geçerken satış kaydı girmeden bazı araçlarının kayıtlardan çıkarıldığı, 93.813,54 TL kayıtlı değeri olan taşıtların satış kaydı olmaksızın yok edildiği, Osmanlı Tütün şirketinin 2013 yılında 98.712,13 TL kayıtlı değeri olan taşıtların 79.000,00 TL’ye satıldığı, her iki şirket de hâkim ortak olan Ali Osman Enç’in başka bir finans kaynağı yoksa 2013 yılı sonunda Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinden 1.453.814,52 TL alacaklı olmasının Osmanlı Tütün şirketinin taşıtlarının daha yüksek bedelle satıldığı kuşkusu yarattığı, Osmanlı Tütün şirketinin 2013 yılı sonunda kayıtlarında bulunan 246.637,96 TL kayıtlı değeri bulunan taşıtların 2014 yılı başında satış kaydı olmaksızın yok edildiği, buna karşılık Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin taşıtların da 2.719,784,35 TL’lik artış olduğu tespit edilmiştir. Hazırlanan rapordan davalı Osmanlı Tütün şirketi ile Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin malvarlığının her iki şirketin hâkim ortağı olan Ali Osman Enç aracılığı ile el değiştirdiği, mal varlığının el değiştirme sürecinin de Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015 / 318 Esas; 2015 / 648 Karar sayılı dosyasının yargılama ve Yargıtay’daki temyiz aşaması devam ederken olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla davalı Ali Osman Enç ile davalı Osmanlı Tütün şirketi arasında mal ayrılığı ilkesinin uygulanmadığı, davalı Ali Osman Enç’in diğer davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi ile Osmanlı Tütün şirketi arasında mal varlığının taşınması için köprü vazifesi gördüğü anlaşılmaktadır. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin koşullarından olan mal varlıklarının karışması koşulu gerçekleşmiştir.

Davalı Osmanlı Sigara Dağıtım şirketi ile Osmanlı Tütün şirketinin faaliyet alanları incelendiğinde her ikisinin de tütün ve alkol piyasasına yönelik olarak ve Manisa ili Alaşehir ilçesi sınırlarına yönelik olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin koşullarından olan faaliyet alanlarının karışması koşulu da gerçekleşmiştir.

Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Yoluyla Hukuki Sorumluluk Yoluna Gidilmesi:

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla hukuki sorumluluk yoluna gidilmesi durumları olarak; tüzel kişi ve üyelerini özdeş kılma, tüzel kişilik perdesini kaldırarak hukuki durumdan sorumlu kılma, konulan haczin geçerliliğini sağlama yoluyla sorumlu kılma ve tüzel kişilik perdesini tersten kaldırarak mevcut hukuki durumdan yararlandırma durumları gösterilebilir.

Tüzel kişi ve üyelerini özdeş kılma durumunda doğrudan ve sadece tüzel kişilikle ilgili bazı konu ve olayların belirli hallerde ayrı kişiliği bulunan üyelerine sorumluluğun izafe edilmesi mümkün olmayan hallerde iki ayrı tüzel kişinin arasında kişiler arası özdeşlik oluşmuş olduğundan bu iki tüzel kişiliğin tek bir tüzel kişilik olarak kabul edilerek sorumluluklarına karar verilebilir.

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak sorumlu kılma hallerinde ise tüzel kişi ve üyeleri arasındaki mal ayrılığı genel olarak ve tamamen ortadan kaldırılmamakta tüzel kişilik yapısı korunarak sadece somut olaya özgü bir şekilde mal ayrılığı ilkesi uygulanmaksızın tüzel kişinin üyelerine gidilebilmektedir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2016/5148 Esas; 2017/7084 Karar; 11/12/2017 Tarih sayılı kararında “Dava, çeke dayalı alacak istemine ilişkin olup, davacı tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak tüm davalıların çek bedelinden sorumlu tutulmasını istemiş, mahkemece, gerçek kişi davalı (...) dışındaki davalılar yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere TTK'daki sermaye şirketlerine ilişkin hükümler gözetildiğinde kural olarak sermaye şirketi ortaklarının şirket borçlarından dolayı şirket alacaklılarına karşı bir sorumluluğu bulunmamakta ise de, pay sahibinin şirket tüzel kişiliği ile özdeşleşmesi, şirket ortağının mal varlığı ile şirket tüzel kişiliğinin malvarlığının birbirlerine karışması, art niyetli ve hesaplı davranışlarla sırf sorumluluktan sıyrılmak amacıyla tüzel kişilik perdesinin arkasına sığınılması, ortağın şirketteki hâkimiyetini kötüye kullanarak alacaklılara karşı tüzel kişilik perdesinin arkasına saklanmasının hakkın kötüye kullanılması mahiyeti taşıması, borçların ödenmesi sırasında şirket ortağı tarafından ayrılık prensibinin ileri sürülmesinin TMK'nun 2. ve 3. maddelerine aykırı olması gibi hallerin söz konusu olduğu durumlarda şirket ortağı aleyhine de tüzel kişilik perdesi aralanarak şirket borcundan dolayı sorumluluğuna gidilebilecektir. Başka bir anlatımla perdeyi aralama teorisiyle birlikte tüzel kişinin borcundan üyelerin, üyelerin borcundan tüzel kişinin özdeş kılınarak sorumlu tutulması mümkün olabilecektir. Bu durumda, mahkemece yukarıda yapılan açıklamalar ışığında davalı (...)nın durumu değerlendirilerek hâsıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken,  davanın tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına dayandırıldığı, davalı (...)nın ise bir gerçek kişi olduğu gerekçesiyle davalı (...) hakkındaki davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.” tespitinde bulunarak şirket ortağı aleyhine de tüzel kişilik perdesi aralanarak şirket borcundan dolayı sorumluluğuna gidilebileceğini açıklamıştır.

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 2015/9728 Esas; 2018/3743 Karar; 26.06.2018 Tarih sayılı kararında “Somut olayda maddi vakıaların tespiti yönünden birbirini doğrulayan bilirkişi raporlarında yer alan veriler birlikte değerlendirildiğinde, davalı her iki şirket arasındaki organik bağ, iktisadi bütünlük ve yönetsel özdeşliğin saptandığı, dava da inşaat yapım sözleşmesini devralan şirket sahiplerinin daha sonra şirketi devretmesi ve aynı gün yeni şirket olan davalı diğer şirketi açmış olmaları davalı şirketlerin farklı tüzel kişiliklere sahip olduğu yolundaki savunmaların hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, TMK'nun 2. maddesinde öngörüldüğü gibi yasaca korunamayacağı ve olayda tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisini uygulama koşullarının gerçekleşmiş olması nedeniyle davalı şirketinin, davacıya olan borcundan dolayı diğer davalı şirketinin de müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunun kabulü gerekirken, delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” tespitinde bulunarak birden fazla şirketin tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinin uygulanmasında müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulabileceğini açıklamıştır.

Dava konusu olayda tüzel kişilik perdesinin kaldırılması yoluyla hukuki sorumluluk yoluna gidilmesi durumlarından hangisinin uygulanacağı 6100 sayılı HMK m. 26’ya göre taleple bağlılık ilkesine göre belli olacaktır. Davacı taraf Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyası üzerinden davalılar hakkında cebri icranın yürütülmesine karar verilmesini talep etmiştir. Dolayısıyla davacı tarafın talebi tüzel kişilik perdesi kaldırılarak cebri icra yetkisi verilmesi yönündedir. Somut olayın özelliği, toplanan deliller ve davacı tarafın talebi birlikte değerlendirildiğinde; Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasına konu borçtan davalı Ali Osman Enç’in sorumlu kılınması yoluna gidilmesi ve Osmanlı Tütün şirketi ile Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin özdeş kılınarak Osmanlı Sigara Dağıtım şirketinin Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasına konu borçtan sorumlu kılınması yoluna gidilmesi yönünde aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.

Davalı Ali Osman Enç, diğer davalı Osmanlı Tütün şirketindeki paylarını mahkememizde görülmekte olan dava açılmadan önce 17.06.2014 tarihinde devrettiğinden davacının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2’ye göre bu şirket ile davalı Ali Osman Enç arasında tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasını talep etmekte hukuki yararı kalmadığından davalı Osmanlı Tütün şirketi yönünden 6100 sayılı HMK m. 114/I-h ve 115 uyarınca davanın usulden reddine yönelik olarak aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.

Gerekçeli kararımız Av. Ayşegül Özkurt’un “Bankacılık Hukukunda Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması” isimli XII Levha Yayınları, Ekim 2010 baskısı kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.

HÜKÜM:

1- Davacının davasının kısmen kabulüne,  

2- Davalı Ali Osman Enç’in, diğer davalı ve Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyası borçlusu Osmanlı Tütün, Tütün Mamülleri Alkol, Alkol Mamülleri Gıda ve İhracat İmalat Pazarlama Ticaret Limited Şirketi’ndeki kâr payı ve mal varlığını, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2 de yer alan dürüstlük kuralına aykırı şekilde paydaşı olduğu davalı  Osmanlı Sigara Dağıtım Pazarlama Ticaret Limited Şirketi’ne aktardığının tespitine,

3- Davalı Osmanlı Sigara Dağıtım Pazarlama Ticaret Limited Şirketi’nin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2’ye göre davacının Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasındaki bakiye alacağı yönünden “sorumlu kılınmasına”,

4- Davalı Ali Osman Enç’in 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2’ye göre davacının Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasındaki bakiye alacağı yönünden “sorumlu kılınmasına”,

5- Davalı Osmanlı Sigara Dağıtım Pazarlama Ticaret Limited Şirketi ile davalı şirketin pay sahibi diğer davalı Ali Osman Enç arasındaki tüzel kişilik perdesinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2’ye göre kaldırılmasına,

6- Davacıya, davalılar Ali Osman Enç ve Osmanlı Sigara Dağıtım Pazarlama Ticaret Limited Şirketi’ne yönelik Salihli 2. İcra Dairesinin 2013 / 5387 sayılı dosyasında bakiye borç ve ferileriyle sınırlı olmak üzere 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre cebri icra yetkisi verilmesine, 

7- Davalı Ali Osman Enç, diğer davalı Osmanlı Tütün, Tütün Mamülleri Alkol, Alkol Mamülleri Gıda ve İhracat İmalat Pazarlama Ticaret Limited Şirketi’ndeki paylarını mahkememizde görülmekte olan dava açılmadan önce 17.06.2014 tarihinde devrettiğinden davacının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 2’ye göre bu şirket ile davalı Ali Osman Enç arasında tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasını talep etmekte hukuki yararı kalmadığından davalı Osmanlı Tütün, Tütün Mamülleri Alkol, Alkol Mamülleri Gıda ve İhracat İmalat Pazarlama Ticaret Limited Şirketi yönünden 6100 sayılı HMK m. 114/I-h ve 115 uyarınca davanın usulden reddine,

IX. ÖRNEK YARGITAY KARARLARI:

A. İki Ayrı Tüzel Kişinin Özdeş Kılınarak Birlikte Sorumlu Tutulması Örnek Yargıtay Kararı:

            T.C.

            YARGITAY

            23. Hukuk Dairesi

            ESAS NO       : 2015/9728

            KARAR NO  : 2018/3743   

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı vekili; müvekkili ile davalı Atılım Parke Otomasyon Tem. İnş. Taah. San. Tic. Ltd. Şti. arasında inşaat yapım sözleşmesi imzalandığını, inşaat devam ederken Atılım Ltd. Şti. ile Aksu Parke Mobilya Yapı Eleman. San. ve Tic. Ltd. Şti. arasında aynı konuda sözleşme yapıldığını, Atılım Ltd. Şti.'nin sözleşme gereğince müvekkiline karşı olan tüm hak ve alacaklarıyla borç ve yükümlülüklerinin müvekkilinin onayıyla Aksu Parke Ltd. Şti.'ne devredildiğini, davalı şirketin  SSK primlerini ödemediğini, diğer davalı Aksu Parke Çelik Kapı Mobilya İnşaat Temizlik Sanayii ve Ticaret Ltd. Şti.'nin davalıyla arasında fiili ve organik bağ bulunduğunu, mal kaçırmak amacıyla kurulduğu için de alacaklarından sorumlu olduğunu ileri sürerek davacı tarafından tamamlanan işlerin bedeli ve SSK primleri nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL alacağın ihtar tarihinden işleyecek  ticari reeskont faiziyle, davacının ödemesi gerekirken onun yerine SSK'ya ödenen primler nedeniyle 5.000,00 TL alacağın ödeme tarihinden işleyecek  ticari reeskont faiziyle, eserin gecikmesinden kaynaklanan 1.000,00 TL gecikme cezasının ticari reeskont faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak müvekkiline verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş, daha sonra 16.04.2012 tarihli dilekçesiyle bilirkişi raporunda hesaplanan miktara göre talebini ıslah etmiştir.

Davalı Atılım Parke Otomasyon Tem. İnş. Taah. San.Tic. Ltd. Şti. davaya cevap vermemiş, davalı Aksu Parke Çelik Yapı Mobilya İnş. Tem. San. ve Tic. A.Ş. vekili duruşmada davanın reddini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma ve dosya kapsamında; davalı Atılım Ltd. Şti.'nin (eski unvanı Aksu Parke Mobilya Ltd. Şti.) dava konusu alacaklardan sorumlu olduğu, diğer davalı Aksu Parke Çelik Kapı Ltd. Şti.'nin davacıyla aralarında herhangi bir sözleşme bulunmadığı, davalı şirketle isimlerinin, ortaklarının ve faaliyet alanlarının benzer olmasının davacının alacaklarından sorumlu olması sonucunu doğurmayacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, inşaat yapım sözleşmesinden kaynaklanan alacağa ilişkindir.

Sözleşmenin tarafı olmadığı halde sözleşme yapan şirketle organik bağı ve iktisadi bütünlüğünün tespit edilmesi ve şirketlerin sözleşme yapılan kişiyi zarara uğratmak düşüncesiyle bazı işlemler yaptığının tespit edilmesi halinde  sözleşme tarafı olmayan şirketin MK 2. maddesine aykırı bu eyleminden dolayı alacaklı şirkete karşı sorumlu olduğunun kabulü gerekir.

Somut olayda maddi vakıaların tespiti yönünden birbirini doğrulayan bilirkişi raporlarında yer alan veriler birlikte değerlendirildiğinde, davalı her iki şirket arasındaki organik bağ, iktisadi bütünlük ve yönetsel özdeşliğin saptandığı, dava da inşaat yapım sözleşmesini devralan şirket sahiplerinin daha sonra şirketi devretmesi ve aynı gün yeni şirket olan davalı diğer şirketi açmış olmaları davalı şirketlerin farklı tüzel kişiliklere sahip olduğu yolundaki savunmaların hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, TMK'nun 2. maddesinde öngörüldüğü gibi yasaca korunamayacağı ve olayda tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisini uygulama koşullarının gerçekleşmiş olması nedeniyle davalı Atılım Parke Otomasyon Tem. İnş. Taah. San. Tic. Ltd. Şti.'nin, davacıya olan borcundan dolayı diğer davalı Aksu Parke Çelik Yapı Mobilya İnş Tem. San. ve Tic. A.Ş.'nin de müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunun kabulü gerekirken, delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda  açıklanan nedenlerle davacı vekilinin  temyiz itirazlarının  kabulü ile hükmün, davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz edene iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26.06.2018 tarihinde oy birliğiyle karar  verildi.

B. Tüzel Kişilik Perdesi Kaldırılarak Sorumlu Tutulma Örnek Yargıtay Kararı:

            T.C.

            YARGITAY

            11. Hukuk Dairesi

            ESAS NO       : 2016/9387

            KARAR NO  : 2018/2071   

Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 19/02/2016 tarih ve 2013/711-2016/96 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Adem Gönül tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı Kuleli Gıda İmalat İnş. San. Tic. Ltd. Şti.'nden olan alacağını tahsil için borçlu şirketin adresine gidildiğinde davalı Alaattin Caner'in adresin davalı şirkete ait olduğunu, borçlu şirketin başka adreste bulunduğunu beyan ettiğini, haciz mahallinde borçlu şirkete ait tediye makbuzu ve evraklara rastlandığını, bu hususun zabta yazıldığını, borçlu şirketin davalı Alaattin Caner tarafından bildirilen adresine gidildiğinde boş ve küçük bir dükkân ile karşılaşıldığını, ticaret sicil kayıtlarına göre aynı tarihte önceden bir olan adres değişiklikleri ilan edilen her iki şirketin müdürünün, ortaklarının ve faaliyet alanlarının da aynı olduğunu, şirketlerin mal alışlarını borçlu, satışlarını davalı şirket üzerinden yaptığını, şirket yöneticilerinin yükümlülüklerini ihlal etmek suretiyle alacaklıları zarara uğratmalarından sorumlu olduklarını, müvekkilinin, dürüstlük kuralı ve tüzel kişiliğin perdesinin kaldırılması ilkesi kapsamında da alacağını davalılardan isteyebileceğini ileri sürerek davalıların İzmir 23. İcra Müdürlüğünün 2013/10838 Esas sayılı dosyası ile işleme konan dava dışı şirketin borcundan dolayı müştereken ve müteselsilen sorumluluklarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, borçlu şirket hakkında aciz vesikası alınmadığını, limited şirket ortaklarının şirket borcundan sorumlu tutulamayacağını, müvekkillerinin hangi yükümlülükleri ihlal ettiklerinin açıklanmadığını, buna yönelik bir delilin sunulmadığını, müvekkili şirketin, borçlu şirketin ürettiği emtiayı pazarladığını, müvekkilinin de borçludan alacaklı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, şekli hukuk kurallarına bağlı icra hukuku yönünden davalıların, haklarında yapılmayan bir icra takibinden usulen sorumlu tutulamayacakları, borçlu ve davalı şirketin ortakları aynı ise de tüzel kişilik perdesinin aralanması ilkesinin hayata geçirilebilmesi için şirketlerin dürüstlük kuralına aykırı olacak şekilde birlikte hareket etmeleri gerektiği, somut olayda buna ilişkin delil bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1- Dava, 4721 sayılı TMK'nin 2. maddesi ve tüzel kişilik perdesinin kaldırılması kapsamında dava dışı şirketin davacıya olan borcunun davalı şirketten ve davalı şirket ile borçlu şirketin ortaklarından tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili, dava dilekçesinde harca esas değeri 34.000 TL olarak gösterip talep sonucunda davalıların, İzmir 3. İcra Müdürlüğüne konu borçtan dolayı müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarına karar verilmesini istemiştir. Bu talebe göre davacı, davalıların icra takibinden değil, icra takibine konu borçtan sorumlu tutulmalarını istemiş olduğundan davanın bir alacak davası mahiyeti taşıdığı nazara alınmaksızın şekli hukuk kurallarına bağlı olan icra hukuku açısından davalıların haklarında yapılmayan bir icra takibinden sorumlu tutulamayacağı yönündeki gerekçeyle davanın reddi doğru görülmemiş, kararın bu yönden bozulmasını gerektirmiştir.

2- Davacı, dava dışı borçlu Kuleli Gıda İmalat İnş. San. Tic. Ltd. Şti ile davalı şirketin aynı alanda faaliyet gösterdiğini, mal alışlarının borçlu şirket tarafından, satışların ise davalı şirket tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür. Davalılar vekili de davalı şirketin, borçlu şirketin ürettiği emtiayı pazarladığını, şirketlerde ortak olan müvekkillerinin kişisel mallarını şirketlerin borçları için rehin ettiklerini, borçlu şirketin borçları için mallarını sattıklarını belirtmiştir.

Tüzel kişiliklerde mal ayrılığı ilkesi geçerli olup, tüzel kişinin malvarlığı onun ortaklarının ve onun yönetiminde bulunan organları oluşturan kişilerin ve kardeş ortaklıkların mal varlığından bağımsız ve ayrıdır. Eğer kişilik ve mal varlığı ayrılığı ilkesi uygulanmıyorsa yani mal varlıkları birbirine karışmışsa ve bu durumdan 3. kişiler zarar görüyorsa, art niyetle ve hesabi davranışlarla sırf sorumluluktan kurtulmak amacıyla tüzel kişilik perdesi ardına sığınılmış ise bu durumda TMK’nun 2. maddesi gereği şahıs ve mal ayrılığı ilkesi istisnaen uygulanmamaktadır. Somut olayda davacı, alacağını borçlu şirketten alamadığına ve davacı tarafından, borçlu şirket ile davalıların organizasyonları ile mal varlıklarının birbirine karıştığı da iddia edildiğine göre, davalı tarafa ait ticari defterlerin de incelenmesi suretiyle borçlu ile davalıların mal varlıklarının karışıp karışmadığı, tüzel kişiliğin perdesinin kaldırılarak davalıların, dava dışı Kuleli Gıda İmalat İnş. San. Tic. Ltd. Şti.'nin borcundan sorumlu tutulup tutulamayacağının değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu yönden de bozulmasını gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 19/03/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

C. Şirket Ortaklarının Borçtan ya da Tazminattan Sorumlu Tutulması Gerektiğine İlişkin Yargıtay Kararı:

            T.C.

            YARGITAY

            11. Hukuk Dairesi

            ESAS NO       : 2016/5148

            KARAR NO  : 2017/7084   

Taraflar arasında görülen davada Bakırköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 19/11/2015 tarih ve 2014/794-2015/794 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Adem Gönül tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı Enes Madencilik San. Nak. Haf. Tic. Ltd. Şti. ile imzaladığı faktoring sözleşmesine istinaden davalılardan Lal İstanbul Maden. Yol Yapı San. ve Tic. Ltd. Şti.'nin keşide ettiği çekin fatura karşılığı müvekkili tarafından temlik alındığını, çekin ibrazında karşılıksız çıkması üzerine keşideci ve lehdar aleyhine başlatılan icra takibinin kesinleştiğini, davalılardan Hamitbey Petrol Tic. Ltd. Şti.'nin adresine hacze gidildiğinde diğer davalı şirketlere ait sigorta poliçesi, Ulaştırma Bakanlığı taşıt ve yetki belgesi, çek tevdi bordrosu, kaşe örneklerinin tespit edildiğini, menkullerin haczedildiğini, Hamitbey Petrol Tic. Ltd. Şti.'nin istihkak iddiasının mahkemece reddedildiğini, haricen yapılan araştırmada davalıların mallarını, özellikle Hamitbey Petrol Tic. Ltd. Şti.'nin taşınmazını devredeceğinin öğrenildiğini, tüm davalı şirketlerin hakim ortağının davalı Eyüp Karadayı olduğunu, şirketler arasında organik bağın bulunduğunu, tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ve tüm davalıların müvekkilinin alacağından sorumlu tutulması gerektiğini ileri sürerek 66.919,52 TL'nin takip tarihi olan 14.09.2012 tarihinden itibaren 60.000 TL'ye işleyecek ticari faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili, 09.03.2015 harç tarihli ıslah dilekçesi ile talep sonucunu 70.771,03 TL'ye çıkarmıştır.

Davalılar, davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalı şirketlerin tamamında ortak ve yetkili müdürün davalı Eyüp Karadayı olduğu, davalı şirketlerin ayrı tüzel kişiliğe sahip olmakla birlikte aynı gerçek kişinin pay sahibi olduğu diğer şirketler bakımından da perdenin aralanması teorisinin uygulanması mümkün görüldüğü, böylece ayrılık ilkesinin arkasına sığınarak hukuk düzenince korunmayan hakkın kötüye kullanımı yasağını ihlal  eden  davranışın  sorumluluk  müeyyidesine bağlanabileceği, davalı Eyüp Karadayı yönünden ise, dava konusunun tüzel kişiliklerinin perdesinin kaldırılması ve borçtan müteselsilen sorumlu olduklarının tespiti olması gözetildiğinde, ayrıca TTK'nın sermaye şirketlerine dair hükümleri ve gerçek kişilerin buna nazaran durumu dikkate alındığında gerçek kişi davalının sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davalı şirketler yönünden davanın kabulüne, bu tüzel kişiler arasındaki perdenin kaldırılmasına, davaya konu borçtan müteselsilen sorumlu olduklarını tespitine, bu kapsamda davalı şirketler yönünden davanın toplam 70.771,03 TL üzerinden kabulüne, bu tutara dava tarihinden itibaren ticari faiz uygulanmak suretiyle belirtilen 4 davalıdan tahsiline, davalı Eyüp Karadayı yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, çeke dayalı alacak istemine ilişkin olup, davacı tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak tüm davalıların çek bedelinden sorumlu tutulmasını istemiş, mahkemece, gerçek kişi davalı Eyüp Karadayı dışındaki davalılar yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere TTK'daki sermaye şirketlerine ilişkin hükümler gözetildiğinde kural olarak sermaye şirketi ortaklarının şirket borçlarından dolayı şirket alacaklılarına karşı bir sorumluluğu bulunmamakta ise de, pay sahibinin şirket tüzel kişiliği ile özdeşleşmesi, şirket ortağının mal varlığı ile şirket tüzel kişiliğinin malvarlığının birbirlerine karışması, art niyetli ve hesaplı davranışlarla sırf sorumluluktan sıyrılmak amacıyla tüzel kişilik perdesinin arkasına sığınılması, ortağın şirketteki hâkimiyetini kötüye kullanarak alacaklılara karşı tüzel kişilik perdesinin arkasına saklanmasının hakkın kötüye kullanılması mahiyeti taşıması, borçların ödenmesi sırasında şirket ortağı tarafından ayrılık prensibinin ileri sürülmesinin TMK'nun 2. ve 3. maddelerine aykırı olması gibi hallerin söz konusu olduğu durumlarda şirket ortağı aleyhine de tüzel kişilik perdesi aralanarak şirket borcundan dolayı sorumluluğuna gidilebilecektir. Başka bir anlatımla perdeyi aralama teorisiyle birlikte tüzel kişinin borcundan üyelerin, üyelerin borcundan tüzel kişinin özdeş kılınarak sorumlu tutulması mümkün olabilecektir. Bu durumda, mahkemece yukarıda yapılan açıklamalar ışığında davalı Eyüp Karadayı'nın durumu değerlendirilerek hâsıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken,  davanın tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına dayandırıldığı, davalı Eyüp Karadayı'nın ise bir gerçek kişi olduğu gerekçesiyle davalı Eyüp Karadayı hakkındaki davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 11/12/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.