TİCARİ DAVALARDA PARASAL SINIR
I.
GİRİŞ:
15.03.2018
tarihinde 7101 sayılı yasa ile 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanununun 4’üncü maddesinin ikinci fıkrasında değişiklik
yapıldı. Bu makalemizde bu konuyu ele alacağız.
II.
DEĞİŞİKLİK YAPILAN MADDE VE DEĞİŞİKLİK YAPILAN MADDENİN
İNCELENMESİ:
6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4’üncü maddesinin ikinci
fıkrası değişiklik öncesi aşağıdaki gibiydi.
“Ticari
davalarda da deliller ile bunların sunulması 18/6/1927 tarihli ve
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine
tabidir.”
Bu
maddede yollama yapılan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun yerini
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu almıştır. Öncelikle bu
fıkranın TTK’na konulmasına gerek yoktu. Çünkü ticari
davalarda diğer davalardan farklı bir delil sunma yöntemi
getirmediği için özel bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç
göstermiyordu. Dolayısıyla maddenin bu fıkrası olmasa da ticari
davalarda 1086 sayılı HUMK yani HMK hükümleri zaten uygulanırdı.
Kaldı ki delillerin sunulması ticaret hukukunun değil usul
hukukunun konusunu ilgilendirmesi nedeniyle ticari davalarla ilgili
delillerin sunulması konusunda özel bir düzenleme yapılacaksa bu
düzenleme HUMK’da ya da sonrasında HMK’da yapılmalıydı.
İncelemesini
yapacağımız 7101 sayılı yasa ile yapılan değişikliğe
gelince, maddenin yeni metni aşağıdaki gibidir.
“Ticari
davalarda da deliller ile bunların sunulması 12/1/2011 tarihli ve
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine tabidir; miktar
veya değeri yüz bin Türk lirasını geçmeyen ticari davalarda
basit yargılama usulü uygulanır.”
Yukarıda da belirttiğimiz gibi delillerin sunulması ticaret
hukukunun değil usul hukukunun konusunu ilgilendirdiği için bu
konunun HMK’da düzenlenmesi gerekirdi. HMK’da düzenlenebilmesi
için de diğer dava türlerinden ayrık bir durum olması gerekirdi.
Ancak görüyoruz ki ticari davalarda delillerin sunulması için
ayrık bir düzenleme getirilmiş değil.
Miktar veya değeri yüz bin Türk lirasını geçmeyen ticari
davalarda basit yargılama usulünün uygulanması koşulunun
getirilmesi de yine usul hukukunu ilgilendiren bir konudur.
Dolayısıyla bu düzenlemenin basit yargılama yöntemine tabi
davaları düzenleyen 6100 sayılı HMK’nın 316’ıncı
maddesinde düzenlenmesi gerekirdi. Bu şekilde yapılan bir
düzenleme usul hukukunun dağınık bir mevzuata sahip olmasına
neden olur ve pratikte de hiç bir faydası olmaz.
III. DEĞİŞİKLİĞİN UYGULAMADA GETİRECEĞİ ZORLUKLAR:
Öncelikle yasa koyucunun ticari davaları neden 100.000,00 TL’nin
üzerindeki ve altındaki davalar olarak bir ayrıma bağlı tuttuğu
anlaşılır değildir. Çünkü ticari davalar miktarına
bakılmaksızın nitelik olarak diğer dava türlerinden zaten ayrı
ele alınması gereken dava türleri olması nedeniyle ihtisas
mahkemelerinde yani ticaret mahkemelerinde görülen dava türleridir.
Bu nedenle ticari davaların bir bütün olarak parasal sınıra
bakılmaksızın niteliğine göre sınıflandırılması ve
yargılama yönteminin buna göre belirlenmesi gerekir.
Yazılı
yargılama yöntemi ile basit yargılama yöntemi arasında çok
önemli farklar bulunmaktadır. Öncelikle dilekçeler aşamasında
büyük farklar vardır. Yazılı yargılamada dava, cevap, cevaba
cevap ve ikinci cevap dilekçesi hakkı varken basit yargılama da
cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi hakkı bulunmamaktadır.
Basit yargılama yönteminde iddianın genişletilmesi
veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın
genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı ise cevap dilekçesinin
mahkemeye verilmesiyle başlar. Dolayısıyla basit yargılama
yönteminde süreler daha kısıtlayıcıdır. Basit yargılama
yönteminde mahkemenin, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya
davet etmeden dosya üzerinden karar verme yetkisi bulunmaktadır.
Yine basit yargılama yönteminde mahkeme, tarafların dinlenmesi,
delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını iki
duruşmada tamamlamak, duruşmalar arasındaki süre ise bir aydan
daha uzun tutmamak zorundadır. Bunun tek istisnası işin niteliği
gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat
işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hâllerdir. Tahkikatın
tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır
ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder.
Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
Bu
durumu somut olay özelinde inceleyelim. Sigorta şirketinin tacir
olan iki sigortalısına karşı zorunlu mali sorumluluk sigortası
kapsamında iki ayrı rücu davası açtığını kabul edelim.
Ticari nitelikte ki sigorta sözleşmesine dayalı iki uyuşmazlıktan
birinin 100.000,00 TL altında diğerinin ise üzerinde olduğunu
kabul edelim. Her iki uyuşmazlıkta da mahkeme aynı incelemeyi
yapacak, aynı şekilde sunulan delilleri toplayacaktır. Ancak
100.000,00 TL’nin altında kalan uyuşmazlıkta mahkemenin
tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verme
yetkisi bulunmaktadır. Her ne kadar HMK m. 320 “mümkün
olan hallerde” koşulunu getirmişse de aynı nitelikte ki
iki uyuşmazlıktan birinde dosya üzerinden karar verilmesi
diğerinde ise yazılı yargılama yöntemine göre yargılamanın
yapılması “hukuki dinlenilme hakkının” ve “eşit
yargılanma hakkının” ihlali niteliğinde olacaktır.
Aynı durum davanın tahkikat aşamasının bitiminden sonra sözlü
yargılama aşamasına geçilmesi durumu içinde geçerlidir.
Davalardan birinde taraflara sözlü yargılama için gün verilirken
diğerinde dava karara çıkartılabilecektir. Yine basit yargılama
yönteminde mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi
ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını iki duruşmada tamamlamak,
duruşmalar arasındaki süre ise bir aydan daha uzun tutmamak
zorundadır. Hangi ticari davada bu kadar seri çalışılabileceği
sorusu bir tarafa aynı nitelikteki iki davadan birinde bu yöntemin
uygulanması yine “hukuki dinlenilme hakkının” ve
“eşit yargılanma hakkının” ihlali niteliğinde
olacaktır.
Ticari
davalardaki asıl büyük sorun ise belirsiz alacak davalarında
ortaya çıkacaktır. Yukarıda verdiğimiz örneğin bir benzerinden
yola çıkarak örnek verirsek; üçüncü kişinin sigorta şirketine
karşı ticaret mahkemesinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle
maddi tazminat davası açtığını, dava değeri olarak da 5.000,00
TL bedel gösterdiğini, fazlaya ilişkin haklarını da saklı
tuttuğunu kabul edelim. Dava, değeri itibariyle 100.000,00 TL’nin
altında olması nedeniyle basit yargılama yöntemine bağlı
olacaktır. Bu durumda davalının cevap dilekçesinden sonra
davacının cevaba cevap ve davalının ikinci cevap dilekçesi hakkı
olmayacaktır. İddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi
yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya
değiştirilmesi yasağı ise cevap dilekçesinin mahkemeye
verilmesiyle başlayacaktır. Yargılama devam ederken gelen
bilirkişi raporları davacının zararının 150.000,00 TL olduğunu
tespit ederlerse ve davacıda dava değerini bu miktara yükseltirse
bu durumda artık yargılamaya yine basit yargılama yöntemine göre
mi devam edilecektir yoksa yazılı yargılama yöntemine göre mi
devam edilecektir? Ön inceleme duruşması yapılmış olması
nedeniyle artık dilekçeler aşamasının kaldığı yerden devam
edilerek cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin tamamlanması
istenemez. Ön inceleme duruşması yapılmış olması nedeniyle
artık iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı ve
savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı
konularında da bir değişikliğe gidilemez. Geriye tarafların son
sözlerinin sorulmasının nasıl yapılacağı kalmaktadır. Basit
yargılamaya göre devam edilerek tahkikatın tamamlanmasından
sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alıp kararını tefhim
mi edecek yoksa artık dava değeri olarak yazılı yargılamaya
bağlı hale geldiği gerekçesiyle sözlü yargılama için
tarafları ayrıca duruşmaya mı davet edecektir?
Basit
yargılamaya devam edilmesi gerektiği görüşü kabul edilirse
sözlü yargılamaya geçilmesi konusunda yine “hukuki
dinlenilme hakkının” ve “eşit yargılanma
hakkının” ihlali sorunu baş gösterecektir. Yazılı
yargılamaya geçilmesi durumunda ise sadece sözlü yargılama
aşaması yazılı yargılamaya uygun yapılacak, davanın değerinin
arttırılmadığı önceki aşamada yapılan basit yargılamaya
bağlı bütün işlemlerin geriye dönüşü olmayacaktır. Şunu da
hemen belirtmeliyim ki basit yargılama yönteminin kendisini “hukuki
dinlenilme hakkının” ve “eşit yargılanma
hakkının” ihlali olarak değerlendirmiyorum aynı
nitelikte iki davadan birinin yazılı yargılamaya bağlı
tutulurken diğerinin basit yargılamaya bağlı tutulması ve bunun
için de sadece miktarın ölçüt alınmasının “hukuki
dinlenilme hakkının” ve “eşit yargılanma
hakkının” ihlali olarak değerlendiriyorum.
Dava
değeri konusundaki sorunu bir de tersinden ele alalım. Davanın
150.000,00 TL olarak açıldığını kabul edelim. Dolayısıyla
mahkeme davanın yazılı yargılama yöntemine bağlı olduğunu
kabul edecektir. Taraflar HMK m. 141’e göre ikinci dilekçeler
aşamasında da iddia ve savunmalarını serbestçe
değiştirebilirler. Bu davada da bu değişiklikleri yaptıklarını
varsayalım. Ön inceleme duruşmasından sonra hazırlanan bilirkişi
raporunda dava değerinin 150.000,00 TL değil de aslında 60.000,00
TL olduğu anlaşılırsa yani aslında yazılı yargılama yöntemine
değil de basit yargılama yöntemine bağlı olduğu anlaşılırsa
bu durumda geriye dönük olarak tarafların ikinci dilekçeleri
hakkında nasıl bir usulü işlem yapılacak? Bu dilekçeler
aşamasında yapılan iddia ve savunmanın genişletilmesi ve
değiştirilmesi talepleri yapılmamış sayılacak mı? Ve pek tabi
yargılamaya bundan sonra basit yargılama olarak mı yoksa yazılı
yargılama olarak mı devam edilecek?
Bütün
bu sorunlara ilişkin olarak hukuki görüşüm yargılamanın bir
bütün olduğu ilkesinden yola çıkarak yargılama en başından
nasıl başladıysa o şekilde sonuçlandırılması gerektiği
yönündedir. Yani davanın başında basit yargılama yöntemi
olduğuna karar verildiyse ve dava değeri 100.000,00 TL sınırının
üzerinde çıktıysa artık yazılı yargılama yöntemine
geçilmemelidir. Aynı şekilde yazılı yargılama yöntemine göre
yargılamaya başlanıldıysa ve dava değeri 100.000,00 TL’nin
altında kaldıysa basit yargılama yöntemine geçilmemelidir.
Görüldüğü
gibi yasa değişikliği 6102 sayılı TTK’da yapıldı ama bütün
hukuki sorunlar 6100 sayılı HMK’nın uygulanmasından
kaynaklanmaktadır.