TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA DOĞAN TAZMİNAT DAVALARININ
BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLMADIĞI HAKKINDAKİ YARGITAY KARARININ
ELEŞTİRİSİ
I.
GİRİŞ:
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile belirsiz alacak davaları
hukukumuza girmiş olup bu davalarda uygulanacak olan usul hükümleri
ise henüz hukuk yargılamasında tam anlamıyla oturmuş değildir.
Hangi davaların belirsiz alacak davası hangi davaların ise
belirsiz alacak davası olmadığı konusunda değişik görüşler
bulunmakta olup bu makalemizde 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun
1007’inci maddesine göre açılan tapu sicilinin tutulmasında
doğan tazminat davalarının belirsiz alacak davası olmadığı
konusundaki Yargıtay kararının eleştirisini yapacağız.
II. BELİRSİZ ALACAK DAVASI:
Usul
hukukumuza yeni giren belirsiz alacak davası 6100 sayılı HMK m.
107’de düzenlenmiştir. Buna göre; “Davanın
açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve
kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya
bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve
asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak
davası açabilir. Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat
sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın
genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında
belirtmiş olduğu talebini artırabilir.”
Bir
davanın belirsiz alacak davası olup olmadığını ortaya koyan en
önemli özelliği davanın
açıldığı tarihte alacağın miktarının ya da değerinin tam ve
kesin olarak belirlenebilmesinin davacının kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olmasıdır. “Alacağın
miktarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin
davacının kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız
olması”
durumuyla neyin anlatılmak istenildiğini aşağıda ki başlıkta
açıklıyoruz.
III.
TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA DOĞAN TAZMİNAT DAVALARININ HUKUKİ
DAYANAĞI:
Tapu
sicilinin tutulmasından doğan tazminat davalarının hukuki
dayanağı 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007’inci
maddesidir. Bu maddeye göre; “Tapu
sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet
sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere
rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin
bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” Bu madde iki dava
türü düzenlemiştir. Birincisi tapu sicilinin tutulmasından doğan
zararlara karşı açılacak dava; ikincisi ise devletin tapu
sicilinin tutulmasından doğan zararı tazminat alacaklısına
ödemesi durumunda zararın doğmasında kusuru bulunan görevliye
rücu etmesine ilişkin rücu davası. Her iki davanın da belirsiz
alacak davası olup olmadığı konusu açısından ayrı ayrı ele
alınarak incelenmesi gerekmektedir.
IV.
TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA DOĞAN TAZMİNAT DAVALARI:
Aşağıya tam metnini aldığımız Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin
kararı Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 04.02.1948 tarih ve 1944/10
Esas; 1948/3 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararına
dayanarak bozmadan sonra ıslah yapılamayacağını, 4721 sayılı
Türk Medeni Kanununun 1007’inci maddesine göre açılmış
tazminat davalarının belirsiz alacak davası olmadıklarını, bu
nedenle de Yargıtay’ın bozma kararından sonra davacının ıslah
ya da belirsiz alacak davaları için davacıya 6100 sayılı HMK m.
107/II’nin tanıdığı bedel arttırım hakkını
kullanamayacağını tespit etmiştir.
Kararın aksi yorumundan belirsiz alacak davalarında bozma
kararından sonra dolayısıyla istinaf mahkemesinin kaldırma
kararından sonra da 6100 sayılı HMK m. 107/II’nin tanıdığı
bedel arttırım hakkının davacı tarafından kullanılabileceği
sonucu çıkmaktadır.
Makalemizin konusunu oluşturan durum 4721 sayılı TMK m. 1007’ye
göre açılan tapu sicilinin tutulmasında doğan tazminat davaları
Yargıtay 20. HD’nin belirlediği gibi belirsiz alacak davası
kapsamına girmeyen davalardan mıdır? Kararı inceleyerek bunun
tartışmasını yapacağız.
Karar metnine bakıldığında tapu sicilinin tutulmasında doğan
tazminatın hangi yöntemlerle belirleneceği konusunda Yargıtay 20
HD’nin açıkça yol gösterdiği görülmektedir. Kararda; “Gerçek
zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal
varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar
verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı
ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda
olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve
2003/19-152 E. - 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. -
2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı
kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek
zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak
değerledirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın
meydana geldiği tarihtir. Zararın meydana geldiği tarihe göre,
tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri
belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu
yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki
özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle
gerçek değer belirlenmelidir.” ve
“Mahkemece bozma ilamına uyularak arsa
niteliğindeki taşınmazlara emsal metodu kullanmak sureti ile değer
belirlenmesi gerektiğinin düşünülmesinde bir isabetsizlik
yoktur.” tespitlerine yer
verilmiştir.
Buna göre Yargıtay 20. HD
öncelikle taşınmazın niteliğinin belirlenmesini yani arazi mi
yoksa arsa niteliğinde mi olduğunun belirlenmesini, daha sonra
arazinin niteliğinin değerlendirme gününden önceki özel amacı
olmayan emsal satışlara göre gerçek değerinin belirlenmesi
gerektiğini tespit ediyor. Kararın devamında da “Mahkemece
bozma ilamına uyularak arsa niteliğindeki taşınmazlara emsal
metodu kullanmak sureti ile değer belirlenmesi gerektiğinin
düşünülmesinde bir isabetsizlik yoktur.” tespitine
yer veriyor. Dolayısıyla davacının davayı açmadan önce dava
konusu taşınmazın değerini ne şekilde belirlemiş olursa olsun
Yargıtay 20 HD taşınmazda keşif yapılarak uzman bilirkişi
yoluyla taşınmazın niteliğinin belirlenmesini ve emsal satışları
da dikkate alarak taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesini
istemektedir.
Bu durumda davacının davayı
açarken dava konusu taşınmazın gerçek değerini tespit
edebilmesinin hukuken mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Yani 6100 sayılı HMK m.
107’de getirilen “Alacağın
miktarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin
davacının kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız
olması” ölçütü 4721
sayılı TMK m. 1007’ye göre açılan tapu
sicilinin tutulmasında doğan tazminat davaları için
gerçekleşmiş olmaktadır. Bu gerekçeyle aşağıya tam metnini
aldığımız Yargıtay 20. HD’nin kararı 4721 sayılı TMK m.
1007’ye göre açılmış davaları 6100 sayılı HMK m. 107’ye
göre yanlış hukuki değerlendirmeye tabi tutmuş ve bunun
sonucunda da davacının 6100 sayılı HMK m. 107/II’ye göre sahip
olduğu bedel arttırım hakkını ihlal etmiştir.
V. DEVLETİN TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDAN DOĞAN ZARARI
İLAMA DAYALI OLARAK KUSURU BULUNAN GÖREVLİLERE RÜCU
ETMESİ:
4721 sayılı TMK m. 1007’inci maddenin düzenlediği ikinci dava
türü ise tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan ötürü
devletin zarar görene tazminat ödemek zorunda kalması durumunda,
devlet zararın sorumlusuna rücu etme hakkına sahiptir. Devlet rücu
hakkını sorumluya karşı doğrudan icra takibi yapmak ya da
doğrudan dava açmak şeklinde de kullanabilir. Bu tür davaların
belirsiz alacak davası olup olmadığı rücu davası öncesinde
devlet aleyhinde yukarıda incelemesini yaptığımız 4721 sayılı
TMK m. 1007/I’e göre tapu sicilinin tutulmasından doğan tazminat
davası açılmış ve sonuçlanmış mı buna bakılması
gerekmektedir. Eğer devlet adına rücu davası açan Maliye
Hazinesi rücu davasını daha önce açılmış ve devlet aleyhine
sonuçlanmış bir 4721 sayılı TMK m. 1007/I’e göre tapu
sicilinin tutulmasından doğan tazminat davası ilamına
dayandırmaktaysa artık meydana gelen zarar ve devletin ödediği
tazminat miktarı belli olduğundan bu davanın belirsiz alacak
davası olarak nitelendirilmesi hukuken mümkün değildir. Bu tür
davaların Yargıtaydan bozulması ya da istinaf incelemesinden sonra
kaldırılarak ilk derece mahkemesine iade edilmesi durumunda
davacının ıslah ya da 6100 sayılı HMK m. 107/II’ye göre bedel
arttırımı yoluna gitmesi mümkün olmayacaktır.
VI. DEVLETİN TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDAN DOĞAN
ZARARI İLAMA DAYANMADAN KUSURU BULUNAN GÖREVLİLERE
RÜCU ETMESİ:
Çok sık karşılaşmasak da Devletin tapu sicilinin tutulmasından
ötürü zarar görene tazminatı dava dışında uzlaşma ile ödemiş
olması durumunda ise zarar sorumlusuna karşı 4721 sayılı TMK m.
1007/II’ye göre açacağı rücu davasında devletin ödediği
zararın gerçek zarar olup olmadığının tespiti için
eleştirisini yaptığımız Yargıtay 20. HD’nin kararındaki
ölçütlere göre dava konusu taşınmazın değerinin belirlenmesi
ve buna göre gerçek zarar belirlendikten sonra devletin ne kadar
miktarı rücu edebileceğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Bu
durumda devlet adına davayı açan Maliye Hazinesinin davayı
açarken dava konusu taşınmazın gerçek değerini tespit
edebilmesinin hukuken mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Yani 6100 sayılı HMK m.
107’de getirilen “Alacağın
miktarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin
davacının kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız
olması” ölçütü rücu davası için de gerçekleşmiş olacaktır.
VII.
ELEŞTİRİSİNİ YAPTIĞIMIZ YARGITAY KARARI:
T.C.
YARGITAY20. Hukuk Dairesi
ESAS
NO : 2018/3247
KARAR
NO : 2018/5763TARİH : 18/09/2018
Taraflar
arasındaki MK'nın 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin
tutulmasından kaynaklı tazminat davasının yapılan yargılaması
sonunda kurulan 20/02/2018 günlü hükmün Yargıtayca duruşmalı
olarak incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmekle,
tayin olunan 18/09/2018 günü için yapılan tebligat üzerine,
temyiz eden davalı Hazine vekili Av. Ayşe Ümit Yeğenoğlu ve
davacılar Fadime Kekik ve arkadaşları vekili Av. İpek Kahraman
Aka geldi, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı.
Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar
verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi,
duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Daha
sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü;
Davacı
Fadime Kekik 28.11.2008 havale tarihli dilekçe ile; 5/30 pay ile
paydaş olarak adına tapu siciline kayıtlı Kumkuyu Yemişkuyu
mahallesi 177 ada 92 parsel sayılı taşınmazın, Hazine tarafından
açılan dava sonucunda tapu kaydının iptal edilerek Hazine adına
tesciline karar verildiği, Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/81 D.iş
sayılı dosyası arasındaki 28.10.2008 tarihli bilirkişi raporu
gereğince hissesine düşen 35.000.-TL zararının, Hazineden
alınarak tarafına ödenmesini istemiştir.
Mahkemece,
davacı adına oluşan tapu kaydının yolsuz nitelikte bulunduğundan
tazminat isteme hakkı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine
ilişkin verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle,
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından bozulmuştur.
Dairece
11.10.2012 gün 2012/9847 - 11090 E.K. sayılı bozma kararında
özetle; “...davacının mülkiyet hakkını kaybetmesi dolayısıyla
tazminat isteme hakkı bulunduğundan, tarafların iddia ve
savunmaları doğrultusunda delillerin toplanması, iptale konu
taşınmaz payının değerinin uzman bilirkişiler marifetiyle
usûlüne uygun olarak belirlenmesi, soruşturmanın eksiksiz
tamamlanması, hasıl olacak sonuca göre davacı isteği de dikkate
alınarak bir karar verilmesi...” gereğine değinilmiştir.
Birleşen
2013/244 Esas sayılı dosyada taşınmazın 2/30 payına malik olan
Elif Akan, birleşen 2013/243 Esas sayılı dosyada taşınmazın
2/30 payına malik olan Hasan Hüseyin Özdoğan, birleşen 2013/236
Esas sayılı dosyada taşınmazın 2/30 payına malik olan Şükriye
Cirit, birleşen 2013/235 Esas sayılı dosyada taşınmazın 4/30
payına malik olan Bekir Şahin Eren fazlaya dair haklarını saklı
tutarak 5000,00 TL'nin birleşen 2013/43 Esas sayılı dosyada Aziz
Köksal ise fazlaya dair haklarını saklı tutarak 50.000,00 TL’nin
taşınmazla ilgili tapu iptal tarihinden işleyecek yasal faizi ile
birlikte davalıdan tahsiline yönelik dava açmışlar, davaların
aynı taşınmazın hissedarları tarafından açılmış olduğu
belirtilerek dosyalar birleştirilmiştir.
Yargılama
sırasında birleşen dosya davacılarından Bekir Şahin Eren talep
ettiği tazminat miktarını 172417,13 TL'ye, Şükriye Cirit
86208,57 TL'ye, Aziz Köksal 637708 TL'ye Elif Akan 86208,57 TL,
Hasan Hüseyin Özdoğan 86208,57 TL'ye artırmışlar bu miktarlara
tapunun iptal edildiği tarihten faiz işletilmesini talep etmişler,
davacı Fadime Kekik ise talep ettiği tazminat miktarını 158000,00
TL'ye artırmış, dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile
birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir. Islah
harçları da davacılar tarafından tamamlanmıştır.
Mahkemece,
davacı Fadime Kekik tarafından açılan davanın kısmen kabulüne,
davacılar Bekir Şahin Ersen, Elif Akan, Şükrüye Cirit, Aziz
Köksal ve Hasan Hüseyin Özdoğan tarafından açılan davaların
kabulüne karar verilmiş, hükmün davacı Fadime Kekik vekili ile
davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairenin
23/06/2015 tarih, 2015/5985 – 6313 E.K. sayılı ilamı ile hükmün
bozulmasına karar verilmiştir.
Hükmüne
uyulan bozma ilamında özetle; “Dava konusu 177 ada 92 parsel
sayılı taşınmaz, 19.01.1994 tarihinde yapılan kadastro işlemleri
sırasında dava dışı şahıslar adına senetsizden “tarla”
niteliği ile tesbit edilmiş, vaki itiraz üzerine Erdemli Kadastro
Mahkemesinin 08.11.1994 tarih, 1994/2077 E. - 1994/1654 K. sayılı
ilâmı tespit gibi ½ paylı olarak şahıslar adına tescil edilmiş
ve sicil kaydının oluşmuş, Maliye Hazinesi tarafından açılan
tapu iptali ve tescil istekli dava sonucunda Erdemli Asliye Hukuk
Mahkemesinin 09.01.2006 tarihinde kesinleşen 19.11.1998 tarih,
1998/322 Esas, 1998/958 Karar sayılı ilâmı sonucunda taşınmazın
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğu gerekçesi
ile tapusu iptal edilerek Hazine adına 09.05.2007 tarihinde sicil
kaydı oluşmuştur.
Mülkiyet
hakkı Anayasanın 35. maddesi ve bu maddeye uygun olarak çıkarılan
kanunlarla korunduğu gibi, 5170 sayılı Kanun ile değişik
Anayasanın 90. maddesi ile kanun hükmünde olduğu kabul edilen,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Numaralı Protokolün 1.
maddesiyle de güvence altına alınmıştır.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 gün ve 2009/4 - 383 E. - 2009/517
K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4 - 349 E. - 2010/318 K sayılı
kararlarında da vurgulandığı gibi; tapu işlemleri kadastro
tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler
olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro
işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu
kayıtlarda yapılan hatalardan TMK m. 1007 anlamında Devletin
sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu,
kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler,
Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için
Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilirler.
Türk
Medenî Kanununun 1007. maddesi uyarınca kabul edilen Devletin
sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan
güven duygularını sağlamak bakımından, ayın hakkının
saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir
sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk asıl ve nesnel
(Objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının
ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.
4721
sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, tapu
sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin
bütün zararlarından Devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali
nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın
miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının
iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen
azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş
olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse,
aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E. - 2003/125
K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K.; 15.12.2010 gün
ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara
uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının
belirlenmesinde esas alınacak değerledirme tarihine göre
belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir.
Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen
gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın
niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında
ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal
satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer
belirlenmelidir.
Bu
bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, Asliye Hukuk
Mahkemesinin 1998/322 E. - 1998/958 K. sayılı kararı ile dava
konusu parsele ait tapu kaydının iptal edildiği, genel arazi
kadastrosu sırasında taşınmazlar hakkında kadastro tespiti
düzenlenerek tapu kütüğünün gerçek kişiler adına
oluşturulduğu ve satış suretiyle davacılar adına paylı olarak
tescil edilmek suretiyle tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğundan,
TMK'nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun
bulunduğu ve davacıların gerçek zararının tazmininin gerektiği
anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, tapusu iptal edilen
taşınmazın arsa niteliğinde olduğu hususunda taraflar
arasında uyuşmazlık bulunmadığı gibi mahkemenin kabulünün de
bu yönde olduğundan, gerçek zararın, tapu iptal kararının
kesinleşme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara
göre hesaplanması zorunlu iken, mahkemece değerlendirme tarihi
dava tarihleri olarak kabul edilerek belirlenen tazminata göre hüküm
kurulması doğru değildir.
Bu
nedenle, mahkemece arsa niteliğinde bulunan dava konusu taşınmazlara
yönelik olarak, emsal satışların değerlendirme tarihindeki
karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması
suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın
eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak
suretiyle değer biçilmesi gerektiğinden, taraflara, dava konusu
taşınmaza yakın bölgelerden ve değerlendirme tarihi olan
09.01.2006 tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı yapılan
benzer yüz ölçümlü satışları bildirmeleri için olanak
tanınması, gerekli görülürse re'sen emsal getirtme yoluna
gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun
uzmanı bilirkişilerden yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu
vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel
verileri içeren, emsal ile dava konusu taşınmazların eksik ve
üstün yönlerini karşılaştırıldığı rapor alınması, alınan
emsal ile 177 ada 92 parsel sayılı taşınmaza ait Arsa Metrekare
Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine
esas olan m² değerleri, ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi
Dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara
göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporu da
denetlenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik
araştırma ve yetersiz bilirkişi raporuyla hüküm kurulması usûl
ve kanuna aykırıdır. Açıklanan hususlar gözetilmeksizin, eksik
araştırma, inceleme ve bilirkişi raporlarına dayanılarak hüküm
kurulması usul ve yasaya aykırıdır.” denilmiştir.
Mahkemece
bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu;
1-Davacının
davasının kısmen kabulü ile;
126.211,22
TL’nin 35.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 28.11.2008 tarihinden
itibaren, 91.211,22 TL'sinin ıslah tarihi olan 16.12.2013 tarihinden
itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp
davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,
2-Birleşen
2013/235 E. sayılı dava dosyası yönünden; davacının davasının
kısmen kabulü ile; 100.968,98 TL’nin 5.000,00 TL'sinin dava
tarihi olan 17.04.2013 tarihinden itibaren, 95.968,98 TL'sinin ıslah
tarihi olan 28.08.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle
birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin
talebin reddine,
3-Birleşen 2013/236 E. sayılı dava dosyası yönünden, davacının
davasının kısmen kabulü ile; 50.484,49 TL’nin 5.000,00 TL'sinin
dava tarihi olan 17.04.2013 tarihinden itibaren, 45.484,49 TL'sinin
ıslah tarihi olan 28.08.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal
faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya
ilişkin talebin reddine,
4-Birleşen
Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/43 E. sayılı dava dosyası
yönünden; davacının davasının kısmen kabulü ile; 378.633,68
TL’nin 50.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 22.01.2013 tarihinden
itibaren, 328.633,68 TL'sinin ıslah tarihi olan 11.09.2014
tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan
alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,
5-Birleşen
Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/243 E. sayılı dava
dosyası yönünden; davacının davasının kısmen kabulü ile;
50.484,49 TL’nin 5.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 17.04.2013
tarihinden itibaren, 45.484,49 TL'sinin ıslah tarihi olan 28.08.2014
tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan
alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,
6-Birleşen
Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/244 E. sayılı dava
dosyası yönünden; davacının davasının kısmen kabulü ile;
50.484,49 TL’nin 5.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 17.04.2013
tarihinden itibaren, 45.484,49 TL'sinin ıslah tarihi olan 28.08.2014
tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan
alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine
karar verilmiş hüküm davalı Hazine ve davacılar tarafından
temyiz edilmiştir.
Mahkemece
kurulan hüküm usul ve kanuna aykırıdır. Şöyle ki; davacı
Fadime Kekik dava dilekçesi ile 35.000,00 TL tazminat talebinde
bulunmuş, mahkemece davanın reddine dair verilen kararın temyizi
üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından hüküm bozulmuş,
bozma sonrası yapılan yargılama sırasından davacı Fadime Kekik
ıslah talebinde bulunmuş, mahkeme de, davacının ıslah talebini
dikkate alarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davanın kısmen kabule ilişkin bu hükmün temyizi ile dairenin
23/06/2015 tarih, 2015/5985 – 6313 e.-k. sayılı ilamı ile hükmün
esasa yönelik nedenlerle bozulmasına karar verilmiş ise de; bu
bozma ilamından sonraki tarihte; “bozmadan sonra ıslah yapılıp,
yapılamayacağı” hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki
içtihat uyuşmazlığının giderilmesi amacı ile içtihatların
birleştirilmesi gündeme gelmiş, konu Yargıtay İçtihatları
Birleştirme Genel Kurulunda değerlendirilmiş ve Yargıtay
İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 06/05/2016 tarih ve
2015/1 Esas - 2016/1 sayılı kararı ile “Her ne sebeple verilirse
verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04.02.1948
tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK’nın değiştirilmesine
gerek olmadığına” karar verilmiştir.
Buna
göre, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları gereğince
bozmadan sonra ıslah yapılması mümkün değildir. Bu nedenle,
belirsiz alacak davası niteliği bulunmayan eldeki davada da; davacı
Fadime Kekik’in Yargıtay 1 Hukuk Dairesinin bozma ilamından
sonraki ıslah talebi dikkate alınarak hüküm kurulması doğru
değildir.
Mahkemece
bozma ilamına uyularak arsa niteliğindeki taşınmazlara emsal
metodu kullanmak sureti ile değer belirlenmesi gerektiğinin
düşünülmesinde bir isabetsizlik yoktur. Ancak hükme esas
alınan bilirkişi raporunda 5 adet emsal satış incelenmiş, somut
emsal olarak Arpaçbahşiş beldesi 448 parsel sayılı taşınmaza
ilişkin 21.07.1989 tarihli satışın incelenmiş bu emsalin
kıyaslanmak için yararlanacağı belirtilmiş, taşınmazın
değeri başlığı altında ise 3 numaralı emsal olan Ayaş köyü
577 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 30/01/2008 tarihli satışının
somut emsal olarak değerlendirildiği belirtildikten sonra bu sefer
Arpaçbahşiş beldesi 448 parsel parselin emlak vergi değerleri
kıyaslanmış, en son dava konusu taşınmazın emsalden %13 daha
düşük değerde olduğu belirtilmesine ve somut emsal kabul edilen
Ayaş Köyü 577 ada 1 parselin satış tarihindeki m2 değeri 29,62
TL olarak belirtilmesine rağmen dava konusu taşınmazın dava
tarihi olan 2008 tarihinde m2 değerinin 32,00 TL olduğu belirtilmiş
ve taşınmazın 2008 değeri hesaplanmış, daha sonra alınan
15/01/2018 tarihli ek raporla 2008 tarihindeki toplam değer tapu
iptal kararının kesinleştiği 09/01/2006 tarihine endekslenmiş ve
toplam değer davacıların hisselerine düşen miktarla
hesaplanmıştır.
Bilirkişi
raporunda 448 parselin mi yoksa 577 ada 1 parselin somut emsal olarak
değerlendirildiği noktasında tereddüt oluşmuş, ayrıca 448
parsel sayılı taşınmaz satışı değerlendirme tarihinden 17 yıl
öncesine ait olması nedeni ile 577 ada 1 parsel sayılı taşınmazın
satış tarihinin ise 30.01.2008 tarihli olup değerlendirme
tarihinden sonraki bir tarihe ait olması nedeni ile emsal olarak
değerlendirilmeleri mümkün değildir. Taşınmazın 09/01/2006
tarihindeki değeri hesaplanırken dava tarihinde bulunan değerinin
geriye doğru endekslemek sureti hesaplanması da yöntem olarak
doğru değildir.
Bu
nedenle, mahkemece arsa niteliğinde bulunan dava konusu taşınmaza
yönelik olarak, emsal satışların değerlendirme tarihindeki
karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması
suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazların
eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak,
taşınmazdan DOP payının düşülmesinin gerekip gerekmediği
belirtilmek gerektiğinden, taraflara, dava konusu taşınmaz ile
aynı bölgeden bulunamaması halinde yakın bölgelerden ve
değerlendirme tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı
yapılan benzer nitelikli ve yüz ölçümlü satışları
bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse re'sen
emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer
biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak
bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak
veren bilimsel verileri içeren rapor alınması, emsal alınan
taşınmazlara ilişkin resmi satış akit tablolarının tapu
müdürlüğünden getirtilmesi, emsal taşınmazlar ile çekişmeli
taşınmaza ait Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu
tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m² değerleri,
ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenip, dava
konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı
yönünden bilirkişi kurulu raporunun da denetlenmesi, emsal alınan
taşınmaz/taşınmazların satış tarihi, davalı taşınmazın ise
değerlendirme tarihi itibariyle imar düzenlemesi sonucu oluşmuş
imar parselleri olup olmadıkları, imar parseli iseler
düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin,
düşülmüş ise oranının belediye başkanlığı imar ve tapu
müdürlüklerinden sorulup, emsalin İmar Kanunu uyarınca imar
parseli, dava konusu taşınmazın ise imar uygulaması yapılmamış
arsa parseli olduğunun belirlenmesi halinde çekişmeli taşınmazın
emsalle karşılaştırma sonucu bulunan değerinden düzenleme
ortaklık payına karşılık gelecek oranda indirim yapılması
gerektiğinin gözetilmesi, oluşacak sonuca göre karar verilmesi
gerekirken eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak
yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.
Bunlardan
başka; birleşen dosya davacıları dava ve ıslah dilekçeleri ile;
tapu iptal ve tescil kararının kesinleştiği tarihten itibaren
faiz işletilmesini talep ettikleri ve mahkemece de bozma ilamına
uyularak taşınmazın tapu iptal kararının kesinleştiği
tarihteki değerinin belirlenerek, o bedelin davalıdan tahsiline
karar verildiği halde alacağın tamamına tapu iptal kararının
kesinleştiği tarihten faiz işletilmesine karar verilmesi
gerekirken, dava edilen kısım için dava tarihinden, ıslah edilen
kısım için ise ıslah tarihinden faiz işletilmesine karar
verilmiş olması doğru değildir.
SONUÇ:
Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı ve davalıların temyiz
itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, Yargıtaydaki
duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesine göre takdir edilen 1.630,00.-TL vekalet ücretinin
kendisini vekil ile temsil ettiren davacı ve davalıya karşılıklı
verilmesine, temyiz harcının istek halinde iadesine 18/09/2018
günü oy birliği ile karar verildi.