28 Ekim, 2018

İPOTEĞE KONU ALACAKLARIN GÜNCEL EKONOMİK KOŞULLARA UYARLANMASI TALEP EDİLEMEZ


İPOTEĞE KONU ALACAKLARIN GÜNCEL EKONOMİK
KOŞULLARA UYARLANMASI TALEP EDİLEMEZ

I. GİRİŞ:

Asliye hukuk ve asliye ticaret mahkemelerinde görülen davaların önemli bir kısmını ipoteğin kaldırılması davaları oluşturmaktadır. Bu davalarda talep edilen ipoteğin kaldırılması taleplerine konu ipoteklerin bir kısmı ise talep tarihinden yıllar önce konulmuş ipoteklere dayanmaktadır. Aradan geçen zaman içinde değişen ekonomik koşullar nedeniyle taşınmaz üzerine konulan ipotek bedelleri günümüz ekonomik koşullarında alacaklıları tatmin etmeyen rakamlara gerilemiş hale gelmektedir. Bu nedenle ipoteğin kaldırılması davalarında ipotek alacaklıları karşı dava açmak yoluyla ipotek bedellerinin güncellenmesini talep etmektedirler. Bu makalemizde bu konuyu ele alacağız.

II. HUKUKUMUZDA İPOTEK TÜRLERİ:

Kısaca özetleyecek olursak hukukumuzda iki tür ipotek bulunmaktadır. Birincisi üst sınır ipoteği ikincisi de ana para ipoteğidir. Üst sınır ipoteği henüz doğmamış bir alacak için teminat amaçlı olarak kurulan ipotektir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 851 ve 881’inci maddelerinde ifadesini bulan muhtemel bir alacağın teminatı olarak tesis edilen üst sınır (limit) ipoteğinde borcun ulaşacağı miktar belirsiz olduğundan taşınmazların ne miktar için teminat teşkil edeceği ipotek akit tablosundaki limitle sınırlandırılmıştır. Ana para ipoteği ise belli bir borca karşılık olarak kurulan ipotektir.

III. İPOTEĞİN KALDIRILMASI DAVALARINDA UYARLAMA TALEP EDİLEMEMESİNİN NEDENLERİ:

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 875’inci maddesine göre; taşınmaz rehininin alacaklıya sağladığı güvencenin kapsamına ana para, takip giderleri ve gecikme faizi, iflasın açıldığı veya rehinin paraya çevrilmesinin istendiği tarihe kadar muaccel olmuş üç yıllık faiz ile son vadeden başlayarak işleyen faiz girmektedir. Dolayısıyla üst sınır ipoteğinde 4721 sayılı TMK’nun 875’inci maddesinde belirtilen ve ipotekle teminat altına alınan ana borç, faiz, icra takip giderleri ve taraflarca kararlaştırılan eklentilerden oluşan toplam borç miktarının bu limiti aşması mümkün değildir. (Yargıtay HGK 24.05.1989 Tarih 1989/11-294 E. - 1989/378 K.) İpoteğin günümüzden yirmi yıl hatta otuz yıl önce konulmuş olması bu durumu değiştirmemektedir.

Kesin doğmuş ipotek de denilen anapara ipoteğinde, ipoteğin kapsamına, anapara, takip giderleri, yatırılan harçlar, alacaklı vekili için icra müdürlüğünce takdir edilen vekâlet ücreti, gecikme faizi ve sözleşmede yasal sınırlara uygun kararlaştırılan faizi girmektedir. İpotekli borç, ipotek belgesinde öngörülen sürenin dolmasıyla muaccel olur, alacaklı temerrüt faizini ancak bu tarihten sonra isteyebilir. Eğer ipotek süresiz olarak kurulduysa borç alacaklının ihtarıyla muaccel olur ve ihtar tarihinden itibaren gecikme faizi istenebilir. İcra müdür yardımcısı vade tarihinden tahsil tarihine kadar işleyecek faizleri hesaplayıp anaparaya ekler. Alacaklı ipotek akdi tablosunda belirlenmiş olan gerek temerrüt faizi ve gerekse akdi faiz oranına göre takipte bulunabilir. (Yargıtay 12. HD 09.07.2002 T.; 14236/15061) Temerrüt faizine yeniden temerrüt faizi işletilemez. İpoteğin bir yıl (altı ay) vadeyle faizsiz olarak kurulmuş olması halinde, alacaklı belirtilen bir yıl süre geçtikten sonra temerrüt faizi talep edebilir. (Yargıtay 12. HD 20.02.2006 T. 26399/3037)İpoteğin günümüzden yirmi yıl hatta otuz yıl önce konulmuş olması bu durumu değiştirmemektedir.
4721 sayılı TMK m. 864’e göre; Rehinin tapu kütüğüne tescil edilmesinden sonra alacak için zamanaşımı işlemez.” İpotekli alacaklar bu nedenle her zaman 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 148 ve devamı maddelerine göre takibe konulabilir. Alacaklının böyle bir hakkı varken çok uzun yıllar bu hakkını kullanmaması sonucunda alacağının değişen ekonomik koşullara göre değerinde azalma meydana geldiği gerekçesiyle 4721 sayılı TMK m. 875’de yazılı olan haklarının dışında başka ekonomik haklar talep etmesi TMK m. 2’deki dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz. Bu nedenle Yargıtay gerek üst sınır ipoteğinde gerekse ana para ipoteğinde ipoteğe konu alacağın güncellenemeyeceğini kabul etmekte ve bu konuda yerleşik kararları bulunmaktadır. Yargıtay’ın bu konudaki yerleşik kararlarından ikisinin tam metnini aşağıya aldım.

IV. ÜST SINIR İPOTEĞİNDE GÜNCELLEME OLAMAYACAĞINA İLİŞKİN YARGITAY KARARI:

Yargıtay
14. Hukuk Dairesi

Esas : 2011/10348
Karar : 2011/12622
Tarih : 25.10.2011

Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 08.01.2010 gününde verilen dilekçe ile ipoteğin fekki istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 10.06.2010 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kâğıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR:

Dava, 396 ada 1 sayılı parsel üzerine yapılan binanın 2, 3, 10 ve 11 numaralı bağımsız bölümler tapu kaydında mevcut ipotek şerhinin kaldırılması istemine ilişkindir.

Davalılar, arsa sahibi olduklarını, yüklenici ile 20.02.1995 tarihinde arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlediklerini, yüklenicinin edimlerini yerine getirmediğini, yapıya iskan alınamadığını, açılan davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, savunma doğrultusunda dava reddedilmiştir.

Hükmü, davacılar temyiz etmiştir.

İpotek kişisel bir alacağın teminat altına alınması amacını güden ve bir taşınmaz değerinden alacaklının alacağını elde etmesini sağlayan sınırlı bir ayni haktır. İpotek tesisi için rehin edilecek taşınmaz maliki ile alacaklı arasındaki anlaşmanın (rehin sözleşmesi) bulunması ve rehin sözleşmesinin Türk Medeni Kanununun 856. maddesi gereğince tapu siciline tescil edilmesi gerekir.

Alacak sona erdiği halde alacaklı, terkin taahhüdünü iradesiyle yerine getirmezse, taşınmaz maliki ipoteğin fekkini (kaldırılmasını) dava yolu ile isteyebilir.

Somut olayda; incelenen ve ipotek akdinin çerçevesini tayin eden 22.02.1995 tarihli resmi akit tablosu içeriğinden ipoteğin, ileride gerçekleşecek veya gerçekleşmesi muhtemel olan bir alacağın teminatı olarak tesis edildiği görülmektedir. Bu haliyle ipotek, azami meblağ (üst sınır ipoteği) ipoteğidir. Türk Medeni Kanununun 851 ve 881. maddelerinde ifadesini bulan azami meblağ (üst sınır) ipoteğinde alacağın ulaşacağı miktar önceden belirsiz olduğundan taşınmazın ne miktar için teminat teşkil edeceği ipotek akit tablosunda gösterilen limitle sınırlanabilir. Türk Medeni Kanununun 875. maddesinde belirtilen ve ipotekle teminat altına alınan ana borç, gecikme faizi, icra takip giderleri ve taraflarca kararlaştırılan eklentilerden oluşan borcun toplam miktarının bu limiti aşması olanaklı değildir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.05.1989 tarihli ve 1989/11-294 E.-1989/378 K. sayılı kararında da yukarıdaki kural benimsenmiştir. Bu kural uyarınca üst sınır ipoteğinde alacak bakımından bir üst sınır tespit edilerek teminatın kapsamı saptanmaktadır. Bu şekilde rehin edilen alacağın tutarı değil, ipotekli gayrimenkulün sorumlu olduğu üst miktar belirlenmektedir. O halde teminat, alacağı ve alacaklı icra takibi yapmışsa takip giderleri ile temerrüt faizlerini, üst sınıra kadar sınırlamaya tabi olmaksızın sağlamaktadır. Bu bakımdan üst sınır ipoteği kurulurken akit tablosuna üst sınır belirlenmesi yapıldıktan sonra " bu meblağa ilaveten" denilmek suretiyle ilave yapma olanağı bulunmamaktadır. Yapılsa da geçerli sayılmaz. Kısaca, ipoteğin üst sınır ipoteği olması durumunda borçlu sadece ipotek akit tablosunda belirtilen miktar ile sınırlı olmak üzere sorumludur.

Bütün bu açıklamaların sonucu doğrultusunda mahkemece yapılması gereken iş; resmi akit tablosundaki sözleşme hükmünü gözetilmek suretiyle alacaklının ipotekle teminat altına alınan anapara alacağı, sözleşmede 22 ay süreli faizsiz kaydı bulunduğundan bu sürenin bitiminden sonra talep edilebilecek gecikme faizi alacağı ile icra takibi yapıldığından takip giderlerinin ne olduğunu gerek duyulursa bilirkişiye hesaplatmak, bunların toplamını ipotek akit tablosunda gösterilen limiti aşmamak koşuluyla alacaklıya ödenmek üzere davacıya depo ettirmek, eksiksiz depo edilirse kayıtlardaki ipotek şerhini terkin etmek, kısmen ödeme yapılırsa davanın reddine karar verilmekle beraber ödenen bölümü kütüğün düşünceler sütununda gösterilmesine karar vermek olmalıdır.

Değinilen yönler gözetilmeden eksik inceleme ve araştırmayla kurulan hüküm açıklanan bütün bu nedenlerle bozulmalıdır.

KARAR : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde iadesine, 25.10.2011 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

V. ANA PARA İPOTEĞİNDE GÜNCELLEME OLAMAYACAĞINA İLİŞKİN YARGITAY KARARI:
 
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
   
Esas : 2014/38030
Karar : 2015/30941
Tarih : 21/10/2015

Taraflar arasındaki terkin istemli davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, davalı ...'dan olan alacağına karşılık dava konusu ..... ada 1 parseldeki ( eski 1085 parsel ) davalı hissesine 23.02.1987 tarihinde ipotek tesis edildiğini geçen zaman süre içerisinde ipotek bedelinin değer kaybettiğini ileri sürerek, ipotek bedelinin günün şartlarına uyarlanması ve uyarlanacak bu bedelin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davalıya olan borcunu ödediğini, savunarak ipoteğin kaldırılmasını dilemiştir.

Mahkemece, ipotekli alacağın zamanaşımına uğramayacağı gerekçe gösterilmek ve bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle 30.294 TL’nin tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

İpotek kişisel bir alacağın teminat altına alınması amacını güden ve bir taşınmaz değerinden alacaklının alacağını elde etmesini sağlayan sınırlı bir ayni haktır. İpotek tesisi için rehin edilecek taşınmaz maliki ile alacaklı arasındaki anlaşmanın (rehin sözleşmesi) bulunması ve rehin sözleşmesinin Türk Medeni Kanunu'nun 856. maddesi gereğince tapu siciline tescil edilmesi gerekir.

Alacak sona erdiği halde alacaklı terkin taahhüdüne rağmen iradesiyle terkin talebinde bulunmazsa taşınmaz maliki ipoteğin fekkini (kaldırılmasını) dava yolu ile isteyebilir.

Somut olayda; 23.02.1987 tarihli ipotek akdinin çerçevesini tayin eden resmi akit tablosu içeriğinden ipoteğin, 3.000.000 TL karşılığı faizsiz ve 05.11.1987 vade tarihi belirlenmek suretiyle tesis edildiği görülmektedir. Açıklanan bu niteliğe göre ipotek, kesin borç (karz) ipoteğidir. Türk Medeni Kanunu'nun 875. maddesine göre kesin borç (karz) ipoteği, anapara yanında, gecikme faizini ve icra takibi yapılmışsa takip masraflarını da güvence altına alır. Bu kapsamda eldeki davada ipotek, kesin borç ( karz ) ipoteğine ilişkin olup, aleyhine ipotek tesis edilenin borcu, ipotek senedinde yer alan borç miktarı ve ödemede gecikilmesi halinde gecikme faizi kadar olduğundan ve lehine ipotek tesis edilen şahıs sadece bu miktarı ve icra takibi yapmış ise icra masraflarını isteyebileceğinden ipotek bedelinin uyarlanması mümkün değil ise de, davacı ipotek bedelinin uyarlanmasını ve uyarlanmış şeklinin tahsilini istediğinden ve davacının talebi içinde ipotek senedinde yer alan 3.000.000 TL’nin tahsiline dair talep olup olmadığı anlaşılmadığından, davacının talebi içinde ipotek bedeli olan 3.000.000 TL’nin (eski TL) tahsili talebi var ise davacı bunu isteme hakkına sahiptir. Bu itibarla öncelikle davacıya bu hususa ilişkin talebi açıklattırılarak bu kalem alacağın tahsili talebinin bulunması halinde davalıdan ödeme savunmasına ilişkin delilleri sorulup, alınarak ve davalının ödeme savunması üzerinde durularak hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi, davacının ipotek senedinde yer alan miktar için talebinin bulunmaması halinde ise davanın reddine karar verilmesi gerekir. Mahkemece değinilen bu yön gözardı edilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 517,50 harcın istek halinde iadesine, 21/10/2015 gününde oy birliğiyle karar verildi.

27 Ekim, 2018

AVUKATLIK ÜCRET SÖZLEŞMELERİNDEN KAYNAKLI UYUŞMAZLIKLARIN ASLİYE HUKUK MAHKEMELERİNDE GÖRÜLMESİNE İLİŞKİN ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARININ İNCELENMESİ


AVUKATLIK ÜCRET SÖZLEŞMELERİNDEN KAYNAKLI UYUŞMAZLIKLARIN ASLİYE HUKUK MAHKEMELERİNDE GÖRÜLMESİNE İLİŞKİN ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARININ İNCELENMESİ

I. GİRİŞ:

Yürürlükte bulunan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 3’üncü maddesinin l bendinde vekâlet sözleşmeleri tüketici işlemleri içinde sayılmaktadır. Bu nedenle Yargıtay bu yasanın yürürlüğe girmesiyle avukatlık ücret sözleşmelerinden kaynaklanan davalarda avukatlık hizmetinin de tüketici işlemi niteliğinde vekâlet hizmeti kabul edilerek 6502 sayılı yasa kapsamında değerlendirilmesine ilişkin kararlar verdi. Bunun sonucunda uyuşmazlığın miktarına göre tüketici hakem heyetleri ile tüketici mahkemeleri avukatlık ücret uyuşmazlıklarında yetkili hale geldiler. Daha sonra ücret uyuşmazlığına ilişkin avukatlık hizmetinin hangi mahkemede görüldüğüne bakılarak görev ve yetkinin belirlenmesine ilişkin başka Yargıtay kararları da yayınlandı. Buna göre eğer avukat iş sahibinin davasını ticaret mahkemesinde takip etmişse artık iş sahibi tüketici sıfatı taşımayacağı için avukatın verdiği vekâlet hizmetinin de tüketici hizmeti sayılamayacağı kabul edilerek bu davaların asliye hukuk mahkemelerinde görülmesi gerektiğine karar verdi. Ancak avukatlık ücret sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıkların hakem heyetlerinde ve basit yargılama usulüne tabi tüketici mahkemelerinde görülmesi özellikle avukatlarda büyük tepki yarattı ve bu konudaki hukuki tartışma halen devam etmektedir. Aşağıda incelemesini yapacağımız Ankara Bölge Adliye Mahkemesinin en son kararı bu hukuki tartışmada avukatlık ücret sözleşmelerinin 6502 sayılı yasa kapsamında değerlendirilemeyeceğini savunmakta ve son tarihli Yargıtay kararları ile ayrı düşmektedir.

II. KARARIN İNCELENMESİ:

Karara konu avukatlık ücret uyuşmazlığı davacı avukatın iş sahibinin Ankara 13. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmekte olan destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin davada iş sahibi olan davalının kendisini haksız olarak azletmesi nedeniyle hak kazandığı vekalet ücreti alacağına ilişkindir. Davaya bakan Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi 6502 sayılı yasanın 3/I-l maddesi gereği vekâlet ücretinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin tüketici mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş ve dosyanın tüketici mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi de aşağıda incelemesine yaptığımız kararı ile tüketici mahkemesinin değil asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunu belirterek mahkemenin kararını kaldırmıştır.

III. YARGITAY’IN GÖREV KONUSUNDA HUKUKİ DURUŞU:

Yargıtay, elimdeki son karara göre avukatın asliye ticaret mahkemelerinde görülen davalarından kaynaklanan avukatlık ücret uyuşmazlıklarında asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğunu kabul etmektedir.

6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 3. maddesine göre tüketici; ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, tüketici işlemi; mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder. 6502 sayılı yasanın 73. maddesi bu kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür. Bir hukuki işlemin sadece 6502 Sayılı yasada düzenlenmiş olması tek başına o işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın tüketici mahkemesinde görülmesini gerektirmez. Bir hukuki işlemin 6502 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için taraflardan birinin tüketici olması gerekir. Eldeki davada, davacı avukat, davalının vekilliğini üstlendiği dava nedeniyle ödenmeyen vekalet ücretinin tazminini istemektedir. İstanbul 19. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/340 E.-2014/139 K. sayılı ilamında; davalıya ait taşınmaz üzerine yapılan yapı nedeniyle iş yeri sahibi tarafından yapı değerinin daha yüksek olduğundan bahisle tapu iptal ve tescil davası açtığı anlaşılmaktadır. Davacı tarafından davalının vekilliğini yürüttüğü dava iş yeri nitelikli taşınmaz davası olduğundan, davalı 6502 sayılı yasada tanımlanan tüketici vasfını taşımamaktadır. Vekalet sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların 6502 sayılı yasa kapsamında olması için mutlak surette taraflardan en az birisinin tüketici vasfını taşıması gerekir. Somut uyuşmazlıkta davalı, tüketici yasasında tanımı yapılan tüketici kapsamında olmadığından, taraflar arasındaki ilişkinin 6502 sayılı yasa kapsamı dışında kaldığı anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamı dışında kaldığına göre davaya bakma hususunda genel mahkemeler görevlidir. Hal böyle olunca, mahkemece, işin esasına girilerek sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirir.” (Yargıtay 13. HD Esas 2017/6965; Karar 2017/9930; Tarih 20.10.2017)

Bu karara göre Yargıtay avukatlık ücret uyuşmazlıklarını 6502 sayılı yasanın 3’üncü maddesinin birinci fıkrasının l bendine göre tüketici işlemi saymaya devam etmekte ancak avukatın verdiği avukatlık hizmetini avukatlık hizmeti verdiği mahkemeye göre bir ayrıma tabi tutarak asliye ticaret mahkemelerinde verilen avukatlık hizmetinin tüketici hizmeti olamayacağını çünkü asliye ticaret mahkemesinde davası olan iş sahibinin tüketici sıfatı taşıyamayacağını kabil etmekte ve asliye ticaret mahkemesinde görülmekte olan bir dava nedeniyle avukatla iş sahibi arasında meydana gelen bir uyuşmazlıktan ötürü açılan davalarda asliye hukuk mahkemelerinin yetkili olduğuna karar vermektedir. Yargıtay’ın bu kararına göre aşağıda incelemesini yaptığımız Ankara BAM kararı sonuç olarak Yargıtay kararı ile aynı sonucu doğurmuş gibi gözükse de Ankara BAM bu gerekçeye dayanmamaktadır.

IV. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 4. HUKUK DAİRESİNİN DAVALARIN ASLİYE HUKUK MAHKEMELERİNDE GÖRÜLMESİ GEREKTİĞİNE İLİŞKİN GEREKÇESİ:

Ankara BAM 6502 sayılı yasa m. 3/I-l maddesinde sayılan tüketici işlemlerinin maddede geçen “ve benzeri sözleşmeler” ifadesi nedeniyle sınırlayıcı nitelikte olmadığını koşulların olması durumunda bu maddede olmayan sözleşmelerinde 6502 sayılı yasa kapsamında tüketici işlemi sayılabileceğini ancak bu durumunda bu tanım ve kapsamdaki tüm sözleşme ilişkilerinin, birer tüketici işlemi olarak kabul edilmesi sonucunu doğurmayacağını, 6502 sayılı yasada sayılan bu sözleşme türlerinin, her durumda bu yasa kapsamında ele alınması gerektiğinin kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Yüksek mahkeme 6502 sayılı yasa m. 3/I-l de sayılan sözleşme türlerinin tüketici işlemi sayılabilmesi için gerek tüketici ve satıcı sağlayıcı, gerekse tüketici işlemi yönünden, yasada yapılan tanımları karşılayan ve ayrıca yasanın amaç ve ruhuna uygun olan sözleşmelerin bu kapsama dâhil edilebileceğini savunmaktadır. Gerekçesinin kalan kısmında da avukatlık ücret sözleşmelerinin 6502 sayılı yasa m. 3/I-l de sayılan vekâlet sözleşmeleri kapsamına girmeyen gerek tüketici ve satıcı sağlayıcı, gerekse tüketici işlemi yönünden, yasada yapılan tanımları karşılamayan ve ayrıca yasanın amaç ve ruhuna uygun olamayan sözleşmeler olduklarını ispatlamaya çalışmaktadır.

Ankara BAM bu tespiti yaparken yasanın amacını düzenleyen 1’inci maddesinden yola çıkarak yasada belirtilen vekâlet sözleşmelerinin özellikle “sağlık, güvenlik, eğitim, tedavi gibi salt kişisel ihtiyaçlar için yapılmış olan iş görme niteliğindeki vekâlet sözleşmeleri olduğu” sonucuna varılması gerektiğini savunmaktadır. Ancak yasanın amacını düzenleyen 1’inci maddesinde açıkça “tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarının korunması, zararlarının tazmin edilmesi” amaç olarak belirtilmiş olup avukat ile iş sahibi arasında bir ekonomik çıkar olduğu ve zarar doğabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle yüksek mahkemenin gerekçesinin bu kısmı avukatlık ücret sözleşmelerini tüketici işlemi niteliğindeki sağlık, güvenlik, eğitim, tedavi gibi salt kişisel ihtiyaçlar için yapılmış olan iş görme niteliğindeki vekâlet sözleşmelerinde farklı kılmamaktadır. Tam tersine yasada yapılan tanımlardan birini karşılar duruma sokmaktadır.

Ankara BAM’ın dayandığı bir diğer gerekçe ise 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda 02.05.2001 tarihli 4667 sayılı yasayla yapılan bir kısım değişiklikler sonucunda avukat müvekkil arasındaki sözleşme ilişkisi, vekâlet sözleşmesinden ayrı bir sözleşme türü olarak “avukatlık sözleşmesi” şeklinde tanımlandığı; gerek uygulama gerekse doktrin ve yargı kararlarında da bu şekilde kabul gördüğü bu nedenle de 6502 sayılı yasa m. 3/I-l maddesinde belirtilen vekâlet sözleşmeleri kapsamına giremeyeceğidir. Yüksek mahkemenin bu tespiti 1136 sayılı Avukatlık Kanununu ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu arasındaki genel kanun özel kanun ilişkisinin tamamen yok sayılmasıdır. Ayrıca avukat iş sahibi ilişkisine uygulanan 818 sayılı eski Borçlar Kanunu ve 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanununun vekalet sözleşmeleri hükümlerine ilişkin yüzlerce Yargıtay kararı da görmezden gelinmektedir. Her avukatlık ücret sözleşmesi uyuşmazlığında 6098 sayılı TBK’nun vekâlet sözleşmeleri hükümleri ve hatta vekâletsiz iş görme hükümleri uygulanmaktadır. Bu durumda avukatlık ücret sözleşmelerini vekalet sözleşmelerinden ayrı düşünmek hukuken mümkün değildir. Bu iki sözleşme türlerini birbirinden ayrı düşünmek yerine farklılıklarını ortaya koymak daha yerinde bir tespit olacaktır ki aşağıda bu konuya değineceğiz.  

Ankara BAM gerekçesinde Yargıtay’ın kararlarında Türk Ticaret Kanununda düzenlendiği gerekçesiyle eski kanun zamanında tüketici işlemi saymadığı sigorta, taşıma ve bankacılık işlemlerinin de 6502 sayılı yasada belirtildiğini ancak avukatlık ücret sözleşmelerinin ise ayrıca belirtilme gereğinin duyulmadığını bu nedenle de avukatlık ücret sözleşmelerinin bu yasa kapsamında değerlendirilemeyeceğini savunmaktadır. Ancak Ankara BAM bu tespiti ile yukarıda açıkladığımız gerekçesini dayandırdığı 6502 sayılı yasa m. 3/I-l de sayılan sözleşme türlerinin tüketici işlemi sayılabilmesi için gerek tüketici ve satıcı sağlayıcı, gerekse tüketici işlemi yönünden, yasada yapılan tanımları karşılayan ve ayrıca yasanın amaç ve ruhuna uygun olan sözleşmelerin bu kapsama dâhil edilebileceğini ya da bu kapsamda değerlendirilemeyeceği tezine aykırı tespitte bulunmaktadır.

Ankara BAM, gerekçesinin devamında avukatlık ücret sözleşmesinin vekâlet sözleşmelerinden farkını ortaya koyarak devam etmektedir. Öncelikle avukatlık sözleşmesinin

vekâlet sözleşmesinden ayrı, kendine özgü bir sözleşme türü olduğunu belirtmiştir. Avukatlık sözleşmesinin kendine özgü bir sözleşme olduğu açıktır ancak bu onu vekâlet sözleşmelerinden ayırmaz. Ayrıca diğer vekâlet sözleşmelerinin de kendine özgü yapıları vardır. Örneğin sağlık ya da güvenlik sözleşmelerinin özellikleri de diğer vekâlet sözleşmelerine benzemez. Bu durum avukatlık ücret sözleşmesini vekâlet sözleşmesinden büsbütün ayrı değerlendirmeye gerektirecek bir durum değildir.

Ankara BAM avukatın yaptığı savunma görevinin, yasada tüketici işleminin tanımında belirtilen, “mal ve hizmet piyasalarında sunulan bir hizmet” değil, yargılama faaliyeti kapsamında olan bir kamu hizmeti olduğunu savunmaktadır. Avukatın yaptığı hizmetin kamu hizmeti olduğu açıktır. Ancak kendine özel bir piyasası olduğu da unutulmamalıdır. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ve Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Etik İlkeleri bu piyasanın ahlaki değerlerinin korunması için temel kurallar düzenlemektedir. Örneğin; avukatlıkla birleşebilen işleri düzenleyen 12’inci madde, bazı görevlerden ayrılanların avukatlık edememe yasağını düzenleyen 14’üncü madde, çekişmeli hakları edinme yasağını düzenleyen 47’inci madde, avukata çıkar karşılığı iş getirmeyi düzenleyen 48’inci madde, reklam yasağını düzenleyen 55’inci madde, bütün yargı masraflarının iş sahibine ait olacağına ilişkin 173’üncü madde hem avukatlık etik ilkeleri kapsamındadır hem de avukatlık piyasasını düzenleyen maddelerdir. Dolayısıyla avukatlık hizmeti kendine özgü piyasası olan kamu hizmetidir. Hizmet verdiği kişiler 6502 sayılı yasa kapsamında tüketici tanımına giren kişilerde olabilir. Avukatın yargının kurucu unsuru olması ve savunmayı temsil etmesi emeğinin karşılığını hizmeti verdiği kişilerden 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi kapsamında serbestçe almasına ve ücret pazarlığı yapmasına engel oluşturmamaktadır.

Ankara BAM avukatın verdiği hizmetin kamu hizmeti olmasına avukatın yargı görevi yapmakta olduğunu da ekleyerek yaptığı işin tüketici işlemi olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmektedir. Ancak 6502 sayılı yasa işlemin taraflarından birinin tüketici olmasını yeterli görmektedir. Vekâlet hizmetinin kamusal hizmet haline gelmesi durumunda tüketici işlemi olamayacağı açıktır. Örneğin kamu hastanesinde çalışan bir doktorun hatasından kaynaklanan zararda tazminat davası idari yargıda Sağlık Bakanlığı aleyhine idari yargıda tam yargı davası olarak görülür. Tüketici mahkemesinde görülmez. Çünkü vekâleten sağlık hizmetini veren doktur aynı zamanda kamu hizmeti yapmaktadır. Ancak kamu hizmeti vermekte olan avukatın işini yaparken verdiği zararlara karşı açılacak davalarda avukat kamu hizmeti yapıyor diye davaya idari yargıda bakılmaz. Adli yargı görevlidir. Çünkü özel hukuk sözleşmesi geçerlidir. Kamu hizmeti verilen durumlarda da özel hukuk sözleşmesi yapılabileceği bilinen bir durumdur. Bu nedenle avukatın yargı görevi yapıyor olması iş sahibi ile aralarında yapılan sözleşmeyi tüketici işlemi olmaktan çıkartmamaktadır.

Ankara BAM avukatın verdiği hizmetin kamu hizmeti niteliğine vurgu yaparak 6502 sayılı yasanın 6’ıncı maddesinin 2’inci fıkrasında, “Hizmet sağlamaktan haklı bir sebep olmaksızın kaçınılamaz.” hükmünün emredici bir kural olarak düzenlendiğini, bu hükmün avukatlık sözleşmesinde uygulanma imkânı bulunmadığını ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu m. 37/I gereği avukatın, bağımsızlığı gereğince istemediği bir işi gerekçe dahi göstermeksizin reddedebilme imkânına sahip olduğunu bu durumunda 6502 sayılı yasadaki haklı sebep olmaksızın kaçınılamayacağı ilkesi ile bağdaşmadığını belirtmektedir. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu m. 37/I avukata bu hakkı vermektedir ancak bu mutlak bir kaçınma hakkı değildir. Çünkü aynı maddenin ikinci ve üçüncü maddesine göre İşi iki avukat tarafından reddolunan kimse, kendisine bir avukat tayinini baro başkanından isteyebilir. Tayin olunan avukat, baro başkanı tarafından belirlenen ücret karşılığında işi takip etmek zorundadır.” Dolayısıyla avukatların hizmeti sağlamaktan kaçınma hakları mutlak değildir. 6098 sayılı TBK’nda düzenlenmiş olan vekâlet sözleşmelerinde ise m. 503’e göre; Kendisine bir işin görülmesi önerilen kişi, bu işi görme konusunda resmî sıfata sahipse veya işin yapılması mesleğinin gereği ise ya da bu gibi işleri kabul edeceğini duyurmuşsa, bu öneri onun tarafından hemen reddedilmedikçe, vekâlet sözleşmesi kurulmuş sayılır.” 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 37’inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesine göre Reddin, iş sahibine gecikmeden bildirilmesi zorunludur.” Bu iki madde avukatlık ücret uyuşmazlıklarının çözümünde birlikte ele alınmakta ve birlikte yorumlanarak somut olaya uygulanmaktadır. Bu bu durum yukarıda belirttiğimiz avukatlık ücret sözleşmelerini vekalet sözleşmelerinden ayrı düşünmek hukuken mümkün değildir tespitimize örnek oluşturmaktadır.

Ankara BAM’ın bir başka tespiti ise avukatların sorumluluğuna ilişkindir. Ankara BAM Avukatların “yargı görevi” kapsamında, savunmayı temsil etmeleri nedeniyle müvekkillerine karşı ağırlaştırılmış özen borcu altındaki sorumlulukları, gerek vekâlet sözleşmesinde vekilin sorumluluğuna, gerekse yasada “satıcı”, “sağlayıcı” olarak nitelendirilen hizmet sunucularına oranla, çok daha ağır ve kapsayıcıdır. Ağırlaştırılmış özen borcu, avukatlara gerek hukukî, gerek meslekî, gerekse cezaî olarak pek çok sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluklar, avukatın yargılama faaliyetinin bir parçası olması nedeniyle, bir tüketici işlemindeki hizmet sunucusunun sorumlulukları ile mukayese edilemeyeceği gibi bu kapsamda da değerlendirilemez.” görüşündedir. Ankara BAM’ın bu tespiti tamamen doğrudur. Ancak sorumluluğun ağırlığı yukarıdaki hukuki durumları değiştirmiyor. Aşağıda açıklayacağımız garabetin hukuki gerekçesini oluşturuyor.

Ankara BAM avukatlık ücret sözleşmelerinin kendine özel yapısına ve avukatlık hizmetinin çeşitliliğine yönelik olarak de önemli tespitlerde bulunmuştur. Öte yandan, avukatlık sözleşmesi, ticari ve mesleki olmayan uyuşmazlıklar nedeniyle yapılabildiği gibi, ticari ve mesleki alandaki uyuşmazlıkların giderilmesi için de yapılabilmekte, genellikle de tüm uyuşmazlıklar için aynı avukattan hukuki yardım talep edilmektedir. Örneğin müvekkil, bir boşanma davası açılması veya ticari olmayan bir alacağının tahsili için de, ticari işletmesinden kaynaklanan bir dava ya da meslek olarak yapmış olduğu işi nedeniyle de aynı avukatla avukatlık sözleşmesi yapabilmektedir. Çeşitli hukuki yardımlar, çoğu zaman aynı avukattan talep edildiğinden, avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde de bu hukukî ilişkinin bütün olarak ele alınması zorunludur. Zira Avukatlık Kanunu’nda yer alan azil, istifa gibi, doğuracağı hüküm ve sonuçlar tamamen avukatlık sözleşmesine özgü olan hukukî işlemlerin değerlendirilebilmesi için, tüm ilişkinin birlikte ele alınması gereği kaçınılmazdır. Gerçekten de, Avukatlık Kanunu’na göre, avukatın azli ve istifası, tüm hukukî yardımlara ve davalara sirayet etmekte, sözleşme ilişkisini bütünüyle sona erdirmektedir. Örneğin haksız olarak azledildiği iddiasıyla takip etmiş olduğu bir boşanma davası ile ticari bir dava nedeniyle ücret talep eden avukatın, ücrete hak kazanıp kazanamayacağı ve daha pek çok konu, azlin haklı olup olmadığına göre belirlenecektir. Bu ise, sözleşme kapsamındaki tüm hukukî yardımların birlikte ele alınması ile mümkündür. Bu ilişki, bir bütün olduğu için birini diğerinden ayırmak mümkün değildir.” Ankara BAM’ın bu tespitleri tamamen doğrudur. Aynı avukattan birden fazla hukuki yardım alan bir kişinin avukat ücret sözleşmesinden doğan uyuşmazlığının birinin asliye hukuk mahkemesinde diğerinin tüketici mahkemesinden ve hatta miktara göre bir diğerinin tüketici hakem heyetinde görülmesi beklenemez. Garabet dediğimiz durum budur.

V. SONUÇ:

Ankara BAM’ın verdiği kararda son Yargıtay kararlarına aykırı bir durum yok. Yargıtay iş sahibi tüketici sıfatı taşımıyorsa avukat ücret uyuşmazlığından kaynaklanan davaya tüketici mahkemesi değil asliye hukuk mahkemesi bakacak diyor. Ankara BAM’da verilen görevsizlik kararını kaldırmış ancak gerekçe Yargıtay’ın gerekçesinden tamamen farklı.

Ankara BAM, 6502 sayılı yasa m. 3/I-l de sayılan sözleşme türlerinin tüketici işlemi sayılabilmesi için gerek tüketici ve satıcı sağlayıcı, gerekse tüketici işlemi yönünden, yasada yapılan tanımları karşılayan ve ayrıca yasanın amaç ve ruhuna uygun olan sözleşmelerin bu kapsama dâhil edilebileceğini ya da bu kapsamda değerlendirilemeyeceğini savunmakta; avukatlık ücret sözleşmelerinin de yukarıda tartıştığımız nedenlerle kendine özgü sözleşmeler olduğunu ve bu nedenle 6502 sayılı yasa kapsamında vekâlet sözleşmesi sayılamayacağından bu davaların tüketici mahkemelerinin görev alanına girmeyeceğini savunmaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun vekâlet sözleşmelerine ilişkin hükümleri, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu hükümleri ve 6502 sayılı yasanın ne yazık ki ele alınışı değişik zamanlarda gerçekleştiği için bu durumla karşı karşıya kalınmıştır. Avukatlık ücret sözleşmelerinin diğer bütün vekâlet sözleşmelerinde olduğu gibi özel durumlarının bulunduğu ve avukatlık hizmetinin de kamu hizmeti niteliğine sahip olduğu bir gerçek. Ancak avukatların hizmet verdiği kişilerinde çoğulukla 6502 sayılı yasada tanımlanan tüketici kapsamına girdikleri de ortada. Ankara BAM’ın ortaya koyduğu gerekçelerin içinde avukatın aynı kişinin birden fazla dava ve işine bakmış olması durumu dışındaki gerekçelerinin tamamının tüketici hukuku açısından karşı tez ortaya koyabilmek hukuken mümkün. Bunun bir örneğini de yukarıda yaptım. Ancak benim ortaya koyduğum karşı tezler de avukat ücret uyuşmazlıklarının tüketici mahkemelerinde görülmesi gerektiği tezini çok güçlü şekilde ortaya koyamıyor. Bunun nedeni her üç yasanın da avukatlık ücret sözleşmelerine ilişkin uygulanacak kurallar içermesinden kaynaklanıyor. Ancak tüketici işlemleri içinde sigorta, malpraktis davaları, bankacılık işlemleri ve müteahhitten daire alan kişilerin durumu gibi uzmanlık isteyen ve yazılı yargılamayı gerektiren dava ve işler bulunmakta. Bunun dışında tüketici işlemlerinin büyük kısmı basit yargılama ile çözümü mümkün olan işlerden oluşmakta. Avukatlık ücret uyuşmazlıkları da yazılı yargılamayı gerektiren bu tür işlerden biri. Miktarın azlığına bakılarak hiç bir şekilde tüketici hakem heyetlerinde adaletin sağlanması yoluna gidilemeyecek bir dava türü olduğu da açık. Bu nedenle bu dava türlerinin ayrılarak asliye hukuk mahkemelerinin açıkça görevli kılınmaları bir ihtiyaç haline gelmiştir.

VI. İNCELEMESİNİ YAPTIĞIMIZ ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:

T.C.
ANKARA
BÖLGE BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2018/847
KARAR NO    : 2018/1049

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A K A R A R 

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ : ANKARA 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 03/10/2017 

NUMARASI : 2017/76 E. 2017/363 K.  

DAVANIN KONUSU : Alacak

KARAR TARİHİ : 18/05/2018

KARARIN YAZIM TARİHİ :18/05/2018  

Taraflar arasındaki alacak (avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan) davasının yapılan yargılaması sonucunda mahkemece verilen karara karşı davacı tarafça istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dosya incelendi. Gereği görüşülüp düşünüldü. 

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ    : 

Davacı, avukat olduğunu, davalıya vekaleten Ankara 13. Asliye Ticaret Mahkemesinde 2015/581 E. sayılı dosyası ile destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin dava açıp takip ettiğini, dava devam ederken davalının kendisini 14/02/2017 tarihli azilname ile haksız olarak azlettiğini ileri sürerek, hak kazandığı vekalet ücreti alacağı ve dosya masrafları bakımından fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 25,00 TL'nin azil tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı davaya cevap vermemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : 

Mahkemece; 6502 Sayılı Kanun'un 73/1. maddesi uyarınca tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğan uyuşmazlıklarda Tüketici Mahkemeleri görevli olup taraflar arasında aynı Kanun'un 3/1. maddesi gereğince tüketici işlemi olarak kabul edilen vekalet sözleşmesi ilişkisi bulunduğu, iş bu davada mahkemenin görevli olmayıp, tüketici mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine, kararın kesinleştiği tarihten itibaren ya da kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içerisinde taraflardan birisinin başvurması halinde dosyanın görevli ve yetkili olan Ankara Nöbetçi Tüketici Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş; karara karşı davacı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. 

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ : 

Davacı, kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'da belirtilen "vekalet" sözleşmesi ile, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda düzenlenen genel vekalet sözleşmesinin kastedildiğini, 1136 Sayılı Avukatlık  Kanunu'nda düzenlenen avukatlık sözleşmesinin ise bu kapsamda yer almadığını, Yargıtay 20. HD'nin 2016/8838E. 9298K. sayılı ilamı ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 14. HD'nin 2016/108E ve 108K. sayılı ve Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 2017/1364 E. 2017/1115 K. sayılı kararlarının da bu doğrultuda olduğunu ileri sürerek, davada görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olması nedeniyle, ilk derece mahkemesine ait görevsizlik kararının kaldırılmasını istemiştir. 

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE:

Dava, avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan ücret alacağı ile dosya masraflarının tahsili istemine ilişkindir. 

Mahkemece, 6502 sayılı Kanun gereğince davada görevli mahkemenin tüketici mahkemesi olduğu kabul edilerek görevsizlik kararı verilmiştir. 

Uyuşmazlık, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin "tüketici" işlemi olup olmadığı, iş bu davanın 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında olup olmadığı ve buradan varılacak sonuca göre de mahkemece verilen görevsizlik kararının isabetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 

28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) 3/1-l maddesinde, “tüketici işlemi” tanımlanırken, bazı sözleşme türlerinin de tüketici işlemi olarak belirtilmesi, “vekâlet” sözleşmesinin de bu sayılanlar arasında yer alması nedeniyle, avukatlık sözleşmelerinin bu kapsamda bir tüketici işlemi olup olmadığının irdelenmesi gereklidir.

6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “amacı”, “Bu Kanunun amacı, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri almak, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir.” şeklinde açıklanmış; 2. maddesinde de, Kanun’un her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsadığı belirtilmiş, 3. maddesinde ise kavramlarla ilgili tanımlamalara yer verilmiştir. 

Buna göre “Hizmet”, Bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan ya da yapılması taahhüt edilen mal sağlama dışında her türlü tüketici işleminin konusunu, 

“Sağlayıcı”, Kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye mal sunan ya da hizmet sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, “Satıcı”,  Kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye mal sunan ya da mal sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, “Tüketici”, Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, “Tüketici işlemi” ise, “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır.    

Görüldüğü üzere; 6502 sayılı Kanun’da tüketici işlemi tanımlanırken, örnekleme de yapılarak, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık sözleşmelerinden bahsedilmiş, daha sonra da “ve benzeri sözleşmeler” denilmek suretiyle, bu sayılanların sınırlayıcı olmadığı, bunların dışındaki bir sözleşmenin de, şartları bulunduğu sürece TKHK kapsamında değerlendirilebileceği ifade edilmiştir.

Belirtmek gerekir ki; Kanun’da bir kısım sözleşme türlerinden bahsedilmiş olması, bu tanım ve kapsamdaki tüm sözleşme ilişkilerinin, birer tüketici işlemi olarak kabul edilmesi sonucunu doğurmaz. Başka bir ifade ile Kanun’da sayılan bu sözleşme türlerinin, her hâlükârda TKHK kapsamında ele alınması gerektiği kabul edilemez. Gerek tüketici ve satıcı sağlayıcı, gerekse tüketici işlemi yönünden, Kanun’da yapılan tanımları karşılayan ve ayrıca TKHK’nun amaç ve ruhuna uygun olan sözleşmeler bu kapsama dâhil edilebilir. 

Nitekim, bir “eser” sözleşmesi niteliğinde bulunan kat karşılığı inşaat sözleşmesinin, tüketici işleminin özelliklerini taşımadığı, bu nedenle de TKHK kapsamında bulunmadığı, son tarihli Yargıtay kararları ile kabul edilmektedir. (Bkz. Y.23.HD, T. 15.3.2016, E. 2016/62, K. 2016/1616 ; Y. 13.HD, T. 20.10.2015, E. 2015/29195, K. 2015/30488)   

Konu, “vekâlet” sözleşmesi yönünden ele alınacak olursa;

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun, 502/1. maddesine göre; vekâlet sözleşmesi, vekilin, vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği, günlük hayatta sıkça karşılaştığımız bir sözleşme türüdür. Aynı Kanun’un 502/2. maddesinde de, “Vekâlete ilişkin hükümler, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemiş olan iş görme sözleşmelerine de uygulanır.” hükmü nedeniyle vekâlet sözleşmesi, hukukumuzda kapsayıcı bir sözleşme olup, Borçlar Kanunu’nda düzenlenmeyen iş görme sözleşmelerine de vekâlete ilişkin hükümler uygulanmakta, bu sözleşmelerin hukukî niteliği de “vekâlet” olarak tanımlanmaktadır. Örneğin özel hastaneler ve bu hastanelere tıbbi yardım almak için başvuran kişiler arasında kurulan sözleşme ilişkisi, gerek uygulamada gerekse doktrinde vekâlet sözleşmesi olarak nitelendirilip, bu ilişkiden doğan uyuşmazlıklara da vekâlete ilişkin hükümler uygulanmaktadır. Yine, eğitim, güvenlik, müşavirlik gibi bir iş görme edimine dayalı olup, Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmeyen sözleşmeler de vekâlet olarak kabul edilmekte, bu sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklarda da Borçlar Kanunu’nun vekâlete ilişkin hükümlerine başvurulmaktadır. 

Öte yandan, vekâlet hükümlerinin uygulandığı örneğin noter ile iş sahibi arasındaki (kamu hukukunu ilgilendiren resmi işlemler dışındaki) ilişki, tahkim yargılamasındaki hakem sözleşmesinde, hakem veya hakem kurulu ile taraflar arasındaki ilişki ve ayrıca arabuluculuk sözleşmesinde taraflar ve arabulucu olarak seçilen kişiler arasındaki ilişki de, maddi hukuk anlamında özel hukuk hükümlerine tâbi bir sözleşme ilişkisi olup, bu sözleşmeler de, nitelikleri itibariyle birer vekâlet sözleşmeleridir.  

O halde, 6502 sayılı TKHK’nun 1. maddesinde düzenlenen, “tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarının korunması, zararlarının tazmin edilmesi” şeklindeki genel amacı ve kapsamı dikkate alındığında, Kanun’da sözü edilen vekâlet sözleşmesinin, (bu kapsam ve tanımdaki tüm sözleşmeleri değil) ticari ve mesleki olmayan amaçlarla, örneğin sağlık, güvenlik, eğitim, tedavi gibi salt kişisel ihtiyaçlar için yapılmış olan iş görme niteliğindeki vekâlet sözleşmeleri olduğu sonucuna varılmalıdır. 

6502 sayılı Kanun’da tüketici işleminin, sözleşme türleri de örnek verilmek suretiyle yeniden tanımlanmasının gerekçesi ve “avukatlık sözleşmesi”nin bu kapsamda olup olmadığının irdelenmesine gelince;

6502 sayılı Kanun’un 3. maddesinin gerekçesinde, ismen sayılan sözleşmelerin Kanun kapsamına alınmasına ilişkin herhangi bir açıklama getirilmemiş, sadece, uygulamada ortaya çıkan ve tüketici sözleşmelerinin kapsamını daraltan yorumların önüne geçilmesinin düşünüldüğü belirtilmiştir. 

Kanun’da yapılan yeni tanımlamalarla, “tüketici işlemi”nin kapsamının daha geniş tutulmak istendiği kuşkusuzdur. Gerçekten de, 6502 sayılı TKHK’ndan önce, Mülga 4077 sayılı TKHK’nun uygulandığı dönemde, salt kullanma ve tüketme amacıyla yapılan basit ve dar kapsamlı olağan tüketim işlemlerini konu alan (örneğin bir kimsenin, evi için dolap ya da badana boya yaptırması gibi) hukuki işlemler, “eser sözleşmesi” niteliğinde oldukları gerekçesiyle, o dönemdeki Yargıtay kararlarında tüketici işlemi olarak kabul edilmiyordu. Aynı durum, tedavi olmak amacıyla özel hastanelere başvuran hasta ile (sağlık konusunda bir ticari işletme niteliğindeki) özel hastaneler arasındaki hukukî işlemler için de söz konusu idi. Gerek doktrin gerekse öteden beri kökleşmiş ve sapma göstermeyen yargı kararları ile niteliği bir “vekâlet” sözleşmesi olarak kabul edilen bu ilişkiden doğan uyuşmazlıklar, “vekâlet sözleşmelerinin TKHK kapsamında olmadığı” gerekçesiyle Yargıtay tarafından bir tüketici işlemi olarak kabul edilmiyordu. Bu nitelikteki “eser” ve “vekâlet” sözleşmelerinin, birer tüketici işlemi oldukları ve bu uyuşmazlıkların tüketici mahkemelerinde görülmesi gerektiği yönündeki mahkeme kararları da Yargıtay’ca görev noktasından bozulmakta idi. Aynı durum taşıma ve sigorta sözleşmeleri için de geçerli idi.

6502 sayılı Kanun’dan önce, yukarıda sözü edilen “eser”, “vekâlet”, “taşıma” ve “sigorta” sözleşmeleri yönünden uygulamada mevcut olan tereddüt ve farklı nitelikteki kararlar, avukatlık sözleşmeleri açısından ise söz konusu değildi. Bu dönemde, avukat ve müvekkil arasındaki sözleşme ilişkisinin, TKHK kapsamında ele alınması gerektiği yönünde mahkeme kararlarına rastlanmadığı gibi, gerek avukat, gerekse müvekkil tarafından bu sözleşmeden kaynaklanan davaların, “tüketici işlemi” olduğuna ilişkin bir iddia ya da bu yönde açılmış bir dava da mevcut değildi. Dolayısıyla avukatlık sözleşmelerinin bir tüketici işlemi olup olmadığının tartışıldığı herhangi bir Yargıtay kararı da bulunmuyordu. 

O halde, 6502 sayılı Kanun’un 3. maddesinin gerekçesinde, ismen sayılan sözleşmelerin Kanun kapsamına alınmasına ilişkin olarak “uygulamada ortaya çıkan ve tüketici sözleşmelerinin kapsamını daraltan yorumların önüne geçilmesi” şeklindeki gerekçe ile, avukatlık sözleşmelerinin kastedilmediği açıktır. Kaldı ki, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda 2.5.2001 tarihli 4667 sayılı Kanun’la yapılan bir kısım değişiklikler sonucunda avukat müvekkil arasındaki sözleşme ilişkisi, vekâlet sözleşmesinden ayrı bir sözleşme türü olarak “avukatlık sözleşmesi” şeklinde tanımlanmış olup, gerek uygulama gerekse doktrin ve yargı kararlarında da bu şekilde kabul görmektedir.  

Esasen 6502 sayılı Kanun’un 3. maddesindeki gerekçede, uygulamada farklı kararlara neden olan, Yargıtay’ın TKHK’da düzenlenmediğini belirterek tüketici işlemi olarak kabul etmediği, salt kullanma ve tüketme amacıyla yapılan eser sözleşmeleri ile, hasta ve özel hastane/doktor arasındaki (yapılan işleme göre eser niteliğinde de olabilen) vekalet sözleşmelerinin kastedildiği çok açıktır. Yine sigorta, taşıma ve bankacılık işlemleri yönünden de, Yargıtay kararları ile, bu sözleşmelerin Türk Ticaret Kanunu'nda düzenlendiği gerekçesiyle TKHK kapsamında kabul edilmemeleri de, bu sözleşmelerin ismen Kanun’da belirtilme gereğini doğurmuştur.  

Bu tespitten sonra avukatlık sözleşmesinin, kanunda tanımı yapılan bir “tüketici işlemi” olup olmadığı değerlendirilecek olursa;

Avukat ve müvekkil arasında kurulan avukatlık sözleşmesi, ayrı bir kanun olan Avukatlık Kanunu’nda (AK) düzenlenen, vekâlet sözleşmesinden ayrı, kendine özgü bir sözleşme türüdür. Bu sözleşmede müvekkil açısından güdülen amaç, bir iş görme ediminin, salt kişisel ihtiyaçlar için bir başkası tarafından yerine getirilmesi değildir. Nitekim Avukatlık Kanunu’nun, 1, 2, 34, 35, 58, 62. maddelerinde düzenlenen, avukatlığın amacı ve avukatların, yargının kurucu unsurlarından olan savunmayı (müvekkili nezdinde) temsil etmelerine ilişkin görevleri dikkate alındığında da bu husus açıkça anlaşılmaktadır.   

Yargının kurucu ögesi olan ve bağımsız savunmayı temsil eden avukatın yaptığı savunma görevi, Kanun’da “tüketici işlemi”nin tanımında belirtilen, “mal ve hizmet piyasalarında sunulan bir hizmet” değil, yargılama faaliyeti kapsamında olan bir kamu hizmetidir. 

Nitekim 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1. maddesinde, “Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir.” denildikten sonra, “Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.” ifadelerine yer verilmiştir. 

Aynı Kanun’un 2. maddesinde de avukatlığın amacı, “hukukî münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukukî mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.” şeklinde açıklandıktan sonra, 2. fıkrasında da, “Avukat, bu amaçla hukukî bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.” denilmiştir. 

Ayrıca, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun tanımlar başlıklı 6/1-d maddesinde yer alan, “yargı görevi yapan deyiminden, yüksek mahkemeler ve adli, idari ve askeri mahkemeler üye ve hâkimleri ile Cumhuriyet Savcısı ve Avukatlar anlaşılır.” şeklindeki emredici nitelikteki hüküm de, avukatların, yargının sav-savunma-karar aşamalarından biri olan savunmayı temsil eden bir “yargı görevi” yapmakta olduklarını açıkça göstermektedir.

Bu durumda; amacı, hukukî anlaşmazlıkların, adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını, her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamak olan avukatın, bu doğrultuda ifa etmekte olduğu “yargı görevi”nin, bir “tüketici işlemi” olduğunu kabul etmek mümkün değildir.

Yine, avukatın, yargılama faaliyetinde savunmayı temsil etmesi ve bu konuda (AK ve meslek kurallarıyla sınırları belirlenmiş olsa da) bağımsız olması, avukatla yapılan sözleşmenin, bir “tüketici işlemi” olarak kabulüne imkân vermemektedir. Örneğin, TKHK’nun 6. maddesinin 2. fıkrasında, “Hizmet sağlamaktan haklı bir sebep olmaksızın kaçınılamaz.” hükmü emredici bir norm olarak düzenlenmiş iken, bu hükmün avukatlık sözleşmesinde uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Zira avukat, bağımsızlığı gereğince istemediği bir işi gerekçe dahi göstermeksizin reddedebilme imkânına sahiptir (AK m. 37/1.)

Avukatların “yargı görevi” kapsamında, (müvekkilleri nezdinde) savunmayı temsil etmeleri nedeniyle müvekkillerine karşı ağırlaştırılmış özen borcu altındaki sorumlulukları, gerek vekâlet sözleşmesinde vekilin sorumluluğuna, gerekse TKHK’da “satıcı”, “sağlayıcı” olarak nitelendirilen hizmet sunucularına oranla, çok daha ağır ve kapsayıcıdır. Ağırlaştırılmış özen borcu, avukatlara gerek hukukî, gerek meslekî, gerekse cezaî olarak pek çok sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluklar, avukatın yargılama faaliyetinin bir parçası olması nedeniyle, bir ”tüketici işlemi”ndeki hizmet sunucusunun sorumlulukları ile mukayese edilemeyeceği gibi, bu kapsamda da değerlendirilemez.  

Ayrıca bir hukuki işlemin “tüketici işlemi” olarak kabul edilebilmesi için, ticari ve mesleki olmayan amaçlarla, salt kişisel ihtiyaçlar için yapılmış olması gerektiği kuşkusuzdur. Oysa ki avukatlık sözleşmesinde avukatın, yargı görevi kapsamındaki savunmayı temsil etmesi ve bu amaçla hukukî bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis etmesi karşısında, bu sözleşmenin, salt kişisel ihtiyaçlar dolayısıyla değil, “adaletin tecellisi” gibi, tüm toplumu ilgilendiren amaçlarla da yapıldığını kabul etmek gereklidir. Örneğin bir cinayet davasında, maddi hakikatin ortaya çıkarılmasında, sadece avukattan hukukî yardım talep edenin değil, tüm toplumun menfaati bulunmaktadır. 

Öte yandan, avukatlık sözleşmesi, ticari ve mesleki olmayan uyuşmazlıklar nedeniyle yapılabildiği gibi, ticari ve mesleki alandaki uyuşmazlıkların giderilmesi için de yapılabilmekte, genellikle de tüm uyuşmazlıklar için aynı avukattan hukuki yardım talep edilmektedir. Örneğin müvekkil, bir boşanma davası açılması veya ticari olmayan bir alacağının tahsili için de, ticari işletmesinden kaynaklanan bir dava ya da meslek olarak yapmış olduğu işi nedeniyle de aynı avukatla avukatlık sözleşmesi yapabilmektedir. 

Çeşitli hukuki yardımlar, çoğu zaman aynı avukattan talep edildiğinden, avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde de bu hukukî ilişkinin bütün olarak ele alınması zorunludur. Zira Avukatlık Kanunu’nda yer alan azil, istifa gibi, doğuracağı hüküm ve sonuçlar tamamen avukatlık sözleşmesine özgü olan hukukî işlemlerin değerlendirilebilmesi için, tüm ilişkinin birlikte ele alınması gereği kaçınılmazdır. 

Gerçekten de, Avukatlık Kanunu’na göre, avukatın azli ve istifası, tüm hukukî yardımlara ve davalara sirayet etmekte, sözleşme ilişkisini bütünüyle sona erdirmektedir. Örneğin haksız olarak azledildiği iddiasıyla takip etmiş olduğu bir boşanma davası ile ticari bir dava nedeniyle ücret talep eden avukatın, ücrete hak kazanıp kazanamayacağı ve daha pek çok konu, azlin haklı olup olmadığına göre belirlenecektir. Bu ise, sözleşme kapsamındaki tüm hukukî yardımların birlikte ele alınması ile mümkündür. Bu ilişki, bir bütün olduğu için birini diğerinden ayırmak mümkün değildir. 

Başka bir ifade ile avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde, mesleki ya da ticari amaçlarla yapılıp yapılmadığına bakılarak, aynı sözleşme kapsamındaki davaların birbirinden ayrılması, bu sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların isabetli olarak çözülmesini adeta imkânsız hale getirir. Aksine, aynı taraflar arasında ve aynı sözleşme kapsamındaki uyuşmazlıkların, aralarında sıkı surette bağlantı olması nedeniyle birlikte görülmesi gerekli ve zorunludur. 

Kaldı ki bu sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, çoğu zaman birden fazla dava, takip ve diğer hukuki yardımları kapsamakta olup, gerek müvekkil tarafından avukata karşı, gerekse avukat tarafından müvekkile karşı açılan alacak, tazminat ve benzeri davalarda incelenmesi gerekli olan hususlar, hukukun pek çok alanını (özel hukuk, ceza hukuku, idare ve vergi hukuku v.b), yargı merciini (her derecedeki hukuk ve ceza mahkemeleri, idare mahkemeleri, Tahkim, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, AİHM vb.) ve bu mercilerde yapılan yargılamaları ilgilendirdiğinden, konunun kapsamı ve karmaşıklığı karşısında bu davaların, dilekçelerin verilmesi, tahkikat ve hüküm aşamaları yönünden daha kısa ve basit şekilde sonuçlandırılmasında yarar görülen basit yargılama usulüne tabi tutularak çözülemeyeceği de izahtan varestedir. 

Özetle, avukatlık sözleşmesinde, sözleşmenin bir tarafı olan “müvekkil”, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 3/1-k maddesindeki “tüketici” tanımına uymadığı gibi, bu sözleşmenin bir “tüketici işlemi” de olmadığı, dahası sözleşmenin diğer tarafı olan avukatın, mal ve hizmet piyasalarında faaliyet gösteren ve hizmet sunan bir “sağlayıcı” da olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. 

Avukatlık sözleşmesinin, vekâlet sözleşmesi görünümünde olmakla beraber, ondan tamamen ayrı ve kendine özgü (sui generis) nitelikleri olan bir sözleşme türü olması, avukatın da bu sözleşmede, yargılama faaliyetinin bir parçası ve unsuru sıfatıyla, yargısal bir fonksiyon olan savunma görevini ifa etmesi dikkate alındığında, 6502 sayılı Kanun’un, salt kişisel ihtiyaçlara yönelik olan genel vekalet sözleşmeleri ile, yine Türk Borçlar Kanunu’nun 502/2. maddesi gereğince (vekâlet hükümlerinin uygulandığı) sağlık, temizlik, eğitim, güvenlik, müşavirlik gibi iş görme edimlerine dayalı vekâlet sözleşmelerini kapsadığının, avukatlık sözleşmelerinin ise bu kapsamda olmadığının kabulü gerekir. 

Nasıl ki, hukukî niteliği bir “vekâlet” sözleşmesi olan hakem sözleşmesinde, taraflarla hakem arasındaki ilişkiye TKHK hükümleri uygulanamazsa, yargının kurucu bir unsuru olan, bağımsız ve tarafsız savunmayı temsil eden avukatla müvekkil arasındaki ilişkiye de, TKHK hükümleri uygulanamaz. Her ikisinde de yapılan iş bir tüketici işlemi değil, yargısal bir faaliyettir. Hakemler, yargılama faaliyetini bizzat yürütmekte, avukatlar ise yargılamanın bir parçası niteliğindeki, onun olmazsa olmaz kurucu bir öğesi olan “savunma”yı temsil  etmektedir.

Serbest çalışan bir avukatın, üstlenmiş olduğu savunma görevi kapsamında, belli bir miktar ücrete hak kazanması da, yapılan işi, yargı faaliyetinden çıkarıp, bir tüketici işlemi haline getiremeyeceği gibi, bağımsız savunmayı temsil eden avukatı da TKHK’da tanımlanan “satıcı”, “sağlayıcı”, “girişimci”, “müteşebbis” kapsamına dâhil edemez. Kaldı ki AK’nun 11. maddesinde, avukatlıkla birleşemeyen işler sayılmış olup, mesleğin ticari bir faaliyet olmaması nedeniyle, avukatların tacirlik, esnaflık gibi işlerle iştigal etmeleri de yasaklanmıştır.

Yine arabuluculuk sözleşmesinde de, taraflar ve arabulucu olarak seçilen kişi ya da kişiler arasında kurulan sözleşme ilişkisi de bir “vekâlet sözleşmesi” niteliğinde olup (TBK md.502/2), bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda da (örneğin arabulucunun ücretinin ödenmemesi durumunda), ne arabulucunun TKHK’da tanımı yapılan “satıcı” ya da “sağlayıcı”, ne de sözleşmenin diğer tarafını oluşturan tarafların birer tüketici olduklarından söz edilemeyeceği gibi, arabuluculuk konusunda yapılan faaliyet de, bir tüketici işlemi olarak kabul edilemez. Zira yapılan faaliyet, dayanağını kanundan alan belli şart ve emredici kurallara bağlanan, alternatif bir uyuşmazlık çözüm biçimi olarak, Devlet yargısını destekleyici bir faaliyettir. 

Kaldı ki avukatların, Avukatlık Kanununun 35/A maddesinde belirtilen uzlaşma sağlama yetkileri de bulunmakta olup, bu yetki kapsamında karşı tarafı uzlaşmaya davet edebilecekleri, davetin kabulü ve uzlaşmanın sağlanması halinde de, taraflarca imzalanacak tutanağın, İcra İflas Kanunu’nun 38. maddesinde belirtilen ilam niteliğinde olacağı, kanun hükmüyle kabul edilmiştir. 

Sonuç olarak, niteliği bir “vekâlet” sözleşmesi olsa da, hakem sözleşmesinde, hakem ya da hakem kurulunun görevi yargısal bir faaliyet olduğundan, yine arabuluculuk sözleşmesinde, arabulucunun görevi Devlet yargısını destekleyici bir faaliyet olduğundan “tüketici işlemi” olarak kabul edilemeyeceği gibi, avukatlık sözleşmesinde de avukatın görevi, yargının kurucu unsuru olan ve bağımsız savunmayı temsil eden yargısal bir faaliyet olup, tüketici işlemi olarak kabul edilemez. 

Açıklanan tüm bu nedenlerle, somut uyuşmazlığın çözümünde görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesi olduğundan ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak yargılamanın yapılması için dosyanın mahalline gönderilmesine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davanın niteliğine göre, Asliye Hukuk Mahkemesince bakılması gerektiği halde mahkemece görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, HMK’nın 353/1/a/3. maddesi gereğince, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 03/10/2017 tarih, 2017/76 Esas, 2017/363 Karar sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, 

2-Yargılamanın yapılmak üzere dosyanın Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

3-Peşin alınan istinaf karar ve ilam harcının istek halinde davacıya iadesine,

4-İstinaf kararının yerel mahkemesince taraflara tebliğine,     

Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda 18/05/2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.