AYNI MARKANIN FARKLI MALLAR/EMTİALAR YÖNÜNDEN
TESCİL
ETTİRİLMESİ
I.
GİRİŞ:
Marka ve patent hukukunda en çok görülen uyuşmazlıklardan biride
aynı markanın birden çok mallar için ya da birden çok sınıfta
bulunan emtialar için tescil ettirilmesi durumunda başkalarının
bu markayı kullanamamasından kaynaklanmaktadır. Bu makalemizde bu
konuyu Yargıtay kararları çerçevesinde ele alacağız.
II.
UYGULAMADA YAPILAN MARKA BAŞVURULARI:
Bir çok şirket marka başvurusunu iştigal ettiği alan dışındaki
başka ürünler için de yapmaktadır. Örneğin “A” isimli
marka başvurusunu iştigal alanı ayakkabı imalatı olan bir şirket
otomobil alım satım işi için de yapmakta ve kendi adına “A”
markasının tescilini talep etmektedir. TPE yapılan tescil
talebinde hukuka aykırı bir durum görmediğinde bu başvuruyu
kabul etmekte ve böylece “A” markası hem ayakkabı imalatı
için hem de otomobil alım satım işi için aynı şirket ya da
kişi adına tescil edilebilmektedir. “A” markasını kendi adına
tescil ettiren kişi bütün ticari hayatı boyunca sadece ayakkabı
imalatı ile iştigal etmiş olsa ve hatta marka başvurusundan sonra
da otomobil alım satım işi ile de hiç ilgilenmese de “A”
markası otomobil alım satım işi için o kişi adına tescil
edilmiş olmakta ve başka bir kişinin “A” markasını otomobil
alım satım işi için kullanması engellenmektedir.
III.
KULLANILMAYAN FARKLI EMTİALAR İÇİN MARKA BAŞVURUSUNDA
BULUNULMASI KÖTÜNİYETLİDİR:
Yargıtay
11. Hukuk Dairesi aşağıya tam metnini aldığımız 2016 / 14696
Esas; 2018 / 6029 Karar ve 04/10/2018 Tarih sayılı kararında bu
konu ile ilgili olarak aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur.
Öncelikle
aynı markayı birden fazla emtia için tescil ettiren kişinin
markasının “Tanınmış olması” gerekmektedir.
Eğer birden fazla emtia için markayı tescil ettiren kişinin
markasının tanınmışlık durumu söz konusu değilse markayı
önceden tescil ettiren kişi ile başka emtialar ya da marka
sahibinin kullanmadığı emtialar için tescil başvurusunda bulunan
kişinin markalarında
yer alan işaretlerin yüksek düzeyde benzerliği ve çekişmeli
malların niteliği dikkate
alınmak zorundadır. Yukarıda verdiğimiz örnekte “A”
markasının hem ayakkabı imalatı hemde otomobil alım satımı
için tescil ettirilmiş olması durumunda her iki mal ve hizmetin
birbiriyle bir ilgisinin olmadığını göstermektedir.
Bu
durumda tescilli
markayı kullanmak isteyen kişinin markası kapsamındaki tüm
emtialar yönünden iltibas tehlikesinin bulunduğu, bu marka
başvurusunun kötü niyetli olduğu sonucuna
ulaşılamayacağı tespit edilmiştir. Yani bir başka kişinin “A”
markası için de otomobil alım satımı için ya da ayakkabı
imalatı dışında bir emtia için marka başvurusunda bulunması
durumunda iltibas tehlikesinden söz edilemeyecektir.
Ayrıca
Yargıtay faaliyette
bulunacağı sektörde markaya yatırım yapacak olan bir ticari
işletmenin birbiriyle bu kadar alakasız bir çok marka için yakın
dönemde marka başvurusu yapmış olmasının ve buna ilaveten yine
faaliyette bulunacağı sektörde markaya yatırım yapacak olan bir
başka ticari işletmenin tüm bu markaları birlikte devir alarak
olağan bir ticari faaliyette bulunduğunun söylenemeyeceği,
birbirinden bu denli farklı ve bu kadar çok sayıda markanın
tescil ettirilmeye çalışılması ve devir alınmasının marka
ticareti yapmaya yönelik kötü niyetli bir girişim olarak
değerlendirildiği sonucuna varmıştır.
IV.
MARKANIN TANINMIŞLIĞI ÖLÇÜTÜ:
Yargıtay
aşağıya tam metnini aldığımız bu kararında markanın
“tanınmış olmaması” durumunda bu tespitlerin
geçerli olduğuna karar vermiştir. Markanın tanınmışlığının
ölçütünü ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/11-695 Esas;
2011/47 Karar; 09.02.2011 Tarih sayılı kararında açıkça ortaya
koymuştur.
Yargıtay
HGK, tanınmış marka kavramı ile, bir ülkenin bir veya birkaç
yöresinde tutunmuş markalar değil, dünya çapında olmasa bile,
yurt içi ve yurt dışında ilgili çevrelerce bilinen; Paris
Sözleşmesi’ne üye devletlerden birinin vatandaşına veya o
ülkelerden birinde yerleşik olan ya da ticari veya sınai işletmeye
sahip kişilere ait markaların kastedilmekte olduğunu tespit
etmiştir.
WİPO
(Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü) tanınmış marka kriterlerini
tespit etmiş ve yayınlamıştır. TPE de 2004 yılında tanınmış
marka kriterlerini açıklamıştır. Kararda Paris Sözleşmesine de
yollamada bulunulmuştur. Paris Sözleşmesi’nde “iyi
bilinen marka” ifadesi kullanılmıştır. Bu kavramla,
dünya çapında olmasa bile, geniş halk kitlelerinin tanıdığı,
yüksek ekonomik değere sahip marka ifade edilmek istenmiştir.
Diğer bir deyiş ile, dünya çapında maruf olmasa bile Paris
Sözleşmesi’ne üye ülkelerde, hatta üye ülkelerin bazılarında
bilinen markanın tanınmış marka kategorisinde sayılması
gerekir.
Tanınmış
marka sahibinin 556 sayılı KHK’nin 7/1-(i) bendi, 8/4.fıkrası
ve 42/1-(a) bendine göre; “tanınmış markasının aynı ya da
benzerini” bir başkası tarafından farklı mallar ve hizmetler
için yapılan marka başvurusuna itiraz ve tescil edildiği taktirde
hükümsüzlüğünü istemek; yine aynı KHK’nin 9/1-(c) bendi ve
61. maddelerine göre de, “tanınmış markayı oluşturan işaretin
aynı yada benzerinin” farklı mal ve hizmetler üzerinde
kullanılmasının önlenmesini istemek hak ve yetkilerine sahip
olacağını belirtmiştir.
Kararın
yayınlanmasından sonra 556 sayılı KHK yürürlükten kalkmış ve
onun yerini 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu almıştır. Bu
kanunun 6’ncı maddesinin 4 ve 5’inci fıkralarına göre;
“Paris
Sözleşmesinin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesi bağlamındaki
tanınmış markalar ile aynı veya benzer nitelikteki marka
başvuruları, aynı veya benzer mal veya hizmetler bakımından
itiraz üzerine reddedilir.”
“Tescil
edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir
markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi
nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın
itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin
zedelenebileceği hâllerde, aynı ya da benzer markanın tescil
başvurusu, haklı bir sebebe dayanma hâli saklı kalmak kaydıyla,
başvurunun aynı, benzer veya farklı mal veya hizmetlerde yapılmış
olmasına bakılmaksızın önceki tarihli marka sahibinin itirazı
üzerine reddedilir.”
Yeni
kanunun 4’üncü fıkrasında markanın “Tanınmış olma”
ölçütünde Paris Sözleşmesine yollama yapmaktadır. 5’inci
fıkrasında ise “Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık
düzeyi” ölçütü
getirilmiş benzer markanın başvurusu için de “haklı
bir sebebe dayanma hâli saklı kalmak kaydıyla” denilerek
ayrık durum ortaya konulmuştur.
Yukarıda
verdiğimiz örnek dikkate alındığında ayakkabı imalatı için
“A” markasını tescil ettirmiş olan kişi Türkiye genelinde
tanınmışlık düzeyine ulaşmışsa aynı ve benzer mal ve
hizmetler yönünden 4’üncü ve 5’inci fıkra kapsamında bir
başkasının “A” markasının başvurusunun tescilinin iptalini
isteyebilecektir. Ancak oto alım satım işi için aynı tanınmışlık
düzeyine ulaşmamışsa ve oto alım satımının ayakkabı imalatı
ile bir ilgisi de bulunmadığından bu konudaki “A” markasının
tescilinin iptalini de bir başka kişi 5’inci fıkradaki “haklı
bir sebebe dayanma hâli” nedeniyle
isteyebilecektir.
V.
KULLANILMAYAN FARKLI EMTİALAR İÇİN MARKA BAŞVURUSUNDA
BULUNULMASININ KÖTÜNİYETLİ KABUL EDİLDİĞİNE İLİŞKİN
YARGITAY KARARI:
T.C.
YARGITAY
11.
Hukuk Dairesi
ESAS
NO : 2016/14696
KARAR
NO : 2018/6029
TARİH
: 04/10/2018
Taraflar
arasında görülen davada Ankara 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk
Mahkemesi’nce verilen 23.05.2016 tarih ve 2014/276-2016/145 sayılı
kararın Yargıtayca incelenmesinin davalı TPE vekili tarafından
istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği
anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Mustafa
İbrahim Adır tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine
dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm
belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp,
düşünüldü:
Davacı
vekili, müvekkiline ait “crema d’oro” isimli
markayı gerekçe göstererek davalı şirketin “crema doro”
isimli marka başvurusuna iltibas, tanınmışlık ve kötü niyet
vakıasına dayalı olarak TPE nezdinde itiraz ettiklerini, yapmış
oldukları itirazın TPE YİDK tarafından kısmen kabul edildiğini
ve davalı markasının 30’uncu sınıfta bulunan bir takım
emtialar yönünden iptaline karar verildiğini, kurum kararının
yerinde olmadığını, davalı marka başvurusunun marka kapsamında
bulunan tüm emtialar yönünden iptali gerektiğini zira markaların
ayırt edilemez derecede benzer olması ve markalar kapsamında yer
alan emtiaların bağlantılı olmasının markalar arasında
iltibasa sebep olacağını, davalının kötü niyetli başvurusuyla
müvekkili markasının tanınmışlığından istifade etmeye
çalıştığını ileri sürerek TPE YİDK’nin 2014-M-5548 sayılı
kararının iptalini ve davalıya ait markanın dava sürecinde
tescil edilmesi halinde hükümsüzlüğü ile sicilden terkinini
talep ve dava etmiştir.
Davalı
şirket davaya cevap vermemiş, davalı TPE vekili ise, davanın
reddini talep etmiştir.
Mahkemece
iddia, savunma ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda,
davacının markasının tanınmışlığını ispat edemediği
bu nedenle davalıya ait markanın tescilini farklı mallar yönünden
556 sayılı KHK’nin 8/4 maddesine göre
engelleyemeyeceği ancak taraf markalarında yer alan işaretlerinin
yüksek düzeyde benzerliği ve çekişmeli malların niteliği
nazara alındığında; davalı markası kapsamındaki tüm emtialar
yönünden 556 sayılı KHK’nin 8/1-b
maddesine göre iltibas tehlikesinin bulunduğu, davalı marka
başvurusunun kötü niyetli olduğu zira faaliyette bulunacağı
sektörde markaya yatırım yapacak olan bir ticari işletmenin
birbiriyle bu kadar alakasız bir çok marka için yakın dönemde
marka başvurusu yapmış olmasının ve buna ilaveten yine
faaliyette bulunacağı sektörde markaya yatırım yapacak olan bir
başka ticari işletmenin tüm bu markaları birlikte devir alarak
olağan bir ticari faaliyette bulunduğunun söylenemeyeceği,
birbirinden bu denli farklı ve bu kadar çok sayıda markanın
tescil ettirilmeye çalışılması ve devir alınmasının marka
ticareti yapmaya yönelik kötü niyetli bir girişim olarak
değerlendirildiği gerekçesiyle davanın kabulüne, TPE YİDK’nin
2014-M-5548 sayılı kararının iptaline, marka henüz tescil
edilmediğinden hükümsüzlük talebiyle ilgili karar verilmesine
yer olmadığına karar verilmiştir.
Kararı
davalı TPE vekili temyiz etmiştir.
Dava
dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının
gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp,
değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına
ve marka başvurusunun kötü niyetli olduğunun belirlenmiş
olmasına göre, davalı kurum vekilinin tüm temyiz itirazları
yerinde değildir.
SONUÇ:
Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Türk Patent Enstitüsü
vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun
bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 6,70 TL
temyiz ilam harcının temyiz eden davalı TPE’den alınmasına,
04/10/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
VI.
MARKANIN TANINMIŞLIĞI ÖLÇÜTÜNE İLİŞKİN YARGITAY HUKUK GENEL
KURULU KARARI:
T.C.
YARGITAY
Hukuk
Genel Kurulu
ESAS
NO : 2010/11-695
KARAR
NO : 2011/47
TARİH
: 09.02.2011
Taraflar
arasındaki “markanın iptali” davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; Kayseri 3.Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın
reddine dair verilen 11.09.2007 gün ve 2006/414 E., 2007/420 K.
sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalı vekilleri tarafından
istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 25.05.2009 gün
ve 2008/2244 E., 2009/6321 K. sayılı ilamı ile;
("...Davacı
vekili, müvekkilinin “BELLONA” markasını ilk kez 1956 yılında
30'ncu sınıfa giren çikolata, şekerleme, pasta ürünleri,
meyveli kekler ve bisküviler için Almanya’da tescil ettirdiği
gibi, markanın Madrid anlaşması çerçevesinde halen 28 ülkede,
Madrid Protokolü çerçevesinde 7 ülkede tescilli olduğunu,
müvekkilinin Madrid Protokolü çerçevesinde “Bellona”
markasının tescili için yaptığı başvurunun davalının markası
mesnet gösterilerek reddedildiğini, davalı şirketin 1-33 arası
tüm sınıflar için anılan markayı adına tescil ettirdiğini,
oysa, müvekkili adına toplam 35 ülkede tescilli “BELLONA”
markasının uluslar arası alanda tanınmış bir marka olduğunu,
markanın herhangi bir sınıf için davalı adına tescilinin mümkün
olmadığı gibi, davalının markayı 20 nci sınıf hariç olmak
üzere son beş yılda hiçbir şekilde kullanmadığını ileri
sürerek, 556 sayılı KHK’nın 7/i ve 42.maddesi gereğince kötü
niyetli tescil nedeni ile davalı adına tescilli markanın tüm
sınıflar yönünden iptaline, aksi halde 5 yıl içinde kullanmama
nedeni ile 20.sınıfa dahil mallar haricinde tüm sınıflar
bakımından anılan KHK'nin 14. maddesi gereğince iptaline karar
verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı
vekili, müvekkilinin dava konusu markayı tanınmış marka haline
getirdiğini savunarak, davanın usul ve esas yönünden reddini
istemiştir.
Mahkemece,
toplanan kanıtlar ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda,
556 sayılı KHK'nin 14.maddesinde markayı 5 yıl süre ile
kullanmama halinde iptal öngörülmüş ve tanınmış markalar için
bir istisna hükmü konmamış ise de, KHK'nin 8/4.maddesi ile
14.maddesinin birlikte değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, bu
bağlamada tanınmış markanın kullanılmayan ürünler bakımından
5 yıl geçmekle iptalinin talep edilmesinin KHK'nin amacına ve
ruhuna aykırı olduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar
verilmiştir.
Kararı,
taraf vekilleri temyiz etmiştir.
1-Dava,
kötü niyetli tescil nedeni ile davalı adına tescilli markanın
tüm sınıflar yönünden iptali, olmadığı takdirde 5 yıl süre
ile kullanmama nedeni ile 20. sınıf dışındaki mallar haricinde
tüm sınıflar bakımından iptali istemine ilişkin olup,
yukarıdaki özetten de anlaşılacağı üzere, taraflar
arasındaki uyuşmazlık, davalı markasının tanınmış
marka olmasına rağmen kullanmama nedeni ile iptalinin mümkün olup
olmadığı noktasında toplanmaktadır. Mahkemece benimsenen
bilirkişi raporu doğrultusunda yazılı gerekçelerle davanın
reddine karar verilmiştir.
Oysa,
markaların kullanılması başlıklı anılan KHK'nin 14.maddesi
“Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı
bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık
bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal
edilir.” hükmünü 8/4.maddesi de “Marka, tescil edilmiş veya
tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir markanın aynı
veya benzeri olmakla birlikte, farklı mallar veya hizmetlerde
kullanılabilir. Ancak, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu
yapılmış markanın, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi
nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına
zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın
ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği
durumda, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce
yapılmış bir marka sahibinin itirazı üzerine, farklı mal veya
hizmetlerde kullanılacak olsa bile, sonraki markanın tescil
başvurusu ret edilir.” hükmüne haiz olup, 556 sayılı KHK'nin
14.maddesi tescilli marka sahibine seçtiği markasını kullanma
zorunluluğu yüklediği kuşkusuzdur.Marka sahibine, markasını
tescil ettirmesi nedeni ile tanınan koruma ve mutlak inhisarı hak,
markanın işlevini yerine getirecek şekilde kullanılması koşuluna
bağlanmıştır. Bu bağlamada, tanınmışlık hali, anılan madde
de ne kullanmamanın bir gerekçesi veya bir kullanma kriteri koşulu
olarak da sayılmamıştır. Mahkemenin kabulünün aksine, tanınmış
markanın kullanılmayan ürünler bakımından 5 yıl geçmekle
iptalinin talep edilmesinin KHK'nin amacına ve ruhuna da aykırı
olmadığı gibi, 14.maddede ki hükmün tanınmış marka
niteliğinde olmayan markalar yönünden geçerli bir hüküm
olduğunun kabulünün de yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.
Zira, davalı markasının tanınmış marka olarak kabulü durumunda
KHK'nin 8/4.maddesi hükmünce tescil istemine ilişkin başvurusunun
yetkili mercice reddedileceği kuşkusuz olup, yukarıda anılan
hükümlerin işlevlerinin farklı olduğu göz ardı edilmemelidir.
Bu
durumda, mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda,
uyuşmazlığın esasına girilmek gerekirken yanlış ilkeye
yanılgılı gerekçeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi
doğru görülmemiştir.
2-Davalı
vekilinin temyizine gelince; bozma neden ve şekline göre, davalı
vekilinin temyiz itirazının incelenmesine şimdilik gerek
görülmemiştir...")
gerekçesiyle
(1) numaralı bentte açıklanan nedenle, davacı vekilinin temyiz
itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına bozularak
dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda,
mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ
EDEN : Davacı vekili
HUKUK
GENEL KURULU KARARI
Hukuk
Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra
gereği görüşüldü:
Dava,
kötü niyetli tescil nedeni ile davalı adına tescilli markanın
tüm sınıflar yönünden iptali, olmadığı takdirde 5 yıl süre
ile kullanmama nedeni ile 20. sınıf dışındaki mallar haricinde
tüm sınıflar bakımından iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece,
davalının markasının tanınmış marka olduğu, tanınmış
markanın kullanılmayan ürünler bakımından 5 yıl geçmekle dahi
iptalinin istenemeyeceği gerekçesiyle, davanın reddine karar
verilmiş; Özel dairece, karar, yukarıda yazılı gerekçe ile
bozulmuş; mahkemece önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle
direnme kararı verilmiştir.
Direnme
kararını, davacı vekili temyiz etmiştir.
Açıklanan
maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Marka Tescil
Başvurularına Ait Mal ve Hizmetlerin Sınıflandırmasına İlişkin
Tebliğin 1. ila 33.sınıflar arasında sayılan mallar için TPE
nezdinde 1998/10679 sayı ile tescilli ve mahkeme kararıyla tanınmış
marka statüsünde olduğu kabul edilen “BELLONA” markasının
kullanıldığı sınıflardaki mallar yönünden 556 sayılı
Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 14. ve
42. maddeleri uyarınca kısmen hükümsüz kılınıp kılınamayacağı
noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle,
konuyu düzenleyen hukuki düzenlemeler üzerinde durulmasında fayda
bulunmaktadır.
Tanınmış
marka kavramı ile, bir ülkenin bir veya birkaç yöresinde tutunmuş
markalar değil, dünya çapında olmasa bile, yurt içi ve yurt
dışında ilgili çevrelerce bilinen; Paris Sözleşmesi’ne üye
devletlerden birinin vatandaşına veya o ülkelerden birinde
yerleşik olan ya da ticari veya sınai işletmeye sahip kişilere
ait markaların kastedilmektedir.
Kanunlarda
genellikle tanınmış markanın tanımı yapılmamakta ve bu
tanınmışlık kriterlerinin tespiti daha çok kuruluşlara ve
mahkeme kararlarına bırakılmaktadır. Tabiatıyla, doktrin de, bu
konuda kriterler önermektedir. Uluslararası anlaşmalarda da,
tanınmış marka kriterlerine rastlanmaktadır. WİPO tanınmış
marka kriterlerini tespit etmiş ve yayınlamıştır. TPE de 2004
yılında tanınmış marka kriterlerini açıklamıştır.
Paris
Sözleşmesi’nde “iyi bilinen marka” ifadesi kullanılmıştır.
Bu kavramla, dünya çapında olmasa bile, geniş halk kitlelerinin
tanıdığı, yüksek ekonomik değere sahip marka ifade edilmek
istenmiştir. Diğer bir deyiş ile, dünya çapında maruf olmasa
bile Paris Sözleşmesi’ne üye ülkelerde, hatta üye ülkelerin
bazılarında bilinen markanın tanınmış marka kategorisinde
sayılması gerekir.
Ülkemizin
de taraf olduğu Paris Sözleşmesi’nin 1.mükerrer 6.maddesi ve
TRIPS Anlaşmasının 16. maddesinde tanınmış markaların
korunmasına ilişkin hükümler getirilmiştir. 27.06.1995 tarihinde
yürürlüğe giren 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname ile de anılan uluslar arası sözleşme
hükümleri uyarınca tanınmış markalara sağlanan geniş
korumanın kapsamı belirlenmiştir. Buna göre, tanınmış marka
sahibi 556 sayılı KHK’nin 7/1-(i) bendi, 8/4.fıkrası ve
42/1-(a) bendine göre; ‘tanınmış markasının aynı ya da
benzerini’ bir başkası tarafından farklı mallar ve hizmetler
için yapılan marka başvurusuna itiraz ve tescil edildiği taktirde
hükümsüzlüğünü istemek; yine aynı KHK’nin 9/1-(c) bendi ve
61.maddelerine göre de, ‘tanınmış markayı oluşturan işaretin
aynı yada benzerinin’ farklı mal ve hizmetler üzerinde
kullanılmasının önlenmesini istemek hak ve yetkilerine sahiptir.
556
sayılı KHK ile getirilen sistemde, marka koruması tescil ile
sağlanır (m.6). Bu bağlamda, marka sahibine, özellikle üçüncü
kişilerin tecavüzünü bertaraf etme yönünden tanınan tekel
hakkının temel kaynağı tescil işlemidir. Buna göre, söz konusu
tekel hakkı, marka niteliğindeki bir sözcüğün, şeklin, rengin,
işaretin ya da bunların belirli bir şekilde bir araya getirilmiş
halinin üçüncü kişilerin kullanımına kapanması sonucunu
doğurur. Üstelik, önceden tescil edilen markanın tanınmışlık
seviyesine ulaşmış olması halinde, farklı mal veya hizmetler
bakımından yapılan tescil taleplerinin de sonuçsuz kalması söz
konusu olmaktadır. Böylece; tescilin sağladığı mutlak nitelikli
marka hakkı korunmasından ‘gerçekten’ kullanılan markaların
yararlanması amaçlanmıştır.
556
sayılı KHK’nin 14.maddesi, 89/104/AET sayılı Marka Yönergesinin
10. ve 12.maddelerine uygun bir tarzda, tescilli marka sahibine
seçtiği markasını “kullanma mükellefiyeti” yüklemektedir.
Anılan madde ile, marka sahibi tarafından, haklı bir nedene
dayanmaksızın, markanın, tescilden itibaren beş yıl boyunca
kullanılmaması yahut kullanımına beş yıldan fazla ara verilmesi
halinde, iptal edileceği öngörülmüştür. Marka sahibine,
markasını tescil ettirmesi sebebiyle tanınan koruma ve mutlak
inhisarı hak, markanın işlevini yerine getirecek şekilde
kullanılması şartına bağlanmıştır.
Bu
düzenleme ile, tescil işleminin KHK bakımından tüm sonuçları
ile yarattığı tekel hakkının, markalar sicilini kullanılmayan,
gözlerden uzak, bir köşeye atılmış ve kimselerin dokunamadığı
markalar deposuna dönüştürmesi olgusu, markayı kullanma
zorunluluğu ile, engellenmeye çalışılmıştır.
Tescil
anında markanın önceden fiilen kullanılması yahut kullanmaya
ilişkin niyetin varlığı aranmadığından, bu amaca ulaşmada en
mantıklı yöntem, markanın tescilden sonraki dönemde fiilen
kullanılması gerekliliğinin düzenlenmesidir. Gerçekten,
markanın, tescil ile elde edilen ve yasaklama yetkisini içeren
tekel hakkını haklı gösterecek nitelik ve kapsamda kullanımı
şarttır. Markayı, 14.maddedeki şartlar dairesinde kullandığını
ispat yükü marka sahibinin üzerindedir. Marka sahibi, gerekirse
ticari defter ve belgelerini ibraz ederek bir markayı kullandığını
ispatlamalıdır.
556
sayılı KHK sisteminde, markaya getirilen korumanın tescil yoluyla
sağlandığı yukarıda belirtilmiştir. Bu bakımından tescilin
getirdiği korumaya, yalnızca gerçekten kullanılan markaların
layık olduğu düşüncesi, marka sahibi bakımından kullanım
zorunluluğunun öngörülmesi sonucunu doğurmuştur.
KHK’nin
14.maddesi hükmü kullanma zorunluluğu bakımından iki farklı
olasılığı düzenlenmiştir. Bunlardan birincisi, markanın
tescilinden itibaren markanın beş yıl süreyle ciddi şekilde
kullanılmaması; diğeri ise ciddi kullanıma beş yıl boyunca
kesintisiz ara verilmesi halidir. Anılan beş yıllık süreye
hoşgörü süresi denmektedir. Zira bu sürenin aşılmaması
halinde, marka sahibinin markasını kullanmaması herhangi bir
yaptırıma tabi tutulmayacak; bir diğer ifade ile, markanın
hükümsüzlüğüne karar verilemeyecektir.
Kullanmamanın
aralıksız beş yıl devam etmesi gerekliliği yukarıda yer alan
her iki ihtimalde de söz konusudur. Buna göre, kullanımın mutlak
surette sürekli olmasına gerek yoktur. Ciddi şekilde kullanılmak
ve beş yılı aşmamak kaydı ile, markanın kullanımına ara
verilebilir. Kullanılmayan süreler birbirine eklenmez. Her bir
ciddi kullanım başlangıcı ile birlikte yeni bir beş yıllık
süre işlemeye başlar.
Tescilli
markanın kullanılması zorunluluğuna uyulmamasının yaptırımı
14.madde uyarınca markanın iptalidir. Ancak bununla markanın,
KHK’nin 42.maddesi anlamında hükümsüzlüğü kastedilmiştir.
Fransa’da,
tanınmış marka statüsünün, kısmi hükümsüzlüğe (iptale)
engel olmayacağı, yargı kararlarında istikrar kazanmış bir
yaklaşımdır. Buna paralel olarak, ATAD’ın “Adidas”
kararında varılan sonuçlar benimsenecek olursa, markanın
tanınmışlığı olgusunun, tek başına, çağrışım (bağlantı)
ihtimalini de içeren karıştırma ihtimalinin varlığına delalet
etmeyeceği kabul edilecek ve ilgili üçüncü kişilerin, kısmi
hükümsüzlüğü talep bakımından hukuki menfaatlerinin
bulunmadığından bahsedilemeyecektir. Buna göre, toplumda belirli
bir tanınmışlığa ulaşmış markalar da, kullanılmayan mal veya
hizmetler bakımından kısmen iptal edilebilecektir. Şayet üçüncü
kişi, markanın aynısını, söz konusu farklı mal veya hizmetler
için tescil ettirmek isterse, somut olayın özellikleri nazara
alınarak. m.8’in şartlarının oluşup oluşmadığı tescil
başvurusu sırasında incelenecektir (Yasaman, Marka Hukuku, Vedat
Kitapçılık, Ekim 2004, s.628-657).
Anılan
maddelerde belirtilen kullanmama nedeniyle hükümsüzlük davasında
tanınmış markalar için bir ayrıcalık bulunmamaktadır.
556
sayılı KHK’nin 7/1-(i) bendin de atıf yapılan Paris
Sözleşmesi’nin 1.mükerrer 6.maddesi ve yine bu sözleşmeye göre
tanınmış marka hakkının korunmasını düzenleyen TRIPS
Anlaşmasının 16/2, 3 fıkraları gereğince Paris Sözleşmesi
anlamında tanınmış olduğu kabul edilen bir markanın tescilli
olduğu sınıflardan farklı mal ve hizmetler yönünden de
korunabilmesi için öncelikle, farklı mal ve hizmetlere ilişkin
kullanımın, tescilli markanın sahibi ile bu mal ve hizmetler
arasında bir bağlantı olduğu ihtimalinin varlığı ve bu
kullanım sonucunda tescilli marka sahibinin menfaatlerinin zarara
uğraması ihtimalini doğurması koşuluna bağlıdır.
Yine,
556 sayılı KHK’nin 8/4.fıkrasına göre de; tescilli ve tanınmış
marka sahibinin, markasına tescilli olduğu mal ve hizmet sınıfından
farklı sınıflarda yapılacak başvuru ve tescillere karşı
koyabilmesi için markanın toplumda ulaştığı tanınmışlık
düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın
itibarına zarar verebileceği veya markanın ayırt edici
karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumlarının
belirlenmesi koşullarına bağlıdır.
Bu
bakımdan, somut uyuşmazlığın özelliklerine göre ve yukarıda
açıklanan koşulların varlığı halinde tanınmış marka
sahibinin bir başkasının farklı mal ve hizmetler için yaptığı
marka başvurusunu yada kullanımını önlemek veya tescil edilmiş
ise hükümsüz kıldırmak hak ve yetkilerine sahip olabileceği
dikkate alındığında, 556 sayılı KHK’nin 14.maddesinin aynı
KHK’nin tanınmış markalara daha geniş bir koruma sağlayan
hükümleriyle birlikte değerlendirilmesi mümkün değildir.
Tanınmış
markayı oluşturan işaretin aynı yada benzeri hakkında kısmi
hükümsüzlük kapsamında kalan mal ve hizmetler için ileride bir
başkası tarafından marka başvurusunda bulunulması veya
kullanılması halinde, somut uyuşmazlığın özellikleri
gözetilerek tanınmış markanın farklı mal ve hizmetler
bakımından üçüncü kişi adına tescilin mümkün olup
olmayacağı; yada üçüncü kişi kullanımının, tanınmış
marka sahibinin marka hakkı korumasının kapsamında sayılıp
sayılamayacağı hususu, başvuru esnasında TPE’nce veya dava
yolu ile de mahkemelerce incelenecek bir husustur.
Bu
durumun doğal sonucu olarak da, tanınmış markalar için dahi
kullanılmayan sınıflar yönünden marka hakkı sahibinden
başkasının tescil için yaptığı başvuru TPE tarafından
doğrudan tescil talebinin reddi sonucunu doğurmayacak, üretilmeyen
mal ve hizmetler yönünden marka tescilinin tanınmışlık düzeyine
ulaşmış marka bakımından yukarıda sayılan sonuçları doğurup
doğurmayacağına (ör:marka hakkı sahibinin menfaatlerine zarar
verip vermeyeceği vb) göre araştırma ve değerlendirme yapılarak
karar verilecektir.
Bu
bakımdan TPE nezdinde tescilli ve tanınmışlık düzeyine ulaşmış
markalar da; 556 sayılı KHK’nin 14. ve 42.maddeleri uyarınca
kullanılmayan mal veya hizmetler bakımından kısmen iptal
edilebilir.
Hal
böyle olunca, tanınmış markanın farklı mal ve hizmetler için
de genişletilmiş koruma sağladığı gerekçesiyle, 556 sayılı
KHK’nin 14. ve 42. maddesi uyarınca tanınmış markanın sicilde
tescilli olduğu, ancak kullanılmayan sınıflar yönünden de kısmi
hükümsüzlük kararı verilemeyeceğine dair yerel mahkemenin
direnmesi isabetli değildir.
Yerel
Mahkemece, yanılgılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi usul
ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme
kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen
nedenlerden dolayı HUMK’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 09.02.2011
gününde oy birliğiyle karar verildi.