26 Şubat, 2019

6769 SAYILI SINAİ MÜLKİYET KANUNU MADDE 156/III’DE DÜZENLENEN YETKİNİN KESİN YETKİ OLMADIĞI HAKKINDA YARGITAY VE İZMİR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARININ İNCELENMESİ

6769 SAYILI SINAİ MÜLKİYET KANUNU MADDE 156/III’DE DÜZENLENEN YETKİNİN KESİN YETKİ OLMADIĞI HAKKINDA YARGITAY VE İZMİR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARININ İNCELENMESİ

I. GİRİŞ:

551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanununun yürürlüğe girmesi ile birlikte yürürlükten kalkmıştır. 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanununun 156’ncı maddesinin üçüncü fıkrasında bu kanun kapsamında görülecek davalarla ilgili olarak yetkili mahkemelerin neresi olacağı düzenlenmiş olup bu makalede bu madde kapsamında belirlenen yetkinin kesin yetki durumu olup olmadığını tartışacağız.

II. KESİN YETKİLİ MAHKEMENİN TANIMI:

Kesin yetkili mahkeme; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ya da diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümlerde mahkemenin yetkisinin “kesin yetki” şeklinde açık olarak tanımlandığı ve taraflara yetkili mahkemeyi seçmek konusunda seçimlik hak verilmeyen, mahkemenin de yetki durumunu kendiliğinden inceleyerek yetkili ise o davayı görmeye zorunlu olduğu, yetkisiz ise tarafların talebi olmaksızın kendiliğinden yetkisizlik kararı vermek durumunda olduğu mahkemedir.

Birkaç örnek verecek olursak 6100 sayılı HMK m. 11’e göre; terekenin paylaşılmasına, yapılan paylaşma sözleşmesinin geçersizliğine, ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkisine, miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar ile mirasçılar arasında terekenin yönetiminden kaynaklanan davalar. Terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalarda ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir.

6100 sayılı HMK m. 12’ye göre; taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.

6100 sayılı HMK m. 14/II’ye göre; özel hukuk tüzel kişilerinin, ortaklık veya üyelik ilişkileriyle sınırlı olmak kaydıyla, bir ortağına veya üyesine karşı veya bir ortağın yahut üyenin bu sıfatla diğerlerine karşı açacakları davalar için, ilgili tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.

6100 sayılı HMK m. 15/II’ye göre; can sigortalarında, sigorta ettirenin, sigortalının veya lehtarın leh veya aleyhine açılacak davalarda onların yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir.

kesin yetkilidir” ifadesi HMK m. 11, 12, 14/II ve 15/II’de açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla yetkinin kesin olup olmadığı yetkiyi düzenleyen yasa maddesinin metninde yani lafzında “kesin yetkilidir” ifadesinin bulunup bulunmadığına bakılarak ya da yasa metninin karşı yorumundan “kesin yetkilidir” anlamı çıkacak bir ifadenin bulunup bulunmadığına bakılarak belirlenecektir. İkinci duruma yani yasa metninin karşı yorumundan “kesin yetkilidir” anlamı çıkan bir ifadenin yer aldığı bir yetki maddesi içeren yasa örneği bulamadım.

III. 6769 SAYILI SINAİ MÜLKİYET KANUNU MADDE 156/IIIDE DÜZENLENEN YETKİ:

6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu Madde 156/III’e göre; Sınai mülkiyet hakkı sahibi tarafından, üçüncü kişiler aleyhine açılacak hukuk davalarında yetkili mahkeme, davacının yerleşim yeri veya hukuka aykırı fiilin gerçekleştiği yahut bu fiilin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesidir.” Madde metninden anlaşılacağı üzere yasa koyucu davacı tarafa seçimli yetki hakkı tanımıştır. Yani davacı kendi yerleşim yerinde, hukuka aykırı fiilin gerçekleştiği yerde ya da hukuka aykırı fiilin etkilerinin görüldüğü yerde davasını açabilecektir. Madde bu yönüyle yukarıda yaptığımız kesin yetkili mahkeme tanımında belirttiğimiz taraflara yetkili mahkemeyi seçmek konusunda seçimlik hak verilmemesi koşulunu taşımamaktadır. Maddenin ikinci özelliği ise maddede hem “kesin yetkilidir” ifadesi geçmemekte hem de madde metninin karşı yorumundan “kesin yetkilidir” anlamı çıkan bir ifade yer almamaktadır. Madde bu yönüyle de yukarıda yaptığımız kesin yetkili mahkeme tanımına uymamakta ve davanın açıldığı mahkemeyi kendiliğinden yetki durumunu araştırmaya iten bir duruma sokmamaktadır. Aynı durum 6769 sayılı yasanın 156/V maddesi içinde geçerlidir.

Aşağıya tam metnini aldığımız İzmir Bölge Adliye Mahkemesinin 11. Hukuk Dairesinin kararında ve bu kararın yollama yaptığı Yargıtay 11. H.D'nin 2011 / 10681 Esas; 2012 / 7541 Karar; 2009 / 11468 Esas; 2011 / 5547 Karar sayılı kararında bu durum “Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunun 156/3. maddesinde sınai mülkiyet hakkı sahibi tarafından, üçüncü kişiler aleyhine açılacak hukuk davalarında, davacının yerleşim yeri veya hukuka aykırı fiilin gerçekleştiği yahut bu fiilin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesinin, aynı kanunun 156/5. maddesinde de üçüncü kişiler tarafından sınai mülkiyet hakkı sahibi aleyhine açılacak davalarda, davalının yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinin yetkili mahkeme olacağı düzenlenmiştir. Mülga KHK'larda aynı yönde yetki düzenlemeleri bulunup Yargıtay içtihatlarında anılan yetki düzenlemelerinin sınai mülkiyet hakkı sahibinin haklarını korumaya yönelik olmakla birlikte kamu düzenine ilişkin kesin yetki niteliği taşımadığı belirtilmiştir. (Yargıtay 11. H.D'nin 2011/10681E- 2012/7541K, 2009/11468E-2011/5547K). Somut uyuşmazlıkta davacı sadece davalının markasının hükümsüzlüğünü istememiş marka, patent ve tasarım haklarına dayanarak sınai mülkiyet haklarına tecavüz nedeniyle maddi tazminat isteminde de bulunmuş olmakla 6769 sayılı Kanunun 156/3. maddesi uyarınca davacının yerleşim yeri veya hukuka aykırı fiilin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesi yetkilidir.” şeklinde tespit edilmiştir.

Dolayısıyla 6769 sayılı yasanın 156’ncı maddesinde düzenlenen yetkiye ilişkin hükümlerin hiç biri kesin yetki durumu oluşturmamaktadır.

IV. İZMİR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:

T.C.
İZMİR
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
11. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2018/2450
KARAR NO : 2018/1581
TARİH : 28.12.2018

Taraflar arasındaki davadan dolayı İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 10.05.2018 gün ve 2017/177 Esas 2018/73 Karar sayılı hükmün istinaf yoluyla Dairemizce incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için raportör üye Sonay Demiralp Yavaş tarafından düzenlenen rapor dinlenip ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

DAVA: Davacı vekili, müvekkili Tong Shen Enterprise Co. Ltd'in marka, patent ve tasarım tesciline sahip olduğu "Evobond 502 Super Glue" ürününü 08.10.1997 tarihinden bu yana tescilli olarak kullandığını, diğer müvekkilinin lisans sözleşmesiyle Türkiye'de satışa tek yetkili olduğunu, davalı adına tescilli 2015/70176 sayılı "504 Super Glue Baybond" markasının müvekkili Tong Shen Enterprise Co. Ltd. adına tescilli "Evobond 502 Super Glue" markasıyla iltibas oluşturduğunu, davalının bu markayla yaptığı üretimin ve satışın müvekkilinin sınai mülkiyet haklarına tecavüz oluşturduğunu, davalının kötü niyetli olduğunu ileri sürerek, davalı markasının hükümsüzlüğüne, şimdilik 1.000,00 TL maddi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

CEVAP: Davalı vekili, HMK'nın 6. maddesine göre yetkili mahkemenin davalının ikametgah mahkemesi olduğunu, yine 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunun 156/5. maddesinde üçüncü kişiler tarafından marka başvurusu veya marka sahibi aleyhine açılacak davalarda yetkili mahkemenin davalının ikametgah mahkemesi olduğunun belirtildiğini, müvekkilinin adresine göre Adana mahkemelerinin yetkili olduğunu belirterek yetki itirazında bulunmuş, davanın esasına ilişkin olarak da davanın reddini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunun 156. maddesi uyarınca 3. kişilerin marka sahibine karşı açacağı hükümsüzlük davasında yetkili mahkemenin marka sahibinin yerleşim yeri mahkemesi olduğu, davacının marka hakkı sahibi olmasının onu üçüncü kişi sıfatından çıkarmayacağı, tecavüz iddiasının da hükümsüzlük davasına bağlı olduğu gerekçesiyle yetkinin dava şartı olup Adana Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkili olduğundan dava dilekçesinin yetki yönünden reddine karar verilmiştir.

Karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.

İSTİNAF NEDENLERİ: Davacı vekili, 556 sayılı KHK'nın 63/1. maddesi ve 6769 sayılı KHK'nın 156/3. maddesi uyarınca yetkili mahkemenin, davacının yerleşim yeri veya hukuka aykırı fiilin gerçekleştiği yahut bu fiilin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesi olduğunu, "Everbond 502 Super Glue" ibareli yapıştırıcının marka, patent ve tasarım tescillerine sahip müvekkili olan yabancı şirket ile lisans sahibi diğer müvekkili şirketin hükümsüzlük ve tecavüz davası açma yetkisi bulunduğunu, SMK'nın tescil sahibinin korunması anlayışı içerdiğini, müvekkillerinin davayı üçüncü kişi değil, sınai mülkiyet hakkı sahibi olarak açtığını, lisans sahibi müvekkilinin ikamet adresine göre mahkemenin yetkili olduğunu istinaf nedenleri olarak ileri sürmekle kararın kaldırılmasını istemiştir.

GEREKÇE: Dava, iltibas ve kötü niyet nedenlerine dayalı olarak markanın hükümsüzlüğü ve sınai mülkiyet hakkına tecavüz nedeniyle tazminat istemine ilişkin olup ilk derece mahkemesince yukarıda yazılı gerekçeyle dava dilekçesinin yetki yönünden usulden reddine karar verilmiştir.

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunun 156/3. maddesinde sınai mülkiyet hakkı sahibi tarafından, üçüncü kişiler aleyhine açılacak hukuk davalarında, davacının yerleşim yeri veya hukuka aykırı fiilin gerçekleştiği yahut bu fiilin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesinin, aynı kanunun 156/5. maddesinde de üçüncü kişiler tarafından sınai mülkiyet hakkı sahibi aleyhine açılacak davalarda, davalının yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinin yetkili mahkeme olacağı düzenlenmiştir. Mülga KHK'larda aynı yönde yetki düzenlemeleri bulunup Yargıtay içtihatlarında anılan yetki düzenlemelerinin sınai mülkiyet hakkı sahibinin haklarını korumaya yönelik olmakla birlikte kamu düzenine ilişkin kesin yetki niteliği taşımadığı belirtilmiştir. (Yargıtay 11. H.D'nin 2011/10681E- 2012/7541K, 2009/11468E-2011/5547K). Somut uyuşmazlıkta davacı sadece davalının markasının hükümsüzlüğünü istememiş marka, patent ve tasarım haklarına dayanarak sınai mülkiyet haklarına tecavüz nedeniyle maddi tazminat isteminde de bulunmuş olmakla 6769 sayılı Kanunun 156/3. maddesi uyarınca davacının yerleşim yeri veya hukuka aykırı fiilin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesi yetkilidir. Lisans sahibi davacı Bilgesan Teknik Hırd....Ltd. Şti'nin adresi İzmir olmakla davaya bakmakla İzmir Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi yetkilidir. Tecavüzden kaynaklanan tazminat davası ile hükümsüzlük davasının birlikte görülmesinde de bir sakınca bulunmamaktadır. Mahkemece ilk itiraz olan yetki düzenlemesinin dava şartı olarak belirtilmesi doğru olmadığı gibi, hükümsüzlük davasına öncelik verilerek ve davacı taraf da üçüncü kişi olarak kabul edilerek yetkili mahkemenin 6769 sayılı Kanunu 156/5. maddesine göre belirlenmek suretiyle Adana Asliye Hukuk Mahkemesi (Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Sıfatıyla) yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmesi yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 11. HD’nin 2013/11573E- 2014/710K, 2012/18391E- 2013/17416K, 2006/4570E- 2007/7347K)

Bu durumda, ilk derece mahkemesi yetkili olmasına rağmen yetkisizlik kararı verilmiş olması nedeniyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-3 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun kabulüne ve ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.

HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davacılar vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE,

2-İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 10.05.2018 tarih 2017/177 Esas 2018/73 Karar sayılı kararının HMK'nın 353/1-a-3 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın mahal mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

3-İstinaf yoluna başvuran tarafından yatırılan istinaf harcının istek halinde istinaf yoluna başvurana iadesine,

Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde Yargıtay ilgili Hukuk Dairesinde temyiz yolu açık olmak üzere oy birliğiyle karar verildi. 28.12.2018

19 Şubat, 2019

ALACAKLILARA ZARAR VERMEK KASTIYLA YAPILAN MİRASIN REDDİ İŞLEMİNE KARŞI İPTAL VE TASARRUFUN İPTALİ DAVASI AÇILMASI

ALACAKLILARA ZARAR VERMEK KASTIYLA YAPILAN MİRASIN REDDİ İŞLEMİNE KARŞI İPTAL VE TASARRUFUN İPTALİ DAVASI AÇILMASI

I. GİRİŞ:

Mirasın reddi talebi terekesi borca batık murislerin mirasçıları için terekenin borçlarından kurtulmak için 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun tanıdığı yasal bir haktır. Her mirasçı kendi murisinin terekesinin borca batık olması durumunda bu borcu üstlenmemek için 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 605’inci maddeye göre mirası reddedebilirler. Ancak terekesi borca batık olmayan murisin mirası çoğu zaman mirasçının kendi alacaklılarını zarara uğratmak amacıyla reddedilmektedir. Yasa koyucu alacaklıların zarara uğratılmasını önlemek amacıyla kötüniyetli yapılacak mirası ret eşlemlerine karşı 4721 sayılı TMK m. 617’ye özel bir düzenleme getirmiştir. Bu yasa maddesi hukuki açıdan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davaları ile de doğrudan ilişki içerisindedir. Ancak her iki yasal düzenlemenin uygulanma koşulları ve zamanları birbirinden küçük istisnalarla ayrılmaktadır. Bu makalemizde bu konunun incelemesini yapacağız.

II. İNCELEMESİNİ YAPTIĞIMIZ YASA MADDELERİ:

Makalemize konu yasa maddeleri aşağıdaki gibidir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 617

Malvarlığı borcuna yetmeyen mirasçı, alacaklılarına zarar vermek amacıyla mirası reddederse; alacaklıları veya iflas idaresi, kendilerine yeterli bir güvence verilmediği takdirde, ret tarihinden başlayarak altı ay içinde reddin iptali hakkında dava açabilirler.

Reddin iptaline karar verilirse, miras resmen tasfiye edilir.

Bu suretle tasfiye edilen mirastan reddeden mirasçının payına bir şey düşerse bundan, önce itiraz eden alacaklıların, daha sonra diğer alacaklıların alacakları ödenir. Arta kalan değerler ise, ret geçerli olsa idi bundan yararlanacak olan mirasçılara verilir.”

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m. 280/I ve II

Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır.

Üçüncü şahıs, borçlunun karı veya kocası, usul veya füruu ile üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan ve sıhri hısımları, evlat edineni veya evlatlığı ise borçlunun birinci fıkrada beyan olunan durumunu bildiği farz olunur. Bunun hilafını üçüncü şahıs, ancak 279’uncu maddenin son fıkrasına göre ispat edebilir.”

III. 4721 SAYILI TÜRK MEDENİ KANUNU MADDE 617’NİN UYGULANMASININ KOŞULLARI:

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m. 617 üç koşul belirlemiştir. Bunlardan birincisi mirasçının malvarlığının borcuna yetmemesi, ikincisi alacaklılarına zarar vermek amacıyla mirası reddetmesi, üçüncüsü de borçlu mirasçının yeterli güvence vermemesidir. Dolayısıyla malvarlığı borcunu karşılamaya yeten mirasçının mirası ret işlemine karşı bu maddeye dayanılarak iptal davası açılamayacaktır. Mirasçının mirası ret işlemi alacaklılarına zarar verme kastı değil de yasadan kaynaklanan başka bir haklı nedene dayanıyorsa yine iptal davası açılamayacaktır. Yasadan kaynaklanan haklı nedenler 4721 sayılı TMK’nun 557 ve 578’inci maddelerinin aksi yorumundan eski dildeki ifadesiyle mefhumu muhalifinden istinbat edilerek şu şekilde ortaya konulabilir.

4721 sayılı TMK m. 557’ye göre;

Aşağıdaki sebeplerle ölüme bağlı bir tasarrufun iptali için dava açılabilir:

    1. Tasarruf miras bırakanın tasarruf ehliyeti bulunmadığı bir sırada yapılmışsa,

    2. Tasarruf yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapılmışsa,

    3. Tasarrufun içeriği, bağlandığı koşullar veya yüklemeler hukuka veya ahlaka aykırı ise,

    4. Tasarruf kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmışsa.”

4721 sayılı TMK m. 578’e göre;

Aşağıdaki kimseler, mirasçı olamayacakları gibi; ölüme bağlı tasarrufla herhangi bir hak da edinemezler:

1. Miras bırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldüren veya öldürmeye teşebbüs edenler,

2. Miras bırakanı kasten ve hukuka aykırı olarak sürekli şekilde ölüme bağlı tasarruf yapamayacak duruma getirenler,

3. Miras bırakanın ölüme bağlı bir tasarruf yapmasını veya böyle bir tasarruftan dönmesini aldatma, zorlama veya korkutma yoluyla sağlayanlar ve engelleyenler,

4. Miras bırakanın artık yeniden yapamayacağı bir durumda ve zamanda ölüme bağlı bir tasarrufu kasten ve hukuka aykırı olarak ortadan kaldıranlar veya bozanlar.”

Mirası reddeden mirasçı muris hayattayken muris tarafından 4721 sayılı TMK m. 557 ve 578’de yer alan iddialara maruz kalmış ve bu iddialar nedeniyle hukuk ve ceza soruşturma ve davalarına maruz kalmışsa eğer bu davalar lehine sonuçlanmış olsa bile; yani 4721 sayılı TMK m. 557 ve 578’de yer alan iddiaların doğru olmadığı anlaşılsa bile muris tarafından bu iddialarla suçlanmış olması nedeniyle murisin ölümünden sonra mirasını haklı olarak reddetme hakkına sahiptir. Bu davaları gerekçe göstererek reddetme hakkını kullanan mirasçının kötüniyetli olarak hareket ettiği ancak muris ile mirasçının barıştıklarına ilişkin kesin ve inandırıcı delillerin ortaya konulması ile mümkün olur. Bizce bu konuda delil serbestisi geçerli olup her tür delille bu durum ispatlanabilir.

4721 sayılı TMK m. 617’nin uygulanmasında hakim tarafından kendiliğinden gözetilecek en önemli konu ise hak düşürücü süredir. İptal davası ret tarihinden başlayarak altı ay içinde açılır. Yasada düzenlenen altı aylık süre hak düşürücü süre olup hem hakim tarafından kendiliğinden gözetilmek zorundadır hem de yargılamanın her aşamasında itiraz olarak ileri sürülebilir.

4721 sayılı TMK m. 617’nin aşağıda incelemesini yapacağımız 2004 sayılı İİK m. 280/I ve II uygulaması ile benzeşen en önemli özelliği mirasçının malvarlığının borcuna yetmemesi koşulunu getirmiş olmasıdır. 4721 sayılı TMK m. 617 mirasçının malvarlığının borcuna yetmemesi koşulunu getirmişse de bu koşulun hangi ölçütlere göre belirleneceği TMK’da açıklanmamıştır. 2004 sayılı İİK m. 277 ve devamı maddelerinde ki tasarrufun iptali davalarında ise borç ödemeden kesin ya da geçici acz belgesi alınmış olması dava şartı olarak belirlenmiştir. Aşağıya tam metnini aldığımız Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 2016/621 Esas; 2018/6722 Karar ve 15.10.2018 Tarihli kararında “Kötüniyetle redden söz edilebilmesi için, reddeden mirasçının malvarlığının borcunu karşılamaya yetmediğinin sabit olması gerekir. (TMK. m. 617) Onun için her şeyden önce davalı durumunda bulunan mirasçının malvarlığının borcunu karşılamaya yeterli olup olmadığı hususunun etraflı şekilde araştırılıp tespit edilmesi zorunludur. İcra takibinin uzun süre devam etmesi, tek başına acze delalet etmez. Zira aczin ne suretle gerçekleşeceği İcra İflas Kanununda gösterilmiştir. (İİK m. 105 ve 143) Davacı tarafından borçlu mirasçı hakkında “aciz vesikası” alınmamış olduğuna göre, mahkemece, davalının şahsi malvarlığının ret tarihindeki değeri tespit edilip, bu malvarlığının borcunun karşılamaya yeterli olup olmadığının usulünce araştırılıp saptanması; yeterli ise talebin reddi, yeterli olmadığının görülmesi halinde ise davalı da yeterli güvence göstermediği takdirde reddin iptaline karar verilmesi gerekir.”tespitinde bulunmuştur.

Bu karar göre Yargıtay tasarrufun iptali davasından farklı olarak alacaklıya borç ödemeden acz vesikası alma yükümlülüğü getirmemekte onun yerine 4721 sayılı TMK m. 617’ye göre iptal davası açıldıktan sonra mahkemeye borçlu mirasçının mirası ret tarihindeki mal varlığının borcunu karşılamaya yetecek miktarda olup olmadığını araştırma yükümlülüğü getirmektedir.

Bu karardan anlaşılmaktadır ki dava açılmadan önce borç ödemeden acz vesikası alınmasına gerek yok. Dava açıldıktan sonra borçlu mirasçının mirası reddettiği tarihteki mal varlığının araştırması mahkemece yapılmak zorunda.

Henüz haciz ya da iflasa konu icra takibi başlatılmamış ancak bağlı olduğu senet ya da sözleşmeye göre vadesi gelmiş alacaklar için de 4721 sayılı TMK m. 617’ye göre iptal davası açılabilir. Uygulamada genellikle borçlu mirasçının borçlarının vadesinin gelmesi ile birlikte mirası reddettiği de alacaklıları tarafından öğrenilmekte ve borçlu mirasçı aleyhine icra takibi başlatılarak borç ödemeden acz vesikası yerine geçen “borca kabil malı yoktur” tespitini içeren haciz tutanağı düzenlenen bir haciz işleminden sonra İİK m. 277 ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptali davası açılması yoluna gidilmektedir. İcra dosyası içinde borç ödemeden acz vesikası almak ise çok uzun süren yazışma ve işlemleri çoğu zaman da borçlunun şikâyet yoluna gitmesi nedeniyle icra hukuk mahkemelerinin de zaman zaman dosya hakkında karar vermesine neden olan zorlu bir süreç oluşturmaktadır. İcra takibi ile birlikte borçlu muris hakkında 4721 sayılı TMK m. 617’ye göre iptal davası açılarak borçlu murisin mal varlığının mirası reddettiği tarihe göre alacaklarına karşılar nitelikte olmadığının araştırılmaya başlanması iş yükünün çok fazla olmadığı adliyelerde daha pratik bir yol olabilir.

IV. YARGITAY KARARI:

T.C. YARGITAY
14. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2016/621
KARAR NO : 2018/6722
TARİH : 15.10.2018

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 23.06.2014 gününde verilen dilekçe ile mirasın reddinin iptali talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 02.04.2015 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Davacı vekili, davalı aleyhine Adana 11. İcra Müdürlüğü'nün 2011/9090 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, alacağın tahsili için davalının, murisi Salih Turğut’tan intikal eden miras hissesine haciz tesis edildiğini, davalının bu hacizleri öğrendikten sonra murisinden intikal eden mirası kayıtsız ve şartsız reddettiğini, davalının borçlarına güvence vermeden borcunu ödememek kastıyla mirası reddettiğini belirterek, davalının murisinden kalan mirası reddinin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, Adana 3. Sulh Hukuk Mahkemesi 2014/56 E. - 38 K. sayılı ilamı ile davalının murisi Erdoğan Alışır’ın mirasının reddine dair verilen kararın iptali istemine ilişkindir.

TMK’nın 617. maddesi uyarınca borcunu ödemeyen, güvence vermeyen ve malvarlığı kendi borcunu ödemeye yetmeyen, alacaklılarına zarar vermek kastıyla mirası reddeden mirasçının alacaklıları veya iflas masası ret tarihinden itibaren 6 ay içinde reddin iptali davası açabilir. Kötüniyetle redden söz edilebilmesi için, reddeden mirasçının malvarlığının borcunu karşılamaya yetmediğinin sabit olması gerekir. (TMK. m. 617) Onun için her şeyden önce davalı durumunda bulunan mirasçının malvarlığının borcunu karşılamaya yeterli olup olmadığı hususunun etraflı şekilde araştırılıp tespit edilmesi zorunludur. İcra takibinin uzun süre devam etmesi, tek başına acze delalet etmez. Zira aczin ne suretle gerçekleşeceği İcra İflas Kanununda gösterilmiştir. (İİK m. 105 ve 143) Davacı tarafından borçlu mirasçı hakkında “aciz vesikası” alınmamış olduğuna göre, mahkemece, davalının şahsi malvarlığının ret tarihindeki değeri tespit edilip, bu malvarlığının borcunun karşılamaya yeterli olup olmadığının usulünce araştırılıp saptanması; yeterli ise talebin reddi, yeterli olmadığının görülmesi halinde ise davalı da yeterli güvence göstermediği takdirde reddin iptaline karar verilmesi gerekir. Açıklanan yönde araştırma yapılmadan eksik inceleme ile yasaya aykırı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenlerle hükmün BOZULMASINA, istek halinde temyiz harcının yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.10.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

V. 2004 SAYILI İCRA VE İFLAS KANUNU M. 280/I VE II’NİN UYGULANMASININ KOŞULLARI:

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 280/I ve II maddesinin uygulanması ise 4721 sayılı TMK m. 617’den biraz daha farklıdır.

4721 sayılı TMK .m 617’ye göre vadesi gelmiş alacak için borçlu mirasçı aleyhine başlatılmış haciz ya da iflas yoluyla takipte bulunma zorunluluğu yokken İİK m. 280’e göre dava açılabilmesi için borçlunun alacaklılara zarar verme kastıyla yaptığı işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu mirasçıya karşı haciz ya da iflas yoluyla takipte bulunma zorunlulu bulunmaktadır. Dolayısıyla icra takibi yapılmadan İİK m. 280’e göre dava açılamaz.

İkinci önemli fark ise borçlu mirasçı hakkında İİK m. 277’ye göre kesin ya da geçici acz vesikasının alınmış olmasıdır. TMK m. 617’ye göre iptali davası bu belge alınarak ya da alınmadan da açılabilir. Ancak İİK m. 280’e göre acz vesikası olmadan tasarrufun iptali davası açılması mümkün değildir.

Uygulamada borç ödemeden acz vesikası alınması için çok fazla yazışma ve icra işlemi yapılması gerektiğinden borç ödemeden acz vesikası yerine geçen “borca kabil malı yoktur” tespitini içeren haciz tutanağı düzenlenen bir haciz işleminden sonra İİK m. 277 ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptali davası açılması yoluna gidilmektedir.

Tasarrufun iptali davalarının 4721 sayılı TMK m. 617’deki iptal davaları ile hukuki bağ içinde olmasını sağlayan hüküm ise İİK m. 280/II hükmüdür. Bu fıkraya göre; “Üçüncü şahıs, borçlunun karı veya kocası, usul veya füruu ile üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan ve sıhri hısımları, evlat edineni veya evlatlığı ise borçlunun birinci fıkrada beyan olunan durumunu bildiği farz olunur. Bunun hilafını üçüncü şahıs, ancak 279’uncu maddenin son fıkrasına göre ispat edebilir.”Alacaklılardan mal kaçırma amacına yönelik kötüniyetli mirası ret işlemleri de zaten mirasçılık durumuna göre alt soy ya da üst soy mirasçılara karşılıksız kazandırma sağlamak amacıyla yapılır. Mirasın reddi ile birlikte mirasta halefiyet ilkesi gereğince sonra gelen mirasçılar murisin mirasında mirasçı durumuna gelirler. Dolayısıyla murisin mal varlığında hiç bir bedel ödemeksizin hak sahibi olurlar. Bu durumda olan halef mirasçıların borçlu mirasçının durumunu bilmediklerini ispat yükü kendilerindedir.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu m. 280/I ve II’ye göre açılacak iptal davalarında dava açma süresi TMK m. 617’den farkıl olarak aynı İİK 284’üncü maddesine göre “batıl tasarrufun vukuu tarihinden itibaren” yani mirasın reddi işleminden itibaren beş yıldır. Dolayısıyla daha uzun bir süre öngörülmüştür.

VI. AÇILAN DAVANIN HUKUKİ NİTELENDİRMESİNİN YAPILMASI:

Borçlu murisin mirası ret işleminin iptali nedeniyle açılan davada davacı tarafın hangi yasaya göre iptal hükmü talep ettiğinin açık ve net olması gerekir. Ancak bu konuda davacı tarafın beyanı net değilse 6100 sayılı HMK m. 119/I-g’ye göre dayanılan hukuki sebep davacı tarafa açıklattırılmalıdır. Bu konudaki muğlaklık giderilemezse eğer HMK m. 33’de yer alan Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.” hükmüne göre davanın hukuki nitelendirmesini hakim kendisi yapar ve ona göre davanın 4721 sayılı TMK m. 617’ye göre açılmış bir iptal davası mı yoksa 2004 sayılı İİK m. 280/I ve II’ye göre açılmış bir tasarrufun iptali davası mı olduğunu belirler. Buna ilişkin örnek bir kararın tam metnini de aşağıda yayınlıyoruz.

VII. YARGITAY KARARI:

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2014/21622
KARAR NO : 2017/4442
TARİH : 24.04.2017

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda, kararda yazılı nedenlerle davaların reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı Zeynep Kaplan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı Adil Tural vekili, davalı borçlu İsmail Hakkı Tığlı hakkında İstanbul 7. İcra Müdürlüğünün 2004/15940 E sayılı dosyası takibe geçildiğini, aciz vesikası hükmünde haciz zabıtlarının bulunduğunu, davalı borçlunun muris babası Mehmet İzzet Tığlı'nın 13.12.2006 tarihinde vefat ettiğini, vefatından 3 ay kadar önce Tığlı Oto Tic. A.Ş. ve Tığlı Petrol Tic. A.Ş.’deki hisselerini diğer davalılar eşi Mübeccel ve oğlu Ahmet Şevki Tığlı ile davalı Arif Demirekin’e devrettiğini belirterek, alacaklılarından mal kaçırma amacıyla yapılan devirlerin iptalini istemiştir.

Davalılar Mübeccel Tığlı, Ahmet Şevki Tığlı ve Arif Demirekin vekili, murisin hisselerinin borca batık oğluna geçmemesi için istediği tasarruflarda bulunabilmesinin doğal hakkı ve yaptığı tasarruflarla ilgili dava açma hakkının mirasçılarına ait olduğunu, tasarruf esnasında şuurunun yerinde olduğunu belirterek, davanın reddini istemiştir.

Davalı, İ. Hakkı Tığlı vekili, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, davacının dava açma ehliyeti ve dava şartlarının bulunmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Birleşen dosyada davacı Adil Tural vekili, davalı borçlu İsmail Hakkı Tığlı'nın Zeytinburnu 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2007/238 E-2007/282 K sayılı mirasın reddi tasarruf işleminin iptalini istemiş, İstanbul 7. İcra Müdürlüğünün 2004/15940 E sayılı dosyasındaki alacağı 09.01.2012 tarihli temlikname ile temlik alan Zeynep Kaplan'ın 26.06.2012 tarihli duruşmada davacı olarak kabulüne karar verilerek davaya devam olunmuştur.

Birleşen dosya davalıları A. Şevki Tığlı, Mübeccel Tığlı ve İ. Hakkı Tığlı vekilleri, 6 aylık dava açma süresinin geçirildiğini belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, İİK 282’inci maddesinde davalı olarak borçlu ve borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimseler ile bunların mirasçılarının gösterilebileceğini, borçlunun İsmail Hakkı Tığlı, şirket paylarını devredenin ise borçla ilgili olmayan Mehmet İzzet Tığlı olduğunu, Mehmet İzzet Tığlı'nın şirketteki paylarını devretmesi ile devredilen bu paylarla borçlu İsmail Hakkı Tığlı ve diğer davalıların ilgisi olmayıp tasarrufun iptali davasında davalı olarak gösterilmelerinin mümkün olmadığını belirterek bu davanın reddine, birleşen dosya yönünden ise, mirasın reddi tarihinden itibaren 6 aylık hak düşürücü sürenin fazlasıyla geçmiş olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm, davacı Zeynep Kaplan vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, asıl davada davacı Zeynep Kaplan vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanması gerekmiştir.

2-Birleşen dava, İİK’nun 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Kural olarak mirasın reddi bağışlama sayılmaz. Ancak borçlunun alacaklılarına zarar verme kastıyla mirası reddetme işlemi tasarrufun iptali davasına konu olabilmektedir. Mirasın reddine dair işlem ile terekenin açılmasıyla borçlunun aktifine geçecek olan mal para vs. değerler karşılıksız olarak diğer mirasçılara geçeceğinden borçlunun mirasın reddine ilişkin tasarrufu diğer iptal koşullarının oluşması halinde İİK'nun 277 ve devamı maddeleri uyarınca iptale konu olabilecek tasarruflardandır. Dolayısıyla davacının talebi mirasın reddine ilişkin tasarrufun iptaline yönelik olduğundan, dava ön koşulları yönünden dosyanın incelenmesi varlığı halinde dava konusu mirasın reddine ilişkin tasarrufun İİK’nun 277, 278, 279 maddeler gereğince iptale tabi olup olmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, davanın TMK'nun 617 maddesininde düzenlenen mirasın reddinin iptali davası olarak nitelendirilmesi ve süre yönünden reddi isabetli görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı Zeynep Kaplan vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddi ile asıl davaya ilişkin hükmün ONANMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile birleşen davaya ilişkin hükmün BOZULMASINA, aşağıda dökümü yazılı 993,60 TL fazla alınan harcın temyiz eden davacı Zeynep Kaplan'a geri verilmesine 24.04.2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.

05 Şubat, 2019

BABA VE ANNE ADI DÜZELTME DAVALARINDA TARAF TEŞKİLİNİN SAĞLANMASI


BABA VE ANNE ADI DÜZELTME DAVALARINDA
TARAF TEŞKİLİNİN SAĞLANMASI

I. GİRİŞ:

Usul hukukunun en önemli konularının başında yargılamada taraf teşkilinin sağlanması gelmektedir. Taraf teşkili sağlanmadan ve taraflara dilekçe hakları tanınmadan yargılamanın esasına geçilmesi hukuken mümkün değildir. Yargılamasını yaptığımız nüfus davalarından baba ve anne adının değiştirilmesi konulu olan davalarda taraf teşkilinin sağlanması çoğu zaman davanın sadece davayı açan kişiyi ilgilendirdiği, diğer mirasçıları ilgilendirmediği düşüncesiyle zamanında sağlanamamaktadır. Bu nedenle de taraf teşkilinin sağlanması yargılamanın başında yapılmadığından yargılama gereksiz yere uzamaktadır. Yargıda hedef süre uygulaması ile birlikte hukuk davalarında da her dava için davanın sonuçlanacağı belli bir hedef süre belirlenmiştir. Nüfus davalarında da bu süre yüz elli gün olarak belirlenmiştir. Bu sürenin verimli şekilde kullanılması ve yargılamanın uzamaması için davanın önceden iyi planlanması ve açılırken tarafların doğru belirlenmesi gerekmektedir.

II. BABA VE ANNE ADI DÜZELTME DAVALARINDA TARAFLAR:

Baba ve anne adı düzeltme davalarında davacı baba ya da anne adını düzeltmek isteyen kişi davalı ise hem nüfus müdürlüğü hem de adı düzeltilmek istenen davacının baba ya da annesinin diğer mirasçılarıdır. Aşağıya tam metnini aldığımız Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 2017/8179 Esas; 2018/17016 Karar ve 09.10.2018 tarih sayılı kararında da belirtildiği gibi ölmüş baba ya da anne adının değiştirilmesi doğrudan miras hukukunu ilgilendirdiğinden adı değiştirilmek istenen kişinin diğer mirasçılarının da bu davada temsil edilmekte hukuki yararı bulunmaktadır. Bu nedenle ya davanın bu mirasçıların tamamı tarafından birlikte açılması gerekmekte ya da davacının diğer mirasçıları da davalı olarak göstermesi gerekmektedir. Aksi takdirde taraf teşkilinin sağlanması için mahkeme durumu fark etmesi durumunda tensip aşamasında ya da sonrasında ön inceleme aşamasında gidermek için davacı tarafa diğer mirasçıları davaya dahil etmesi için süre vermek zorunda kalacaktır. Bu da ön inceleme duruşmasının gereksiz yere ertelenmesine neden olacaktır. Çünkü taraf teşkili sağlanmadan ön inceleme duruşmasının yapılabilmesi hukuken mümkün değildir.

III. YARGITAY KARARI:

T.C.
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2017/8179
KARAR NO : 2018/17016
TARİH : 09.10.2018

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

Davacı dava dilekçesinde, babası Hasan Ali Irmak'ın baba adının Mustafa anne adının ise Döndü olarak olarak düzeltilmesini istemiş; mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

1-Dava sonucu itibariyle miras hukukunu yakından ilgilendirdiğinden; davacının baba ve annesi olan Mehmet ve Raziye Irmak ile baba ve annesi olduğunu iddia ettiği Mustafa ve Döndü Irmak'ın bütün mirasçılarının davalı sıfatı ile davaya katılmaları gerekirken, mahkemece re'sen gözetilmesi gereken bu durum nazara alınmadan ve taraf teşkili de sağlanmadan davanın esası hakkında karar verilmesi,

2-Nüfus kayıtlarındaki düzeltme istemine ilişkin davalarda, mahkemelerin hiçbir kuşku ve duraksamaya neden olmaksızın doğru sicil oluşturmak zorunluluğu bulunduğu gözetilerek, somut olayda mahkemece salt taraflar ve tanık beyanları ile yetinilmeyip bu iddia ile ilgili olarak DNA testi yaptırılıp alınacak rapor da gözetilerek karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,

Doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nın Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 09.10.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.