11 Mayıs, 2020

ULUSLARARASI TEK SATICILIK SÖZLEŞMESİNDE TÜRK MAHKEMELERİNİN YETKİSİ

ULUSLARARASI TEK SATICILIK SÖZLEŞMESİNDE 
TÜRK MAHKEMELERİNİN YETKİSİ

I. GİRİŞ: 

Uluslararası ticaretin büyük kısmı büyük şirketlerin ihracat yapmak istedikleri ülkede kendi ürünlerini satın alarak iş piyasada perakende ya da toptan olarak satışını yapacak ithalatçı şirketlerle yaptıkları tek satıcılık sözleşmeleri ile gerçekleşmektedir. İki farklı ülkenin kanunlarına göre kurulmuş ve iki farklı ülkenin ticaret hukuku kurallarına bağlı olan iki şirketin kendi aralarında yaptıkları tek satıcılık sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde hangi ülkenin mahkemelerinin yetkili olacağı sorunu karşımıza çıkmaktadır. Bu makalemizde uluslararası tek satıcılık sözleşmesinde Türk mahkemelerinin yetkili olup olmadığı konusunu inceleyeceğiz.

II. HUKUKUMUZDA TEK SATICILIK SÖZLEŞMESİ: 

Tek satıcılık sözleşmesi, yapımcının, mamullerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir coğrafi bölgede tek el / inhisar sahibi olarak satmak üzere sadece tek satıcıya göndermeyi, buna karşılık tek satıcının da, sözleşme konusu malları kendi adına ve kendi hesabına satarak malların sürümünü arttırmak için faaliyette bulunma yükümlülüğünü üstlendiği, yapımcı ile tek satıcı arasında ki hukuki ilişkileri çerçeve niteliğinde düzenleyen, sürekli ve isimsiz sözleşmedir.  

Hukukumuzda tek satıcılık sözleşmesine ilişkin bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Sadece "Denkleştirme İstemi" başlıklı 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 122'de düzenlenmiş olan "Bu hüküm, hakkaniyete aykırı düşmedikçe, tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi hâlinde de uygulanır." hükmü ile acentelik sözleşmeleri için getirilmiş olan denkleştirme tazminatı hakkının tek satıcılık  ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi hâlinde de uygulanacağı düzenlenmiştir. Hukukumuzda "Tek Satıcılık" kavramının geçtiği tek yasal düzenleme TTK m. 122/V'dir. Bu nedenle tek satıcılık sözleşmeleri isimsiz sözleşme olarak anılmaktadırlar. 

III. ULUSLARARASI TEK SATICILIK SÖZLEŞMESİNDE TÜRK MAHKEMELERİNİN YETKİSİNİN BELİRLENMESİ: 

Taraflardan birinin ya da her ikisinin de yabancılık unsuru taşıması durumunda tek satıcılık sözleşmesinden kaynaklanan davalarda Türk mahkemelerinin yetkili olup olmadığı 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun hükümlerine göre belirlenecektir. 

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun m. 40'a göre; "Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder." Yani 6100 sayılı HMK m. 5 ve devamına göre yetkili mahkeme belirlenecektir. 

5718 sayılı MÖHUK m. 47'ye göre; "Yer itibariyle yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hâllerde, taraflar, aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabilirler. Anlaşma, yazılı delille ispat edilmesi hâlinde geçerli olur. Dava, ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz sayması veya Türk mahkemelerinde yetki itirazında bulunulmaması hâlinde yetkili Türk mahkemesinde görülür." Dolayısıyla çıkan uyuşmazlıkta öncelikle tarafların aralarında belirledikleri yetkili mahkeme bulunup bulunmadığına bakılmalıdır. Aynı madde de "44, 45 ve 46 ncı maddelerde belirlenen mahkemelerin yetkisi tarafların anlaşmasıyla bertaraf edilemez." düzenlemesi getirilmiş olup bu maddeler ticaret hukuku alanına giren tik satıcılık sözleşmesi ile ilgili değildir. Dolayısıyla tek satıcılık sözleşmelerinde yetki antlaşmasının bulunmasının hukuken bir sakıncası bulunmamaktadır. Yetki konusundaki uyuşmazlıklar taraflar arasında yapılan sözleşmede yetki koşulunun bulunmaması durumunda ortaya çıkmaktadır. Bu sorunu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017 / 11-143 Esas; 2019/1055 Karar ve 10.10.2019 Tarih sayılı kararında aşağıdaki ilkeleri koyarak çözmüştür. 

"Tarafların tek satıcılık sözleşmesinde yetkili hukuk belirlememiş olmaları hâlinde, yetkili hukuk objektif bağlama kurallarına göre hâkim tarafından belirlenecektir. MÖHUK 24/4’e göre tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır ve bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutat meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun iş yeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok iş yeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan iş yeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur. Tek satıcılık sözleşmeleri tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler olması sebebiyle, burada uygulanacak hukukun tespiti açısından ağırlıklı edim yani karakteristik edimin tespiti gerekir.  Bir sözleşmedeki karakteristik edim, o sözleşmeyi diğer sözleşmelerden ayıran, o sözleşmeye kendine has bir özellik veren yani sözleşmeye ayırt edicilik katan edimdir. Tek satıcılık sözleşmesinde karakteristik edim ise tek satıcının edimi olduğu doktrinde ve içtihatlarda neredeyse birlik hâlinde kabul edilmektedir. (Demir Gökyayla, C.: Milletlerarası Özel Hukukta Tek Satıcılık Sözleşmeleri, Ankara 2005, s.368 vd.)" (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017 / 11-143 Esas; 2019/1055 Karar ve 10.10.2019 Tarih)

Yargıtay HGK aşağıya tam metnini alıntıladığımız bu kararında 5718 sayılı MÖHUK m. 24/IV'e göre tarafların uygulanacak hukuk seçimini yapmış olup olmadıklarına göre çözüm yolu geliştirmiştir. Buna göre tarafların uygulanacak hukuk konusunda bir seçimleri varsa öncelikle bu hukuk uygulanacaktır. Uygulanacak hukukun seçilmiş olması durumunda sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk taraflar arasında seçilmiş olan hukuk olacağından seçilen hukukun ülkesi mahkemelerinin yetkili olduğu kabul edilir. 

5718 sayılı MÖHUK m. 24/IV'e göre; "Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur." Bu madde hükmünde iki tane önemli ölçüt belirlenmiştir. Bunlar sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukukun uygulanması ve bu hukuka göre karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukukunun uygulanmasıdır. Yargıtay, tek satıcılık sözleşmelerinin tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler olması sebebiyle, uygulanacak hukukun tespiti açısından ağırlıklı edim yani karakteristik edimin tespitini öncelikli usul hukuku sorunu olarak ele almaktadır. Yargıtay karakteristik edimi "Bir sözleşmedeki karakteristik edim, o sözleşmeyi diğer sözleşmelerden ayıran, o sözleşmeye kendine has bir özellik veren yani sözleşmeye ayırt edicilik katan edimdir." şeklinde tanımlamıştır. Bu durumda tak satıcılık sözleşmelerinde karakteristik edimin ne olduğunun tespiti gerekmektedir. Tek satıcılık sözleşmelerinde yukarıda yaptığımız tanım doğrultusunda iki temel edim bulunmaktadır. 

Bunlardan birincisi  yapımcının, mamullerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir coğrafi bölgede tekel / inhisar sahibi olarak satmak üzere sadece tek satıcıya gönderme edimi, ikincisi ise tek satıcının sözleşme konusu malları kendi adına ve kendi hesabına satarak malların sürümünü arttırmak için faaliyette bulunma edimidir. Bu edimlerden yapımcının ürünlerini tek satıcıya göndermemesi durumunda tek satıcının edimini yerine getirmesi hukuken mümkün değildir. Çünkü yapımcı yukarıda Yargıtay'ın yaptığı karakteristik edim tanımına göre sıradan alım satım sözleşmelerinden farklı olarak belli bir kişi ya da şirkete mamullerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir coğrafi bölgede tekel / inhisar sahibi olarak satmak üzere sadece tek satıcıya gönderme edimini üstlenmektedir. Tek satıcının edimi ise aldığı ürünleri  kendi adına ve kendi hesabına satarak malların sürümünü arttırmak için faaliyette bulunma edimidir ki bu edim alım satım sözleşmelerinin en tipik örneğidir. Dolayısıyla tek satıcılık sözleşmesini diğer alım satım sözleşmelerinden ve hatta acentelik sözleşmelerinden ayıran, o sözleşmeye kendine has bir özellik veren yani sözleşmeye ayırt edicilik katan edim yapımcının  mamullerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir coğrafi bölgede tekel / inhisar sahibi olarak satmak üzere sadece tek satıcıya gönderme edimidir. Çünkü yapımcı kendi isteği ile kendi ürünlerinin satışının tek bir satıcı tarafından gerçekleştirilmesini kabul etmekte, bir bakıma kendi satış faaliyetini kendi eliyle kısıtlamaktadır. Tek satıcılık sözleşmesini diğer alım satım sözleşmelerinden ayıran en önemli özellik de yapımcının satış faaliyetini kendi kendine sınırlamasıdır. Tek satıcının yapımcıdan aldığı malları perakende ya da toptan olarak satışında alım satım sözleşmelerinin temel özelliğinden bir farkı olmadığı gibi satış rakamlarını arttırmak yükümlülüğü alım satım sözleşmelerinin tamamında ve ticari hayatın özünde olan bir durumdur. Bu nedenlerle tek satıcılık sözleşmesinde karakteristik edimin yapımcının edimi olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Ancak yargıtay karakteristik edimin tek satıcının edimi olduğu sonucuna varmış ve kararında alıntı yaptığı eserlere dayanarak da doktrinde ve içtihatlarda karakteristik edimin tek satıcının edimi olduğunun kabul edildiğini belirtmiştir. Yargıtay'ın bu görüşüne katılmıyoruz.

Yargıtay HGK'nun kararında yaptığı ve bizim katılmadığımız tespit üzerinden devam edecek olursak, karakteristik edimin tek satıcının edimi olarak kabul edilmesi durumunda karakteristik edimin ifa yeri neresiyse o yer hukuku uygulanacaktır. 6100 sayılı HMK m. 5 ve devamına göre yetkili mahkeme de orası olacaktır. Bu durum tek satıcının Türkiye'de olması durumu için geçerlidir. Yapımcının Türkiye'de, tek satıcının ise yabancı bir ülkede olması durumunda ise aynı gerekçelerle Türk mahkemelerinin yargı yetkisi bulunmayacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken konu şirketlerin Türk ya da yabancı olması değil tek satıcılık ediminin Türkiye'de gerçekleştirilmesidir. Yani iki yabancı ya da iki Türk şirketi arasında da benzer bir yetki uyuşmazlığı çıkması durumunda bu ölçütlere göre yetkili mahkeme belirlenecektir. 

IV. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI: 

       T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO : 2017/11-143 
KARAR NO : 2019/1055           

                               T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A 
                                             Y A R G I T A Y   İ L A M I

Taraflar arasındaki “haksız rekabet ve tazminat” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesince davalı Gautier Tohum Üretim Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.  aleyhine açılan davanın sıfat yokluğundan reddine, davalı Gautier Semences S.A.S yönünden davanın yetkisizlik nedeniyle reddine dair verilen 19.09.2013 tarihli ve  2010/642 E., 2013/287 K. sayılı kararın davacı vekilince temyizi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin, 20.01.2015 tarihli ve 2014/2059 E., 2015/712 K. sayılı kararı ile: “…Davacı vekili, müvekkilinin tohumculuk alanında araştırma ve üretim yapma haklarına sahip bir Türk tohum şirketi olduğunu,  davalılardan  Gautier Semences S.A.S. ise sektörde tedarikçi, üreticilik yapan bir şirket  olduğunu, müvekkili ile bu davalı arasında 2005 yılında aralarında ticari ilişki oluştuğunu ve sonuçta aralarında tek satıcılık sözleşmesi imzalandığını, söz konusu sözleşme uyarınca davalı Gautier Semences S.A.S'nin sözleşme konusu ürünleri inhisari olarak yalnızca davacıya göndereceğini, davacının da ürünleri kendi adına ve hesabına satacağını, bu malların sürümünü arttırmak için faaliyetlerde bulunacağını, bu nedenle davacı firmanın sürümü arttırmak ve ürünleri piyasaya tanıtmak için 2005 yılından itibaren büyük yatırımlarda ve promosyonlarda bulunduğunu, ürünleri piyasaya tanıttığını, ürünlerin piyasada kabul görmesinin 1-2 yıl arasında bir zaman aldığını, ürünün piyasada kabul görmesinin gerçekleştirildiğini, firmalarının işin niteliği gereği yasal koşulları yerine getirdiğini, Tohumculuk Tescil Sertifikasyon Müdürlüğüne tescili tamamladığını, davalı Gautier Semences S.A.S.'nın kendilerini bu tescili yapabilecek tek firma olarak yetkilendirdiğini, aralarındaki ticari ilişkinin 2005 yılından bu yana devam ettiğini, ancak 2010 yılı itibariyle davalı firmanın sözleşmeye ve taraflar arasındaki güven ilişkisine aykırı eylemlere başladığını, sektörün niteliği gereği dikim sezonunda teslim edilmesi gereken tohumları zamanında vermemeye, ürünün ücreti ödenmesine rağmen taleplerin zamanında yerine getirilmemeye başlandığını, bu nedenle firmalarının zarar ettiğini, sözleşme devam ederken davalı Gautier Semences S.A.S.'nin diğer davalı Gautier Tohum Üretim Dağıtım San. Ve Tic. Ltd. Şti. şirketini kurup piyasaya girdiğini, taraflarınca piyasada kabul görmesi sağlanan ürünleri piyasaya sürdüklerini, taraflar arasındaki sözleşmenin ihtarname keşide edilerek davalı Gautier Semences S.A.S. tarafından 6 ay sonrasına kadar geçerli olacak şekilde tek taraflı feshedildiğini, taraflarınca söz konusu ihtarın dikim sezonunun başlangıcında olduğundan firmalarını zarara uğratacağı için kabulünün mümkün olmadığı ve sözleşme gereği edimlerini yerine getirmelerinin ihtar edildiğini, davalı tarafın eylemlerinin sözleşmeye aykırı olduğunu, fesih bildiriminin hakkın kötüye kullanılmasını oluşturduğunu, davalı tarafın firmalarını ekonomik açıdan kötü bir duruma sokması nedeniyle denkleştirme tazminatı ödemesi gerektiğini ileri sürerek, davalının fesih bildiriminin geçersizliğine ve hakkaniyete uygun bir süre verilmesine, haksız rekabet tespiti ve men'ine, 100.000 Euro maddi tazminat, 50.000 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline ve hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Gautier Tohum Üretim Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili, davanın husumet  ve esas yönünden reddini savunmuştur.

Davalı  Gautıer Semensas S.A.S. vekili, davanın yetki ve esas yönünden reddini istemiştir.

Mahkemece, dosya kapsamına göre, davacının davalı Gautier Tohum Üretim Dağıtım San.ve Tic. Ltd. Şti. ile bir sözleşme  ilişkisinin bulunmadığı, davacının asıl davalıya yönelik davanın Türk mahkemelerinde görülmesini sağlamak için bu şirketi de davalı gösterdiği, bu şirket aleyhine açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verildiği, diğer davalı şirketin ise Fransız Kanunlarına göre kurulmuş ve merkezi Fransa 'da olan bir şirket olduğu, taraflar arasındaki ilişkide yabancılık unsuru bulunduğu, yabancılık unsuru içeren davalarda Türk mahkemelerinin yetkisinin 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun hükümlerine göre belirlenmesi gerektiği,davalı yabancı uyruklu şirketin ikametgahının Trascon/Fransa olduğu, HMK'nun 10.maddesindeki şartların Türk Mahkemelerinin yetkisi yönünden mevcut olmadığı gerekçesiyle 1 nolu davalı hakkında açılan davanın husumet nedeniyle reddine, 2 nolu davalı hakkında açılan davanın ise dava dilekçesinin 5718 sayılı  MÖHUK'un 40. maddesi  uyarınca yetkisizlik nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. 

1-Dava, hukuksal nitelikçe tek satıcılık sözleşmesine dayalı davalı yabancı uyruklu şirketin fesih bildiriminin geçersizliği, hakkaniyete uygun bir süre verilmesi, haksız rekabet tespiti ve men'i, maddi ve manevi tazminatın tahsili istemlerine ilişkin olup, Devletler Hususi Hukuku Kaideleri, yabancılık unsuru taşıyan (Milletlerarası unsur) belirli bir olaya ve ilişkilere hangi devletin maddi hukuk hükümlerinin uygulanacağını gösterir. Bu kaideler bir uyuşmazlığı bizzat çözümlemezler. Sadece, onu çözümleyecek olan yetkili maddi hukuk kurallarını belirtmekle yetinirler. Buradaki hukuk, mahalli hukuk veya yabancı bir hukuk olabilir. Devletler Hususi Hukuku Kaideleri iç hukuk kaideleri olduğundan her devletin kendine özgü bir Devletler Hususi Hukuku vardır. Devletler Hususi Hukuku, Maddi Özel Hukuk gibi, bireyler arasındaki adaleti kurmayı amaçlar.

Milletlerarası Medeni Usul Hukuku ise; yabancı unsurlu olay ve ilişkilerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda, diğer konular yanında, özellikle Türk mahkemelerinin  davaya bakmaya yetkisi olup olmadığını belirleyen kaidelerin bütünüdür.

12.12.2007 tarihinde yürürlüğe giren, 27.11.2007 günlü 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanun; Devletler Hususi Hukukumuzun ana kaynağını oluşturur. Bu kanun "Milletlerarası Özel Hukuk" ile "Milletlerarası Usul Hukuku" olarak iki bölümde düzenlenmiştir.

Milletlerarası bağlantıları bulunan (Yabancı Unsurlu) olay ve ilişkilerden kaynaklanan hukuki uyuşmazlıklarda, mahkemelerin milletlerarası yetkilerini düzenleyen kaideler Usul Hukukunu meydana getirir. 5718 sayılı Yasa, milletlerarası yetkiye ilişkin hükümleri ile (Md.40-49) Türk mahkemelerinin Devletler hukuku anlamında haiz oldukları yargı yetkisini hangi ölçüler içinde kullanacaklarını belirler. 

    5718 sayılı yasanın milletlerarası yetki başlıklı 40 ncı maddesi "Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder." hükmünü haiz olup, 6100 sayılı HMK.nun genel yetkili mahkeme başlıklı 6.madddesi, "Genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir." şeklindeki düzenlemeyi içermektedir. Yine aynı yasanın sözleşmeden doğan davalarda yetki başlıklı 10'ncu maddesine göre sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir." anılan yasanın haksız fiilden doğan davalarda yetki başlıklı 16'ncı maddesine göre ise “Haksız fiilden doğan davalarda, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir."

Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda somut olayda gelince, davalılardan Gautier Semences S.A.S adlı yabancı uyruklu şirketin merkezi Fransa’da olan Fransız şirketi olduğu taraflar arasında çekişmesiz ve dosya kapsamı ile sabittir.Bu bağlamda uyuşmazlığın yabancı unsur içermesi karşısında bu davalının yetki itirazının yukarıda anılan yasal düzenlemeler çerçevesinde ele alınması gerektiği kuşkusuzdur.Bu nedenle davacı istemleri de gözetilerek  fesh edilmiş sözleşmeye dayalı olarak dahi HMK.nın 10.maddesi uyarınca  dava açılabileceği gibi, esasen sözleşmedeki karakteristik edimin ifa yerinin de Antalya İli olduğunun kabulü gerekir.Kaldı ki davacının dava dilekçesindeki istemleri de gözetilerek esasen haksız fiilin bir türü olan haksız rekabet olgusunun gerçekleştiği ve zararın meydana geldiği yer de Antalya İli olduğu açıktır.

 Bu durumda, mahkemece, yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve açıklamalar çerçevesinde yabancı uyruklu anılan davalının yetki itirazının reddi ile işin esasına girilmek gerekirken yanlış ilkeden hareketle yanılgılı değerlendirmeye ve isabetli görülmeyen gerekçeye dayalı yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, hükmün davacı yararına bozulması gerekmiştir.

2-Öte yandan, mahkemece, diğer davalı şirketin davaya dayanak yapılan sözleşmeye taraf olmadığı gerekçesiyle bu davalı yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş ise de yabancı uyruklu davalı şirketle ilgili tüm deliler ibraz ettirilip denetlemeye elverişli bir şekilde değerlendirilmeden davacı tarafın bu davalı ile ilgili iddiaları nazara alınmadan salt sözleşmenin tarafı olmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi eksik incelemeye dayalı olup, doğru görülmemiştir...” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, tek satıcılık sözleşmesinden kaynaklanan haksız rekabetin önlenmesi ile maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir. 

  Davacı vekili, müvekkilinin tohumculuk alanında araştırma ve üretim yapma haklarına sahip bir Türk tohum şirketi olduğunu,  davalılardan Gautier Semences S.A.S.’nin ise sektörde tedarikçi ve üreticilik yapan bir şirket olduğunu, müvekkili ile bu davalı arasında 2005 yılında tek satıcılık sözleşmesi imzalandığını, bu sözleşme uyarınca davalı Gautier Semences S.A.S’nin sözleşme konusu ürünleri inhisari olarak yalnızca davacıya göndereceğinin ve davacının da ürünleri kendi adına ve hesabına satacağının kararlaştırıldığını, müvekkili şirketin sürümü arttırmak ve ürünleri piyasada tanıtmak için 2005 yılından itibaren büyük yatırım ve promosyonlarda bulunduğunu ve ürünlerin piyasada kabul görmesini sağladığını, ancak 2010 yılı itibariyle davalı şirketin sözleşme ve taraflar arasındaki güven ilişkisine aykırı eylemlere başladığını, böyle olunca müvekkili şirketin zarar ettiğini, sözleşme devam ederken davalı Gautier Semences S.A.S.’nin diğer davalı Gautier Tohum Üretim Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şirketini kurup piyasaya girdiğini, taraflar arasındaki sözleşmenin davalı Gautier Semences S.A.S. tarafından 6 ay sonrasına kadar geçerli olacak şekilde tek taraflı feshedildiğini, fesih bildiriminin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu ileri sürerek, davalının fesih bildiriminin geçersizliğine ve hakkaniyete uygun bir süre belirlenmesine, sözleşmeden kaynaklanan haklarının ihlali nedeniyle haksız rekabetin tespiti ve durdurulmasına, 100.000 Euro maddi tazminat, 50.000 Euro manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Gautier Tohum Üretim Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili, davacının talepleri bakımından müvekkili şirketin sözleşme tarihinden sonra kurulmuş bir şirket olarak ve sözleşmeye taraf olmaması nedeniyle taraf gösterilemeyeceğini savunarak davanın husumet (sıfat yokluğu) yönünden reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Gautier Semensas S.A.S. vekili, huzurdaki davanın temelindeki ticari ilişkinin, Fransız kanunlarına göre kurulmuş bir şirket olan müvekkili şirket ile Türk Kanunlarına göre kurulmuş bir şirket olan davacı şirket arasında ve yetki sözleşmesi aktedilmeksizin tesis edilmiş olduğunu, dolayısıyla tarafların herhangi bir anlaşmazlık durumu için yargılamada yetkili mahkeme ve uygulanacak kanunu öngörmediklerini, tarafların yetkiye dair özel bir anlaşmaları olmadığından dilekçelerindeki açıklamaları ve genel hükümler doğrultusunda yetkili mahkemenin Fransız Mahkemeleri olduğunu, Fransız Kanunlarının uygulanması gerektiğini, merkezi Fransa’da bulunan müvekkili şirketin, davaya konu sözleşme konusu ürünleri üretici yapımcı sıfatıyla Fransa’da üretip gönderdiğini, bu ürünlerin de menkul mal niteliğinde olup, 6098 sayılı TBK.’nın 89. maddesi anlamında parça borcu olarak ifa edildiğini, 6098 sayılı TBK’nın 209. ve devamı maddelerinde yer alan taşınır satışına dair hükümler gereğince bu ürünlerin Fransa'dan gönderildiği an sözleşmenin ifa edildiği kabul edildiğinden, yetkili mahkemenin Fransa'daki Asliye Ticaret Mahkemeleri olması gerektiğini, müvekkili şirketin Ocak 2007'den Haziran 2007’ye kadar yalnızca altı aylık kısa süreli tek yetkili dağıtıcılık konusunda davacı şirket ile anlaştığını, bunun dışında taraflar arasında tek satıcılık sözleşmesinin bulunmadığını, 2006 tarihli yazının da bu nitelikte olmadığını, 2009 yılından itibaren ve davacı şirketin talebi üzerine, taraflar distribütörlük ilişkisi konusunda anlaşmak üzere uzun bir müzakere  sürecine girdiklerini ve davacı şirketten cevap alınamaması nedeniyle müvekkili şirketin ticari ilişkilerini sonlandırmaya karar verdiğini, noter kanalıyla tebliğ edilen 01.06.2010 tarihli fesihname ile, uluslararası şirketler ticari uygulamaları ve aynı zamanda Fransız Ticaret Kanunu’nun ticari ilişkilerinin feshine ilişkin maddesine uygun olarak müvekkili şirketin davacı şirkete 6 aylık bir süre tanıdığını ileri sürerek, öncelikle 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (MÖHUK)  1. ve 40. madde atfıyla gidilen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 6. ve 10. maddeleri gereğince mahkemece yetkisizlik kararı verilerek  dosyanın yetkili Fransa Tarascon Mahkemesine gönderilmesine, yetki kapsamında MÖHUK 7. ve 24. madde doğrultusunda uygulanması gereken hukuk açısından, Fransız hukukunun  uygulanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini, davanın esası açısından ise gerek uygulanması gereken Fransız hukuku, gerekse Türk hukuku açısından  haksız fesih söz konusu olmadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.

   Yerel Mahkemece, davacının davalı Gautier Tohum Üretim Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. ile bir sözleşme ilişkisinin bulunmadığı, diğer davalı Gautier Semences S.A.S şirketine gelince, bu şirketin Fransız kanunlarına göre kurulmuş ve merkezi Fransa 'da olan bir şirket olduğu, dolayısıyla taraflar arasındaki ilişkide yabancılık unsuru bulunduğu, taraflar arasındaki sözleşmede ihtilafların çözümü konusunda bir hüküm bulunmadığı, yabancılık unsuru içeren davalarda Türk mahkemelerinin yetkisi 5718 sayılı MÖHUK’ya göre belirlenmesi gerektiği, bu Kanun’un 40. maddesinin "Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder."; 47. maddesinde de "Yer itibariyle yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hâllerde, taraflar, aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabilirler. Anlaşma, yazılı delille ispat edilmesi hâlinde geçerli olur. Dava, ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz sayması veya Türk mahkemelerinde yetki itirazında bulunulmaması hâlinde yetkili Türk mahkemesinde görülür." hükümlerini içerdiği, Kanun’un 47. maddesinde belirtilen şekilde taraflar arasında yetki anlaşması olmadığından yetkili mahkemenin HMK'nın yetkiye ilişkin hükümleri çerçevesinde belirlenmesi gerektiği, HMK 'nın 6./1. maddesinin "Genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir" şeklinde olduğu, davalı yabancı uyruklu şirketin ikametgâhının Tarascon/Fransa olduğu, HMK’nın 10. maddesindeki şartların Türk Mahkemelerinin yetkisi yönünden mevcut olmadığı gerekçesiyle davalı Gautier Tohum Üretim Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine açılan davanın husumet nedeniyle reddine, davalı Gautier Semences S.A.S aleyhine açılan davanın dava dilekçesinin 5718 sayılı  MÖHUK'nın 40. maddesi  uyarınca yetkisizlik nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur. 

Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir. 

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı Gautier Semences S.A.S’a karşı açılan davada Türk Mahkemelerinin mi, Fransız Mahkemelerinin mi yetkili olduğu; diğer davalı Gautier Tohum Üretim Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin davada sıfatının bulunup bulunmadığının tespitinde mahkemece yeterli araştırmanın yapılıp yapılmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, dava konusu uyuşmazlık yabancılık unsuru taşıdığından 5718 sayılı MÖHUK’nın yetkiye ilişkin düzenlemelerine değinmekte yarar vardır.

Türk mahkemelerinin yabancı unsurlu davalarda ne zaman yetkili, ne zaman yetkisiz olacağı meselesi 5718 sayılı MÖHUK’da düzenlenmiştir. Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini düzenleyen temel kanun MÖHUK’da, konuya ilişkin bir genel kural ve birden çok özel kural öngörülmüştür.

Milletlerarası yetki konusuna ilişkin genel kural, MÖHUK’nın 40. maddesinde yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca, yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklarda Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder. Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisine ilişkin özel kurallar ise, MÖHUK’nın 41 ilâ 46. maddelerinde yer almaktadır. Bu maddelerde, yabancılık unsuru taşıyan bazı hukukî işlem ve ilişkiler bakımından Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi doğrudan düzenlenmiştir (Şanlı, C./Esen, E./Ataman-Figanmeşe, İ.: Milletlerarası Özel Hukuk, İstanbul 2014, s.353 v.d.).

MÖHUK’nın “Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk” başlığını taşıyan 24. maddesi ise;

 “(1) Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tâbidir. Sözleşme hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir. 

(2) Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler. 

(3) Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya değiştirilebilir. Sözleşmenin kurulmasından sonraki hukuk seçimi, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla, geriye etkili olarak geçerlidir. 

(4) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur.”

şeklinde düzenleme içermektedir.

Bu noktada belirtmek gerekirse, 6100 sayılı HMK’nın genel yetkili mahkeme başlıklı 6. maddesi; “Genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir.” şeklindeki düzenlemeyi içermektedir. 

Yine aynı Kanun’un sözleşmeden doğan davalarda yetki başlıklı 10. maddesi “Sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir.”; haksız fiilden doğan davalarda "yetki" başlıklı 16. maddesi ise “Haksız fiilden doğan davalarda, haksız fiilin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.” hükümlerine haizdir.

Yetkiye ilişkin somut uyuşmazlığın çözümü bakımından mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 57 vd. maddelerinde düzenlenen “haksız rekabet” ile tek satıcılık sözleşmesinin tanım ve unsurları ile bu tür sözleşmelerde uygulanacak yetki kurallarına da kısaca değinmekte yarar vardır.

Haksız fiilin bir türü olan ve zamanla ayrı bir müessese hâline gelen haksız rekabet, sadece işletmelerin ve rakiplerin değil, müşteriler başta olmak üzere tüm piyasa katılımcılarının ve kamunun da menfaatini gözeten, rekabet hakkının dürüstlük kuralları çerçevesinde kullanılmasını sağlamayı ve rekabet hakkının kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan bağımsız bir hukuki müessesedir. (Ertan Nomer, F.; Haksız Rekabet Hukuku, İstanbul 2016, s.4.)

Tek satıcılık sözleşmesi ise, borçlar hukukunda düzenlenen, isimsiz sözleşme türleri arasında yer alan, özellikle ticari hayatta ve bu nedenle de rekabet hukukunda sıkça karşılaşılan sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile yapımcı, ürünlerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir coğrafi bölgede inhisari olarak satmak üzere sadece tek satıcıya gönderme yükümlülüğünü, buna karşılık tek satıcı da sözleşme konusu malları kendi adına ve kendi hesabına satarak bu malların sürümünü arttırmak için faaliyette bulunmak yükümlülüğünü üstlenir (Arslan, A.S.: Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XII, Y. 2008, sayı 1-2, s. 3).

Tek satıcının yükümlülüklerini başka bir şekilde açıklamak gerekirse, tek satıcılık sözleşmelerinde tek satıcının asgari alım, sürümü arttırmak için faaliyette bulunma, bilgi verme, müşteri hizmetlerini yerine getirme, yapımcının menfaatlerini koruma, sır saklama, rekabet yasağı gibi yükümlülükleri bulunmaktadır (Tandoğan, H.: Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C.1, Ankara 1985, s.27-28, 42vd., İşgüzar, H.:Tek Satıcılık Sözleşmesi, Ankara1989, s.14, 61-69 vd.).

Tarafların tek satıcılık sözleşmesinde yetkili hukuk belirlememiş olmaları hâlinde, yetkili hukuk objektif bağlama kurallarına göre hâkim tarafından belirlenecektir. MÖHUK 24/4’e göre tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır ve bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutat meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun iş yeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok iş yeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan iş yeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur. Tek satıcılık sözleşmeleri tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler olması sebebiyle, burada uygulanacak hukukun tespiti açısından ağırlıklı edim yani karakteristik edimin tespiti gerekir.  Bir sözleşmedeki karakteristik edim, o sözleşmeyi diğer sözleşmelerden ayıran, o sözleşmeye kendine has bir özellik veren yani sözleşmeye ayırt edicilik katan edimdir. Tek satıcılık sözleşmesinde karakteristik edim ise tek satıcının edimi olduğu doktrinde ve içtihatlarda neredeyse birlik hâlinde kabul edilmektedir. (Demir Gökyayla, C.: Milletlerarası Özel Hukukta Tek Satıcılık Sözleşmeleri, Ankara 2005, s.368 vd.)

Sıfata ilişkin uyuşmazlığın çözümü bakımından davada sıfat kavramından kısaca bahsedilmesi gerekir.

Sıfat, dava konusu sübjektif hak ile taraflar arasındaki ilişkidir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen kişiler şekli taraf kuramına göre o davanın tarafları iseler de, bu her zaman o kişilerin taraf sıfatına sahip oldukları anlamına gelmez. Taraf sıfatı dava şartı değildir. Ancak sıfat bir itiraz olduğundan, hâkim diğer itirazlar gibi taraf sıfatını da dava dosyasından anlayabildiği sürece kendiliğinden nazara alır. (Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2012, s. 248-249)

Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde; davalılardan Gautier Semences S.A.S adlı yabancı uyruklu şirketin merkezi Fransa’da olan Fransız şirketi olduğu hususu uyuşmazlık dışı olup, uyuşmazlığın yabancı unsur içermesi karşısında bu davalının yetki itirazının yukarıda anılan yasal düzenlemeler çerçevesinde ele alınması gerektiği kuşkusuzdur. Davacı şirket ile davalı yabancı şirket arasındaki sözleşme hukuki niteliği bakımından tek satıcılık sözleşmesi olup, her ne kadar davalı yabancı şirket sözleşmeyi feshetmiş olsa da, dava dilekçesi bu fesih bildiriminin geçersizliği istemini içerdiği gibi, tek satıcılık sözleşmesi devam ederken rekabet etmeme yasağına ve sözleşme hükümlerine aykırı şekilde diğer davalı şirketi kurarak haksız rekabette bulunduğu iddiasını da içerdiğinden, MÖHUK 40. maddesinin atıfta bulunduğu HMK’nın 10. maddesinde düzenlenen sözleşmeye ilişkin özel yetki kuralı uygulanacaktır. Bu madde hükmüne göre sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir. MÖHUK’nın 24. maddesinin 4. fıkrasında ise tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanacağından ve bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutat meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun iş yeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok iş yeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan iş yeri hukuku olarak kabul edilir.  Eldeki davada, taraflar arasındaki sözleşme tek satıcılık sözleşmesi niteliğinde olup, bu tür sözleşmelerde tek satıcının edimi karakteristik edim olarak kabul edildiğinden, karakteristik edimin ifa yeri de Antalya ili olduğundan Türk Mahkemeleri yargı yetkisine haizdir.

Diğer yandan, davacı şirket vekilince haksız fiilin bir türü olan haksız rekabete dayalı olarak davalılardan tazminat talebinde bulunulmuş olması esas alındığında da, yine MÖHUK’un  40. maddesinin atıfta bulunduğu HMK’nın 16. maddesi gereğince haksız rekabet olgusunun gerçekleştiğinin ve zararın doğduğunun iddia olunduğu yer de Antalya ili olduğundan eldeki uyuşmazlıkta Türk Mahkemeleri yargı yetkisine sahiptir.

Sıfata ilişkin uyuşmazlık bakımından ise, davacı vekilince davalı Gautier Tohum Zir. San. Tic. Ltd. Şti. aleyhine açılan dava haksız rekabet ve uğranılan zarar iddiasına dayalı olarak açılmış olup, bu şirketin diğer davalı yabancı şirket ile aralarında organik bağ bulunduğu ve diğer davalı tek satıcılık sözleşmesinin tarafından bağımsız bir 3. kişi olmadığı iddialarıyla bu şirkete karşı açılmış davanın, mahkemece bu iddialar nazara alınıp deliller toplanıp değerlendirilmeden sırf davacı şirket ile aralarında sözleşme bulunmadığı gerekçesiyle sıfat yokluğundan reddi doğru değildir. 

Mahkemece açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirme yapılarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Nitekim Özel Daire de bozma kararında aynı hususa işaret etmiştir.

Bu durumda direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıdaki belirtilen bu ilâve gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilâve nedenlerden dolayı  6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440.  maddesine göre kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10.10.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder