20 Ocak, 2019

TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA DOĞAN TAZMİNAT DAVALARININ BELİRSİZALACAK DAVASI OLMADIĞI HAKKINDAKİ YARGITAY KARARININ ELEŞTİRİSİ


TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA DOĞAN TAZMİNAT DAVALARININ BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLMADIĞI HAKKINDAKİ YARGITAY KARARININ ELEŞTİRİSİ

I. GİRİŞ:

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile belirsiz alacak davaları hukukumuza girmiş olup bu davalarda uygulanacak olan usul hükümleri ise henüz hukuk yargılamasında tam anlamıyla oturmuş değildir. Hangi davaların belirsiz alacak davası hangi davaların ise belirsiz alacak davası olmadığı konusunda değişik görüşler bulunmakta olup bu makalemizde 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007’inci maddesine göre açılan tapu sicilinin tutulmasında doğan tazminat davalarının belirsiz alacak davası olmadığı konusundaki Yargıtay kararının eleştirisini yapacağız.

II. BELİRSİZ ALACAK DAVASI:

Usul hukukumuza yeni giren belirsiz alacak davası 6100 sayılı HMK m. 107’de düzenlenmiştir. Buna göre; Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.”

Bir davanın belirsiz alacak davası olup olmadığını ortaya koyan en önemli özelliği davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacının kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olmasıdır. “Alacağın miktarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacının kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olması” durumuyla neyin anlatılmak istenildiğini aşağıda ki başlıkta açıklıyoruz.

III. TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA DOĞAN TAZMİNAT DAVALARININ HUKUKİ DAYANAĞI:

Tapu sicilinin tutulmasından doğan tazminat davalarının hukuki dayanağı 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007’inci maddesidir. Bu maddeye göre; Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür.” Bu madde iki dava türü düzenlemiştir. Birincisi tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlara karşı açılacak dava; ikincisi ise devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zararı tazminat alacaklısına ödemesi durumunda zararın doğmasında kusuru bulunan görevliye rücu etmesine ilişkin rücu davası. Her iki davanın da belirsiz alacak davası olup olmadığı konusu açısından ayrı ayrı ele alınarak incelenmesi gerekmektedir.

IV. TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA DOĞAN TAZMİNAT DAVALARI:

Aşağıya tam metnini aldığımız Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin kararı Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 04.02.1948 tarih ve 1944/10 Esas; 1948/3 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararına dayanarak bozmadan sonra ıslah yapılamayacağını, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007’inci maddesine göre açılmış tazminat davalarının belirsiz alacak davası olmadıklarını, bu nedenle de Yargıtay’ın bozma kararından sonra davacının ıslah ya da belirsiz alacak davaları için davacıya 6100 sayılı HMK m. 107/II’nin tanıdığı bedel arttırım hakkını kullanamayacağını tespit etmiştir.

Kararın aksi yorumundan belirsiz alacak davalarında bozma kararından sonra dolayısıyla istinaf mahkemesinin kaldırma kararından sonra da 6100 sayılı HMK m. 107/II’nin tanıdığı bedel arttırım hakkının davacı tarafından kullanılabileceği sonucu çıkmaktadır.

Makalemizin konusunu oluşturan durum 4721 sayılı TMK m. 1007’ye göre açılan tapu sicilinin tutulmasında doğan tazminat davaları Yargıtay 20. HD’nin belirlediği gibi belirsiz alacak davası kapsamına girmeyen davalardan mıdır? Kararı inceleyerek bunun tartışmasını yapacağız.

Karar metnine bakıldığında tapu sicilinin tutulmasında doğan tazminatın hangi yöntemlerle belirleneceği konusunda Yargıtay 20 HD’nin açıkça yol gösterdiği görülmektedir. Kararda; Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E. - 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerledirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.” ve Mahkemece bozma ilamına uyularak arsa niteliğindeki taşınmazlara emsal metodu kullanmak sureti ile değer belirlenmesi gerektiğinin düşünülmesinde bir isabetsizlik yoktur.” tespitlerine yer verilmiştir.

Buna göre Yargıtay 20. HD öncelikle taşınmazın niteliğinin belirlenmesini yani arazi mi yoksa arsa niteliğinde mi olduğunun belirlenmesini, daha sonra arazinin niteliğinin değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre gerçek değerinin belirlenmesi gerektiğini tespit ediyor. Kararın devamında da “Mahkemece bozma ilamına uyularak arsa niteliğindeki taşınmazlara emsal metodu kullanmak sureti ile değer belirlenmesi gerektiğinin düşünülmesinde bir isabetsizlik yoktur.” tespitine yer veriyor. Dolayısıyla davacının davayı açmadan önce dava konusu taşınmazın değerini ne şekilde belirlemiş olursa olsun Yargıtay 20 HD taşınmazda keşif yapılarak uzman bilirkişi yoluyla taşınmazın niteliğinin belirlenmesini ve emsal satışları da dikkate alarak taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesini istemektedir.

Bu durumda davacının davayı açarken dava konusu taşınmazın gerçek değerini tespit edebilmesinin hukuken mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır. Yani 6100 sayılı HMK m. 107’de getirilen Alacağın miktarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacının kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olması” ölçütü 4721 sayılı TMK m. 1007’ye göre açılan tapu sicilinin tutulmasında doğan tazminat davaları için gerçekleşmiş olmaktadır. Bu gerekçeyle aşağıya tam metnini aldığımız Yargıtay 20. HD’nin kararı 4721 sayılı TMK m. 1007’ye göre açılmış davaları 6100 sayılı HMK m. 107’ye göre yanlış hukuki değerlendirmeye tabi tutmuş ve bunun sonucunda da davacının 6100 sayılı HMK m. 107/II’ye göre sahip olduğu bedel arttırım hakkını ihlal etmiştir.

V. DEVLETİN TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDAN DOĞAN ZARARI İLAMA DAYALI OLARAK KUSURU BULUNAN GÖREVLİLERE RÜCU ETMESİ:

4721 sayılı TMK m. 1007’inci maddenin düzenlediği ikinci dava türü ise tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan ötürü devletin zarar görene tazminat ödemek zorunda kalması durumunda, devlet zararın sorumlusuna rücu etme hakkına sahiptir. Devlet rücu hakkını sorumluya karşı doğrudan icra takibi yapmak ya da doğrudan dava açmak şeklinde de kullanabilir. Bu tür davaların belirsiz alacak davası olup olmadığı rücu davası öncesinde devlet aleyhinde yukarıda incelemesini yaptığımız 4721 sayılı TMK m. 1007/I’e göre tapu sicilinin tutulmasından doğan tazminat davası açılmış ve sonuçlanmış mı buna bakılması gerekmektedir. Eğer devlet adına rücu davası açan Maliye Hazinesi rücu davasını daha önce açılmış ve devlet aleyhine sonuçlanmış bir 4721 sayılı TMK m. 1007/I’e göre tapu sicilinin tutulmasından doğan tazminat davası ilamına dayandırmaktaysa artık meydana gelen zarar ve devletin ödediği tazminat miktarı belli olduğundan bu davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmesi hukuken mümkün değildir. Bu tür davaların Yargıtaydan bozulması ya da istinaf incelemesinden sonra kaldırılarak ilk derece mahkemesine iade edilmesi durumunda davacının ıslah ya da 6100 sayılı HMK m. 107/II’ye göre bedel arttırımı yoluna gitmesi mümkün olmayacaktır.

VI. DEVLETİN TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDAN DOĞAN ZARARI İLAMA DAYANMADAN KUSURU BULUNAN GÖREVLİLERE RÜCU ETMESİ:

Çok sık karşılaşmasak da Devletin tapu sicilinin tutulmasından ötürü zarar görene tazminatı dava dışında uzlaşma ile ödemiş olması durumunda ise zarar sorumlusuna karşı 4721 sayılı TMK m. 1007/II’ye göre açacağı rücu davasında devletin ödediği zararın gerçek zarar olup olmadığının tespiti için eleştirisini yaptığımız Yargıtay 20. HD’nin kararındaki ölçütlere göre dava konusu taşınmazın değerinin belirlenmesi ve buna göre gerçek zarar belirlendikten sonra devletin ne kadar miktarı rücu edebileceğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Bu durumda devlet adına davayı açan Maliye Hazinesinin davayı açarken dava konusu taşınmazın gerçek değerini tespit edebilmesinin hukuken mümkün olmadığı ortaya çıkmaktadır. Yani 6100 sayılı HMK m. 107’de getirilen “Alacağın miktarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacının kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olması” ölçütü rücu davası için de gerçekleşmiş olacaktır.

VII. ELEŞTİRİSİNİ YAPTIĞIMIZ YARGITAY KARARI:

T.C.
YARGITAY
20. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2018/3247
KARAR NO : 2018/5763
TARİH : 18/09/2018

Taraflar arasındaki MK'nın 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kurulan 20/02/2018 günlü hükmün Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 18/09/2018 günü için yapılan tebligat üzerine, temyiz eden davalı Hazine vekili Av. Ayşe Ümit Yeğenoğlu ve davacılar Fadime Kekik ve arkadaşları vekili Av. İpek Kahraman Aka geldi, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Daha sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü;

Davacı Fadime Kekik 28.11.2008 havale tarihli dilekçe ile; 5/30 pay ile paydaş olarak adına tapu siciline kayıtlı Kumkuyu Yemişkuyu mahallesi 177 ada 92 parsel sayılı taşınmazın, Hazine tarafından açılan dava sonucunda tapu kaydının iptal edilerek Hazine adına tesciline karar verildiği, Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/81 D.iş sayılı dosyası arasındaki 28.10.2008 tarihli bilirkişi raporu gereğince hissesine düşen 35.000.-TL zararının, Hazineden alınarak tarafına ödenmesini istemiştir.

Mahkemece, davacı adına oluşan tapu kaydının yolsuz nitelikte bulunduğundan tazminat isteme hakkı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından bozulmuştur.

Dairece 11.10.2012 gün 2012/9847 - 11090 E.K. sayılı bozma kararında özetle; “...davacının mülkiyet hakkını kaybetmesi dolayısıyla tazminat isteme hakkı bulunduğundan, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda delillerin toplanması, iptale konu taşınmaz payının değerinin uzman bilirkişiler marifetiyle usûlüne uygun olarak belirlenmesi, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, hasıl olacak sonuca göre davacı isteği de dikkate alınarak bir karar verilmesi...” gereğine değinilmiştir.

Birleşen 2013/244 Esas sayılı dosyada taşınmazın 2/30 payına malik olan Elif Akan, birleşen 2013/243 Esas sayılı dosyada taşınmazın 2/30 payına malik olan Hasan Hüseyin Özdoğan, birleşen 2013/236 Esas sayılı dosyada taşınmazın 2/30 payına malik olan Şükriye Cirit, birleşen 2013/235 Esas sayılı dosyada taşınmazın 4/30 payına malik olan Bekir Şahin Eren fazlaya dair haklarını saklı tutarak 5000,00 TL'nin birleşen 2013/43 Esas sayılı dosyada Aziz Köksal ise fazlaya dair haklarını saklı tutarak 50.000,00 TL’nin taşınmazla ilgili tapu iptal tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline yönelik dava açmışlar, davaların aynı taşınmazın hissedarları tarafından açılmış olduğu belirtilerek dosyalar birleştirilmiştir.

Yargılama sırasında birleşen dosya davacılarından Bekir Şahin Eren talep ettiği tazminat miktarını 172417,13 TL'ye, Şükriye Cirit 86208,57 TL'ye, Aziz Köksal 637708 TL'ye Elif Akan 86208,57 TL, Hasan Hüseyin Özdoğan 86208,57 TL'ye artırmışlar bu miktarlara tapunun iptal edildiği tarihten faiz işletilmesini talep etmişler, davacı Fadime Kekik ise talep ettiği tazminat miktarını 158000,00 TL'ye artırmış, dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir. Islah harçları da davacılar tarafından tamamlanmıştır.

Mahkemece, davacı Fadime Kekik tarafından açılan davanın kısmen kabulüne, davacılar Bekir Şahin Ersen, Elif Akan, Şükrüye Cirit, Aziz Köksal ve Hasan Hüseyin Özdoğan tarafından açılan davaların kabulüne karar verilmiş, hükmün davacı Fadime Kekik vekili ile davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairenin 23/06/2015 tarih, 2015/5985 – 6313 E.K. sayılı ilamı ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Hükmüne uyulan bozma ilamında özetle; “Dava konusu 177 ada 92 parsel sayılı taşınmaz, 19.01.1994 tarihinde yapılan kadastro işlemleri sırasında dava dışı şahıslar adına senetsizden “tarla” niteliği ile tesbit edilmiş, vaki itiraz üzerine Erdemli Kadastro Mahkemesinin 08.11.1994 tarih, 1994/2077 E. - 1994/1654 K. sayılı ilâmı tespit gibi ½ paylı olarak şahıslar adına tescil edilmiş ve sicil kaydının oluşmuş, Maliye Hazinesi tarafından açılan tapu iptali ve tescil istekli dava sonucunda Erdemli Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.01.2006 tarihinde kesinleşen 19.11.1998 tarih, 1998/322 Esas, 1998/958 Karar sayılı ilâmı sonucunda taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğu gerekçesi ile tapusu iptal edilerek Hazine adına 09.05.2007 tarihinde sicil kaydı oluşmuştur.

Mülkiyet hakkı Anayasanın 35. maddesi ve bu maddeye uygun olarak çıkarılan kanunlarla korunduğu gibi, 5170 sayılı Kanun ile değişik Anayasanın 90. maddesi ile kanun hükmünde olduğu kabul edilen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Numaralı Protokolün 1. maddesiyle de güvence altına alınmıştır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 gün ve 2009/4 - 383 E. - 2009/517 K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4 - 349 E. - 2010/318 K sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; tapu işlemleri kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK m. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu, kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilirler.

Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından, ayın hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk asıl ve nesnel (Objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.

4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından Devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E. - 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerledirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.

Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/322 E. - 1998/958 K. sayılı kararı ile dava konusu parsele ait tapu kaydının iptal edildiği, genel arazi kadastrosu sırasında taşınmazlar hakkında kadastro tespiti düzenlenerek tapu kütüğünün gerçek kişiler adına oluşturulduğu ve satış suretiyle davacılar adına paylı olarak tescil edilmek suretiyle tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğundan, TMK'nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacıların gerçek zararının tazmininin gerektiği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, tapusu iptal edilen taşınmazın arsa niteliğinde olduğu hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığı gibi mahkemenin kabulünün de bu yönde olduğundan, gerçek zararın, tapu iptal kararının kesinleşme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması zorunlu iken, mahkemece değerlendirme tarihi dava tarihleri olarak kabul edilerek belirlenen tazminata göre hüküm kurulması doğru değildir.

Bu nedenle, mahkemece arsa niteliğinde bulunan dava konusu taşınmazlara yönelik olarak, emsal satışların değerlendirme tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak suretiyle değer biçilmesi gerektiğinden, taraflara, dava konusu taşınmaza yakın bölgelerden ve değerlendirme tarihi olan 09.01.2006 tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer yüz ölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse re'sen emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren, emsal ile dava konusu taşınmazların eksik ve üstün yönlerini karşılaştırıldığı rapor alınması, alınan emsal ile 177 ada 92 parsel sayılı taşınmaza ait Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m² değerleri, ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporu da denetlenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve yetersiz bilirkişi raporuyla hüküm kurulması usûl ve kanuna aykırıdır. Açıklanan hususlar gözetilmeksizin, eksik araştırma, inceleme ve bilirkişi raporlarına dayanılarak hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.” denilmiştir.

Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu;

1-Davacının davasının kısmen kabulü ile;

126.211,22 TL’nin 35.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 28.11.2008 tarihinden itibaren, 91.211,22 TL'sinin ıslah tarihi olan 16.12.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,

2-Birleşen 2013/235 E. sayılı dava dosyası yönünden; davacının davasının kısmen kabulü ile; 100.968,98 TL’nin 5.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 17.04.2013 tarihinden itibaren, 95.968,98 TL'sinin ıslah tarihi olan 28.08.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,

3-Birleşen 2013/236 E. sayılı dava dosyası yönünden, davacının davasının kısmen kabulü ile; 50.484,49 TL’nin 5.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 17.04.2013 tarihinden itibaren, 45.484,49 TL'sinin ıslah tarihi olan 28.08.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,

4-Birleşen Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/43 E. sayılı dava dosyası yönünden; davacının davasının kısmen kabulü ile; 378.633,68 TL’nin 50.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 22.01.2013 tarihinden itibaren, 328.633,68 TL'sinin ıslah tarihi olan 11.09.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,

5-Birleşen Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/243 E. sayılı dava dosyası yönünden; davacının davasının kısmen kabulü ile; 50.484,49 TL’nin 5.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 17.04.2013 tarihinden itibaren, 45.484,49 TL'sinin ıslah tarihi olan 28.08.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,

6-Birleşen Erdemli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/244 E. sayılı dava dosyası yönünden; davacının davasının kısmen kabulü ile; 50.484,49 TL’nin 5.000,00 TL'sinin dava tarihi olan 17.04.2013 tarihinden itibaren, 45.484,49 TL'sinin ıslah tarihi olan 28.08.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş hüküm davalı Hazine ve davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemece kurulan hüküm usul ve kanuna aykırıdır. Şöyle ki; davacı Fadime Kekik dava dilekçesi ile 35.000,00 TL tazminat talebinde bulunmuş, mahkemece davanın reddine dair verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi tarafından hüküm bozulmuş, bozma sonrası yapılan yargılama sırasından davacı Fadime Kekik ıslah talebinde bulunmuş, mahkeme de, davacının ıslah talebini dikkate alarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davanın kısmen kabule ilişkin bu hükmün temyizi ile dairenin 23/06/2015 tarih, 2015/5985 – 6313 e.-k. sayılı ilamı ile hükmün esasa yönelik nedenlerle bozulmasına karar verilmiş ise de; bu bozma ilamından sonraki tarihte; “bozmadan sonra ıslah yapılıp, yapılamayacağı” hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat uyuşmazlığının giderilmesi amacı ile içtihatların birleştirilmesi gündeme gelmiş, konu Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunda değerlendirilmiş ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 06/05/2016 tarih ve 2015/1 Esas - 2016/1 sayılı kararı ile “Her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04.02.1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK’nın değiştirilmesine gerek olmadığına” karar verilmiştir.

Buna göre, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları gereğince bozmadan sonra ıslah yapılması mümkün değildir. Bu nedenle, belirsiz alacak davası niteliği bulunmayan eldeki davada da; davacı Fadime Kekik’in Yargıtay 1 Hukuk Dairesinin bozma ilamından sonraki ıslah talebi dikkate alınarak hüküm kurulması doğru değildir.

Mahkemece bozma ilamına uyularak arsa niteliğindeki taşınmazlara emsal metodu kullanmak sureti ile değer belirlenmesi gerektiğinin düşünülmesinde bir isabetsizlik yoktur. Ancak hükme esas alınan bilirkişi raporunda 5 adet emsal satış incelenmiş, somut emsal olarak Arpaçbahşiş beldesi 448 parsel sayılı taşınmaza ilişkin 21.07.1989 tarihli satışın incelenmiş bu emsalin kıyaslanmak için yararlanacağı belirtilmiş, taşınmazın değeri başlığı altında ise 3 numaralı emsal olan Ayaş köyü 577 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 30/01/2008 tarihli satışının somut emsal olarak değerlendirildiği belirtildikten sonra bu sefer Arpaçbahşiş beldesi 448 parsel parselin emlak vergi değerleri kıyaslanmış, en son dava konusu taşınmazın emsalden %13 daha düşük değerde olduğu belirtilmesine ve somut emsal kabul edilen Ayaş Köyü 577 ada 1 parselin satış tarihindeki m2 değeri 29,62 TL olarak belirtilmesine rağmen dava konusu taşınmazın dava tarihi olan 2008 tarihinde m2 değerinin 32,00 TL olduğu belirtilmiş ve taşınmazın 2008 değeri hesaplanmış, daha sonra alınan 15/01/2018 tarihli ek raporla 2008 tarihindeki toplam değer tapu iptal kararının kesinleştiği 09/01/2006 tarihine endekslenmiş ve toplam değer davacıların hisselerine düşen miktarla hesaplanmıştır.

Bilirkişi raporunda 448 parselin mi yoksa 577 ada 1 parselin somut emsal olarak değerlendirildiği noktasında tereddüt oluşmuş, ayrıca 448 parsel sayılı taşınmaz satışı değerlendirme tarihinden 17 yıl öncesine ait olması nedeni ile 577 ada 1 parsel sayılı taşınmazın satış tarihinin ise 30.01.2008 tarihli olup değerlendirme tarihinden sonraki bir tarihe ait olması nedeni ile emsal olarak değerlendirilmeleri mümkün değildir. Taşınmazın 09/01/2006 tarihindeki değeri hesaplanırken dava tarihinde bulunan değerinin geriye doğru endekslemek sureti hesaplanması da yöntem olarak doğru değildir.

Bu nedenle, mahkemece arsa niteliğinde bulunan dava konusu taşınmaza yönelik olarak, emsal satışların değerlendirme tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazların eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak, taşınmazdan DOP payının düşülmesinin gerekip gerekmediği belirtilmek gerektiğinden, taraflara, dava konusu taşınmaz ile aynı bölgeden bulunamaması halinde yakın bölgelerden ve değerlendirme tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer nitelikli ve yüz ölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse re'sen emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren rapor alınması, emsal alınan taşınmazlara ilişkin resmi satış akit tablolarının tapu müdürlüğünden getirtilmesi, emsal taşınmazlar ile çekişmeli taşınmaza ait Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m² değerleri, ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporunun da denetlenmesi, emsal alınan taşınmaz/taşınmazların satış tarihi, davalı taşınmazın ise değerlendirme tarihi itibariyle imar düzenlemesi sonucu oluşmuş imar parselleri olup olmadıkları, imar parseli iseler düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin, düşülmüş ise oranının belediye başkanlığı imar ve tapu müdürlüklerinden sorulup, emsalin İmar Kanunu uyarınca imar parseli, dava konusu taşınmazın ise imar uygulaması yapılmamış arsa parseli olduğunun belirlenmesi halinde çekişmeli taşınmazın emsalle karşılaştırma sonucu bulunan değerinden düzenleme ortaklık payına karşılık gelecek oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmesi, oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.

Bunlardan başka; birleşen dosya davacıları dava ve ıslah dilekçeleri ile; tapu iptal ve tescil kararının kesinleştiği tarihten itibaren faiz işletilmesini talep ettikleri ve mahkemece de bozma ilamına uyularak taşınmazın tapu iptal kararının kesinleştiği tarihteki değerinin belirlenerek, o bedelin davalıdan tahsiline karar verildiği halde alacağın tamamına tapu iptal kararının kesinleştiği tarihten faiz işletilmesine karar verilmesi gerekirken, dava edilen kısım için dava tarihinden, ıslah edilen kısım için ise ıslah tarihinden faiz işletilmesine karar verilmiş olması doğru değildir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı ve davalıların temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, Yargıtaydaki duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre takdir edilen 1.630,00.-TL vekalet ücretinin kendisini vekil ile temsil ettiren davacı ve davalıya karşılıklı verilmesine, temyiz harcının istek halinde iadesine 18/09/2018 günü oy birliği ile karar verildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder