ZORUNLU MÜDAFİİN
TEMYİZ SÜRESİNİN
BAŞLANGICI
I. GİRİŞ:
Ülkemizdeki
ceza yargılamasının en önemli unsurlarından biri baroların CMK kurullarında
gönüllü olarak çalışan avukatlardır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
150’inci maddesinde düzenlenmiş olan zorunlu müdafilik kurumunun hak ve
yetkileri açısından ihtiyari müdafilik ve vekillik görevlerinden farklı bir
takım yönleri bulunmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu geçtiğimiz yıllarda
vermiş olduğu iki ayrı kararında bu farklılıklara dikkat çekmiş ve kıyas yolu
ile uygulanabilecek kararlar vermiştir. Kararların özü zorunlu müdafilerin
temyiz süresinin başlangıcı ile ilgili olmakla beraber zorunlu müdafiliğin
sanık açısından neyi ifade ettiği de kararlarda ortaya konmuştur. Bu
makalemizde zorunlu müdafiliğin temyiz süresinin başlangıcını Yargıtay CGK
kararları çerçevesinde inceleyeceğiz. Her iki kararın tam metnini de
makalemizin sonunda bulabilirsiniz.
II. 5271
SAYILI CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NA GÖRE MÜDAFİLİK:
5271 sayılı
CMK ceza yargılamasını müvekkilinden aldığı vekâletle takip eden avukatların
dışında kendi fiziki durumu ve isnat edilen suçlama nedeniyle soruşturma
evresinde avukat yardımından yaralanması zorunluluk oluşturan kişiler için
müdafilik kurumunu oluşturmuştur. CMK’ya göre müdafilik zorunlu ve ihtiyari
olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
Zorunlu
müdafilik; CMK m. 150 uyarınca sanığın ya da mağdurun isteğine
bakılmaksızın soruşturma ve kovuşturma evresinde atanması zorunlu olan
müdafilik,
İhtiyari
müdafilik ise zorunlu müdafilik kapsamına girmeyen hallerde sanığın ya da
mağdurun kendi isteği ile çağrılan müdafiliktir.
Temyiz süresi ile ilgili olarak aşağıda yapacağımız
açıklamalar tamamen zorunlu müdafilik ile ilgili olup ihtiyari müdafiliği
kapsamamaktadır.
CMK m. 150’de
düzenlenmiş olan müdafilik kurumu yasa ilk çıktığında aşağıdaki gibiydi.
CMK m. 150 ilk hali:
Müdafiin görevlendirilmesi
MADDE 150. –
(1) Şüpheli
veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde
bir müdafi görevlendirilir.
(2) Şüpheli
veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini
savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafii de bulunmazsa istemi
aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Üst
sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan
soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
CMK m. 150
daha sonra 06.12.2006 tarihli 5560 sayılı yasa ile değişikliğe uğramış ve
aşağıdaki şekilde değişmiştir.
CMK m.
150 değişiklik sonrası hali:
Müdafiin görevlendirilmesi
Madde 150 – (Değişik: 06.12.2006 –
5560/21 md.)
(1)
Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık,
müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi
görevlendirilir.
(2)
Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede
malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3)
Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı
yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4)
Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü
alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
Maddedeki en önemli değişiklik zorunlu
müdafiliğin kapsamı ile ilgili üçüncü fıkradaki hükümdür. Bu maddeye göre şüpheli
veya sanık; çocuksa, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve
dilsiz ise, kendisine mutlaka bir müdafi tayin edilecektir. Bunların dışında
daha önce üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı
yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda da zorunlu müdafii ataması yapılmaktaydı.
Yapılan değişiklikten sora bu hüküm alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını
gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda zorunlu
müdafi atanacağı şeklinde değiştirilmiştir. Bunların dışında yapılan müdafi
atamaları ihtiyari müdafilik kapsamına girmekte olup temyiz süresinin
başlangıcı ile ilgili olarak aşağıda yapacağımız açıklamaların kapsamına
girmemektedir.
III. CMK’YA
GÖRE ZORUNLU MÜDAFİİN TEMYİZ SÜRESİNİN BAŞLANGICI:
CMK m. 191’e
göre temyiz süresi hükmün açıklanması ile başlar. Hükmün açıklandığı duruşmada
zorunlu müdafii hazırsa temyiz süresi hükmün duruşmada açıklandığı andan
itibaren başlayacaktır. Bu durumda zorunlu müdafiin temyiz ve süre tutum
talebini içeren bir dilekçeyi temyiz süresi olan yedi gün içinde mahkemeye
vermesi gerekmektedir. Aksi takdirde temyiz süresi sona erer ve karar
kesinleşir. Makale konumuzla ilgili olmamakla beraber uygulamada süre tutum
dilekçesi olarak bildiğimiz bu dilekçe aslında süre tutum talebini de içeren
temyiz dilekçesidir. Temyiz hakkının kullanıldığı bu dilekçenin verilmesi ile
anlaşılır. Bu nedenle eğer Yargıtay’dan murafaa talep edilecekse de süre tutum
dilekçesi olarak isimlendirilen bu dilekçede talep edilmelidir. Bundan sonra
verilecek dilekçeler her ne isim altında olursa olsun temyiz dilekçesi hükmünde
olmayacaktır.
Sanığın ve
zorunlu müdafiin duruşmaya girmemesi halinde ise temyiz süresi CMK m. 291/II
uyarınca hükmün tebliğinden itibaren başlayacaktır. Burada yasa koyucu hükmün
kime tebliği konusunda bir ayrım yapmamışsa da zorunlu müdafii bulunan
dosyalarda tebliğin zorunlu müdafie yapılacağının kabulü gerekir.
Uygulamada baş
gösteren ve aşağıda tam metinlerini verdiğimiz Yargıtay CGK kararları ile
giderilen sorun ise zorunlu müdafi atanan sanığın hükmün verildiği duruşmaya
girmesi ancak zorunlu müdafiin duruşmaya girmemesi halinde temyiz süresinin ne
zaman başlayacağıdır. Sanığın zorunlu müdafiinin katılmadığı duruşmaya girmesi
ve kararın kendisine tefhim edilmesi halinde temyiz süresi sanığa tefhimle mi yoksa
zorunlu müdafiine tebliğle mi başlayacaktır.
Zorunlu
müdafiinin görevi sanığa yargılama süresince hukuki yardımda bulunmaktır.
Zorunlu müdafi atanmasının zorunlu kabul edildiği CMK m. 150’deki durumlarda
sanığın müdafii istememesi bu durumu değiştirmez. Müdafii kanun hükmü uyarınca
atandıktan sonra yargılama bitinceye kadar sanık hakkındaki bütün yargısal
işlerde hazır bulunmak ve davayı takip etmek zorundadır. Bu sebeple karar
duruşmasında zorunlu müdafiin hazır bulunması yasal zorunluluk olup müdafiin
hazır bulunmasının yasal zorunluluk oluşturduğu bir duruşmada verilen hükmün
temyiz süresinin sanığa tefhimle başlatmak sanığa verilen zorunlu müdafilik
hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Çünkü sanığa istemese dahi hukuki
yardımda bulunmak için verilmiş olan zorunlu müdafii yargılama bitinceye kadar
yargılamanın her aşamasında hukuken yapılması gereken bütün işlemleri zamanında
ve eksiksiz olarak yapmak zorundadır. Zorunlu müdafiin atanmasındaki amaç da
zaten bu işlemlerin sanık tarafından değil kendisine atanan müdafii tarafından yapılarak
ceza hukuku bilgisinden yoksun olan sanığın mağdur olmasının engellenmesi
içindir. Bu nedenle haklı mazereti olsun ya da olmasın karar duruşmasına
katılmamış olan zorunlu müdafiin yapmak zorunda bulunduğu kararı temyiz etme
görevi sanığın duruşmaya katıldığı ve kararın yüzüne tefhim edildiği
gerekçesiyle engellenemez, temyiz başvurusunu sanığın yapması şeklinde de
değerlendirilemez. Bu sebeplerle kararın verildiği duruşmaya katılmamış olan
zorunlu müdafie kararın tebliğ edilmesi ve tebliğ tarihinden itibaren temyiz
süresinin başlatılması gerekmektedir. Aşağıda tam metnini verdiğimiz Yargıtay
CGK kararları da öncelikle zorunlu müdafiliğin sanık açısından neden zorunlu
olduğunu ve hukuki önemini vurgulamış daha sonra da bütün görev ve
sorumluluklarının yasal olarak belirlenmiş olan zorunlu müdafiliğin bu
görevlerini yapmasının engellenemeyeceği açıklanmıştır.
IV. CMK’DA Kİ
YASA DEĞİŞİKLİĞİNİN ZORUNLU MÜDAFİİN TEMYİZ SÜRESİNE ETKİSİ:
CMK m. 150’de
2006 yılında yapılan değişiklikle zorunlu müdafilik kapsamına giren suçlarda
daralmaya gidilmiştir. Söz konusu yasa değişikliği zorunlu müdafiliğin kendine
özel durumunun yorumu ile giderilebilecek bir hukuki sorun yaratmıştır. Eğer 2006
yılında yapılan değişiklikten önce zorunlu müdafii görevlendirmesi yapılan bir
dosya da sanığa isnat edilen suçun cezası zorunlu müdafiliği zorunlu kılan bir hapis
cezasına karşılık gelmekteyken; yani üst sınırı beş yıl ve daha fazla hapis
cezasını gerektiren bir suçken; 2006 yılında yapılan değişiklikten sonra artık
alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar zorunlu müdafilik
kapsamına alındığından bu durumda değişiklik öncesi zorunlu müdafii olarak
atanmış olan avukatın durumu zorunlu müdafi olarak mı yoksa ihtiyari müdafi
olarak mı değerlendirilecektir? Buna bağlı olarak da temyiz süresi ne zaman
başlayacaktır?
Bu düzenleme ile her ne kadar sanık üzerine
atılı bulunan suç ihtiyari müdafilik kapsamına girmiş olsa da avukata yapılan
görevlendirme ilk yapıldığı tarihte zorunlu müdafilik kapsamında olduğu için bu
yasa değişikliği zorunlu müdafilik sıfatını kaldırmayacaktır. Çünkü yasa
değişikliği ile sanığa isnat edilen suç ihtiyari müdafilik kapsamına alınmış
bile olsa hem yargılamanın yapıldığı mahkemenin ve sanığın, avukatın çekilmesini
istemesi hem de müdafii olarak avukatın müdafilik görevinin zorunlu olmaktan
çıkıp ihtiyari hale gelmiş olmasından ötürü dosyadan kendi isteği ile çekilmesi
hukuken mümkün değildir. Dolayısıyla görevlendirmenin ilk yapıldığı anda başlayan
zorunlu müdafilik görevi yasa değişikliğine rağmen yargılama sonuna kadar devam
etmektedir. Ayrıca zorunlu müdafiliğin devam ettiğinin kabulü sanığın başta hükmü
temyiz etme hakkı da olmak üzere birçok hukuki hakkını kullanması bakımından
lehinde olan bir durumdur. Lehe olan kanun uygulanır ilkesi uyarınca zorunlu
müdafiliğin yargılama bitinceye kadar devamı gerekir. Bu durumda karar
duruşmasına girmemiş olan zorunlu müdafiinin temyiz süresi sanık duruşmaya
girmiş bile olsa kararın kendisine tebliğinden itibaren başlayacaktır.
V. YARGITAY
CEZA GENEL KURULU KARARLARI
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel
Kurulu
Esas: 2011/10–182
Karar:
2011/204
Karar Tarihi:
11.10.2011
ÖZET:
Sanığa görevlendirilen müdafiin duruşmada bulunması şarttır. Duruşmada hazır
bulunmadığı veya görevini yapmaktan kaçındığı takdirde mahkemenin başka bir
müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapması zorunludur. Müdafiin yokluğunda
mahkûmiyet hükmü kurulması ile sanığın savunma hakkı kısıtlanmış ve adil
yargılanma hakkı zedelenmiş olup, bu durum mutlak bozma nedenidir.
(AİHS m. 6,
53) (2709 S. K. m. 36) (5237 S. K. m. 52, 53, 54, 62, 188) (5271 S. K. m. 2,
74, 101, 150, 151, 156, 188, 196, 202, 204, 247, 289, 324) (1412 S. K. m. 308)
(YCGK 17.02.2009 T. 2008/1–172 E. 2009/26 K.) (KAMASINSKI - AVUSTURYA DAVASI)
Dava ve Karar:
Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık J. A. M.'in 5237 sayılı TCY'nin
188/3, 62, 52, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 2.000 Lira adli
para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Bakırköy Beşinci Ağır Ceza
Mahkemesi'nce verilen 31.08.2010 gün ve 405–225 sayılı hükmün sanık müdafii
tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi'nce
31.05.2011 gün ve 5609–4743 sayı ile
<Sanık için
görevlendirilmiş olan müdafiin Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (AİHS’nin) 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi ve CMK'nın 150.
maddesi uyarınca <zorunlu müdafi> konumunda bulunması, CMK'nın 188.
maddesinin 1. fıkrasında kanunun zorunlu müdafi/iği kabul ettiği durumlarda
müdafiin duruşmada hazır bulunmasının şart olarak öngörülmesi, bu zorunluluğa
rağmen müdafiinin yokluğunda verilen hükmün sanığa tefhiminin kanun yoluna
başvuru süresinin başlangıcına esas olmak üzere geçerli bir tefhim olarak kabul
edilmesine olanak bulunmaması nedeniyle; sanık müdafiinin, hükmün kendisine
tebliğ edildiği 29.09.2010 tarihinden itibaren bir haftalık süre geçmeden
05.10.2010 tarihindeki temyizinin süresinde olduğu kabul edilerek inceleme
yapılmıştır.
CMK'nın 150.
maddesinin 1. fıkrasında, seçebilecek durumda olmadığını beyan edip istemesi
halinde sanığa bir müdafi görevlendirileceği öngörülmüştür.
AİHS'nin 6.
maddesinin 3. fıkrasının (c) bendine göre, kendisini savunamayan veya mali
olanağı olmadığı için avukat tutamayan sanık, adaletin selameti gerektiriyorsa,
mahkemece görevlendirilecek bir avukatın parasız yardımından yararlanma hakkına
sahiptir.
CMK'nın 151.
maddesinin 1. fıkrasında, <150. madde hükümlerine göre görevlendirilen
müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya
görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhal başka bir
müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemleri yapar. Bu durumda mahkeme
oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir' hükmü
yer almaktadır.
CMK'nın 188.
maddesinin 1. fıkrasında kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği durumlarda
müdafiin duruşmada hazır bulunmasının şart olduğu belirtilmiştir.
Yabancı
uyruklu olan ve Türkçe bilmeyen sanığa talebi üzerine görevlendirilmiş olan
müdafi AİHS'nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi ve CMK'nın 150. maddesi
uyarınca <zorunlu müdafi> konumundadır. Sanığın sorgusu bu müdafi
huzurunda yapılmış, ancak son oturuma katılmayan müdafi ile ilgili olarak
CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası gereğince işlem yapılmadan sanık hakkında
hüküm kurulmuştur.
Açıklanan
durumlara göre; CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası uyarınca işlem yapılması
gerektiği gözetilmeden ve aynı Kanun'un 188. maddesinin 1. fıkrasına aykırı
olarak, müdafiinin yokluğunda hüküm kurulması suretiyle sanığın savunma
hakkının kısıtlanması> isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin
bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay
C.Başsavcılığı'nca 05.07.2011 gün ve 2011/39538 sayı ile
<A-
Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasında hukuki
uyuşmazlık, CMK'da kabul edilen 'zorunlu müdafilik' statüsü ile buna bağlanan
hukuki sonuçlara ilişkindir.
B- 1) Dosya
incelendiğinde görüleceği üzere; Bakırköy Beşinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce
31.08.2010 tarihinde tesis edilen hüküm duruşmada bulunan sanığa tefhim
edilmiş; kararın içeriği ile temyiz süresi ve bunun yöntemi tercüman aracılığıyla
bütün hususları içerecek şekilde açıklanıp anlatılmıştır.
2) Sanık
usulüne uygun şekilde 31.08.2010 tarihinde yapılan tefhime rağmen süresi içinde
herhangi bir temyiz isteminde bulunmamış; ancak müdafii, gerekçeli kararın
29.09.2010'da tebliği üzerine 05.10.2010 tarihli temyiz dilekçesini sunmuştur.
3) Doktrin ile
yargısal uygulamalarda istikrarlı şekilde ve tam bir uyum içinde benimsendiği
üzere, müdafii veya vekille temsil edilen işlerde; sanık, katılan, malen
sorumlu veya diğer tarafların yüzüne karşı veri/en hükümlerde kanunda öngörülen
süreler kural olarak tefhimden itibaren işlemeye başlamaktadır. Zorunlu müdafii
örneğinde olduğu gibi, duruşmada hazır bulunması emredici şekilde öngörülen
süjeler açısından (bkz. CMK md. 188/1) ise bu süreler, usulüne uygun şekilde
yapılmış tebliğden itibaren işleyecektir.
C- 1) Yargıtay
Onuncu Ceza Dairesi, CMK'nın 150/1. maddesine göre sanığın istemi üzerine
Baroca atanan avukatın ''zorunlu müdafii' statüsünde olduğundan hareketle;
duruşmada hazır bulunmasının mecburi olduğunu kabul etmiş ve buna bağlı olarak
da sanığa yapılan tefhimi temyiz süresinin başlangıcına esas almamıştır.
2) Yasa
koyucuların benimsediği sisteme göre, ceza muhakemesinde sanığın müdafii
tarafından savunulması <ihtiyari> veya <zorunlu (mecburi)>
olabilmektedir. Bu bağlamda müdafii aracılığıyla savunma yapma
hakkının/olanağının şüpheli veya sanığa bırakıldığı hallerde görev yapan
müdafie <ihtiyari müdafi>; görevlendirilmesi konusunda şüpheli veya
sanığın iradesinin herhangi bir önem taşımadığı hallerde görev yapana ise
<zorunlu/mecburi müdafi> denmektedir. İhtiyari (isteğe bağlı) veya
zorunlu savunma, sanığın seçeceği müdafi tarafından yapılabileceği gibi
(seçilmiş müdafii), soruşturma veya kovuşturma organının istemiyle Baroca görevlendirilen
bir müdafii (atanmış müdafii) tarafından da yapılabilecektir ki (Nur Başar
Centel, Ceza Muhakemesinde Müdafii, İstanbul 1984, s. 4-7; Sinan Kocaoğlu,
Müdafii, Ankara 2011, s. 121); bu durum savunma yapacak avukatı zorunlu müdafii
konumuna sokmayacaktır (Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7.
Bası, İstanbul 2010, s. 176-178; Hakan Karakehya, Ceza Muhakemesinde Zorunlu
Müdafilik, Uğur Alacakaptan'a Armağan, Cilt 1, İstanbul 2008, s. 422).
3) CGK'nın
17.02.2009 tarih, 2008/1-172 esas ve 2009/26 karar sayılı içtihadında da açıkça
belirtildiği üzere; Türk yasa koyucusu belli başlı/sınırlı hallerde
<zorunlu/mecburi müdafiliği> kabul etmiştir. Buna göre; a)
şüphelinin/sanığın 18 yaşını doldurmamış olması (CMK md. 150/2), b) şüphelinin/sanığın
sağır ve dilsiz olması (CMK md. 150/2), c) şüphelinin/sanığın kendisini
savunamayacak derecede malul olması (CMK md. 150/2), d) soruşturma ve
kovuşturma yapılan suçun cezasının alt sınırının 5 yıldan fazla hapis cezasını
gerektirmesi (CMK md. 150/3), e) şüphelinin/sanığın tutuklanma talebiyle
sorguya sevk edilmesi (CMK md. 101/3), f) kaçak sanık hakkında duruşma
yapılması (CMK md. 247/3), g) şüphelinin/sanığın resmi bir kurumda kusur
yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilmesi (CMK
md. 74/2) ve ğ) sanığın duruşmanın düzenini bozduğu hallerde yargılamaya
yokluğunda devam edilmesi (CMK md. 204) hallerinde, şüphelinin sanığın müdafii
yoksa istemi olup olmadığına bakılmaksızın ve hatta istememesi halinde Baro
tarafından bir müdafii görevlendirilir ki (karş. Hans-Meyer Ladevvig, Adil
Yargılanma Hakkı-II (Çev. Hakan Hakeri), Adil Yargılanma Hakkı ve Ceza Hukuku,
Ankara 2004, s. 96), buna <zorunlu (mecburi) müdafii> denir (Cumhur Şahin , Ceza
Muhakemesi Kanunu Gazi Şerhi, Ankara 2005, s. 484-485; Centel/Zafer, s. 177;
Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2011, s.
223-227; Veli Özer Özbek vd., Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Baskı, Ankara 2011, s.
542-543; Osman Yaşar, Uygulamalı ve Yorumlu Ceza Muhakemesi Kanunu, Cilt 1, 4.
Baskı, Ankara 2009, s. 1187-1189; Kubilay Taşdemir/Ramazan Özkepir, Ceza
Muhakemesi Kanunu Şerhi, Cilt 1, 3. Bası, Ankara 2007, s. 599; Karakehya, s.
422). Belirtelim ki, maddenin Hükümet ve Komisyon Tasarısına ilişkin
gerekçelerinde de bu tespitleri teyit eder şekilde; (Madde, ceza
soruşturmasında veya davasında avukat atanmasıyla ilgili temel esasları
içermektedir. Aslında ceza davasında bir avukattan yararlanılabilmesi temel bir
haktır. Ancak bunun sağlanması, ülkenin koşullarıyla orantılıdır./ Maddeye göre
avukatın seçilmesi ve atanması şüpheli veya sanığın iradesine bağlıdır. Ancak
adı geçenler bu seçimi yapabilecek durumda değillerse, istemleri halinde
kendilerine 156. madde uyarınca avukat seçilir ve atanır./ İkinci fıkra,
zorunlu olarak avukat atanmasını gerektiren halleri göstermektedir. Bunlar,
şüpheli veya sanığın:/1. Onsekiz yaşını doldurmamış,/ 2. Sağır veya dilsiz,/ 3.
Kendisini savunamayacak derecede malul olmasıdır./ Bu kişilerin avukatı yoksa
bunlara istemleri aranmaksızın avukat atanacaktır (Hük. Tas. m. 150/ Gerekçe;
Tasarının 150. maddesi, başlığı <Müdafiin görevlendirilmesi> şeklinde
değiştirilmek, maddeye üçüncü fıkra olarak, belli bir cezanın üzerindeki
suçlarda zorunlu müdafiliği öngören bir düzenleme eklenmek suretiyle kabul
edilmiştir (Koms. Tas. m. 150/Gerekçe)) ifadelerinin yer aldığını görüyoruz.
4) 06.12.2006
tarih ve 5560 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile değişik CMK'nın 151/1. maddesine
göre; öncelikle <Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi...>
istenecek; <...şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını
beyan ederse, istemi halinde bir müdafi...> görevlendirilecektir. Görüldüğü
gibi burada müdafii atanıp atanmaması konusunda belirleyici olan şüpheli veya
sanığın iradesi olup; soruşturma veya kovuşturma organının herhangi bir takdir
hakkı bulunmamaktadır. Dolayısıyla söz konusu müdafilik statüsü zorunlu değil,
<atanmış ihtiyari müdafilik>tir. (Ünver/Hakeri, s. 223; Centel/Zafer, s.
178-180). Nitekim Yargıtay CGK ile Özel Dairelerin süregelen uygulamasında
CMK'nın 151/1. maddesi gereğince atanan müdafii zorunlu müdafii olarak kabul
edilmediğinden, yokluğunda hüküm verilmesi bozma nedeni olarak görülmemektedir.
D- 1) Yüksek
Daire'nin bozma kararına esas aldığı AİHS'nin 6. maddesinin 3. fıkrası
<c> bendindeki düzenleme; müdafii atanmasında hangi hallerin adaletin
selameti açısından zorunlu kabul edilmesi gerektiğine ilişkin tahdidi bir
düzenleme getirmediğinden ve <zorunlu müdafilik> hallerinin
belirlenmesini taraf devletlerin takdirine bıraktığından (Karakehya, s.
424-425), somut olayımıza uymamaktadır. Zira yasa koyucu, adaletin selameti
açısından zorunlu müdafilik hallerini sınırlı şekilde tespit ederken, anılan
kurumu yukarıda <II/C-3> başlığı altında zikredilen hallere özgülemiş ve
konumuzla bağlantılı olarak CMK'nın 151/1. maddesindeki durumu bu kapsamda
mütalaa etmemiştir.
2) Sanık
J.A.M. yabancı olmakla birlikte; çocuk, sağır dilsiz veya kendisini
savunamayacak derece malul olamadığından CMK'nın 150/2; kendisine isnat edilen
suç için öngörülen cezanın alt sınırı 5 yıldan fazla olmadığından ise CMK'nın
150/3. maddeleri gereğince zorunlu müdafii atanması söz konusu değildir. O
halde yargılama konusu dosyada sanığın istemi üzerine CMK'nın 150/1. maddesine
göre atanan müdafi, zorunlu değil, atanmış ihtiyari müdafii olduğundan, sanık
tarafından seçilmiş ihtiyari müdafiden farklı bir hukuki statüye sahip
değildir. Bu nedenle yokluğunda karar verilmesi CMK'nın 151/1 ve 188/1.
maddesini ihlal etmemekte (bkz. CMK md. 289/1-e), bununla bağlantılı olarak,
usulüne uygun şekilde sanığın yüzüne karşı verilen hükümde temyiz süresinin
başlamasına engel oluşturmamakta ve son oturumda hazır bulunması zorunluluğu da
bulunmamaktadır> görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Özel Daire bozma
kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin süresinde olmayan temyiz isteminin
CYUY'nin 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
Dosya,
Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca
değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanığın
uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut
olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1-) Yabancı
uyruklu olan ve Türkçe bilmediğini ileri sürmesi nedeniyle kendisine yargılama
aşamasında tercüman görevlendirilen sanığa, CYY'nin 150/1. maddesi uyarınca
istemi üzerine atanan müdafiin <zorunlu müdafi> konumunda bulunup
bulunmadığı,
2-) Beş yıldan
on beş yıla kadar hapis cezasını gerektiren TCY'nin 188/3. maddesinde
düzenlenen uyuşturucu madde ticareti suçundan yargılanan sanığa CYY'nin 150/3.
maddesi uyarınca müdafii görevlendirmenin zorunluluğu olup olmadığı,
Bu hususlara
bağlı olarak da sanık müdafiinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının
belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen
dosya içeriğinden;
10.11.2009
günü Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan gözaltı
giriş raporunda; kolluk olmadan yalnız kalındığında sanığın herhangi bir
fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalmadığını beyan ettiği,
Aynı gün
ifadesinin alındığı kollukta, Türkçe bildiğini, tercümana gerek olmadan ifade
vermek istediğini ve müdafii istemediğini söylediği,
Aynı gün
tutuklama istemiyle sevk edildiği Bakırköy Dördüncü Sulh Ceza Mahkemesi'nde
hakim huzurunda aynen; <haklarımı ve sorumluluklarımı anladım. Müdafii
istemiyorum savunmamı kendim yapacağım, Türkçe biliyorum ben 7 yıldır
Türkiye'deyim. Türkçeyi iyi biliyorum. Avukat da tercüman da istemiyorum>
şeklinde beyanda bulunduğu ve bu beyanının altını imzaladığı,
İddianamenin
tebliği için cezaevine yazılan yazı üzerine düzenlenen ve dosyada onaysız
fotokopisi bulunan <yabancı uyruklular için isticvap zaptında> müdafii ve
Kürtçe bilen tercüman istediğini beyan ettiği, bunun üzerine Baroya müdafii
görevlendirilmesi için yazı yazıldığı,
Mahkemeye
gönderdiği Türkçe el yazısı ile yazılmış 26.02.2010 tarihli dilekçede Türkçe
bilmediğini beyan ettiği, aynı gün yapılan oturumda müdafii görevlendirilmediği
için sanığın savunmasının alınmadığı, yerel mahkemece ayrıca tercüman
görevlendirilmesi için de yazı yazıldığı,
Sanığa müdafii
olarak görevlendirilen Av. İ.'in 05.05.2010 tarihinde yapılan oturuma
katıldığı, aynı celsede müdafii ve tercüman huzurunda savunmanın alındığı,
sanığın Türkçe bilmediğini ve 7-8 aydır Türkiye'de olduğunu söylediği,
C.Savcısının esas hakkındaki mütalaasını sunmasının ardından sanık müdafiinin
savunma için süre istediği,
30.06.2010
tarihinde sanığın tercüman vasıtasıyla 2-3 aydır ülkemizde bulunduğunu söylediği,
müdafiin savunma için tekrar süre istemesi üzerine mahkemenin kendisine kesin
olarak gelecek oturuma kadar süre verdiği,
30.08.2010
tarihinde yapılan oturuma sanık müdafiinin gelmediği, kararın sanığın yüzüne
karşı tefhim edildiği, yasa yolu bildiriminin tercüman vasıtasıyla sanığa
anlatıldığı ve bu hususun tutanağa yazıldığı,
Sanık
müdafiinin gerekçeli kararın 29.09.2010 tarihinde kendisine tebliği üzerine
hükmü 05.10.2010 tarihinde temyiz ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık
konularının çözüme kavuşturulması açısından sırasıyla değerlendirilmelerinde
yarar bulunmaktadır.
1-) Türkçe
bilmediği gerekçesiyle yargılama aşamasında tercüman görevlendirilen sanığa,
istemi üzerine CYY'nin 150/1. maddesi uyarınca Baro tarafından atanan müdafiin
<zorunlu müdafi> konumunda bulunup bulunmadığı:
Savunma hakkı
Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınarak, herkesin meşru vasıta ve
yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sanık bu hakkını
bizzat kullanabileceği gibi müdafii aracılığı ile de kullanabilir. Nitekim
ülkemizin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma
hakkının asgari koşullarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; <Her sanık
ezcümle: ...c) Kendi kendini müdafaa etmek veya kendi seçeceği bir müdafii veya
eğer bir müdafi tayin için mali imkânlardan mahrum bulunuyor ve adaletin
selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani
yardımından istifade etmek, ...haklarına sahiptir> denilmek suretiyle
sanığın kendisini bizzat savunma hakkının yanında müdafii tayin etme yetkisi
ile belirli koşullarda müdafiden ücretsiz yararlanabilme hakkının bulunduğu
belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma hakkı <meşru bir yol>, müdafii de
savunma hakkının kullanılması bakımından <meşru bir araçtır>.
5271 sayılı
CYY'nin 2/1-c maddesinde; şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını
yapan avukat olarak tanımlanan müdafii, öğretide ceza yargılamasını yürüten makamlar
önünde şüpheli veya sanığın savunulması görevini üstlenen ve bazı niteliklere
sahip olması gereken şüpheli veya sanığın yardımcısı olarak kabul edilmektedir
(Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. bası, Beta Yayınları,
İstanbul 2010, s. 165; Bahri
Öztürk /M.Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9.
bası, Seçkin Yayınları, Ankara 2006, s. 310-311). Şüpheli veya sanığın müdafii
aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hallerde
görev yapan müdafie ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya
sanığın iradesinin önem taşımadığı hallerde görev yapan müdafi ise zorunlu
müdafiidir. Bu bağlamda, sanığın istemi üzerine Baro tarafından
görevlendirilmiş olması da ihtiyari müdafii, zorunlu müdafii haline
getirmemektedir. Görüldüğü gibi müdafiinin zorunlu veya ihtiyari olması,
şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani
iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir (Nur
Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. bası, Beta Yayınları, İstanbul
2010, s. 176-179; Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 4. bası,
Adalet Yayınevi, Ankara 2011, s. 222-223).
1412 sayılı
CYUY, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş,
sınırlı bazı hallerde ise zorunlu müdafilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı
CYY ise zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. Bu Yasa'ya
göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak
derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya
kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının 5 yıldan fazla hapis cezasını
gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması
için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama
talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle hazır
bulunması halinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan
sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında
duruşma yapılması (247/3. md.) haberinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa
hatta açıkça müdafii istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme
zorunluluğu bulunmaktadır.
01 Haziran
2005 tarihinde yürürlüğe giren CYY'nin <Müdafiin Görevlendirilmesi>
başlıklı 150. maddesinde; <(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi
seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını
beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii
bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul
veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Üst sınırı
en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve
kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu
müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliği'nin görüşü alınarak
çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir>,
<Müdafi
Görevini Yerine Getirmediğinde Yapılacak İşlem ve Müdafilik Görevinden
Yasaklanma> başlıklı 151. maddesinin 1. fıkrasında; <(1) 150. madde
hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz
olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim
veya mahkeme derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi
yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine
de karar verebilir>,
<Müdafiin
görevlendirilmesinde usul> başlıklı 156. maddenin 1/a maddesinde
<150.
maddede yazılı olan hallerde, müdafi;
a) Soruşturma
evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma
evresinde, mahkemenin istemi üzerine, Baro tarafından görevlendirilir...>
<Duruşmada
Hazır Bulunacaklar> başlıklı 188. maddenin 1. fıkrasında;
(1) Duruşmada,
hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet Savcısı ile zabıt katibinin ve Kanunun
zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiin hazır bulunması şarttır>,
5320 sayılı
Yasa'nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nin
<Kanuna Muhalefet Halleri> başlıklı 308. maddesinde; <Aşağıda yazılı
hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.
...5-
Cumhuriyet Müddeiumumîsi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında
duruşma yapılması...>
Şeklinde
hükümler bulunmaktadır.
CYY'nin 150.
maddesinin hükümet gerekçesinde de; <Maddeye göre avukatın seçilmesi ve
atanması şüpheli veya sanığın iradesine bağlıdır. Ancak adı geçenler bu seçimi
yapabilecek durumda değillerse, istemleri halinde kendilerine 156. madde
uyarınca avukat seçilir ve atanır.
İkinci fıkra,
zorunlu olarak avukat atanmasını gerektiren halleri göstermektedir.
Bunlar,
şüpheli veya sanığın:
1- Onsekiz
yaşını doldurmamış,
2- Sağır veya
dilsiz,
3- Kendisini
savunamayacak derecede malul olmasıdır.
Bu kişilerin
avukatı yoksa bunlara istemleri aranmaksızın avukat atanacaktır>
denilmektedir.
Diğer taraftan
Özel Daire'ce sanığa tercüman görevlendirilmiş olması karşısında bu hususun
üzerinde de ayrıca durulmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin
3/e bendinde; <Her sanık ezcümle: ...e) Duruşmada kullanılan dili anlamadığı
veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından meccanen faydalanmak,
...haklarına sahiptir>,
5271 sayılı
CYY'nin <Tercüman Bulundurulacak Haller> başlıklı 202. maddesinin birinci
fıkrasında; <Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe
bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia
ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir>,
<Yargılama
Giderleri> başlıklı 324. maddesinin 5. fıkrasında; <Türkçe bilmeyen ya da
engelli olan şüpheli, sanık, mağdur veya tanık için görevlendirilen tercümanın
giderleri, yargılama gideri sayılmaz ve bu giderler Devlet Hazinesi'nce
karşılanır>,
Şeklinde
düzenlemeler yer almaktadır.
Gerek Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi gerekse 5271 sayılı CYY, tercüman görevlendirilmesi
konusunu savunma hakkı çerçevesinde ele almıştır. Buna göre, ücretsiz olarak
tercüman görevlendirilmesi için AİHS, kişinin yargılamanın yapıldığı ülkenin
vatandaşı veya yabancı olması ölçütünü değil <duruşmada kullanılan dili
anlamaması veya konuşamaması>nı esas alırken, Ceza Yargılaması Yasası da
aynı yaklaşımla, kişinin <meramını anlatabilecek derecede Türkçe
bilmemesini> gerekli görmüştür. Bunun sonucu olarak Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olmakla birlikte meramını anlatacak ölçüde Türkçe bilmeyen şüpheli
veya sanıklara tercüman görevlendirilmesi savunma hakkının kullanılması
açısından zorunlu iken, ülkemiz vatandaşı olmasa bile savunmasını yapabilecek
derecede ve yeterlilikte Türkçe bilen şüpheli veya sanıklara tercüman
görevlendirilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
Soruşturma
veya kovuşturma sırasında çeşitli adli makamlar önünde yapılan işlemlerde,
Türkçe bildiği hususu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde anlaşılan şüpheli
veya sanıkların daha sonradan Türkçe bilmediklerini ileriye sürerek tercüman
görevlendirilmesini istemeleri halinde bu kişilerin AİHS ve CYY bağlamında
tercüman yardımından yararlanma hakları bulunmadığı gibi bu tür davranışların
savunma hakkının kötüye kullanılması kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
açıktır. Nitekim Yargıtay Özel Dairelerinin uygulamaları da bu doğrultudadır
(Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 23.06.2011 gün ve 3883-3498 ile Yargıtay 5. Ceza
Dairesi'nin 13.06.2011 gün ve 3885-4674 sayılı kararları).
Bununla
birlikte gerek CYY'de gerekse diğer yasalarımızda Türkçe bilmediği gerekçesiyle
tercüman görevlendirilen sanığa, ayrıca müdafii görevlendirilmesi zorunluluğu
bulunduğuna ilişkin bir düzenleme de yer almamaktadır.
Bu açıklamalar
ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yargılama
aşamasında CYY'nin 150/1 ve 156. maddeleri uyarınca sanığın istemi üzerine,
Baro tarafından görevlendirilen müdafiin, zorunlu müdafii konumunda olmaması
nedeniyle, aynı Yasa'nın 188/1. maddesi kapsamında, yapılan tüm oturumlarda
hazır bulunması zorunluluğu yoktur. Bu madde uyarınca görevlendirilen müdafiin,
vekâletname ile sanık veya şüpheli tarafından savunma görevi için belirlenen
müdafiden herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Aksinin kabulü halinde, herhangi
bir yasal dayanağı olmamasına karşın şüpheli veya sanığın istemde bulunması
nedeniyle kendisine Baro tarafından görevlendirilen müdafie, vekâletname ile
seçilen müdafie göre ayrıcalıklı bir konum verilmiş olunacaktır. Bununla birlikte,
vekâletname ile belirlenen müdafiden farklı olarak, CYY'nin 150/1. maddesine
göre görevlendirilen müdafiin görevini yerine getirmediği durumlarda, mahkemece
yerine 151/1. maddesi uyarınca başka bir müdafii görevlendirilecektir.
5271 sayılı
CYY'nin 151. maddesindeki düzenleme, tek başına ve diğer maddelerden bağımsız
olarak değil, aynı Yasa'nın 150 ve 188/1. maddeleri ile 150. maddenin
gerekçesiyle birlikte ve aynı zamanda Yasa'nın bütünlüğü içinde ele alınmalı ve
yorumlanmalıdır. Somut olayda, sanığa istemi üzerine görevlendirilen müdafii,
biri sanığın savunmasının alındığı 05.05.2010 tarihli oturum olmak üzere iki
oturuma katılmış, böylece sanık, savunmasını görevlendirilen müdafii huzurunda
yapmıştır. Bu durumda, zorunlu müdafii konumunda olmaması nedeniyle yapılan
bütün oturumlara katılma mecburiyeti bulunmayan sanığa istemi üzerine Baro
tarafından görevlendirilen müdafiin görevini yerine getirmediği söylenemez.
Öte yandan,
soruşturma aşamasında gözaltı raporunun alınması esnasında doktor, ifadesinin
alınması sırasında kolluk ve en önemlisi sorgusu için sevk edildiği hâkim
huzurunda yapılan işlemlerde, Türkçeyi, savunmasını yapabilecek ölçüde ve iyi
derecede konuşabildiği ve anlayabildiği açıkça anlaşılan sanığa, yargılama
aşamasında AİHS'nin 6/3-e ve Ceza Yargılaması Yasası'nın 202. maddeleri
uyarınca tercüman görevlendirilmesi de zorunlu değildir.
2-) Beş yıldan
onbeş yıla kadar hapis cezasını gerektiren TCY'nin 188/3. maddesinde düzenlenen
uyuşturucu madde ticareti suçundan yargılanan sanığa CYY'nin 150/3. maddesi
uyarınca müdafii görevlendirmenin zorunluluğu olup olmadığı:
01 Haziran
2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CYY'nin 150. maddesinin 3.
fıkrasının ilk hali; <Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren
suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü
uygulanır> şeklinde iken, 06.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa'nın 21. maddesi
ile; <Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı
yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır> olarak
değiştirilmiştir.
Anılan yasa
maddesinde açıkça <alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren
suçlarda> müdafii görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmış, alt
sınırı beş yıl olan suçlar bu kapsamın dışında bırakılmıştır.
Bununla
birlikte aynı Yasa'nın 196. maddesinin 2. fıkrasındaki; <sanık alt sınırı
beş yıl ve daha fazla hapis>, istinafa ilişkin 272/1. maddesindeki; <on beş
yıl ve daha fazla hapis>, temyize ilişkin 286. maddenin 2. fıkrasının a ve b
bentlerindeki; <beş yıl veya daha az hapis>, aynı fıkranın f bendindeki;
<on yıl veya daha az hapis>, temyizde duruşmaya ilişkin 299. maddedeki;
<on yıl veya daha fazla hapis> şeklindeki ifadeler göz önüne alındığında,
yasa koyucunun bu ifade tarzını, bilinçli olarak tercih ettiği ve alt sınırı
beş yıl hapis cezasını gerektiren suçları zorunlu müdafilik kapsamına almadığı
sonucuna ulaşılmaktadır.
Sanığa atılı
uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna öngörülen ceza miktarının <beş yıldan
on beş yıla kadar hapis> olduğu göz önüne alındığında, CYY'nin 150/3.
maddesi kapsamında müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmamaktadır.
Bu nedenle,
sanığın istemi üzerine CYY'nin 151/1 ve 156. maddeleri uyarınca görevlendirilen
ve vekâletnameli müdafiden hukuken hiçbir farkı bulunmayan müdafiin yokluğunda
duruşma yapılarak hüküm verilmesinde bir isabetsizlik olmadığından, hükmün
sanığa tefhimi ile temyiz süresi işlemeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak da
sanık müdafiinin, temyiz isteminin süresinden sonra yapıldığının kabulü
gerekmektedir.
Bu itibarla,
Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının
kaldırılmasına, sanık müdafiinin süresinden sonraki temyiz isteminin 5320
sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nin
317. maddesi uyarınca reddine karar verilmelidir.
Sanığa, istemi
üzerine Baro tarafından atanan müdafiin <zorunlu müdafi> konumunda
bulunmadığına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Ali
Kınacı;
<A)
İTİRAZIN VE TARTIŞMANIN KONUSU:
Yabancı
uyruklu olan sanığa isnat olunan suç 5237 sayılı TCK'nın 188. maddesinin 3.
fıkrasında düzenlenen <uyuşturucu madde satma>dır. Sanık Türkçe
bilmediğini ve avukatının bulunmadığını belirterek müdafi görevlendirilmesini
istemiş; mahkeme tarafından CMK'nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince sanık
için müdafi görevlendirilmiştir. Sanığın sorgusu bu müdafiin huzurunda ve
atanan tercüman aracılığı ile yapılmıştır. 31.08.2010 tarihli son oturuma
tutuklu olan sanık getirtilmiş, ancak sanık müdafii katılmamıştır. Mahkeme
tarafından CMK'nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince duruşmaya katılıp
görevini yapması konusunda müdafiye bir tebligat yapılmadan ve başka bir müdafi
de görevlendirilmeden sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulmuştur.
Hükmün tefhiminden
itibaren bir haftalık süre içinde temyiz talebinde bulunulmamış, ancak hükmün
kendisine tebliğ edilmesi üzerine sanık müdafii tebliğden itibaren bir haftalık
süre geçmeden hükmü temyiz etmiştir.
Yargıtay
Onuncu Ceza Dairesi'nce;
a) Sanık için
görevlendirilen müdafiin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS'nin) 6.
maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi ile Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK'nın) 150
ve 151. maddeleri uyarınca <zorunlu müdafi> konumunda bulunması, CMK'nın
188. maddesinin 1. fıkrasında zorunlu müdafiin duruşmada hazır bulunmasının
şart olarak öngörülmesi, bu zorunluluğa rağmen müdafiinin yokluğunda verilen
hükmün sanığa tefhiminin kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas olmak
üzere geçerli bir tefhim olarak kabul edilmesine olanak bulunmaması nedeniyle,
sanık müdafiinin, hükmün kendisine tebliğ edildiği 29.09.2010 tarihinden
itibaren bir haftalık süre geçmeden 05.10.2010 tarihindeki temyizinin süresinde
olduğu kabul edilmiş ve temyiz incelemesi yapılmıştır.
b) CMK'nın 151.
maddesinin 1. fıkrası gereğince işlem yapılması gerektiği gözetilmeden ve aynı
Kanun'un 188. maddesinin 1. fıkrasına aykırı olarak, müdafiinin yokluğunda
hüküm kurulması suretiyle sanığın savunma hakkının kısıtlanması yasaya aykırı
görülerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı ise, sanık için görevlendirilen müdafiin <zorunlu
müdafi> değil <ihtiyari müdafi> olduğunu, bu nedenle duruşmada
bulunmasına gerek bulunmadığını, sanığın yüzüne karşı verilip tefhim edilen hükmün
sanığın müdafiine tebliğinin gerekmediğini, sanık müdafiinin tefhimden itibaren
bir haftalık süre geçtikten sonra yaptığı temyiz başvurusunun süresinde
olmaması nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek, Daire
kararına itiraz etmiştir.
Özel Daire ile
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlığın konusu; yabancı
uyruklu olan ve avukatının bulunmadığını belirterek müdafi görevlendirilmesini
isteyen sanığa mahkeme tarafından CMK'nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince
görevlendirilen müdafiin, CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası ve 188. maddesinin
1. fıkrası ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi kapsamında
zorunlu müdafi olup olmadığı ve buna bağlanan hukuki sonuçlarla ilgilidir.
B) AVRUPA
İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ İLE CEZA MUHAKEMESİ KANUNU'NUN KONUYA İLİŞKİN
HÜKÜMLERİ:
1- Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin 3. fıkrası:
Bir avukat
tayin etmek için mali olanağı yoksa ve adaletin selameti gerektiriyorsa, sanık,
mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın parasız yardımından yararlanma
hakkına sahiptir. Başka bir ifadeyle, bu durumdaki sanığın talebi halinde,
mahkemenin kendisine bir müdafi görevlendirmesi zorunludur.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının itirazında belirtildiği gibi, 6. maddenin 3.
fıkrasındaki bu düzenleme ile, zorunlu müdafilik hallerinin belirlenmesinin
taraf devletlerin takdirine bırakıldığını kabul etmek mümkün değildir. Gerek
sözü edilen maddede, gerekse Sözleşme'nin başka bir maddesinde, bu anlama
gelebilecek hiçbir ibare yer almamaktadır. Aksine Sözleşme'nin başlangıç bölümü
ile 53. maddesine göre;
a) Sözleşme
insan haklarını ve temel özgürlükleri asgari ölçüde koruyan bir sözleşmedir.
Zamanla koruma sınırlarının genişletilmesi amaçlanmıştır.
b) Sözleşmeye
taraf olan devletler, iç hukuklarında insan haklarını ve temel özgürlükleri
daha fazla koruyacak düzenlemeler yapabilirler veya bu konuda başka bir
sözleşmeyi kabul edebilirler. Sözleşme'nin hiçbir hükmü, bu nitelikteki
düzenlemelere aykırı düşecek şekilde yorumlanamaz. Başka bir anlatımla,
Sözleşmeye taraf olan devletlerin, iç hukuklarında veya kabul ettikleri başka
bir sözleşmede yer alan insan haklarını ve temel özgürlükleri daha fazla
koruyan hükümlerin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırılığı ileri sürülemez.
2- Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 150. maddesi:
Şüpheli veya
sanık için müdafi görevlendirilmesi üç şekilde olmaktadır:
a) Müdafii
bulunmayan ve müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederek bir müdafi
görevlendirmesini talep eden şüpheli veya sanık için bir müdafi
görevlendirilir.
b) Müdafii
bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk ise veya kendisini savunamayacak kadar
malul ya da sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi
görevlendirilir.
c) Şüpheli
veya sanığa isnat olunan suçun cezasının alt sınırı beş yıldan fazla hapis
cezasını gerektiriyorsa, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
150. maddenin
1. fıkrasına göre sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını söyleyip müdafi
görevlendirilmesini istediğinde; mahkemenin, müdafi görevlendirip
görevlendirmeme konusunda bir takdir yetkisi olduğu ileri sürülebilir mi? Buna imkân
yoktur. Bu durumda mahkemenin bir müdafi görevlendirmesi zorunludur. O halde,
görevlendirilen bu müdafiye <ihtiyari müdafi> denemez.
150. maddede
öngörülen üç durumda da, soruşturma veya kovuşturma makamının şüpheli veya
sanık için müdafi görevlendirmesi zorunludur. Bu zorunluluğu sadece 150.
maddenin 2 ve 3. fıkraları ile sınırlamak ve 1. fıkrası gereğince
görevlendirilen müdafii bunun dışında tutmak mümkün değildir.
3- Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 151. maddesinin 1. fıkrası:
150. maddenin
öngördüğü üç durumdan hangisine göre görevlendirilmiş olursa olsun, bu madde
gereğince görevlendirilen müdafi duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak
çekilir veya görevini yapmaktan kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhal başka bir
müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma
ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.
Bu maddenin
gerekçesi şöyledir: <Madde, 150. madde gereğince atanan avukatın görevine
ilişkindir. Bu avukat duruşmaları noksansız izleyecek, görevinin gereklerini
yerine getirecektir. Görevini gereğince yerine getirmeyerek duruşmada hazır
bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilecek olursa hâkim veya mahkeme
hemen başka bir avukat atayacaktır. Böylece 156. maddeye bir istisna
getirilmekte ve avukatın atanması ile birlikte seçimi de hâkim veya mahkeme
tarafından yapılmaktadır. Bu hal duruşmanın ertelenmesi nedeni de olabilecektir.>
151. maddenin
1. fıkrası, hiçbir ayırıma yer vermeden, 150. maddeye göre görevlendirilen
müdafiin görevini yapmaması durumunda, mahkemenin derhal başka bir müdafi
görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmasını bir zorunluluk olarak
öngörmektedir.
Buna rağmen,
bu zorunluluğun sadece 150. maddenin 2 ve 3. fıkraları gereğince
görevlendirilen müdafiler için geçerli olduğunu ve 1. fıkrası gereğince
görevlendirilen müdafi için böyle bir zorunluluk bulunmadığını savunmak sözü
edilen hükümlerin gerek sözüne gerekse özüne açıkça aykırıdır ve kabul
edilemez.
4- Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 188. maddesinin 1. fıkrası:
Kanunun
zorunlu müdafiliği kabul ettiği durumlarda müdafiin duruşmada hazır bulunması
şarttır.
150. maddenin
1, 2 ve 3. fıkralarından hangisi uyarınca görevlendirilmiş olursa olsun, bu
madde hükümlerine göre görevlendirilen müdafi zorunlu müdafidir. Bu şekilde
görevlendirilen müdafiin duruşmada bulunması zorunludur.
150. maddeye
göre görevlendirilen müdafileri iki gruba ayırmanın, bu maddenin 1. fıkrasına
göre görevlendirilen müdafiin <atanmış ihtiyari müdafi>, 2 ve 3.
fıkralarına göre görevlendirilen müdafiin ise <zorunlu müdafi> olduğunu
ileri sürmenin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Tersine, her üç fıkraya göre
görevlendirilen müdafiler aynı hükümlere tabi tutulmuştur.
C) AVRUPA
İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ'NİN KONUYLA İLGİLİ KARARLARI:
1-
Quaranta-İsviçre davası (24 Mayıs 1991):
<Mahkeme,
adaletin selametinin başvurucunun parasız avukat yardımından yararlanmasını
gerektirip gerektirmediğini saptamak için birkaç kritere bakacaktır... Her
şeyin başında, Bay Quaranta'ya isnat edilen suçun ciddiyetine ve
çarptırılabileceği cezanın ağırlığına bakmak gerekir... Bu kıstasa davanın
karmaşıklık derecesi de eklenmelidir.> (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
Kararlarından Örnekler; Avrupa Konseyi Yayınları, Kasım 2007Ankara, s. 268)
2-
Biba-Yunanistan davası (26 Eylül 2000):
AİHM bu
davada, maddi imkanı bulunmayan ve yabancı uyruklu olan sanığın, avukat
yardımına ilişkin talebinin reddedilmesiyle, Sözleşme'nin 6/3-c hükmünün ihlal
edildiğini kabul etmiştir, (age, s. 268)
3-
Kamasinski-Avusturya davası (19 Aralık 1989):
<Kuşkusuz
adli yardım yoluyla bir savunma avukatının tayini, tek başına 6. maddenin 3.
fıkrasının (c) bendinin gereklerine uyma sorununu çözmüş demek değildir...
AİHS, hakları kuramsal ve hayali değil, uygulanabilir ve etkin tarzda güvence
altına almayı amaçlamıştır... Adli yardım amacıyla avukat tayini kendi başına
etkili bir yardım sağlayamaz; zira ... tayin edilen avukatın ... uzunca bir
dönem boyunca görevini yapmasına engeller çıkabilir veya avukat bu görevleri
yapmaktan kaçınabilir. Yetkili merciler durumdan haberdar oldukları takdirde,
ya bu avukatın yerine başkasını tayin etmeli, ya da onu görevlerini yerine getirmeye
zorlamalıdır.> (age, s. 267)
D) SOMUT
OLAYIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
1- Sanık
yabancı uyrukludur ve ana dili Türkçe değildir. Kendisine isnat olunan suç on beş
yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezasını gerektirmektedir.
Avukatının
bulunmadığını belirterek müdafi görevlendirilmesini isteyen sanığa mahkeme
tarafından CMK'nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince görevlendirilen müdafi,
gerek CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası ile 188. maddesinin 1. fıkrası,
gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi kapsamında zorunlu
müdafidir.
Sanığın
soruşturma aşamasında Türkçe bildiğini belirterek tercüman ve müdafi
istemediğini söylemesi; hakkında dava açıldıktan sonra ise, yeterince Türkçe
bilmediğini ve avukatının bulunmadığını belirterek tercüman ve müdafi
görevlendirilmesini talep etmesi bu durumu değiştirmez.
2- Sanığa bu
şekilde görevlendirilen müdafiin, gerek CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası ile
188. maddesinin 1. fıkrasına gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına
göre duruşmada bulunması şarttır. Duruşmada hazır bulunmadığı veya görevini
yapmaktan kaçındığı takdirde mahkemenin CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası
gereğince başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapması
zorunludur.
3- Belirtilen
zorunluluğa rağmen, görevlendirilen müdafiin yokluğunda kurulan hükmün, hazır
bulunan sanığa tefhim edilmesi, kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına
esas olamaz. Sanık müdafiinin hükmün kendisine tebliğ edilmesi üzerine, tebliğ
tarihinden itibaren bir haftalık süre geçmeden verdiği dilekçesindeki temyiz
isteği süresindedir.
4- CMK'nın
151. maddesinin 1. fıkrası uyarınca işlem yapılmadan ve aynı Kanun'un 188.
maddesinin 1. fıkrasına aykırı olarak, müdafiinin yokluğunda mahkûmiyet hükmü
kurulması ile sanığın savunma hakkı kısıtlanmış ve adil yargılanma hakkı
zedelenmiş olup, bu durum mutlak bozma nedenidir.
Sonuç:
Açıkladığım nedenlerle; Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi'nin kararının tümüyle
doğru olduğu ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar
verilmesi gerektiği düşüncesini taşıdığımdan, çoğunluk görüşüne
katılmıyorum> görüşüyle,
Yine aynı
uyuşmazlık konusunda çoğunluk görüşüne katılmayan sekiz Genel Kurul Üyesi de,
benzer düşüncelerle itirazın kabulü gerektiği görüşüyle,
Karşı oy
kullanmışlardır.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.
Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay
Onuncu Ceza Dairesi'nin 31.05.2011 gün ve 5609-4743 sayılı bozma kararının
KALDIRILMASINA,
3- Sanık
müdafiinin süresinden sonraki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasa'nın 8. maddesi
uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nin 317. maddesi uyarınca
REDDİNE,
4- Dosyanın
mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığı'na TEVDİİNE, 04.10.2011
günü yapılan ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 11.10.2011 günü
yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel
Kurulu
Esas: 2012/13-1300
Karar:
2012/1869
Karar
Tarihi: 25.12.2012
ÖZET:
Sanık müdafiin yokluğunda, hazır olan sanık ..’in yüzüne karşı verilen … günlü
hükümde başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde sürenin başlangıcının
<tefhim ve tebliğ> şeklinde gösterilmesi suretiyle sürenin
<tefhimden> mi yoksa <tebliğden> itibaren mi başlayacağı konusunda
duraksamaya neden olunduğundan, bildirim eksik ve yanıltıcıdır. Dolayısıyla
temyiz süresinin başlangıcının hükmün sanığa tefhimi olan … tarihi olduğunun
kabulü mümkün olmayıp, sürenin başlangıcının hükmün sanık müdafiine tebliği
olan … tarihi olduğunun kabulü gerekmektedir. Haklı nedene dayanmayan Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
(2709 S. K. m.
40) (5271 S. K. m. 34, 40, 223, 231, 232, 253, 254, 308) (1412 S. K. m. 305,
310, 317) (5237 S. K. m. 52, 62, 116, 119, 141, 151)
Dava: Sanık
C.’in hırsızlık suçundan 5237 sayılı TCK’nın 1412/1-b ve 62.maddeleri uyarınca
1 yıl 8 ay hapis, konut dokunulmazlığının ihlali suçundan aynı Kanunun 116/1 ve
62. Maddeleri uyarınca 5 ay hapis, mala zarar verme suçundan ise anılan Kanunun
151/1 ve 52. Maddeleri uyarınca 100 lira adli para cezası ile mahkûmiyetine
ilişkin, Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.12.100
Gün ve
866-1080 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı
Yargıtay 13. Ceza Dairesince 28.05.2012 gün ve 21681-12471 sayı ile;
<I-Sanıklar
hakkında mala zarar verme suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;
Hükmolunan
cezanın miktar ve türüne göre; 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe gire 5219 sayılı
Kanunun 3-b maddesiyle değişik 1412 sayılı CMUK’nın 305/1 maddesi gereğince
hüküm tarihine göre temyizi olanaklı olmadığından sanıklar M. ve C.’in müdafilerinin
temyiz itirazlarının 5320 sayılı Kanunun 8/1 maddesi yollamasıyla 1412 sayılı
CMUK’nın 317. Maddesi gereğince tebliğ nameye uygun olarak reddine,
II- Sanıklar
hakkında hırsızlık ve konut dokunulmazlığını ihlal suçlarından kurulan hükmün
temyiz incelenmesine gelince;
1) Sanıklar
hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümden sonra 08.02.2008 tarihli Resmi
Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. Maddesi
ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. Maddesi uyarınca ve bu maddenin 6.
Fıkrasına 25.07.2010 tarihinde, yürürlüğe giren 6008 sayılı Kanunun 7. Maddesi
ile eklenen cümle de gözetilerek, hükmolunan cezanın tür ve süresine göre
hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun
değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
2) 19.12.2006
tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun ile değişik 5271 sayılı CMK’nın
253.ve 254 maddeleri uyarınca gündüz konut dokunulmazlığını ihlal suçu yönünden
uzlaşma hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun değerlendirilmesinde
zorunluluk bulunması
3) Konut
dokunulmazlığını bozma suçunun birden fazla kişi tarafından birlikte
gerçekleştirilmesi karşısında sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 119/1c
maddesinin uygulanmaması> isabetsizliklerinden bozulmasına karar
verilmiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.07.2012 gün ve 25207 sayı ile;
<Hükmün
tefhim edildiği 05.12.2007 günlü oturuma sanık C.’in bizzat katıldığı hükmün
onun yüzüne karşı verildiği sanık tarafından temyiz yasa yoluna başvurulmadığı
görülmüştür.
Gerekçeli
karar sanığın soruşturma aşamasındaki müdafii avukatına tebliğ edilmiş, müdafii
tarafından yasal süreden sonra 27.12.2007 gününde temyiz edilmiştir.
Sanığın bizzat
yüzüne karşı verilen hükmün müdafie tebliğ, müdafii açısından yasa yoluna
başvurunun başlaması için yeni bir hak ve yetki kazandıramayacağından müdafiini
yasal süreden sonraki temyiz isteminin reddine karar verilmesi yerine yazılı
biçimde karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu sonucuna
ulaşılmıştır> görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.
6352 sayılı
Kanunun 99. Maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 308. Maddesi uyarınca
dosyanın gönderildiği Yargıtay 13. Ceza Dairesince 24.09.2012 gün ve
18081-19674 sayı ile, itirazın yerinde görülemediğinden bahisle Yargıtay irinci
Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve
açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
İnceleme,
sanık C. hakkında kurulan hükümlerle sınırlı yapılmış olup, Özel Daire ile
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık C. müdafiinin temyiz isteminin süresinde
olup olmadığının belirlenmesine ilişkidir.
İncelenen
dosya içeriğinden;
05.12.2007
günü hükmün müdafiinin yokluğunda, hazır olan sanık C.’in yüzüne karşı
verildiği, gerekçeli kararın sanık müdafiine 27.12.2007 tarihinde tebliğ
edildiği ve müdafiin hükmü 27.12.2007 tarihinde temyiz ettiği,
Yerel Mahkeme
hükmündeki yasa yolu bildiriminin; < …...kararın tefhim ve tebliğ tarihinden
itibaren 7 gün içinde Yargıtay’da temyizi kabil olmak üzere, M. ile C.’in sanık
M. müdafisi avukat S. ile Sanık C. müdafisi avukat İ.’in yüzlerine karşı sanık
C.’un yokluklarında C. Savcısının mütalaasına uygun olarak verilen karar açıkça
okunup usulen tefhim olundu> şeklinde olduğu, anlaşılmaktadır.
1412 sayılı
CMUK’nın 5320 sayılı Kanunun 8. Maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 310.
Maddesinde temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden
itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya
zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa
geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz
süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.
Ayırtılarına
Ceza Genel kurulunun 04.06.1986 gün ve 2-196 sayılı kararında yer verildiği
üzere, sanığın yüzüne karşı tefhim edilen bir hükmün ayrıca sanığa veya
müdafiine tebliği gerekmeyip, bir haftalık temyiz süresi sanığın yüzüne karşı
yapılan tefhim ile birlikte işlemeye başlayacaktır.
Ancak, sanığın
yüzüne karşı yapılan tefhim ile birlikte temyiz süresinin işlemeye başlaması
için kanun yolu bildiriminin kanunun öngördüğü şekilde ve ilgiliyi
yanıltmayacak biçiminde yapılması gerekmektedir.
2709 sayılı
Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 40/2 maddesinde; Devlet, işlemlerinde, ilgili
kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini
belirtmek zorundadır> hükmüne yer veriliş,
Bu düzenlemeye
paralel olarak 5271 sayılı CMK’nın;
34/2.
Maddesinde; <Kararlarda, başvurabilecek kanun yolu süresi, mercii ve
şekilleri belirtilir>.
231/2.
Maddesinde; <hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları,
mercii ve süresi bildirilir>.
232/6.
Maddesinde ise; <Hükmün fıkrasında, 223 maddeye göre verilen kararın ne
olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun
yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulup bulunmadığının, başvuru
olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça
gösterilmesi gerekir>.
Şeklindeki
emredici düzenlemeler yer almıştır.
Gerek yüze
karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu
süresi, başvuru yapılacak mercii ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer
vermeyecek biçiminde açıkça belirtilmesi zorunludur. Bu bildirimlerdeki temel
amaç tarafların başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması ve
bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat
edilmesi gereken husus eksik veya yanılgı bildirim nedeniyle bihakkın
kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki
eksikliğinin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale
getirme nedeni oluşturmayacaktır.
5271 sayılı
CMK’nın 40. Maddesinin 1. Fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş
olan kişinin, eski hale getrime isteminde bulunabileceği, 2. Fıkrasında ise,
yasa yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde kişinin kusursuz
sayılacağı açıkça belirtilmiştir.
Anılan
düzenlemelerden, hüküm ve kararlardaki kanun yolu bildiriminin kanun yolu
mercii, şekil ve süresini de kapsaması zorunluluğu yanında, açıkça varılmaktadır.
Kanun yolu süresinin bildirilmemesi ya da yanılgılı bildirilmesi halinde bunun
ilgili tarafı yanıltarak bihakkın kullanılmasını engellemesi durumunda
açıklamalı davetiye ile bu huşunun tebliğinden sonra süreler işlemeye
başlayacağından muhtemel hak kayıpları önlenecektir.
Bu bilgiler
ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık müdafiin
yokluğunda, hazır olan sanık C.’in yüzüne karşı verilen 05.12.2007 günlü
hükümde başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde sürenin başlangıcının <tefhim
ve tebliğ> şeklinde gösterilmesi suretiyle sürenin <tefhimden> mi
yoksa <tebliğden> itibaren mi başlayacağı konusunda duraksamaya neden
olunduğundan, bildirim eksik ve yanıltıcıdır Dolayısıyla temyiz süresinin
başlangıcının hükmün sanığa tefhimi olan 05.12.2007 tarihi olduğunun kabulü
mümkün olmayıp, sürenin başlangıcının hükmün sanık müdafiine tebliği olan
27.12.2007 tarihi olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla
27.12.2007 günü tebliğ edilen hükmü aynı gün temyiz eden sanık müdafiinin temyiz
isteminin 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanunun 8. Maddesi uyarınca halen
yürürlükte bulunan 310. Maddesinde öngörülen bir haftalık yasal süre içerisinde
yapıldığı anlaşılmakla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Sonuç:
Açıklanan nedenlerle;
1) Yargıtay C.
Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2) Dosyanın
mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
25.12.2012 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
ÖNEMLİ UYARI:
Yukarıda yaptığımız
açıklamalar ve Yargıtay CGK kararları “zorunlu
müdafilik” için olup sanığın isteği üzerine CMK kurulundan
gönderilen ve CMK m. 150’ye göre zorunlu müdafilik kapsamında olmayan hukuken “ihtiyari müdafilik” kapsamında bulunan görevlendirmeler
için geçerli değildir. İhtiyari müdafilik kapsamındaki görevlendirmelerde müdafiin duruşmaya girmemesi ve kararın sanığa tefhim edilmesi halinde temyiz süresi
tefhimle başlayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder