11 Temmuz, 2025

7550 SAYILI YASA İLE DEĞİŞTİRİLEN 6100 SAYILI HMK EK MADDE 1/II’NİN UYGULANMASINDA KARŞILAŞILAN SORUNLAR

 7550 SAYILI YASA İLE DEĞİŞTİRİLEN 
6100 SAYILI HMK EK MADDE 1/II’NİN UYGULANMASINDA
KARŞILAŞILAN SORUNLAR 

I. GİRİŞ:

6100 sayılı HMK’nın senetle ispat zorunluluğu (HMK m. 200), senede karşı tanıkla ispat yasağı (HMK m. 201), istinaf kanun yolu (HMK m. 341), temyiz kanun yolu (HMK m. 362) ve temyizde duruşma (HMK m. 369) parasal sınırlarının belirlenmesine ilişkin Ek Madde 1’de 7550 sayılı yasa ile yapılan değişiklik istinaf ve temyiz kanun yolu parasal sınırlarında aşağıda açıklayacağımız bir takım usul hukuku sorunlarına neden olmuştur. Maddenin uygulanmasında iki temel sorun ortaya çıkmıştır. Birincisi yasa değişikliğinin geçmişe etkili olup olmadığı, ikincisi de ıslah (HMK m. 176) ve bedel artırımı (HMK m. 107/II) durumunda uygulanıp uygulanmayacağıdır.

II. 6100 SAYILI HMK EK MADDE 1/II:

HMK Ek Madde 1’in değişiklik sonrası madde metni; “200 üncü ve 201 inci maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hukuki işlemin yapıldığı, 341 inci, 362 nci ve 369 uncu maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında davanın açıldığı tarihteki miktar esas alınır.” şeklindedir. Madde parasal sınırların uygulanmasında davanın açıldığı tarihteki miktarı esas almaktadır.

III. YASANIN UYGULANMASINDAKİ GÖRÜŞLER:

Yasanın yürürlük tarihi olan 04.06.2025 tarihinden sonra verilen kararlar için uygulanması gerektiği ve yürürlük tarihi olan 04.06.2025 tarihinden önce de verilmiş kararlar hakkında HMK m. 448’e göre geçmişe etkili şekilde uygulanması gerektiği yönünde iki görüş bulunmaktadır.

IV. YASA DEĞİŞİKLİĞİNİN GEÇMİŞE ETKİLİ OLUP OLMAYACAĞI SORUNU:

6100 sayılı HMK’nın zaman bakımından uygulanması m. 448’de düzenlenmiştir. “Zaman bakımından uygulanma” başlıklı HMK m. 448’e göre; “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” Bu madde HMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra yürürlükten kalkan 1086 sayılı HUMK zamanında açılmış davalarda HMK’nın nasıl uygulanacağını düzenlemek için getirilmiş bir madde olup HMK’da değişiklik yapılması durumunda da uygulanıp uygulanmayacağı konusunda bir netlik yoktur.

6100 sayılı HMK m. 448’in HMK’da değişiklik yapılması durumunda da uygulanacağı kabul edilirse uygulamanın aşağıdaki hukuki değerlendirme çerçevesinde ele alınması gerektiği fikrindeyim. 

6100 sayılı HMK m. 448'in madde gerekçesi; “Maddede yer alan düzenlemede, 1086 sayılı Kanunun 578 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan kuralın doktrin ve uygulamada anlaşıldığı biçimde formüle edilmek suretiyle dili de sadeleştirilerek aynen benimsenmiştir. Adı geçen kanunî düzenlemenin ikinci fıkrasında yer alan kural ise bilinenin tekrarı niteliğini taşıdığı için madde metnine alınmamıştır.” hükmünü içermektedir. 

Madde gerekçesinde geçen 1086 sayılı HUMK m. 578/I; “İşbu kanun müktesep hakları ihlal etmemek şartiyle makabline şamildir.” hükmünü içermekte olup HUMK m. 578/I’in HUMK’un yürürlüğe girmesinden itibaren kazanılmış haklara zarar vermemek koşulu ile geçmişe etkili şekilde uygulanacağının kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. HMK m. 448’in madde gerekçesinde bu maddenin getiriliş amacının da aynı olduğu, kazanılmış haklara zarar vermemek koşulu ile HMK’nın yürürlüğe girdiği andan itibaren geçmişe etkili olarak uygulanacağı anlaşılmaktadır. Ancak yasa koyucunun HMK m. 448’de HUMK m. 578/I’de ki gibi “makable şamil olma” ya da bu anlama gelen “geçmişe etkili olma” ifadelerini kullanmak yerine “tamamlanmış işlem” ve “derhal uygulanır” ifadelerini kullanması karşı görüşün oluşmasına neden olmuştur.

Bu durumda 7550 sayılı yasa ile HMK Ek Madde 1’de yapılan istinaf ve temyiz parasal sınırlarında dava tarihini esas alan düzenlemenin de HMK m. 448 kapsamında kazanılmış hakları ihlal etmemek üzere dava tarihine göre istinaf ve temyiz sınırının belirlenmesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla şuan karar verilmiş ancak henüz istinaf kanun yoluna başvurulmamış ya da istinaf kanun yoluna başvurulup da BAM’larda inceleme için beklemekte olan dosyalarda istinaf ve temyiz kanun yolu sınırı ilk derece mahkemesinde davanın açılma tarihindeki istinaf ve temyiz kanun yolu parasal sınırına göre belirlenmesi gerekmektedir.

HMK m. 448’in uygulanmasında tarafların kazanılmış haklarının ihlal edilip edilmediği nasıl tespit edilecektir? Yeni yasa değişikliği yürürlüğe girmeden önce, eski düzenleme tarihinde karar istinaf edilmiş ancak dava değerinin istinaf sınırının altında kalması nedeniyle mahkemece istinaf talebinin reddine karar verilmişse, karar artık kesinleştiğinden mahkemenin ret kararından sonra yürürlüğe giren bu yasa değişikliği uygulanamayacaktır. Bu durum kararı istinaf etmeyen diğer taraf lehine kazanılmış hak oluşturacaktır. Karar verildikten ancak istinaf dilekçesi verilmeden önce bu yasanın yürürlüğe girmesi durumunda ise bu yasa değişikliği uygulanacak ve istinaf ve temyiz parasal sınırının belirlenmesinde dava tarihi esas alınacaktır. 

V. ISLAH VE BEDEL ARTIRIMI DURUMUNDA HMK EK MADDE 1/II UYGULAMASININ YARATACAĞI SORUNLAR:

7550 sayılı yasa ile HMK Ek Madde 1’de yapılan değişiklik öncesinde istinaf ve temyiz kanun yolu parasal sınırı karar tarihine göre belirlenmekteydi. Bu nedenle belirsiz alacak ya da kısmi dava açılması durumunda dava değerinin ıslah (HMK m. 176) ya da bedel artırımı (HMK m. 107/II) yoluyla artırılması durumunda istinaf ve temyiz kanun yolu parasal sınırı da artırılan bu değer üzerinden belirlenmekteydi. Yeni düzenleme karar tarihi yerine dava tarihini esas aldığı için ıslah ya da bedel artırımı durumunda artırılan kısmın kanun yolu parasal sınırların belirlenmesinde dikkate alınıp alınmayacağı hukuken tartışmalı hale gelmiştir. Bu durumun ıslah ve bedel artırımı işlemleri için ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.

6100 sayılı HMK m. 176/I’e göre; “Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.” Islah dilekçesinin verilmesiyle artık dava dilekçesindeki talep sonucu değişmiş olacağından HMK Ek Madde 1’de ki “dava tarihi” ibaresinin “ıslah tarihi” olarak değerlendirilmesi ve ıslah dilekçesindeki bedelin esas alınmasında usul yönünden bir sorun bulunmamaktadır. Bu durumda istinaf ve temyiz parasal sınırı ıslah dilekçesindeki rakama göre ama dava tarihindeki istinaf ve temyiz parasal sınırına göre değerlendirilecektir. 

6100 sayılı HMK m. 107/II’ye göre; “Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” Bu maddeye göre bedel artırım dilekçesi verilmesi dava dilekçesinin dava talebi / talep sonucu ile ilgili dolayısıyla da ıslahı düzenleyen HMK m. 176’da belirtilen “usul işlemi” ile ilgilidir. Dolayısıyla bedel artırımı aslında sınırlı bir ıslah niteliğindedir. Bu nedenle bedel artırım dilekçesinin verilmesiyle artık dava dilekçesindeki talep sonucu değişmiş olacağından HMK Ek Madde 1’de ki “dava tarihi ibaresinin “bedel artırım tarihi” olarak değerlendirilmesinde usul yönünden bir sorun bulunmamaktadır. Bu durumda istinaf ve temyiz parasal sınırı bedel artırım dilekçesindeki rakama göre ama dava tarihindeki istinaf ve temyiz parasal sınırına göre değerlendirilecektir. 

VI. ÇELİŞKİLİ BAM KARARLARI:

HMK Ek Madde 1’da yapılan değişiklik nedeniyle yukarıda belirttiğimiz iki sorun ile ilgili olarak farklı BAM’ların farklı daireleri arasında farklı kararlar çıkmaya başlamıştır. Şuan uygulama birliği ortadan kalkmıştır. Bu durum hak kaybına neden olmakta olup en kısa sürede Yargıtay’ın BAM kararları hakkında içtihadı birleştirme kararı vermesine ya da yeni bir yasal düzenlemeye ihtiyaç bulunmaktadır.

Aşağıda, karşı görüşteki ve görüşümüzü destekleyen kararların incelemesi yer almaktadır.

VII. KARŞI GÖRÜŞTEKİ KARARLAR:

Bursa Bam 11. HD, 2025 / 1394 Esas, 2025 / 1675 Karar ve 10.07.2025 Tarih Sayılı Kararı:

“07/11/2024 tarih ve 7531 sayılı Kanunun 22. maddesi ile;  maddenin 1. fıkrasındaki "on" ibaresi "bin" olarak değiştirilmiş ayrıca maddeye; "İstinaf ve temyiz kanun yoluna başvuruda esas alınan parasal sınırda yeniden değerleme nedeniyle meydana gelen artış, bölge adliye mahkemesinin kaldırma veya Yargıtayın bozma kararları üzerine yeniden verilen kararlar hakkında uygulanmaz, ilk karar tarihinde geçerli olan parasal sınırlar esas alınır." şeklindeki 3. fıkra eklenmiş, anılan Kanunun Geçici 1. maddesinde; "Bu Kanunla 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ek 1. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklik, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren uygulanır. Üçüncü fıkra olarak eklenen düzenleme ise bölge adliye mahkemesinin kaldırma veya Yargıtayın bozma kararları üzerine bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeniden verilen kararlar hakkında uygulanır." denilmiş,  

04/06/2025 tarih ve 32920 sayılı mükerrer Resmi Gazetede yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 7550 sayılı Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 20. maddesi ile de; anılan maddenin 2. fıkrası "200. ve 201. maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hukuki işlemin yapıldığı, 341. 362. ve 369. maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında davanın açıldığı tarihteki miktar esas alınır.” şeklinde değiştirilmiş, maddenin  3. fıkrası  ise  yürürlükten  kaldırılmıştır.

6100 sayılı HMK'nın "Zaman bakımından uygulanma" başlıklı 448. maddesi; "(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.", Geçici  1. maddesi ise; "(1) Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden  önceki  tarihte  açılmış  olan  davalarda  uygulanmaz. (2) Bu Kanunun, senetle ispat, istinaf ve temyiz ile temyizde duruşma yapılmasına ilişkin parasal sınırlarla ilgili hükümleri Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan dava ve işlerde uygulanmaz." düzenlemelerini içermektedir.

HMK'nın 341. ve 362. maddeleri uyarınca; alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, istinaf ve temyiz kesinlik sınırları alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü istinaf kesinlik sınırını geçmeyen taraf istinaf yoluna; temyiz kesinlik sınırını geçmeyen taraf temyiz yoluna başvuramaz. Bunlar ancak;  karşı taraf istinaf veya temyiz yoluna başvurmuş ise katılma yoluyla istinaf veya temyiz yoluna başvurabileceklerdir.

Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. İstinaf kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkâr) tazminatı, vekâlet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/04/2025 tarih ve 2023/8-623 E. 2025/234 K. sayılı kararında; "Hemen belirtilmelidir ki, kesinlik sınırı kamu düzeninden olup bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki “karar” teriminin, Bölge Adliye Mahkemesinin, Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksama bulunmamaktadır." denilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/04/2025 tarih ve 2024/12-292 E. 2025/275 K. sayılı kararı da aynı yöndedir.

Her ne kadar 6100 sayılı HMK'nın Ek 1. Maddesinin 2. fıkrası; yukarıda da belirtildiği gibi 04/06/2025 tarihinde yürürlüğe giren 7550 sayılı Kanun'un 20. maddesi ile "200. ve 201. maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hukuki işlemin yapıldığı, 341. 362. ve 369. maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında davanın açıldığı tarihteki miktar esas alınır.” şeklinde değiştirilmiş ise de; kanunların kural olarak geriye yürümezliği, bir karara karşı istinaf veya temyiz yoluna başvurulup başvurulamayacağının o kararın verildiği sırada yürürlükte olan yasal düzenlemelere bakılarak belirlenebilecek olması, karar verilmesi ile taraflar lehine usulü kazanılmış hak doğabilecek olması, aynı tarihte verilmiş bulunan kararların istinaf veya temyiz incelemesinin erken veya geç yapılmasının tarafların elinde olmaması ve dolayısıyla bunlardan istinaf veya temyiz incelemesi anılan kanun hükmünün yürürlüğe girdiği 04/06/2025 tarihinden önce yapılanların kesinleşecek, bu tarihten sonra yapılacak olanların ise dava tarihine bakılacak olması nedeniyle kesinleşemeyecek ve dolayısıyla yargılamasının belki yıllarca daha uzayacak olması ve bu durumun ise eşitlik ilkesini ve yargıya duyulan güveni zedeleyecek olması gibi hususlar nazara alındığında belirtilen yasal düzenlemenin yürürlüğe girdiği 04/06/2025 tarihinden itibaren uygulanması gerekir.

Anılan yasal düzenlemeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları ve yapılan açıklamalar hep birlikte değerlendirildiğinde sonuç olarak; 

1-     04/06/2025 tarihinden sonra açılan davalarda istinaf ve temyiz kesinlik sınırlarının; davanın açıldığı parasal değerler esas alınarak belirlenmesi,

2-     04/06/2025 tarihinden önce açılmış olan davalarda;

a)     İlk derece mahkemesinin, ilk kararını (usule veya esasa ilişkin) verdiği tarihteki (bu karar bölge adliye mahkemesince kaldırılmış olsa dahi)  parasal sınırlar esas alınarak istinaf kesinlik sınırının belirlenmesi,

b)     Bölge adliye mahkemesinin, 04/06/2025 tarihinden önce karar verdiği davalarda (bu karar Yargıtayca bozulmuş olsa dahi) ilk kararını verdiği tarihteki parasal sınırlar, ilk kararını 04/06/2025 tarihinden sonra verdiği davalarda ise ilk derece mahkemesinin ilk kararını (usule veya esasa ilişkin) verdiği tarihteki parasal sınırlar esas alınarak temyiz kesinlik sınırının belirlenmesi gerekir.”

Yukarıya alıntı yaptığımız Bursa BAM 11. HD kararında belirtilen 20.07.2017 tarihli ve 7035 sayılı Kanunun Geçici 1’inci Maddesinin birinci fıkrasında; Bu Kanunla, 5271 sayılı Kanunun 291 inci maddesi ile 6100 sayılı Kanunun 361 inci maddesinde temyiz sürelerine ilişkin olarak yapılan değişiklikler, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte ve sonrasında verilen kararlar hakkında uygulanır.” düzenlemesi yapılmıştır.

Bu maddede geçen “bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte ve sonrasında verilen kararlar hakkında uygulanır.” ibaresi 6100 sayılı HMK’yı değil 7035 sayılı yasayı ifade etmektedir.

7035 sayılı yasanın 31’inci maddesinde; 6100 sayılı Kanunun 361 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “bir ay” ibaresi “iki hafta” şeklinde değiştirilmiştir.” hükmü getirilmiş olup bu yasa değişikliği ile temyiz süresi “bir ay” yerine “iki hafta” şeklinde değiştirilmiştir.

7035 sayılı Kanunun Geçici 1’inci Maddesinde ki “bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte ve sonrasında verilen kararlar hakkında uygulanır.” ibaresi 6100 sayılı HMK m. 361’ de ki temyiz süresine ilişkin değişikliğin 7035 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinden sonra verilecek kararlarda uygulanacağını ifade etmektedir. Bursa BAM 11. HD, kararında bu yasa değişikliğini bundan sonra HMK’da yapılacak istinaf ve temyiz kanun yolu ile ilgili bütün değişiklikler için uygulanacağı şeklinde yorumlamış ve 7550 sayılı yasa ile yapılan HMK Ek Madde 1 değişikliğini de yürürlük tarihini esas alarak uygulamıştır.  

Bursa BAM 11. HD’nin kararında belirttiği diğer gerekçelere de katılma mümkün değildir. Kanunların kural olarak geriye yürümezliği temel hukuk ilkesi olmasına karşın usul hukuku, geriye yürümezlik ilkesinin en önemli ayrık durumlarını içerir. Yukarıda açıkladığımız gibi HMK m. 448, bu maddenin madde gerekçesinde belirtilen 1086 sayılı eski HUMK m. 578/I’in Türkçeleştirilmiş halidir. Dolayısıyla HMK’da yapılan değişikliklerin zaman bakımından uygulanması bu maddeye göre geçmişe etkili şekilde yapılmak zorundadır. 

HMK’da yapılan değişikliklerin geçmişe etkili şekilde uygulanması ilkesi (6100 sayılı HMK m. 448 ve 1086 sayılı eski HUMK m. 578/I) Bursa BAM 11.HD’nin gerekçesinde belirttiği “aynı tarihte verilmiş bulunan kararların istinaf veya temyiz incelemesinin erken veya geç yapılmasının tarafların elinde olmaması” durumunun yaratacağı sakıncaları gidermek içindir.

Kayseri BAM 1. HD, 2023 / 1281 Esas, 2025 / 1245 Karar, 04.07.2025 Tarih Sayılı Kararı:

“Bilindiği üzere 04/06/2025 tarihli Resmi Gazete'nin mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan 7550 sayılı Kanun'un 20. maddesi gereğince 6100 sayılı HMK'nın Ek 1 inci maddesinin 2. fıkrası değiştirilerek 6100 sayılı HMK'nın 341, 362 ve 369. maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında davanın açıldığı tarihteki miktarın esas alınacağı hükme bağlanmış ise de; eldeki dava dosyasında ilk derece mahkemesi tarafından kararın verildiği tarih olan 06/04/2023 tarihinde bahsi geçen yasal düzenleme yürürlükte bulunmadığından verilen karar hukuk dünyasında kesin olarak vücut bulmuş olup bu kesinlik, hükmün lehine olduğu davalılar bakımından usulü kazanılmış hak kapsamında değerlendirilmelidir. Zira ilk derece mahkemesi kararının karar tarihi itibariyle meri olan düzenlemeye göre ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesine konu edilebilmesi mümkün olmayacaktır. Bütün bu sebeplerle 7550 sayılı Kanun'un 20. maddesi gereğince değiştirilen 6100 sayılı HMK'nın Ek 1. maddesinin 2. fıkrasının uygulanması dairemizce mümkün görülmemiştir.”

Kayseri BAM 1. HD’de HMK’nın zaman bakımından uygulanmasına ilişkin HMK m. 448’i değerlendirmeden karar vermiştir. HMK Ek Madde 1/II’de yapılan değişikliğin, ilk derece mahkemesince karar verilmiş olup da henüz taraflarca istinaf işlemi yapılmadan yürürlüğe girmiş olması taraflar yönünden kazanılmış hak oluşturmaz. Çünkü hak düşürücü süre niteliğinde olan istinaf süresi henüz dolmadığından bu süre içinde kullanılan istinaf hakkı yürürlüğe giren HMK Ek Madde 1/II’de ki hükümlere göre değerlendirilmek zorundadır.

Tekirdağ BAM 4. HD, 2025 / 638 Esas, 2025 / 667 Karar, 02.07.2025 Tarih:

“14/11/2024 tarih ve 32722 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 07/11/2024 tarih ve 7531 sayılı "Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 22. Maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ek 1 inci maddesine "İstinaf ve temyiz kanun yoluna başvuruda esas alınan parasal sınırda yeniden değerleme nedeniyle meydana gelen artış, bölge adliye mahkemesinin kaldırma veya Yargıtay’ın bozma kararları üzerine yeniden verilen kararlar hakkında uygulanmaz, ilk karar tarihinde geçerli olan parasal sınırlar esas alınır.” hükmünü haiz üçüncü fıkra eklenmiş; yine 7531 sayılı yasanın 29/2. maddesinde anılan düzenlemenin yayın tarihinden itibaren uygulanacağı belirtilmiştir.

04/06/2025 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7550 sayılı yasanın 20. Maddesi ile, HMK'nin ek 1 inci maddesinin 2 inci fıkrası "200 üncü ve 201 inci maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında hukuki işlemin yapıldığı, 341 inci, 362 nci ve 369 uncu maddelerdeki parasal sınırların uygulanmasında davanın açıldığı tarihteki miktar esas alınır.” şeklinde değiştirilmiş, 3 üncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.

Bilindiği üzere, usul hukuku alanında geçerli olan temel ilke, yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise usul hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olmasıdır.

Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken diğer bir husus da yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığıdır. Çünkü bir usul işlemi tamamlandıktan sonra yeni kural yürürlüğe girerse tamamlanmış işlem geçerli olarak kalır. Buna karşılık bir usul işlemi henüz tamamlanmamış ise yeni kanun, kural olarak hemen yürürlüğe girecektir.

Davacının istinafına konu ettiği uyuşmazlık miktarı olan 6.049,58 TL yerel mahkemenin karar tarihi olan 2025 yılı itibarıyla geçerli istinaf kesinlik sınırının (40.000 TL) altında kaldığından, HMK'nın 341/2. maddesi gereğince, davacının istinaf kanun yoluna başvurma hakkı bulunmamaktadır. Bu nedenle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın 341. ve 352. maddeleri uyarınca usulden reddine karar vermek gerekmiştir.”

Tekirdağ BAM 4. HD gerekçesinde belirttiği 7531 sayılı "Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 22’nci maddesi ile HMK Ek Madde 1’e eklenen; "İstinaf ve temyiz kanun yoluna başvuruda esas alınan parasal sınırda yeniden değerleme nedeniyle meydana gelen artış, bölge adliye mahkemesinin kaldırma veya Yargıtay’ın bozma kararları üzerine yeniden verilen kararlar hakkında uygulanmaz, ilk karar tarihinde geçerli olan parasal sınırlar esas alınır.” fıkrası makalenin konusunu oluşturan 7550 sayılı yasa ile yürürlükten kaldırılmıştır. Dolayısıyla Tekirdağ BAM 4. HD yürürlükte olmayan yasa hükmüne göre gerekçe oluşturmuştur.

Tekirdağ BAM 4. HD’nin kararında belirttiği diğer gerekçelere de katılma mümkün değildir. Sayın mahkeme HMK m. 448’de belirtilen “tamamlanmış işlem” (1086 sayılı HUMK m. 578/I’de ki kazanılmış hak) olarak ilk derece mahkemesinin verdiği kararı kabul etmiştir. Hal bu ki tamamlanıp tamamlanmadığı yani kazanılmış hak oluşturup oluşturmadığı konusunda değerlendirilmesi gereken usul işlemi, mahkemenin karar vermiş olması değil istinaf kanun yolu işlemidir. Karar tarihinde ki yasa hükmüne göre, yani HMK Ek Madde 1/II’nin eski haline göre, karar tarihindeki dava değerinin esas alınması yukarıda yaptığımız açıklamalarda ki HMK m. 448 ve HUMK m. 578/I’de ki geçmişe etkili olma ilkesine aykırıdır. HMK Ek Madde 1’de ki değişiklik ile henüz istinaf süresi dolmayan karar için maddenin karar tarihindeki eski hali değil istinaf dilekçesinin verildiği tarihteki yeni hali uygulanacaktır.

VIII. GÖRÜŞÜMÜZÜ DESTEKLEYEN KARARLAR:

Gaziantep BAM 12. HD 2025 / 748 Esas, 2025 / 1050 Karar, 07.07.2025 Tarih Sayılı Kararı:

“28/11/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 7165 sayılı kanunun 1. maddesi ile değişik İİK'nın 364/1 maddesi ve 04.06.2025 tarihinde yürürlüğe giren 7550 sayılı Kanun ile değişik İİK ek madde 1/2 gereğince dava tarihi itibarıyla  (asıl alacak miktarı 431.561,80 TL) parasal sınır dikkate alınarak, Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairelerince verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağından karar kesin olarak verilmiştir.”

Sakarya BAM 5. HD, 2025 / 1041 Esas, 2025 / 1085 Karar, 04.07.2025 Tarih Sayılı Kararı:

“HMK'nun "İstinaf yoluna başvurulabilen kararlar" başlıklı 341. maddesinin (2) no'lu bendinde "miktar veya değeri binbeşyüz Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararların kesin" olduğu belirtilmiş, 02.12.2016 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 24.11.2016 tarihli 6763 sayılı "Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 41.maddesi ile de, "maddede yer alan "binbeşyüz" ibaresi, "üçbin" şeklinde değiştirilmek" suretiyle söz konusu kesinlik sınırı üçbin Türk Lirasına çıkarılmış ve her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, bu miktarın Maliye Bakanlığınca her yıl için tespit ve ilan edilecek yeniden değerleme oranında artırılması kabul edilmiştir.

Öte yandan, 7550 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile 6100 sayılı HMK’ya eklenen Ek madde 1/2 maddesinde yapılan değişiklikle HMK'nun 341. maddesinde düzenlenen kesinlik sınırının uygulanmasında (HMK341/2 madde fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 24/2/2022 tarihli ve E.2021/34-K.2022/21 sayılı Kararı ile "kamulaştırma bedelinin tespitine ilişkin davalar" yönünden iptal edilmiş olup somut davadaki uyuşmazlık bu kapsamda olmadığından) davanın açıldığı tarihteki miktarın esas alınacağı öngörülmüştür.

Buna göre, ilk derece mahkemesine ait dava tarihi, 02.12.2016 tarihinden önce ise 1.500,00 TL, 02.12.2016 tarihi ve sonrasında ise (2017 takvim yılı başına kadar) 3.000,00 TL, 01.01.2017 sonrasında (2018 takvim yılı başına kadar) 3.110,00 TL, 01.01.2018 tarihi ve sonrasında (2019 takvim yılı başına kadar) 3.560TL, 01.01.2019 tarihi ve sonrasında (2020 takvim yılı başına kadar) 4.400TL ve 01.01.2020 tarihi ve sonrasında ise 5.390 TL (2021 takvim yılı başına kadar), 01.01.2021 tarihi ve sonrasında ise 5.880 TL (2022 takvim yılı başına kadar),  01.01.2022 tarihi ve sonrasında ise 8.000 TL (2023 takvim yılı başına kadar) olarak, 01.01.2023 tarihi ve sonrasında ise 17.830 TL (2024 takvim yılı başına kadar), , 01.01.2024 tarihi ve sonrasında ise 28.250 TL (2025 takvim yılı başına kadar), 01.01.2025 tarihi ve sonrasında ise 40.000 TL (2026 takvim yılı başına kadar) olarak uygulanacaktır.

Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir ve kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra (inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz. Kesinlik sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü kesinlik sınırını geçmeyen tarafın kanun yoluna başvurma hakkı yoktur. Kısaca kanun yoluna konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.

Somut olayda, itirazın iptaline konu takipte talep edilen asıl alacak miktarı (30.000,00 TL+ 13.233,95 TL) 43.233,95 TL olup kabul edilen asıl alacak miktarı 30.000,00 TL, reddedilen miktar ise 13.233,95 TL olduğundan istinafa konu reddedilen asıl alacağın miktarına göre dava tarihi itibariyle HMK'nın 341/2. maddesinde yazılı kesinlik sınırı 17.830,00 TL'nin altındadır. İstinafa konu asıl alacağın miktarına göre dava tarihi itibariyle HMK'nın 341/2. maddesinde yazılı kesinlik sınırı 17.830,00 TL'nin altında olduğundan, ilk derece mahkemesi tarafından davacının belirtilen takip dosyasındaki asıl alacağa ilişkin istinaf kanun yolu başvurusunun kesin karara karşı yapılması sebebiyle 6100 sayılı HMK'nın 346.maddesine göre reddedilmesi gerektiği, ancak mahkemece bu yönde bir karar verilmediği, dosyanın bu hali ile Dairemize gönderildiği, kararın kesin olması halinde ilk derece mahkemesince bir karar verilebileceği gibi 01.06.1990 tarih 3/4 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca parasal kesinlik sınırı nedeniyle temyiz edilemeyecek kararların temyizi halinde Yargıtay'ca temyiz dilekçesinin reddine karar verilebileceği gibi bu yolda Dairemizce de karar verilebileceği gözetildiğinde, kesinlik sınırının dikkate alınarak davacı vekilinin icra takibi dosyasındaki reddedilen asıl alacağa ilişkin istinaf isteğinin kesin karara ilişkin olması sebebiyle bu yönden reddine karar verilmesi gerekmiştir.”

 

 

 

 

28 Haziran, 2024

SİGORTA EKSPER RAPORLARININ USUL HUKUKU YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

SİGORTA EKSPER RAPORLARININ USUL HUKUKU YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ 

I. GİRİŞ:

Sigorta uyuşmazlıklarında sigorta şirketlerinin dayandığı en önemli delillerin başında ekspertiz raporları gelmektedir. Bir çok mahkeme ekspertiz raporlarına ya da bu raporlara göre hazırlanmış bilirkişi raporlarına göre uyuşmazlıkları çözmektedir. Bu makalemizde ekspertiz raporlarının usul hukuku yönünden incelemesini yapacağız.

II. SİGORTA EKSPERLERİNİN HUKUKİ DAYANAĞI:

Sigorta eksperlerinin hukuki dayanağı 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu m. 22 ve 32 ile 22.06.2008 tarihli Resmî Gazetede yayınlanan 26914 sayılı Sigorta Eksperleri Yönetmeliğidir.

III. EKSPERLER TARAFINDAN DÜZENLENEN RAPORLARIN HUKUKİ NİTELİĞİ:

5684 sayılı yasa m. 22/XVII’ye göre; Maddî hasarla sonuçlanan trafik kazaları için yetkili sigorta eksperleri tarafından düzenlenmiş, örneği İçişleri Bakanlığınca tespit olunacak rapor, sigorta tazminatının ödenmesinde Karayolları Trafik Kanununun 99 uncu maddesindeki kaza ve zarara ilişkin tespit tutanağı hükmündedir. Eksperler tarafından düzenlenen raporlar delil niteliğindedir.Bu madde eksper raporunun tespit tutanağı ve delil hükmünde olduğunu düzenlemektedir. 

Sigorta Eksperleri Yönetmeliğinin Raporun Hazırlanması ve Sunumu” başlıklı 20’inci maddesinin altıncı fıkrasında Eksperler, düzenledikleri raporun birer nüshasını, ekspertiz işleminin tamamlandığı tarihten itibaren en geç yedi iş günü içinde imzalı olarak kendisini tayin eden tarafa verir.” düzenlemesi getirilmiş, yedinci fıkrasında “Raporların bir örneği, sigortalının talebi halinde eksper veya sigorta şirketince sigortalıya verilir.” düzenlemesi getirilmiş ve sekizinci fıkrasında da Raporlar, Müsteşarlığın izni olmadan üçüncü kişilere verilemez. düzenlemesi getirilmiştir. Yönetmeliğin bu maddesine göre raporu hazırlayan eksperin raporu sadece kendisini tayin eden tarafa verme yükümlülüğü bulunmakta olup sigortalının rapora erişimi kendi talebi durumunda mümkün olmaktadır. Rapora konu olaya ya da kazaya karışan üçüncü kişinin ise rapora erişimi ise müsteşarlığın iznine bağlanmıştır.

IV. EKSPER RAPORUNA ERİŞİMİN ZORLAŞTIRILMASININ VE ENGELLENMESİNİN USUL HUKUKU YÖNÜNDEN SONUÇLARI:

Hazırlanan rapora eğer talep etmediyse ya da hazırlandığından haberi yoksa sigortalının itiraz etme hakkı bulunmamaktadır. Sigortalı rapor örneğini almış olsa bile gerek kanunda gerekse yönetmelikte rapora itiraz hakkı ya da yolu düzenlenmemiştir. Sigortalının rapora itirazda bulunması durumunda eksperin bu itirazı dikkate alıp almayacağı ya da ne şekilde değerlendireceği yine kanun ve yönetmelikte düzenlenmemiştir.

Zararın doğuran olay ya da kazada sigortalıya zarar verdiği iddia edilen üçüncü kişinin de rapora hem erişim hakkı hem de itiraz hakkı bulunmamaktadır.

Usul hukukumuzun en önemli özelliği tarafsız makamlarca hazırlanan her türlü bilgi ve belgeye tarafların erişiminin ve itiraz haklarının sağlanması ile bu hakların her iki taraf içinde eşit olarak kabul edilmesidir. Bu durum usul hukukunda silahların eşitliği ilkesi olarak tanımlanır. Örneğin HMK m. 255 tanıklara itiraz, HMK m. 281 bilirkişi raporuna itiraz ve HMK m. 290 keşfe katılma her iki taraf için de kabul edilmiş haklardır.

Rapora erişimin zorlaştırılması ya da engellenmesi rapordaki basit hesap hatalarından değerlendirmedeki esaslı hatalara kadar raporun bütününün gerek sigortalı gerekse olayın tarafı olan üçüncü kişi tarafından değerlendirilmesini ve bu konulardaki itirazlarını sunmalarını, haklı itirazların varlığı durumunda da eksper tarafından yapılan hataların düzeltilmesini engellemektedir.

Bu nedenle kanundaki ve yönetmelikteki rapora erişimi zorlaştıran ve engelleyen hükümler her iki tarafın da adil yargılanma hakkını ihlal eder niteliktedir.

Kanun ve yönetmelikteki düzenleme sigortalıya, talep etmesi durumunda rapora erişim olanağı getirilmişse de zararı doğuran olaya karışan üçüncü kişinin rapora erişimi tamamen engellenmiş durumdadır. Bu durumda sigortalı rapora talep etmesi durumunda erişebilecek ve raporun içeriğinde haberdar olabilecektir. İtiraz hakkı kanun ve yönetmelikte düzenlenmemiş olsa da rapor konusu olay hakkında dava öncesi hukuki hazırlığını yaparken zararı doğuran olaya karışan üçüncü kişi karşısında daha elverişli duruma gelecektir. Bu durum usul hukukunun en önemli ilkesi olan silahların eşitliği ilkesini ihlal etmektedir.

V. EKSPER RAPORUNUN KESİN YA DA TAKDİRİ DELİL OLMASI:

Yukarıda belirttiğimiz gibi 5684 sayılı yasa m. 22/XVII’ye göre; eksper raporu tespit tutanağı ve delil hükmündedir. Ancak yasaya göre delil kabul edilen bu raporun kesin delil mi yoksa takdiri delil mi olduğu konusunda bir hüküm bulunmamaktadır. Eksper raporunun yasada delil hükmünde olduğu düzenlenmişse de ancak takdiri delil olabileceği düşüncesindeyiz. Eğer bu rapora tarafların itirazları varsa yargılama esnasında hazırlanacak bilirkişi raporunda eksper raporunun hem nesnel ölçütlere göre hem de tarafların itirazlarına göre değerlendirilmesi gerekir.

VI. SADECE EKSPER RAPORUNA GÖRE HÜKÜM KURULMASI:

Yukarıda gerekçelerini belirttiğimiz gibi eksper raporunun hazırlanması sürecinde tarafların rapora erişimi ve itiraz haklarının bulunmaması her iki tarafında adil yargılanma hakkını ihlal etmektedir.

Yargılamayı yapan mahkemenin de sadece eksper raporunu doğru kabul edip başkaca bir bilirkişi incelemesi yaptırmadan hüküm kurması adil yargılanma hakkının ihlalini oluşturacaktır.

Eksper raporu dosyaya delil olarak sunulmuşsa dava konusu olayla ilgili olarak gerekirse keşifte yapılmak koşuluyla konusunda uzman bilirkişiden mutlaka bilirkişi raporu alınmalıdır. Hazırlanacak bilirkişi raporunda eksper raporundaki tespit ve değerlendirmeler incelenmeli, eksper raporundaki tespitlere tarafların itirazları varsa bu itirazlarda mutlaka bilirkişi raporunda değerlendirilmedir. Bilirkişi raporunun bu şekilde hazırlanmaması durumunda bu rapor hükme esas alınmamalıdır. 

30 Nisan, 2024

İSTANBUL 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNDE GÖRÜLMEKTE OLAN DAVADA 2918 SAYILI KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU m. 110/II’NİN ANAYASAYA AYKIRILIĞI İDDİASIYLA YAPILAN İPTAL BAŞVURUSU VE ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI

 

İSTANBUL 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNDE GÖRÜLMEKTE OLAN DAVADA 2918 SAYILI KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU m. 110/II’NİN ANAYASAYA AYKIRILIĞI İDDİASIYLA YAPILAN İPTAL BAŞVURUSU VE ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARI

DAVACININ TALEBİ:

Davacı Groupama Sigorta A.Ş. vekili dava dilekçesinde, 07.04.2019 tarihinde İzmir ili, Gaziemir ilçesinde meydana gelen trafik kazasında Himmet Seçkin yönetimindeki 45 HB 9007 plakalı araç ile Savaş Yeğen yönetimindeki 35 GF 626 plakalı aracın kaza yaptıklarını, Salih Kalyoncu yönetimindeki 35 AFY 542 plakalı aracın da bu kazaya karışan Himmet Seçkin yönetimindeki 45 HB 9007 plakalı araca çarptığını, davalı Seyid Ahmet Kaya yönetimindeki 35 AR 9118 plakalı aracın da bu kazaya karışan Himmet Seçkin yönetimindeki 45 HB 9007 plakalı araca çarptığını, daha sonra da yaya Erol Apaydın'a çarptığını, ardından da bariyerlere çarparak durduğunu, Salih Kalyoncu'nun yönetimindeki 35 AFY 542 plakalı aracın sahibi olan kendi sigortalıları Hüsamettin Kalyoncu'ya 06.09.2019 tarihinde 35.569,66 TL sigorta tazminatı ödediklerini, 6102 sayılı TTK m. 1481'e göre kendi sigortalılarına halef olmaları nedeniyle de ödedikleri sigorta tazminatının davalı Seyid Ahmet Kaya'dan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, davalının yetki itirazında bulunması üzerine de Anayasa Mahkemesine iptal başvurusunun konusunu oluşturan 2918 sayılı KTK m. 110/II'ye göre yetkili mahkemenin İstanbul Asliye Hukuk Mahkemeleri olduğunu belirtmiştir.

DAVALININ TALEBİ:

Davalı Seyid Ahmet Kaya vekili cevap dilekçesinde öncelikle davaya konu kazanın İzmir ili, Gaziemir ilçesinde olması nedeniyle yetki itirazında bulunmuştur. Davanın esasına ilişkin olarak da önce zamanaşımı defini ileri sürmüş, meydana gelen kazada kusur durumunun araştırmasının yapılmasını talep etmiş ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURUNUN HUKUKİ NİTELİĞİ:

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 152'inci maddesine göre kanunun Anayasaya aykırılığının ilk derece mahkemesince ileri sürülmesidir.

ANAYASA MAHKEMESİNE İPTAL BAŞVURUSUNUN GEREKÇESİ:

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 152'inci maddesine göre bir kanunun Anayasaya aykırılığının ilk derece mahkemesince ileri sürülmesinin ilk koşulu o kanun hükmünün o mahkemedeki uyuşmazlığa uygulanacak olmasıdır. Mahkememizin Anayasaya aykırılık iddiası ilk önce bu yönüyle açıklanacaktır.

Mahkememizde görülmekte olan davada davalı vekili süresi içinde yetki itirazında bulunmuştur. Yetki itirazı ilk itiraz olup 6100 sayılı HMK m. 138'e göre "Mahkeme, öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verir; gerektiği takdirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebilir." Bu maddeye göre davalının yetki itirazının mahkememizin 06.04.2023 tarihli ön inceleme duruşmasında karara bağlanıp ondan sonra eğer yetki itirazı reddedilecekse esasa girilmesi, kabul edilecekse de istinaf kanun yolu açık olmak üzere yetki itirazının kabulü ile davanın usulden reddine karar verilerek dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir. Bu nedenle 2918 sayılı KTK m. 110/II'de yer alan yetkiye ilişkin hükmün mahkememiz dosyasında uygulanıp uygulanmayacağı konusunda ön inceleme duruşmasında karar verilmesi gerektiği kesinleşmiştir.

İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜNÜN ANAYASAYA AYKIRILIK GEREKÇESİ:

İptali istenen 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu m. 110/II "Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir." düzenlemesini içermektedir.

Maddenin düzenlediği "hukuki sorumluluğa ilişkin davalar" sigorta şirketlerine karşı ya da sigorta şirketlerinin açacağı motorlu araç kazalarından kaynaklı tazminat, alacak ve bu davalar sonrasında sorumlulara karşı rücu davalarını da kapsamaktadır. Mahkememizdeki dava da sigorta tazminatı rücu davasıdır.

Madde, sigortacının merkezinin bulunduğu yer mahkemesini, sigortacının şubesinin bulunduğu yer mahkemesini, sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemesini ve kazanın vuku bulduğu yer mahkemesini seçimlik yetkili mahkeme olarak belirlemiştir.

Yetkili olarak belirlenen mahkemelerden "sigortacının merkezinin bulunduğu yer mahkemesi" ibaresi aşağıda açıklanacağı üzere Anayasaya aykırıdır.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Devletin temel amaç ve görevleri" başlıklı 5'inci maddesine göre; "Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." İptali istenen yasa ibaresi ile belli bir ekonomik zümreye "sigorta şirketleri" zümresine özel yetki düzenlemesi getirilmiştir. Hukuk yargılamasını düzenleyen 6100 sayılı HMK ile mahkemelerin yetkisini düzenleyen başka yasalardaki özel yetki hükümlerinin hiçbirinde belli bir siyasi, sosyal ya da ekonomik bir zümreye ayrı yetki düzenlemesi yapılmamıştır. Bu hüküm açıkça Anayasanın 5'nci maddesinde düzenlenen devletin temel amaç ve görevleri arasında yer alan Türk Milletinin ve kişilerin temel hak ve hürriyetlerini, adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan bir düzenlemedir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10'uncu maddesine göre; "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir."  İptali istenen yasa ibaresi ile belli bir ekonomik zümreye, "sigorta şirketleri" zümresine özel yetki düzenlemesi getirerek kanun önünde eşitlik ilkesi ihlal edilmiştir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" başlıklı 13'üncü maddesine göre; "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." İptali istenen yasa ibaresi nedeniyle İzmir Gaziemir'de meydana gelen, hem davalısının hem de davacı sigorta şirketinin sigortalısının İzmir ilinde yerleşik olduğu bir kaza için hak arama özgürlüğü belli bir ekonomik zümre için kısıtlanmakta, bu kısıtlanma Anayasanın 13'üncü maddesindeki ölçütlere de uymamaktadır. 

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Mülkiyet Hakkı" başlıklı 35'inci maddesine göre; "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." İptali istenen yasa ibaresi nedeniyle davalı tarafın mülkiyet hakkı ihlal edilmektedir. Öncelikle 6100 sayılı HMK hükümlerine göre İzmir ilinde görülecek bir dava için davalı taraf İstanbul iline gidip gelmek zorunda bırakılarak fazladan yol ve konaklama masrafına sokulmaktadır. İkinci olarak İstanbul'da yargılamayı yapacak olan mahkememizin olayda kusur durumunun tespiti için İzmir Asliye Hukuk Mahkemesine talimat yazması ve talimatla keşif yapılmasını istemesi gerekmektedir ki davayı kaybeden tarafın yargılama giderleri içinde yer alacak olan talimat masrafını ödeyerek mülkiyet hakkı ihlal edilecektir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36'ncı maddesine göre; "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz." İptali istenen yasa ibaresi nedeniyle asıl yetkili mahkemelerin davaya bakması da engellenmektedir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Çalışma hakkı ve ödevi" başlıklı 49'uncu maddesine göre; "Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır." İptali istenen yasa ibaresi davalıyı Anayasaya aykırı şekilde başka bir ile hak aramak için gitmek zorunda bırakmakta işinden ve gücünden geri kalması sonucunu doğurmaktadır.

Mahkememizdeki davaya konu kaza ülkenin ekonomik durumu iyi olan üç büyük şehrinden birinde gerçekleşmiş olup çoğu zaman İstanbul'a en uzak illerimiz olan Van, Hakkari, Artvin gibi illerde meydana gelen kazalar için de İstanbul Adliyesinde dava açılmaktadır. 

Sigorta şirketlerinin bir tanesi hariç tamamının yerleşim yerinin İstanbul ili Şişli ilçesi olduğu, bir tanesinin ise İstanbul ili Beykoz ilçesi olduğu düşünüldüğünde bütün Türkiye'de sigorta şirketlerinin özellikle davacı sıfatı ile açacakları davalarda İstanbul Adliyesindeki (Çağlayan) Asliye Hukuk, Asliye Ticaret ve Tüketici Mahkemelerinin bu yasa hükmüne göre "seçimlik yetkili mahkeme" oldukları, ancak uygulamada sigorta şirketlerinin avukatlarına yol ve konaklama masrafı vermemek için davacı sıfatıyla açtıkları bütün davalarda İstanbul Adliyesi mahkemelerini tercih ediyor olmaları nedeniyle İstanbul Adliyesi Mahkemelerinin fiilen "kesin yetkili mahkeme" haline geldiği, bu durumunda bu davalarda taraf durumunda bulunan diğer kişilerin yukarıda açıklanan anayasal haklarını ve usul hukukundan kaynaklanan silahların eşitliği ilkesine göre adil yargılanma hakkını ihlal edildiği açıktır.

Bu gerekçelerle dava konusu uyuşmazlıkta uygulanması davalının yetki itirazı ile kesinleşen 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu m. 110/II'de yer alan "sigortacının merkez" ibaresinin 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Devletin temel amaç ve görevleri" başlıklı 5'inci, "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10'uncu, "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" başlıklı 13'üncü, "Mülkiyet Hakkı" başlıklı 35'inci, "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36'ncı, "Çalışma hakkı ve ödevi" başlıklı 49'uncu maddesi kapsamında Anayasaya aykırı olduğunun tespiti ve iptaline karar verilmesini talep etme zorunluluğu doğmuştur.

SONUÇ: 

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu m. 110/II'de yer alan "sigortacının merkez" ibaresinin 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Devletin temel amaç ve görevleri" başlıklı 5'inci, "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10'uncu, "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" başlıklı 13'üncü, "Mülkiyet Hakkı" başlıklı 35'inci, "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36'ncı, "Çalışma hakkı ve ödevi" başlıklı 49'uncu maddesi kapsamında Anayasaya aykırı olduğunun tespiti ve iptaline karar verilmesini,

Kararın bir örneğinin mahkememize UYAP üzerinden tebliğini saygılarımla dilerim.

                                                           Hakim

                                             Bülent Nuri KURDOĞLU

                                                           192212

EKİ: İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin (…) Esas sayılı dosyası UYAP kaydı.

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

 

Esas Sayısı : 2023/79

Karar Sayısı : 2024/80

Karar Tarihi : 14/3/2024

R.G.Tarih-Sayı : 18/4/2024-32521

 

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU: 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle değiştirilen 110. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “… sigortacının merkez…” ibaresinin Anayasa’nın 5., 10., 13., 35., 36. ve 49. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

OLAY: Sigorta şirketi tarafından tazminatın sorumluya rücu edilmesi talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ

Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 110. maddesi şöyledir:

 “Görevli ve Yetkili Mahkeme:

Madde 110 – (Değişik: 11/1/2011-6099/14 md.)

İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.

II. İLK İNCELEME

1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Kadir ÖZKAYA, Engin YILDIRIM, M. Emin KUZ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 4/5/2023 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

III. ESASIN İNCELENMESİ

2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Burak FIRAT tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A. Sınırlama Sorunu

3. Anayasa’nın 152. ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak anılan maddeler uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görev kapsamına giren bir davanın bulunması, iptali talep edilen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikteki kurallardır.

4. İtiraz yoluna başvuran Mahkemece, 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin ikinci numaralı fıkrasında yer alan ...sigortacının merkez…” ibaresinin iptali talep edilmiştir. İtiraz konusu kuralla motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davaların, sigortacının merkezinin bulunduğu yer mahkemelerinde de açılmasına imkân tanınmaktadır. Kuralda yer alan “…sigortacının…” ibaresi “merkez” ibaresinin yanı sıra bakılmakta olan davada uygulanma imkânı olmayan “şubesinin” ibaresi bakımından da geçerli, ortak kural niteliğindedir.

5. Bu itibarla, bakılmakta olan davanın konusu gözetilerek kuralın esasına ilişkin incelemenin kuralda yer alan …merkez… ibaresi ile sınırlı olarak yapılması gerekir.

B. İtirazın Gerekçesi

6. Başvuru kararında özetle; sigorta şirketlerinin tamamına yakının merkezlerinin İstanbul’da bulunduğu, itiraz konusu kuralın tanıdığı yetkiye istinaden bu şirketlerin açtıkları davalarda İstanbul’da yer alan mahkemeleri tercih ettikleri, bu bakımdan itiraz konusu kural ile tanınan seçimlik yetkinin kesin yetkiye dönüştüğü, bu durumun hak arama özgürlüğünü kısıtladığı, kusur durumunun tespiti gibi yargılama faaliyetlerini daha maliyetli hâle getirerek zorlaştırdığı, davanın taraflarının başka bir ilde hak aramak zorunda kaldıkları, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile mahkemelerin yetkilerini düzenleyen başka kanunlardaki özel yetki hükümlerinin hiçbirinde belli bir ekonomik zümreye ayrı yetki düzenlemesi yapılmadığı, ancak itiraz konusu kuralın sigorta şirketleri bakımından ayrı yetki düzenlemesi getirdiği belirtilerek kuralın Anayasa’nın 5., 10., 13., 35., 36. ve 49. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu

7. İtiraz konusu kuralın yer aldığı 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin ikinci fıkrası, motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalarda davaya bakmaya yetkili mahkemeleri düzenlemektedir. Buna göre anılan davalar, sigortacının şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde, kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde ya da itiraz konusu kural uyarınca sigortacının merkezinin bulunduğu yerde açılabilir.

8. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmektedir. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2021/9, K.2022/4, 26/1/2022, § 28).

9. Anayasanın 142. maddesinde ise “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir. Hukuk devletinde kanun koyucu, Anayasa’nın temel ilkelerine ve kurallarına bağlı kalmak koşuluyla, mahkemelerin görev ve yetkilerinin belirlenmesi konusunda takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir yetkisinin, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının öngördüğü güvencelere aykırılık taşımaması gerekir.

10. Adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir (AYM, E.2021/20, K.2022/84, 30/6/2022, § 10).

11. İtiraz konusu kural, motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davaların açılabileceği yetkili mahkemeyi tayin etmek suretiyle mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirmektedir.

12. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, ayrıca Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.

13. Bu kapsamda mahkemeye erişim hakkını sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.

14. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.

15. Kuralla motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalarda yetkili mahkemenin herhangi bir tereddüde yer vermeyecek biçimde açık ve net olarak düzenlendiği gözetildiğinde kuralın belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu ve bu yönüyle kanunilik şartını taşıdığı anlaşılmaktadır.

16. Anayasa’nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da o hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Öte yandan Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler, özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebilir (AYM, E.2018/99, K.2021/14, 3/3/2021, § 24).

17. Ayrıca adil yargılanma hakkı, niteliği gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bir haktır. Zira bu hakkın Anayasa'da ifade edilmiş olması kendi başına bir anlam ifade etmemekte, bireylerin bu haktan yararlanabilmesi için devletin en azından yargı teşkilatını kurması ve yargılama usullerini belirlemesi gerekmektedir. Devletin düzenleme yetkisi olduğu alanlarda belirli ölçüde takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple adil yargılanma hakkına yönelik sınırlamalar getirilirken kanun koyucuyu bağlayan belirli bir meşru amaçlar listesi bulunmamaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisinin Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olduğu açıktır (Bekir Sözen [GK], B. No: 2016/14586, 10/11/2022, § 74).

18. İtiraz konusu kural, motorlu taşıt kazalarından doğan hukuki sorumluluk davalarının tamamını kapsamaktadır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, aralarında araç sahibi, araç işleten, araç işleticisi teşebbüs sahibi, sigorta şirketi veya hak sahibi üçüncü kişilerin de bulunduğu çok sayıda kişinin hem davalı hem de davacı sıfatıyla yer alabildiği davalardır. Sigorta şirketlerinin bu davalarda davalı sıfatıyla yer aldığı durumlarda genel yetki kuralı olan 6100 sayılı Kanun’un 6. maddesi gereği şirket merkezlerinde dava açılabilmektedir. İtiraz konusu kural ile genel yetki kuralından farklı olarak, sigorta şirketlerine davacı sıfatıyla yer aldıkları motorlu taşıt kazalarından doğan hukuki sorumluluk davalarında kendi merkezlerinin bulunduğu yer mahkemesinde de dava açabilme imkânı tanınmaktadır.

19. Sigorta şirketlerinin merkezlerinin çoğunlukla bir ilde olması nedeniyle ülke genelinde motorlu araç kazalarından doğan hukuki sorumluluk davalarının o ilde açılmasının o ildeki mahkemelerin iş yükünü arttıracağı açıktır. Her ne kadar başka yerde bulunan ve mahkemeye getirilemeyen delillerin o yerde istinabe yoluyla toplanabilmesi ve yine delillere ilişkin açıklamada bulunma hakkının istinabe yoluyla kullanılabilmesi, olaya ilişkin keşfin yine istinabe yoluyla yapılabilmesi mümkün olsa da tüm ülkedeki mahkemelere bu doğrultuda talimat yazılarak gerçekleştirilecek işlemlerin yargılamayı yavaşlatması söz konusu olabilecektir.

20. Davanın taraflarından maddi ve sosyal bakımdan zayıf ve dezavantajlı konumda bulunan kişilerin mahkemeye erişiminin kolaylaştırılması yönünde düzenlemeler yapılması makul karşılanmalıdır. Ancak itiraz konusu kuralda motorlu araç kazalarından doğan hukuki sorumluluk davalarının tarafı olabilecek diğer kişilerden güçsüz ve dezavantajlı olduğu değerlendirilemeyecek olan sigorta şirketleri lehine, genel kuraldan farklılaşan bir yetki kuralı getirildiği gözetildiğinde kuralın anayasal anlamda meşru bir amaç taşıdığı söylenemez. Dolayısıyla itiraz konusu kuralın meşru amacı bulunmamaktadır.

21. Öte yandan Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz./ Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz./ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz./ Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilmek suretiyle kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.

22. Anayasa’nın anılan maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez (AYM, E.2020/95, K.2022/3, 26/1/2022, § 25; E.2022/65, K.2022/102, 8/9/2022, § 11).

23. Eşitlik ilkesi yönünden yapılacak anayasallık denetiminde öncelikle Anayasa’nın 10. maddesi çerçevesinde aynı ya da benzer durumda bulunan kişilere farklı muamele yapılıp yapılmadığı tespit edilmeli, bu bağlamda aynı ya da benzer durumdaki kişiler arasında farklılık gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir. Yapılacak bu belirlemenin ardından ise farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanıp dayanmadığı ve ölçülü olup olmadığı hususları irdelenmelidir. Ölçülülük ilkesi, amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder. Diğer bir ifadeyle bu ilke, farklı muamelenin öngörülen objektif amaç ile orantılı olmasını gerektirmektedir (AYM, E.2021/1, K.2021/32, 29/4/2021, § 32; E.2022/65, K.2022/102, 8/9/2022, § 12).

24. Aynı dava türünde mahkemeye erişim bakımından davanın tarafları aynı hukuki konumda bulunmaktadır. Bu bakımdan motorlu taşıt kazalarından doğan hukuki sorumluluk davalarında mahkemeye erişim bakımından davacı ve davalı olabilecek taraflardan birine diğerinden fazla bir imkân tanınması farklı muamele oluşturacaktır. Bu bağlamda motorlu taşıt kazalarından doğan hukuki sorumluluk davalarında davalı taraf sigorta şirketleri olduğu takdirde genel yetki kuralı çerçevesinde sigorta şirketlerinin merkezinde zaten dava açılabilmektedir. İtiraz konusu kural ile davacının sigorta şirketi olduğu hâllerde de bu şirketlere kendi merkezlerinde dava açma hakkı tanındığı, davacının sigorta şirketleri dışındaki kişiler olduğu hâllerde ise bu kişilerin aynı imkândan yararlanmasının mümkün olmadığı dikkate alındığında itiraz konusu kuralın söz konusu kişiler yönünden farklı muamele oluşturduğu açıktır.

25. Eşitlik ilkesinin gereği olarak karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda olanlar arasından bir kısmı lehine getirilen farklı düzenlemenin ayrıcalık tanınması niteliğinde olmaması için nesnel ve makul bir temele dayanması ve ölçülü olması gerekir.

26. Demokratik ve eşitlik esasına dayanan bir toplumda farklı statüler oluşturulması veya farklı muamelede bulunulması mutlak olarak yasak değildir. Adalet ve hakkaniyet ilkeleri dahi bazen durumu benzer olan kişiler yönünden farklı statüler oluşturulmasını gerekli hâle getirebilmektedir. Bu bağlamda benzer durumdakilerin farklı statülere tabi kılınması otomatik olarak eşitlik ilkesine aykırı olmaz. Statü farklılıkları, nesnel ve makul bir nedene dayanması şartıyla Anayasa’ya aykırı görülmeyebilir. Bununla birlikte benzer durumdakilerin farklı statülere tabi kılınmasının nesnel ve makul bir sebebe dayandığının söylenebilmesi için bu farklılığın toplumun en zayıf ve dezavantajlı kesiminin yararına olması gerekir.

27. Yukarıda da açıklandığı üzere (bkz. §§ 19, 20) itiraz konusu kuralla oluşturulan farklı muamele zayıf ve dezavantajlı kesimin mahkemeye erişimini kolaylaştırmaktan ziyade uyuşmazlığın nispeten güçlü tarafını oluşturan sigorta şirketlerine ek bir imkân sağlanması mahiyetindedir. Bu durumda kuralla öngörülen farklı muamelenin nesnel ve makul bir sebebe dayandığı söylenemez.

28. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 10., 13. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

Kuralın Anayasa’nın 5. maddesine de aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu bağlamda belirtilen hususların Anayasa’nın 13. ve 36. maddeleri bağlamında yapılan değerlendirmeler kapsamında ele alınmış olması nedeniyle Anayasa’nın 5. maddesi yönünden ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

Kural, Anayasa’nın 10., 13. ve 36. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın 35. ve 49. maddeleri yönünden incelenmemiştir.

IV. İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ

29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrasında kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya tümünün uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa bunların da Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilebileceği öngörülmektedir.

30. 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “…merkez…” ibaresinin iptali nedeniyle uygulanma imkânı kalmayan “…merkez…” ibaresinden sonra gelen “...veya...” ibaresinin 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.

V. HÜKÜM

13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 11/1/2011 tarihli ve 6099 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle değiştirilen 110. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan;

A. “…sigortacının merkez…” ibaresinin esasına ilişkin incelemenin“...merkez...” ibaresi ile sınırlı olarak yapılmasına,

B. “…merkez…” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,

C. “…merkez…” ibaresinden sonra gelen “...veya...” ibaresinin 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince İPTALİNE,

14/3/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.