20 Mart, 2018

TİCARİ DAVALARDA PARASAL SINIR



TİCARİ DAVALARDA PARASAL SINIR

I. GİRİŞ:

15.03.2018 tarihinde 7101 sayılı yasa ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4’üncü maddesinin ikinci fıkrasında değişiklik yapıldı. Bu makalemizde bu konuyu ele alacağız.

II. DEĞİŞİKLİK YAPILAN MADDE VE DEĞİŞİKLİK YAPILAN MADDENİN İNCELENMESİ:

6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4’üncü maddesinin ikinci fıkrası değişiklik öncesi aşağıdaki gibiydi.

Ticari davalarda da deliller ile bunların sunulması 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine tabidir.”

Bu maddede yollama yapılan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun yerini 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu almıştır. Öncelikle bu fıkranın TTK’na konulmasına gerek yoktu. Çünkü ticari davalarda diğer davalardan farklı bir delil sunma yöntemi getirmediği için özel bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç göstermiyordu. Dolayısıyla maddenin bu fıkrası olmasa da ticari davalarda 1086 sayılı HUMK yani HMK hükümleri zaten uygulanırdı. Kaldı ki delillerin sunulması ticaret hukukunun değil usul hukukunun konusunu ilgilendirmesi nedeniyle ticari davalarla ilgili delillerin sunulması konusunda özel bir düzenleme yapılacaksa bu düzenleme HUMK’da ya da sonrasında HMK’da yapılmalıydı.

İncelemesini yapacağımız 7101 sayılı yasa ile yapılan değişikliğe gelince, maddenin yeni metni aşağıdaki gibidir.

Ticari davalarda da deliller ile bunların sunulması 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine tabidir; miktar veya değeri yüz bin Türk lirasını geçmeyen ticari davalarda basit yargılama usulü uygulanır.”

Yukarıda da belirttiğimiz gibi delillerin sunulması ticaret hukukunun değil usul hukukunun konusunu ilgilendirdiği için bu konunun HMK’da düzenlenmesi gerekirdi. HMK’da düzenlenebilmesi için de diğer dava türlerinden ayrık bir durum olması gerekirdi. Ancak görüyoruz ki ticari davalarda delillerin sunulması için ayrık bir düzenleme getirilmiş değil.

Miktar veya değeri yüz bin Türk lirasını geçmeyen ticari davalarda basit yargılama usulünün uygulanması koşulunun getirilmesi de yine usul hukukunu ilgilendiren bir konudur. Dolayısıyla bu düzenlemenin basit yargılama yöntemine tabi davaları düzenleyen 6100 sayılı HMK’nın 316’ıncı maddesinde düzenlenmesi gerekirdi. Bu şekilde yapılan bir düzenleme usul hukukunun dağınık bir mevzuata sahip olmasına neden olur ve pratikte de hiç bir faydası olmaz.

III. DEĞİŞİKLİĞİN UYGULAMADA GETİRECEĞİ ZORLUKLAR:

Öncelikle yasa koyucunun ticari davaları neden 100.000,00 TL’nin üzerindeki ve altındaki davalar olarak bir ayrıma bağlı tuttuğu anlaşılır değildir. Çünkü ticari davalar miktarına bakılmaksızın nitelik olarak diğer dava türlerinden zaten ayrı ele alınması gereken dava türleri olması nedeniyle ihtisas mahkemelerinde yani ticaret mahkemelerinde görülen dava türleridir. Bu nedenle ticari davaların bir bütün olarak parasal sınıra bakılmaksızın niteliğine göre sınıflandırılması ve yargılama yönteminin buna göre belirlenmesi gerekir.

Yazılı yargılama yöntemi ile basit yargılama yöntemi arasında çok önemli farklar bulunmaktadır. Öncelikle dilekçeler aşamasında büyük farklar vardır. Yazılı yargılamada dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi hakkı varken basit yargılama da cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi hakkı bulunmamaktadır. Basit yargılama yönteminde iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı ise cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar. Dolayısıyla basit yargılama yönteminde süreler daha kısıtlayıcıdır. Basit yargılama yönteminde mahkemenin, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verme yetkisi bulunmaktadır. Yine basit yargılama yönteminde mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını iki duruşmada tamamlamak, duruşmalar arasındaki süre ise bir aydan daha uzun tutmamak zorundadır. Bunun tek istisnası işin niteliği gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hâllerdir. Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.

Bu durumu somut olay özelinde inceleyelim. Sigorta şirketinin tacir olan iki sigortalısına karşı zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamında iki ayrı rücu davası açtığını kabul edelim. Ticari nitelikte ki sigorta sözleşmesine dayalı iki uyuşmazlıktan birinin 100.000,00 TL altında diğerinin ise üzerinde olduğunu kabul edelim. Her iki uyuşmazlıkta da mahkeme aynı incelemeyi yapacak, aynı şekilde sunulan delilleri toplayacaktır. Ancak 100.000,00 TL’nin altında kalan uyuşmazlıkta mahkemenin tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verme yetkisi bulunmaktadır. Her ne kadar HMK m. 320 “mümkün olan hallerde” koşulunu getirmişse de aynı nitelikte ki iki uyuşmazlıktan birinde dosya üzerinden karar verilmesi diğerinde ise yazılı yargılama yöntemine göre yargılamanın yapılması “hukuki dinlenilme hakkının” ve “eşit yargılanma hakkının” ihlali niteliğinde olacaktır. Aynı durum davanın tahkikat aşamasının bitiminden sonra sözlü yargılama aşamasına geçilmesi durumu içinde geçerlidir. Davalardan birinde taraflara sözlü yargılama için gün verilirken diğerinde dava karara çıkartılabilecektir. Yine basit yargılama yönteminde mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılmasını iki duruşmada tamamlamak, duruşmalar arasındaki süre ise bir aydan daha uzun tutmamak zorundadır. Hangi ticari davada bu kadar seri çalışılabileceği sorusu bir tarafa aynı nitelikteki iki davadan birinde bu yöntemin uygulanması yine “hukuki dinlenilme hakkının” ve “eşit yargılanma hakkının” ihlali niteliğinde olacaktır.

Ticari davalardaki asıl büyük sorun ise belirsiz alacak davalarında ortaya çıkacaktır. Yukarıda verdiğimiz örneğin bir benzerinden yola çıkarak örnek verirsek; üçüncü kişinin sigorta şirketine karşı ticaret mahkemesinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle maddi tazminat davası açtığını, dava değeri olarak da 5.000,00 TL bedel gösterdiğini, fazlaya ilişkin haklarını da saklı tuttuğunu kabul edelim. Dava, değeri itibariyle 100.000,00 TL’nin altında olması nedeniyle basit yargılama yöntemine bağlı olacaktır. Bu durumda davalının cevap dilekçesinden sonra davacının cevaba cevap ve davalının ikinci cevap dilekçesi hakkı olmayacaktır. İddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı ise cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayacaktır. Yargılama devam ederken gelen bilirkişi raporları davacının zararının 150.000,00 TL olduğunu tespit ederlerse ve davacıda dava değerini bu miktara yükseltirse bu durumda artık yargılamaya yine basit yargılama yöntemine göre mi devam edilecektir yoksa yazılı yargılama yöntemine göre mi devam edilecektir? Ön inceleme duruşması yapılmış olması nedeniyle artık dilekçeler aşamasının kaldığı yerden devam edilerek cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin tamamlanması istenemez. Ön inceleme duruşması yapılmış olması nedeniyle artık iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı konularında da bir değişikliğe gidilemez. Geriye tarafların son sözlerinin sorulmasının nasıl yapılacağı kalmaktadır. Basit yargılamaya göre devam edilerek tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alıp kararını tefhim mi edecek yoksa artık dava değeri olarak yazılı yargılamaya bağlı hale geldiği gerekçesiyle sözlü yargılama için tarafları ayrıca duruşmaya mı davet edecektir?

Basit yargılamaya devam edilmesi gerektiği görüşü kabul edilirse sözlü yargılamaya geçilmesi konusunda yine “hukuki dinlenilme hakkının” ve “eşit yargılanma hakkının” ihlali sorunu baş gösterecektir. Yazılı yargılamaya geçilmesi durumunda ise sadece sözlü yargılama aşaması yazılı yargılamaya uygun yapılacak, davanın değerinin arttırılmadığı önceki aşamada yapılan basit yargılamaya bağlı bütün işlemlerin geriye dönüşü olmayacaktır. Şunu da hemen belirtmeliyim ki basit yargılama yönteminin kendisini “hukuki dinlenilme hakkının” ve “eşit yargılanma hakkının” ihlali olarak değerlendirmiyorum aynı nitelikte iki davadan birinin yazılı yargılamaya bağlı tutulurken diğerinin basit yargılamaya bağlı tutulması ve bunun için de sadece miktarın ölçüt alınmasının “hukuki dinlenilme hakkının” ve “eşit yargılanma hakkının” ihlali olarak değerlendiriyorum.

Dava değeri konusundaki sorunu bir de tersinden ele alalım. Davanın 150.000,00 TL olarak açıldığını kabul edelim. Dolayısıyla mahkeme davanın yazılı yargılama yöntemine bağlı olduğunu kabul edecektir. Taraflar HMK m. 141’e göre ikinci dilekçeler aşamasında da iddia ve savunmalarını serbestçe değiştirebilirler. Bu davada da bu değişiklikleri yaptıklarını varsayalım. Ön inceleme duruşmasından sonra hazırlanan bilirkişi raporunda dava değerinin 150.000,00 TL değil de aslında 60.000,00 TL olduğu anlaşılırsa yani aslında yazılı yargılama yöntemine değil de basit yargılama yöntemine bağlı olduğu anlaşılırsa bu durumda geriye dönük olarak tarafların ikinci dilekçeleri hakkında nasıl bir usulü işlem yapılacak? Bu dilekçeler aşamasında yapılan iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi talepleri yapılmamış sayılacak mı? Ve pek tabi yargılamaya bundan sonra basit yargılama olarak mı yoksa yazılı yargılama olarak mı devam edilecek?

Bütün bu sorunlara ilişkin olarak hukuki görüşüm yargılamanın bir bütün olduğu ilkesinden yola çıkarak yargılama en başından nasıl başladıysa o şekilde sonuçlandırılması gerektiği yönündedir. Yani davanın başında basit yargılama yöntemi olduğuna karar verildiyse ve dava değeri 100.000,00 TL sınırının üzerinde çıktıysa artık yazılı yargılama yöntemine geçilmemelidir. Aynı şekilde yazılı yargılama yöntemine göre yargılamaya başlanıldıysa ve dava değeri 100.000,00 TL’nin altında kaldıysa basit yargılama yöntemine geçilmemelidir.

Görüldüğü gibi yasa değişikliği 6102 sayılı TTK’da yapıldı ama bütün hukuki sorunlar 6100 sayılı HMK’nın uygulanmasından kaynaklanmaktadır.