30 Mart, 2017

SİMSARLIK SÖZLEŞMESİNDE DANIŞIKLI İŞLEM (EMLAKÇI SÖZLEŞMESİNDE MUVAZAALI İŞLEM)


SİMSARLIK SÖZLEŞMESİNDE DANIŞIKLI İŞLEM
(EMLAKÇI SÖZLEŞMESİNDE MUVAZAALI İŞLEM)

I. GİRİŞ:

Ülkemizde konut alım satımlarının büyük bölümü emlakçılar tarafından yapılmaktadır. Emlakçıların hukukumuzdaki adı ise simsardır. Emlakçılar tarafından satılan her konut için emlakçılar alıcı ve satıcı ile sözleşme yaparlar. Zaman zaman emlakçı ücretlerinin ödenmemesi için alıcı ya da satıcılar tarafından emlakçılar devre dışı bırakılmak istenir. Bu şekilde gerçekleşen çok sayıda dava bulunmaktadır. Bu makalemizde somut olay özelinden yola çıkarak danışıklı işlem yaparak emlakçıların devre dışı bırakılmasının borçlar hukuku açısından geçerliliğini tartışacağız.

II. SİMSARLIK SÖZLEŞMESİ:

Simsarlık sözleşmesi 6098 sayılı TBK m. 520’ye göre simsarın taraflar arasında bir sözleşme kurulması imkânının hazırlanmasını veya kurulmasına aracılık etmeyi üstlendiği ve bu sözleşmenin kurulması hâlinde ücrete hak kazandığı sözleşmedir. Emlakçılarda alıcı ve satısı arasında resmi taşınmaz alım satım sözleşmesinin kurulmasına aracılık etmeyi üstlendikleri için yaptıkları iş niteliği itibariyle simsarlık işidir.

Bu sözleşme yine niteliği itibariyle vekâlet sözleşmesi ile yakından ilgili olması nedeniyle simsarlık sözleşmesine, kural olarak vekâlete ilişkin hükümler uygulanır. Dolayısıyla karma nitelikli bir sözleşme türüdür. Simsarlık sözleşmesinin geçerliliği belli bir şekli bağlı değildir ancak bunun tek istisnası taşınmazlar hakkındadır. Taşınmazlar konusundaki simsarlık sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olmaz. Dolayısıyla emlakçıların yaptıkları sözleşmelerin geçerliliği yazılı şekilde yapılmış olmasına bağlıdır.

III. SİMSARLIK SÖZLEŞMESİNDE ÜCRETE HAK KAZANMA KOŞULU:

6098 sayılı TBK m. 521’e göre simsar, ancak yaptığı faaliyet sonucunda sözleşme kurulursa ücrete hak kazanır. Dolayısıyla emlakçının yapmış olduğu taşınmaz alım satım sözleşmesine göre ücrete hak kazanabilmesi için bir araya getirdiği tarafların taşınmazın alım satımı konusunda anlaşmış olmaları yetmez ayrıca resmi satış sözleşmesinin de yapılmış olması gerekir. İncelemesini yaptığımız konuda emlakçının ücrete hak kazanma anı olan resmi satış sözleşmesinin yapılması esnasında simsarlık sözleşmesine imza koyan tarafların danışıklı/muvazaalı işlem yapmaları durumudur.

IV. TAŞINMAZ ALIM SATIMINA İLİŞKİN SİMSARLIK SÖZLEŞMELERİNDE DANIŞIKLI İŞLEM:

Uygulamada en çok karşılaştığımız durumlardan biri emlakçıyla sözleşme yapan tarafların emlakçılara ödemeleri gereken parayı ödememek için emlakçıları devre dışı bırakan işlemler yani danışıklı işlemler yapmalarıdır. En sık karşılaşılan danışıklılık durumu sözleşmeyi imzalayan alıcının taşınmazı kendi üzerine değil eşi, çocuğu ya da anne babası üzerine satın alması ve resmi sözleşmede onları taraf göstermesi durumudur. Bir örnekle açıklayacak olursak tam metnini aşağıya aldığımız Yargıtay kararındaki olayda; emlakçı ile alıcı ve satıcı taşınmazın satışı konusunda anlaşmışlar ve emlakçı tarafından yazısı bir sözleşme yapılmıştır. Sözleşmeyi hem alıcı olan kişi hem de satıcı olan kişi imzalamıştır. Dolayısıyla 6098 sayılı TBK m. 520’ye göre hukuken geçerli bir simsarlık sözleşmesi kurulmuştur. Daha sonra alıcı satıcı ile anlaşarak söz konusu taşınmazın satış işlemlerini yapmış ancak satış işlemlerinde resmi satış sözleşmesinde alıcı olarak emlakçı ile sözleşme yapan alıcı olan kişi değil alıcının eşi taraf olarak yer almıştır. Emlakçının sözleşmede yazılı olan ücreti kendisine ödenmesi konusunda talepte bulunması üzerine de hem alıcı hem de satıcı yapılan sözleşmede alıcı durumunda olan kişinin resmi sözleşmede taraf olmadığını, resmi sözleşmede taraf olan kişinin başkası bulunduğunu, bu durumda da emlakçının ücrete hak kazanması için gerçekleşmesi gereken resmi sözleşmenin kurulması koşulunun gerçekleşmediğini gerekçe göstererek ücret ödenmesi talebini reddetmişlerdir.

Alıcı ve satıcının itirazları incelendiğinde ileri sürdükleri maddi vakıa doğdur. Simsarlık sözleşmesi emlakçı, alıcı ve satıcı arasında imzalanmıştır. Emlakçının ücrete hak zanabilmesi için de sözleşmede bir araya getirdiği alıcı ve satıcının her ikisi arasında resmi alım satım sözleşmesinin yapılmış olması gerekmektedir ki resmi alım satım sözleşmesi bu iki kişi arasında yapılmamıştır. Sözleşme emlakçı ile sözleşme imzalayan satıcı ile alıcı gözüken kişinin eşi arasında imzalanmıştır. Dolayısıyla resmi sözleşmede alıcı konumunda bulunan kişi ile emlakçı ile yapılan sözleşmede alıcı konumunda bulunan kişi farklıdır.

Simsarlık sözleşmesini alıcı olarak imzalayan kişinin resmi satış sözleşmesinde kendi eşini alıcı olarak göstermesi eski kanundaki ifadesi ile muvazaalı yani danışıklı işlemdir. Amaç resmi satış sözleşmesinin gerçekleşmesi ile ücrete hak kazanacak olan emlakçının simsarlık ücretini almasını engellemektir. İşte bu ve benzeri durumlarda Yargıtay tam metnini aşağıya alıntıladığımız kararında iki önemli tespitte bulunuyor. Birincisi emlakçı ile yapılan sözleşmede alıcı durumunda olan kişinin eşinin resmi satış sözleşmesinde alıcı yani taraf gösterilmesi emlakçı ile yapılan simsarlık sözleşmesinin geçerliliğine olumsuz bir etkide bulunmaz. İkincisi ise emlakçı ile yapılan sözleşmede alıcı durumunda olan kişinin daha sonradan resmi satış sözleşmesinde eşini alıcı olarak göstermesi danışıklı bir işlem olup emlakçının ücrete hak kazanmasına engel olmaz. Bu durumda alıcı da satıcı da emlakçıya ücret ödeme yükümlülüğü altındadır.


T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2014/5401
KARAR NO : 2014/30849
TARİHİ : 03/10/2013

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, davacının gayrimenkul piyasasında aracılık hizmeti verdiğini, Denizli Merkez Kuşpınar - Mehmetçik Mahallesi 184 ada 6 parsel 5 bağımsız bölüm nolu taşınmazın davacı tarafça davalıya gösterildiği, taşınmazın beğenilmesi üzerine 10.02.2011 tarihli gayrimenkul görme sözleşmesinin davalı tarafça imzalandığını, akdi ilişkiyi sonlandırmadan davalının komisyon ücretini ödememek amacıyla hileli yollarla taşınmazı eşi Çiğdem Sağım adına satın aldığını, davacının komisyon alacağının tahsili için Denizli 3.İcra Müdürlüğünün 2011/2639 sayılı dosyasıyla başlattığı takibin davalının itirazı üzerine durduğunu, davalının itirazının haksız olduğunu, davacının yer göstermekle komisyon ücretine hak kazandığını belirterek davalının itirazının iptali ile asgari % 40 inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, sözleşmenin boş olarak davalıya imzalatıldığını, sonradan davacı tarafça doldurulduğunu, doldurulmuş hali dikkate alınsa dahi geçerli bir gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin mevcut olmadığını, davacının tellallığa konu daireyi davalıya gezdirip göstermediğini, tellallık görevini yapmadığını, söz konusu dairenin davalının eşi tarafından başka bir gayrimenkul tellalı aracılığıyla satın alındığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş;hüküm,davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacıların sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-Dava, taraflar arasındaki tellallık hizmet sözleşmesinden kaynaklanan ücretin tahsili istemine yöneliktir. Taraflar arasında yazılı şekilde düzenlenmiş olan gayrimenkul görme ve bilgi formu gereğince, davalıya gösterilip tanıtılacak taşınmazın satış bedeli üzerinden %2 oranında tellaliye ücretinin ödenmesinin taahhüt edildiği anlaşılmaktadır. Davalının,davacı komisyoncuyu devre dışı bırakarak taşınmazı eşi adına satın almış olması nedeniyle sözleşmede öngörülen ve dava konusu yapılan satış bedeli üzerinden sözleşme gereğince üstlendiği ücreti ödemekle yükümlü olduğunda duraksama olmamalıdır. Sözleşmede düzenlenen taşınmazın satın alınması halinde tellallık ücreti ödeneceğine ilişkin hüküm, taraflarca itiraz edilmeksizin imzalanmış olmakla ve aksi yönde yasa hükmü de bulunmamakla sözleşme serbestisi ilkesi gereğince geçerlidir ve sözleşmenin taraflarını bağlar.Bu ilkeler ışığında davacı tellalın ücrete hak kazandığı ve davalının bu ücretten sorumlu olduğu gözetilerek davacının alacağı yönünden gerektiğinde bilirkişi incelemesi yapılarak neticesine göre hüküm kurulması gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 13.10.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
R.Ünal C.İlgün N.Güleç A.S.Erkuş N.Özer

28 Mart, 2017

BİR YERDE GEÇİCİ OLARAK OTURANLARA KARŞI AÇILACAK DAVALARDA YETKİ


BİR YERDE GEÇİCİ OLARAK OTURANLARA KARŞI
AÇILACAK DAVALARDA YETKİ

I. GİRİŞ:

Mahkemelerde yargılamanın başında en çok karşılaşılan itirazların başında yetki itirazı gelmektedir. Bu makalemizde bir yerde geçici olarak oturanlara karşı açılacak davalarda yetkili mahkemenin neresi olacağı konusu üzerinde duracağız.

II. GENEL YETKİ:

6100 sayılı HMK m. 6’ya göre genel yetkili mahkeme davalı gerçek ya da tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir. Yerleşim yeri de 4721 sayılı TMK hükümlerine göre belirlenir. Bir yerde geçici olarak oturanlara karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme belirlenirken genel yetkinin kapsamına girmeden yetkili mahkemenin belirlenmesi gerekmektedir.

III. “GEÇİCİ OLARAK OTURMA” ve “UZUNCA BİR SÜRE DEVAM ETME” KOŞULLARININ İNCELENMESİ:

Geçici olarak oturma bir kişinin 4721 sayılı TMK hükümlerine göre yerleşim yerinin dışında başka bir yerde sürekli olmayan bir bulunma durumunu ifade eder. Örneğin, memur, işçi, öğrenci, asker gibi kişiler işleri ya da yürüttükleri görevleri nedeniyle asıl yerleşim yerlerinin dışında oturmak zorunda kalabilirler. Bu durumda bulunanlara karşı dava açılması gerektiğinde ve genel yetkinin yani davalının yerleşim yeri mahkemesinin yetkili mahkeme olarak uygulanması gerektiğinde gerek davacı açısından gerekse davalı açısından bir mağduriyet yaşanmaması için geçici olarak oturma durumunun çok iyi incelenmesi gerekir.

6100 sayılı HMK m. 8 geçici olarak oturan kişileri “memur, işçi, öğrenci, asker gibi” demek suretiyle örnek olarak saymıştır. Memur kavramına kadrolu ya da sözleşmeli bütün kamu çalışanlarının gireceği, işçi kavramına bütün maaşla çalışanların gireceği, asker kavramına polis teşkilatı mensuplarının da gireceği açıktır. Maddenin bu ibaresi bu şekilde geniş yorumlanmalıdır.

“geçici olarak oturma” kavramına gelince bu kavramın açıklanması aslında madde de belirtilmeyen başka bir etkenin dikkate alınması ile mümkün olacaktır. Yasa maddesi “orada bulunmaları uzunca bir süre devam edecekse” koşulunu getirerek iki ibarenin birlikte değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.

Maddede sayılanlar geçici olarak oturmalı ancak orada bulunmaları uzunca bir süre devam etmelidir. İşte bu durumda bulundukları yer mahkemesi yetkili olacaktır. Geçici olarak oturma ancak orada bulunmaları uzunca bir süre devam edecek olma durumu nasıl açıklanabilir? Maddede sayılan memur, işçi, öğrenci ve asker gibi olanlar yaptıkları iş nedeniyle zaten geçici olarak bulunuyor olurlar. Ancak “uzunca bir süre olması” davalının kalan süresi ile ilgili olarak çözüme kavuşturulması gereken bir durumdur. Örneğin bir öğrencinin kira borcundan dolayı hakkında kira parası alacağına dayalı bir davaya ya da icra takibine uğraması durumunda yetkili mahkeme asıl yerleşim yeri mahkemesi mi yoksa öğrenci olarak bulunduğu yerdeki yani uyuşmazlığın doğduğu yerdeki mahkememi yetkili olacaktır?

Öğrenci dört yıllık fakültenin birinci yılında böyle bir alacak davasına muhatap olursa artık hem geçici olarak oturma hem de uzunca bir süre orada bulunma durumunun gerçekleşeceğini söyleyebiliriz. Çünkü açılacak davanın sonuçlanması için en az üç yıllık daha süre vardır. Ancak öğrenci dört yıllık fakültenin son yılında okulun kapanmasına bir ay kala böyle bir davaya muhatap olursa bu durumda geçici olarak oturma durumu gerçekleşse de uzunca bir süre kalma durumu artık gerçekleşmeyeceğinden öğrencinin bulunduğu yer mahkemesinin yetkili olduğunu söyleyemeyiz. Bu durumda genel yetki kuralına göre öğrencinin 4721 sayılı TMK m. hükümlerine göre yerleşim yeri mahkemesinin yetkili olduğunu kabul etmek gerekir.

Bazı hukukçular bu maddenin yorumlanmasında mahkemenin iş yükünün de dikkate alınması gerektiğini ve mahkemenin önündeki davayı sonuçlandırması için gerekli olan sürenin iş yükü nedeniyle uzayacak olması durumunda davalı açısından uzunca bir süre kalma koşulunun gerçekleşemeyeceğini belirterek yetkinin genel yetki kuralına göre belirlenmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Hal bu ki konunun mahkemelerin iş yükü ile bir ilgisi yoktur. Çünkü genel yetkinin uygulandığı bir davada da dava açıldıktan sonra yerleşim yerini değiştiren ve başka bir yere giden davalılar olabilir. Bu durumda yetkili mahkeme değişmediği gibi mahkemenin iş yükü nedeniyle davalının yerleşim yerinin belirlenmesinde geçici olarak oturma ve uzunca bir süre bulunma koşulu araştırılmamaktadır.

Bizce bakılması gereken ölçütler şunlardır.

  • Kişi 6100 sayılı HMK m. 8’de örnek olarak sayılan kişilerden biri sayılabilir mi?
  • Eğer bu kişilerdense ne kadar süreliğine o yerde bulunmaktadır?
  • Kişi daha ne kadar süre o yerde bulunacaktır?

Eğer kişi HMK m. 8’de yer alan kişilerdense davalı olarak hakkındaki açılacak davanın görüleceği yerde sürekli mi yoksa geçici olarak mı bulunmaktadır buna bakılacak. Eğer geçici olarak bulunmakta ise ve kalacağı süre de tam olarak ya da en azından yaklaşık olarak biliniyorsa bu durumda dava konusu olayın doğumundan sonra geriye ne kadar süre kalmıştır bu tespit edilecek. Böylece “uzunca bir süre devam etme” koşulunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olacak. Eğer uzunca bir süre orada kalmaya devam etmeyecekse davalının oradaki adresinde dava açılamaz. Bu durumda genel yetkili mahkeme yetkili hale gelecektir. Eğer uzunca bir süre orada kalmaya devam edecekse bu durumda dava orada görülebilecektir.

KİŞİSEL YAŞ DÜZELTİLMESİ DAVALARI


KİŞİSEL YAŞ DÜZELTİLMESİ DAVALARI

I. GİRİŞ:

Ülkemizin Osmanlı dönemine dayanan bir nüfus sistemi olmasına ve Cumhuriyet’in ilanından sonra da nüfus konusu üzerinde titizlikle durulmasına karşın en çok karşılaştığımız dava türlerinden biri de nüfus davalarıdır. Nüfus davaları içinde de en çok karşılaşılan türlerinden biri de yaş düzeltilmesi davalarıdır. Bu makalemizde kişisel yaş düzeltilmesi davalarını inceleyeceğiz.

II. KİŞİSEL NÜFUS DAVASI NEDİR:

Kişisel nüfus davası kişinin nüfustaki bir kaydının, ad, soyad, anne ve baba adı gibi kişisel kayıtlarının kendi isteği tarafından değiştirilmek üzere açtığı davalardır. Dolayısıyla bu davaların takibinde kamusal bir zorunluluk bulunmamaktadır.

III. DAVACI VE DAVALI:

Yaş düzeltme davalarında davacı kişinin kendisidir. Yaşı düzeltilecek kişi 18 yaşın altında ise anne ve babası tarafından da bu dava açılabilir. Dolayısıyla bu davaları kişinin velisi ya da yasal temsilcisi de açabilir. Davalı ise nüfus idaresidir. Bunun dışında nüfus davasının başka ilgilileri de varsa onlar da davalı olacaktır.

Soyadı düzeltilmesi davası açan kişinin nüfusta kayıtlı aile bireyleri, örneğin kardeşler ya da 18 yaşından büyük çocuklar açılan davaya asli müdahil davacı olarak katılabilirler. Bunun için asli müdahale dilekçesi vermeleri yeterlidir.

IV. GÖREVLİ MAHKEME:

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36’ıncı maddesine göre nüfus kaydının iptali ya da düzeltilmesi davalarında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir. Yaş düzeltme davaları da bir tür nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğundan asliye hukuk mahkemeleri görevlidir.

V. YETKİLİ MAHKEME:

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36’ıncı maddesine göre nüfus kaydının iptali ya da düzeltilmesi davalarında yetkili mahkeme kaydın iptalini ya da düzeltilmesini isteyen kişinin yerleşim yeri adresinin bulunduğu yer mahkemesidir. Yukarıda belirttiğimiz gibi yaş düzeltim davaları da bir tür nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğundan davacının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Ancak bu yetki kanunda “kesin yetki” olarak düzenlenmemiştir. Bu nedenle yetkisiz mahkemede dava açılması durumunda yetkisizlik itirazında bulunulmadığında mahkemenin kendiliğinden yetkisizlik kararı verebilmesi mümkün değildir.

VI. HARÇ:

Yaş düzeltim davalarında davacı başvurma harcı ve peşin maktu harca tabidir. Ancak davalı nüfus idaresi harçtan muaftır. Bu nedenle dava sonunda dava davacının talebine uygun şekilde karara bağlansa bile davalı nüfus idaresi aleyhine yargılama giderlerine hükmedilmez.

VII. YARGILAMA YÖNTEMİ:

Yaş düzeltim davası bir tür kişisel nüfus davası olması nedeniyle basit yargılama usulüne bağlıdır. Dolayısıyla karşı cevap ve ikinci cevap dilekçesi hakkı bulunmamaktadır. Yine dosyanın HMK m. 150’ye göre işlemden kaldırılmasından sonra yenilenmesi durumunda tekrar işlemden kaldırılması durumunda dava açılmamış sayılır.

VIII. KİŞİSEL NÜFUS DAVALARININ AÇILMA NEDENLERİ:

Kişisel nüfus davası niteliğinde yaş düzeltim davaları çok değişik nedenlerden ötürü açılabilmektedir. Davanın açılabilmesi için davayı açmakta davacının hukuki haklı sebeplerinin bulunması gerekir. Bunlar yasada sayılmamış ancak Yargıtay içtihatları ile ortaya çıkmıştır. Yaşa etkili olan en önemli kayıt doğum tarihidir. Doğum tarihinin ay gün ve yıl olarak yanlış yazılmış olması yaşın da yanlış olması sonucunu doğurur. Uygulamada daha çok bu tür uyuşmazlıklarla karşılaşılmaktadır.

IX. DELİL TOPLAMA SERBESTİSİ:

Yaş düzeltim davalarında delil toplama serbestisi geçerlidir. Asliye hukuk hakimi konu ile ilgili gerek gördüğü delilleri kendisi kendiliğinden araştırabilir. Bu davalarda tanık deliline başvurulabilir. Tanık listesi verildikten sonra ikinci bir tanık listesi de verilebilir. İkinci tanık listesi verilmesine izin verilmesi nüfus kaydının tutulmasının kamu düzeni gereği olması nedeniyle mutlaka doğru şekilde düzeltilmesinin sağlanması içindir. Nüfus kayıtları mutlaka getirtilmelidir.

X. DAVANIN ESASINDA DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR:

Yaşın düzeltilmesi istenen kişinin düzeltilmesi istenen yaşta başka kardeşi bulunup bulunmadığı mutlaka nüfus kayıtlarına bakılarak araştırılmalıdır. Çünkü ikiz olmadığı sürece aynı yaşta iki kardeşin bulunması mümkün değildir. İki kardeş arasında en az 180 gün fark bulunmalıdır.

Yaşı düzeltilmek istenen kişinin ikiz ya da üçüz kardeşi varsa bu durumda talep reddedilecektir. Çünkü ikiz ya da üçüz kardeşinden başka bir gün doğmuş olması mümkün değildir. Eğer ikiz olmadığı iddiası varsa bu iddianın Adli Tıp incelemesi ile tespit edilerek rapora bağlanmasından sonra kayıt düzeltilebilir.

İki kardeşin ikiz oldukları iddiası varsa diğer kardeşinde hastane ya da Adli Tıp Kurumuna sevki yapılmalıdır.

Kişi evlilik birliği içinde doğmuşsa bu durumda en erken anne ve babasının evlilik tarihinin üzerinden 180 gün geçmekle doğmuş olabilir. Daha öncesi evlilik tarihinin öncesine denk geldiği için talep reddedilmelidir. Bunun tek istisnası anne ve babanın evlilik öncesi birlikte yaşadıklarının tanık beyanı ile ispatlanması durumudur.

Geçtiğimiz yallarda evlilik dışı doğan çocuklar hakkında çok sayıda af yasası çıkartıldı. Kişinin doğum kaydı bu tür bir yasa kapsamında yapıldıysa bu durumda anne ve babanın evlilik tarihinin araştırılmasına gerek yoktur.

Boşanma durumunda da boşanmadan sonraki 300 güne kadar yaş düzeltmesi işlemi yapılabilmektedir.

Anne ya da babanın ölmüş olması durumunda ölüm tarihleri önemlidir. Annenin en son ölüm tarihinde doğum yaptığı kabul edilir. Çünkü doğum esnasında ölmüş bulunabilir. Aynı durum babanın ölüm tarihi içinde geçerlidir. Kişi en son babanın ölüm tarihinde ana rahmine düşmüş olabilir.

Doğum kaydı tutanak tanıkları da çağrılarak dinlenebilir. Ancak asıl önemli inceleme tıbbi incelemedir. Yaşı düzeltilmek istenen kişinin kaç yaşında olduğunun tespit edilebilmesi için tam teşekküllü devlet hastanesine ya da Adli Tıp Kurumuna sevki yapılarak dava tarihinde kaç yaşında bulunduğunun tespitinin yapılması mutlaka istenilmelidir. Çünkü asıl sonuç bu inceleme sonucunda ortaya çıkacaktır.

Nüfus Hizmetleri Yasasının 36/I-b maddesine göre aynı konuya ilişkin olarak sadece bir defa dava açılabilir. Yani soyad düzeltim davası açılmış ve davacı lehine sonuçlanmışsa bir daha yaş düzeltim davası açılamaz. Ancak yaş düzeltim davası ile doğum yılını düzelttiren kişi ay ve gün kaydı bulunmuyorsa ay ve gün kaydı konulması için dava açabilecektir.

Resmi kurum ya da kuruluşlarda doğan kişiler hakkında doğum tarihinin düzeltilmesi istenemez.

Yaş düzeltim istemi ancak yaşın büyütülmesi için olabilir. Yaşın küçültülmesi için olamaz. Bu konudaki talepler reddedilmelidir.

Yaş düzeltim isteyen kişinin görünüşü talibini yalanlar nitelikte olmayacaktır. Örneğin 40 yaşında olduğunu iddia eden bir kişi 20 yaşında görünmemelidir.

Doğum tarihinin Rumi takvime göre yazılı olanlar içinde Miladi takvime göre doğum tarihlerinin düzeltilmesi istenebilmektedir. İki takvim arasında 584 yıl 13 gün süre bulunmaktadır. Bu süre esasına göre doğum tarihi Miladi takvime çevrilebilir.

Kişinin ay ve günü yazılı değilse yaşının hesaplanmasında 1 Temmuz doğum günü kabul edilir.

Genel nüfus sayımı nedeniyle kaydı yapılan kişi 18 yaşını doldurduğu günden itibaren 6 için de yaş düzeltim davası açabilir. Bu süre hak düşürücü süredir.

Ölen kardeşin nüfus cüzdanını kullanan kişilerin açtıkları davalar bu tür düzeltme işlemleri nüfus müdürlükleri tarafından yapıldığından reddedilecektir.

XI. YARGI YOLU:

Yaş düzeltim davalarında verilen kararlar yargı yolu olarak istinaf mahkemelerinin denetimine bağlıdır. Buna göre verilen kararlara karşı iki hafta içinde mahkemenin bağlı bulunduğu istinaf mahkemesine itiraz başvurusunda bulunulabilinir. Cumhuriyet Savcısının da istinafa başvuruda bulunma hakkı bulunmaktadır.

XII. MAHKEME KARARININ YERİNE GETİRİLMESİ:

Bütün nüfus davaları kesinleşmeden itibaren 10 gün içinde kararı veren mahkeme yazı işleri müdürü tarafından o yer nüfus müdürlüğüne gönderilir. Nüfus müdürlüğü karara konu değişikliği kendisi nüfus kayıtlarına işler.

27 Mart, 2017

ASLİYE HUKUK VE ASLİYE TİCARET MAHKEMELERİNİN GÖREVİNE GİREN BİRDEN FAZLA ALACAĞA İLİŞKİN DAVANIN AYNI MAHKEMEDE AÇILMASINDA GÖREVLİ MAHKEME (DAVALARIN YIĞILMASINDA GÖREVLİ MAHKEME)


ASLİYE HUKUK VE ASLİYE TİCARET MAHKEMELERİNİN GÖREVİNE GİREN BİRDEN FAZLA ALACAĞA İLİŞKİN DAVANIN AYNI MAHKEMEDE AÇILMASINDA GÖREVLİ MAHKEME
(DAVALARIN YIĞILMASINDA GÖREVLİ MAHKEME)

I. GİRİŞ:

Ülkemizde görülen davalarda görev uyuşmazlığının en çok görüldüğü mahkemeler asliye hukuk mahkemeleri ile asliye ticaret mahkemeleridir. Davaların ticari bir dava mı yok sa asliye hukuk alanına giden bir dava mı olduğu sürekli görev uyuşmazlığına konu olan durumlardır. Bu makalemizde davacının hem asliye hukuk hem de asliye ticaret mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlıklara ilişkin birden fazla alacağının aynı davada hangi mahkemede ileri sürülebileceğini tartışacağız.

II. ASLİYE TİCARET MAHKEMELERİNİN GÖREVLİ OLDUĞU İŞLER:

Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevini ticari davalar oluşturur. Ticari davalar ise 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanununun “Ticari Davalar, Çekişmesiz Yargı İşleri Ve Delilleri” başlıklı 4’üncü maddesinde sayılmıştır. Buna göre;

(1) Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın;

a) Bu Kanunda,

b) Türk Medenî Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969 uncu maddelerinde,

c) 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine ilişkin 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580 inci maddelerinde,

d) Fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta,

e) Borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerde,

f) Bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerde,

öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava (Ek ibare: 26/06/2012-6335 S.K./1.md.) ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. Ancak, herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmeyen havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalar bundan istisnadır.

(2) Ticari davalarda da deliller ile bunların sunulması 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine tabidir.”

Bu maddeye göre; davanın her iki tarafında ticari işletmesi ile ilgili olması, 6102 sayılı TTK’nda düzenlenmiş bir konu ile ilgili olması örneğin acentelik gibi, Türk Medenî Kanununun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun mal varlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi, rekabet yasağı, yayın sözleşmesi, kredi mektubu ve kredi emri, komisyon sözleşmesi, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları havale, saklama sözleşmeleri ile ilgili olması, bunların dışında fikrî mülkiyet hukukuna ilişkin olması, borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere ilişkin özel hükümlerle ilişkili olması bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine ilişkin düzenlemelerle ilgili olması halinde o iş ticari iş sayılacaktır ve bu işlerden kaynaklı davalar 6102 sayılı TTK m. 5’e göre Asliye Ticaret Mahkemelerinde görülecektir.

III. ASLİYE HUKUK MAHKEMELERİNİN GÖREVLİ OLDUĞU İŞLER:

Asliye hukuk mahkemelerinin görevi 6100 sayılı HMK m. 2’de belirtilmiştir. Buna göre dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. Ayrıca HMK’da ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.

IV. DAVALARIN YIĞILMASI:

6100 sayılı HMK m. 110’a göre davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şarttır.

Buna göre davacının aynı kişiye yönelik olarak açacağı davaları varsa bunların hepsinin adli yargının görev alanına girmesi ve görüleceği mahkemenin de ortak yetkili mahkeme olması gerekmektedir. Örneğin Ankara mahkemelerinin yetkili olması gibi.

Bu makalemizde açıklamaya çalışacağımız konuda davaların yığılması konusu ile doğrudan ilgilidir. Bir kişinin aynı kişiye karşı açacağı birden fazla davanın hem adli yargıda görülecek olması hem de aynı yetkili yer mahkemesinde görülecek olması ancak birden fazla görevli mahkemenin kapsamında olması halinde hangi mahkemenin görevine gireceğini tartışacağız.

V. ÖRNEK ÜZERİNDEN KONUNUN AÇIKLANMASI:

Tacir sıfatına sahip bir kişinin aynı kişiden hem kendi özel kullanımı için hem de kendi ticari işletmesi için iki ayrı otomobil satın aldığını kabul edelim. Alıcı olan tacir satın aldığı otomobillerden birini kendi özel ihtiyaçları için ve ailesi için kullanacaktır. Diğerini ise ticari işletmesinde örneğin lokantasında getir götür işleri için ticari işi için kullanacaktır. Aldığı otomobillerin her ikisinin de ayıplı çıkması durumunda alıcının 6098 sayılı TBK hükümlerine göre her iki ayıplı mal için ayrı ayrı talep hakkı bulunmaktadır. Alıcı bu haklarından birini asliye hukuk mahkemesinde diğerini ise asliye ticaret mahkemesinde açacağı iki ayrı dava ile kullanabilir.

Alıcı bunun dışında yukarıda açıkladığımız gibi davaların yığılmasına ilişkin HMK m. 110 hükmüne göre tek dava ile de ayıplı mal satılmasından kaynaklı haklarını kullanabilecektir. İşte bu durumda dava hangi mahkemenin görevine girecektir?

Bu ve benzeri durumlarda usul kanunları ve usul hükümleri içeren kanunlar karşı karşıya gelmektedir. Asliye hukuk mahkemesinin görevine giren alacak adi nitelikte alacaktır. Asliye hukuk mahkemesinin görevine giren alacak ise ticari nitelikte alacaktır. 6102 sayılı TTK m. 5/III’e göre asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır.

Asliye ticaret mahkemelerinin görevini düzenleyen TTK m. 5 asliye hukuk mahkemelerinin görevini düzenleyen HMK m. 2’ye göre daha özel ve sonraki yasa hükmündedir. Ayrıca her iki mahkemede de aynı yargılama yöntemi yani yazılı yargılama yöntemi uygulanmaktadır. TTK m. 5’in HMK m. 2’ye göre daha özel yasa olması ve asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemeleri arasındaki ilişkinin görev ilişkisi olması nedeniyle aynı kişiye yöneltilecek olan adi ve ticari alacaktan kaynaklı iki talebin tek dava olarak asliye ticaret mahkemesinde görülmesi gerekir. Bu sebeple asliye ticaret mahkemesi dava eğer kendisinde açıldıysa davaların ayrılmasına karar veremeyecek ve yargılamaya devam edecektir.

Her iki talebinde tek dava olarak asliye hukuk mahkemesinde açılması durumunda asliye hukuk mahkemesi ticari alacak yönünden görevsizlik kararı vermek zorundadır. Adi alacak yönünden ise yargılamaya davaların ayrılmasına karar vererek devam etmesi mümkün ise de usul ekonomisi açısından dosyaların ayrılması doğru bir hareket olmayacaktır. Asliye hukuk mahkemesinin dosyaları ayırmaksızın görevsizlik kararı vererek adi alacak için olan talebi de ticari alacak talebi ile birlikte görevsizlik kararı vererek asliye ticaret mahkemesine göndermesi gerekir.

KİŞİSEL SOYAD DÜZELTİLMESİ DAVALARI


KİŞİSEL SOYAD DÜZELTİLMESİ DAVALARI

I. GİRİŞ:

Ülkemizin Osmanlı dönemine dayanan bir nüfus sistemi olmasına ve Cumhuriyet’in ilanından sonra da nüfus konusu üzerinde titizlikle durulmasına karşın en çok karşılaştığımız dava türlerinden biri de nüfus davalarıdır. Nüfus davaları içinde de en çok karşılaşılan türlerinden biri de soyad düzeltilmesi davalarıdır. Bu makalemizde kişisel soyad düzeltilmesi davalarını inceleyeceğiz.

II. KİŞİSEL NÜFUS DAVASI NEDİR:

Kişisel nüfus davası kişinin nüfustaki bir kaydının, ad, soyad, anne ve baba adı gibi kişisel kayıtlarının kendi isteği tarafından değiştirilmek üzere açtığı davalardır. Dolayısıyla bu davaların takibinde kamusal bir zorunluluk bulunmamaktadır.

III. DAVACI VE DAVALI:

Soyad düzeltme davalarında davacı kişinin kendisidir. Soyadı düzeltilecek kişi 18 yaşın altında ise anne ve babası tarafından da bu dava açılabilir. Dolayısıyla bu davaları kişinin velisi ya da yasal temsilcisi de açabilir. Davalı ise nüfus idaresidir. Bunun dışında nüfus davasının başka ilgilileri de varsa onlar da davalı olacaktır.

Soyadı düzeltilmesi davası açan kişinin nüfusta kayıtlı aile bireyleri, örneğin kardeşler ya da 18 yaşından büyük çocuklar açılan davaya asli müdahil davacı olarak katılabilirler. Bunun için asli müdahale dilekçesi vermeleri yeterlidir.

IV. GÖREVLİ MAHKEME:

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36’ıncı maddesine göre nüfus kaydının iptali ya da düzeltilmesi davalarında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir. Aile hukuku ile ilgili davalarsa aile mahkemelerinde görülür. Soyad düzeltme davaları da bir tür nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğundan asliye hukuk mahkemeleri görevlidir.

V. YETKİLİ MAHKEME:

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36’ıncı maddesine göre nüfus kaydının iptali ya da düzeltilmesi davalarında yetkili mahkeme kaydın iptalini ya da düzeltilmesini isteyen kişinin yerleşim yeri adresinin bulunduğu yer mahkemesidir. Yukarıda belirttiğimiz gibi soyad düzeltim davaları da bir tür nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğundan davacının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Ancak bu yetki kanunda “kesin yetki” olarak düzenlenmemiştir. Bu nedenle yetkisiz mahkemede dava açılması durumunda yetkisizlik itirazında bulunulmadığında mahkemenin kendiliğinden yetkisizlik kararı verebilmesi mümkün değildir.

VI. HARÇ:

Soyad düzeltim davalarında davacı başvurma harcı ve peşin maktu harca tabidir. Ancak davalı nüfus idaresi harçtan muaftır. Bu nedenle dava sonunda dava davacının talebine uygun şekilde karara bağlansa bile davalı nüfus idaresi aleyhine yargılama giderlerine hükmedilmez.

VII. YARGILAMA YÖNTEMİ:

Soyad düzeltim davası bir tür kişisel nüfus davası olması nedeniyle basit yargılama usulüne bağlıdır. Dolayısıyla karşı cevap ve ikinci cevap dilekçesi hakkı bulunmamaktadır. Yine dosyanın HMK m. 150’ye göre işlemden kaldırılmasından sonra yenilenmesi durumunda tekrar işlemden kaldırılması durumunda dava açılmamış sayılır.

VIII. KİŞİSEL NÜFUS DAVALARININ AÇILMA NEDENLERİ:

Kişisel nüfus davası niteliğinde soyad düzeltim davaları çok değişik nedenlerden ötürü açılabilmektedir. Davanın açılabilmesi için davayı açmakta davacının hukuki haklı sebeplerinin bulunması gerekir. Bunlar yasada sayılmamış ancak Yargıtay içtihatları ile ortaya çıkmıştır. Haklı sebepler aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  1. Nüfus kaydından farklı bir soyad ile çağrılmak,
  2. Soyadının küçültücü nitelikte, gülünç, güç ya da anlamsız olması,
  3. Genel örf adet ve ahlaka aykırı bir soyadı olması,
Hangi kelimelerin soyadı olarak kullanılamayacağı Soyadı Tüzüğünün 12’inci maddesinde tek tek sayılmıştır. Bu maddede sayılanlar soyadı olarak kullanılamaz.

Bunların dışında yazılım yanlışı nedeniyle de soyadı düzeltim davaları açılabilmektedir.

IX. DELİL TOPLAMA SERBESTİSİ:

Soyad düzeltim davalarında delil toplama serbestisi geçerlidir. Asliye hukuk hakimi konu ile ilgili gerek gördüğü delilleri kendisi kendiliğinden araştırabilir. Bu davalarda tanık deliline başvurulabilir. Tanık listesi verildikten sonra ikinci bir tanık listesi de verilebilir. İkinci tanık listesi verilmesine izin verilmesi nüfus kaydının tutulmasının kamu düzeni gereği olması nedeniyle mutlaka doğru şekilde düzeltilmesinin sağlanması içindir. Nüfus kayıtları mutlaka getirtilmelidir.

X. DAVANIN ESASINDA DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR:

Soyad düzeltim davalarında haklı sebebin varlığı mahkemece araştırılmalıdır. Haklı sebep tespit edildikten sonra bu durumun soyadın değiştirilmesi için mutlaka gerekip gerekmediği de ayrıca araştırılmalıdır.

Düzeltilmesi istenilen soyadın anlamı için Türk Dil Kurumuna yazı yazılarak anlamı hakkında açıklama istenebilir.

Soyadı değiştirilecek kişi hakkında mutlaka zabıta araştırması yapılmalıdır. Kişinin aranan kişilerden olup olmadığı bu araştırma ile tespit edilir. Kişi eğer aranan kişilerdense adli işlemlerde hata olması olasılığı ve kişinin ceza yargılamasından kaçma olasılığı bulunduğundan soyad düzeltim talebi reddedilecektir.

Soyadın değiştirilmesinden ya da düzeltilmesinden olumsuz etkilenecek kişilerde davaya müdahil olarak katılabilirler.

Nüfus Hizmetleri Yasasının 36/I-b maddesine göre aynı konuya ilişkin olarak sadece bir defa dava açılabilir. Yani soyad düzeltim davası açılmış ve davacı lehine sonuçlanmışsa bir daha soyad düzeltim davası açılamaz.

XI. YARGI YOLU:

Soyad düzeltim davalarında verilen kararlar yargı yolu olarak istinaf mahkemelerinin denetimine bağlıdır. Buna göre verilen kararlara karşı iki hafta içinde mahkemenin bağlı bulunduğu istinaf mahkemesine itiraz başvurusunda bulunulabilinir.

XII. İLAN:

Bütün nüfus davalarında verilen kararın hüküm fıkrası ilan edilir. Özellikle ad ve soyad değişikliği davalarında bu konu önemlidir. İlan verilen kararların üçüncü kişiler nezdinde geçerli olmasını sağlayacaktır. İlan masrafı da davacıdan alınır. İlan tirajı yüksen beş gazeteden birinde yapılır.

XIII. MAHKEME KARARININ YERİNE GETİRİLMESİ:

Bütün nüfus davaları kesinleşmeden itibaren 10 gün içinde kararı veren mahkeme yazı işleri müdürü tarafından o yer nüfus müdürlüğüne gönderilir. Nüfus müdürlüğü karara konu değişikliği kendisi nüfus kayıtlarına işler.

23 Mart, 2017

ZİLYETLİĞİN KORUNMASI VE ZİLYETLİĞE HAKLILIK DAVALARININ GÖREV YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ


ZİLYETLİĞİN KORUNMASI VE ZİLYETLİĞE HAKLILIK
DAVALARININ GÖREV YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

I. GİRİŞ:

Sulh hukuk mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemelerinin görev ayrımı yeni HMK m. 2 ve 4’e göre belirlenmiştir. Ancak zilyetlik ile ilgili davalarda görev konusunda anlaşmazlık bulunmakta ve farklı uygulamalar ortaya çıkmaktadır. Bu makalemizde birbiriyle karıştırılan iki dava türünün görev yönünden incelenmesini yapacağız.

II. ZİLYETLİĞİN KORUNMASI DAVALARI:

Zilyetliğin korunması davaları 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 982, 983 ve 984’üncü maddelerinde düzenlenmiştir. TMK’nın “Zilyetliğin Gasbında Dava Hakkı” başlıklı 982’inci maddesi;

Başkasının zilyet bulunduğu bir şeyi gasbeden kimse, o şey üzerinde üstün bir hakka sahip olduğunu iddia etse bile onu geri vermekle yükümlüdür.

Davalı, o şeyi davacıdan geri almasını gerektirecek üstün bir hakka sahip olduğunu derhal ispat ederse onu geri vermekten kaçınabilir.

Dava, şeyin geri verilmesine ve zararın giderilmesine yönelik olur.”

hükmünü içermektedir.

Bu maddeye göre zilyetliğin korunmasında temel etken başkasının zilyetliğinde olan bir malın başkası tarafından gasp edilmesi eyleminin bulunmasıdır. Zilyetlik üzerinde bir tartışma ya da anlaşmazlık bulunmasından çok zilyetliğin “gasp” yani zorla zilyedin elinden alınması durumu söz konusudur. Malı eylemin öncesinde elinde bulunduran gerçek hak sahibi zilyettir ve gasp eden de bu zilyetliğe itiraz ederek ya da etmeksizin malı gerçek zilyedin elinden zor kullanarak almaktadır. Bu durumda açılacak davalara “zilyetliğin korunması davaları” denilmektedir ve aynı yasanın 984’üncü maddesine göre iki aylık ve bir yıllık hak düşürücü süreye bağlıdırlar. Bu davalarda görevli mahkemeler 6100 sayılı HMK m. 4/I-c hükmüne göre sulh hukuk mahkemeleridir.

III. ZİLYETLİĞE HAKLILIK DAVALARI:

Zilyetliğe haklılık davaları ya da diğer adı ile zilyetliğe istihkak davası ya da zilyetliğin iadesi davası ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 985 ve devamı maddelerine göre açılan ve çoğunlukla da mülkiyet karinesine dayalı zilyetlik iddiasında bulunulan davalardır. Bu davalarda zilyet olunan mal zilyetliğin korunması davalarından farklı olarak üstün hak sahibi olduğu karinesine dayanır. Her ne kadar “gasp” durumu saklı tutulmuşsa da bu davalarda korunan zilyetlik fiili zilyetlikten çok iyiniyetli kazanıma bağlı zilyetliktir. Mülkiyet karinesine dayanılması dolayısıyla da mal varlığı değerleri ile ilgili olması nedeniyle de bu davalarda görevli mahkeme 6100 sayılı HMK m. 2 uyarınca asliye hukuk mahkemeleridir.

IV. SOMUT ÖRNEKLE KARŞILAŞTIRMA:

Bir kişinin otomobil kiralayan bir firmadan otomobil kiraladığını kabul edelim. Otomobilin zilyetliği kiralayana geçmiştir ve onun kullanımındadır. Bu otomobilin anahtarının kiralayanın izni olmaksızın ve zor kullanılarak gasp edildiğini ve otomobilin de alınarak götürüldüğünü kabul edelim. Bu durumda kiralayan kişi otomobil üzerinde kira sözleşmesi ile zilyetliğe sahip olması nedeniyle hak sahibi olduğunu iddia ederek zilyetliğinin korunmasına karar verilmesini isteyebilecektir. (konunun ceza hukuku yönüne girmiyorum) Bu davada görevli mahkeme salt zilyetliğin korunması esasına dayalı olması ve zilyetliğin gasp sonucu kaybedilmesi nedeniyle yani 4721 sayılı TMK m. 982 kapsamında zilyetliğin korunması söz konusu olduğundan sulh hukuk mahkemesi olacaktır.

Zilyetliğe haklılık davası yönünden bir örnek vermek gerekirse. Kış aylarında İstanbul’da yaz aylarında da İzmir’de yaşayan birinin İstanbul’da iken İzmir’deki mülkiyeti kendisine ait olan yazlığına birinin girip yerleştiğini kabul edelim. Haziran ayı başında İzmir’de ki yazlığına gelen kişi yazlığın başkası tarafından işgal edildiğini görünce zilyetliğe haklılık, ya da diğer adı ile zilyetliğe istihkak davası ya da zilyetliğin iadesi davası açma hakkına sahip olacaktır. Bu davalar genellikle el atmanın önlenmesi davaları olarak da bilinir. Hatta bu ve benzeri durumlar için 3091 sayılı ve 04.12.1984 tarihli Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun bulunmaktadır. Yazlığın sahibi hem mülkiyet karinesine dayalı olarak hem de zilyetlik karinesine dayalı olarak bu kanun kapsamındaki haklarını kullanabileceği gibi zilyetliğe haklılık, ya da diğer adı ile zilyetliğe istihkak davası ya da zilyetliğin iadesi davası açma hakkına sahip olacaktır. Açılacak bu dava mal varlığı değerlerine yönelik olması nedeniyle 6100 sayılı HMK m. 2 uyarınca asliye hukuk mahkemelerinin görevine girmektedir.

KİŞİSEL AD DÜZELTİLMESİ DAVALARI


KİŞİSEL AD DÜZELTİLMESİ DAVALARI

I. GİRİŞ:

Ülkemizin Osmanlı dönemine dayanan bir nüfus sistemi olmasına ve Cumhuriyet’in ilanından sonra da nüfus konusu üzerinde titizlikle durulmasına karşın en çok karşılaştığımız dava türlerinden biri de nüfus davalarıdır. Nüfus davaları içinde de en çok karşılaşılan türü ad düzeltilmesi davalarıdır. Bu makalemizde kişisel ad düzeltilmesi davalarını inceleyeceğiz.

II. KİŞİSEL NÜFUS DAVASI NEDİR:

Kişisel nüfus davası kişinin nüfustaki bir kaydının, ad, soyad, anne ve baba adı gibi kişisel kayıtlarının kendi isteği tarafından değiştirilmek üzere açtığı davalardır. Dolayısıyla bu davaların takibinde kamusal bir zorunluluk bulunmamaktadır.

III. DAVACI VE DAVALI:

Ad düzeltme davalarında davacı kişinin kendisidir. Adı düzeltilecek kişi 18 yaşın altında ise anne ve babası tarafından da bu dava açılabilir. Dolayısıyla bu davaları kişinin velisi ya da yasal temsilcisi de açabilir. Davalı ise nüfus idaresidir. Bunun dışında nüfus davasının başka ilgilileri de varsa onlar da davalı olacaktır.

IV. GÖREVLİ MAHKEME:

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36’ıncı maddesine göre nüfus kaydının iptali ya da düzeltilmesi davalarında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir. Aile hukuku ile ilgili davalarsa aile mahkemelerinde görülür. Ad düzeltme davaları da bir tür nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğundan asliye hukuk mahkemeleri görevlidir.

V. YETKİLİ MAHKEME:

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36’ıncı maddesine göre nüfus kaydının iptali ya da düzeltilmesi davalarında yetkili mahkeme kaydın iptalini ya da düzeltilmesini isteyen kişinin yerleşim yeri adresinin bulunduğu yer mahkemesidir. Yukarıda belirttiğimiz gibi ad düzeltim davaları da bir tür nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğundan davacının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Ancak bu yetki kanunda “kesin yetki” olarak düzenlenmemiştir. Bu nedenle yetkisiz mahkemede dava açılması durumunda yetkisizlik itirazında bulunulmadığında mahkemenin kendiliğinden yetkisizlik kararı verebilmesi mümkün değildir.

VI. HARÇ:

Ad düzeltim davalarında davacı başvurma harcı ve peşin maktu harca tabidir. Ancak davalı nüfus idaresi harçtan muaftır. Bu nedenle dava sonunda dava davacının talebine uygun şekilde karara bağlansa bile davalı nüfus idaresi aleyhine yargılama giderlerine hükmedilmez.

VII. YARGILAMA YÖNTEMİ:

Ad düzeltim davası bir tür kişisel nüfus davası olması nedeniyle basit yargılama usulüne bağlıdır. Dolayısıyla karşı cevap ve ikinci cevap dilekçesi hakkı bulunmamaktadır. Yine dosyanın HMK m. 150’ye göre işlemden kaldırılmasından sonra yenilenmesi durumunda tekrar işlemden kaldırılması durumunda dava açılmamış sayılır.

VIII. KİŞİSEL NÜFUS DAVALARININ AÇILMA NEDENLERİ:

Kişisel nüfus davası niteliğinde ad düzeltim davaları çok değişik nedenlerden ötürü açılabilmektedir. Bunların başında; adın yanlış yazılmış olması, adın gülünç ve alay konusu olması, adın başka kelimelerle karıştırılmaya uygun olması gelmektedir.

IX. DELİL TOPLAMA SERBESTİSİ:

Ad düzeltim davalarında delil toplama serbestisi geçerlidir. Asliye hukuk hakimi konu ile ilgili gerek gördüğü delilleri kendisi kendiliğinden araştırabilir. Bu davalarda tanık deliline başvurulabilir. Tanık listesi verildikten sonra ikinci bir tanık listesi de verilebilir. İkinci tanık listesi verilmesine izin verilmesi nüfus kaydının tutulmasının kamu düzeni gereği olması nedeniyle mutlaka doğru şekilde düzeltilmesinin sağlanması içindir. Nüfus kayıtları mutlaka getirtilmelidir.

X. DAVANIN ESASINDA DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR:

Ad düzeltim davalarında haklı sebebin varlığı mahkemece araştırılmalıdır. Haklı sebep tespit edildikten sonra bu durumun adın değiştirilmesi için mutlaka gerekip gerekmediği de ayrıca araştırılmalıdır.

Düzeltilmesi istenilen adın anlamı için Türk Dil Kurumuna yazı yazılarak anlamı hakkında açıklama istenebilir.

Araştırma esnasında dikkat edilecek bir başka nokta ise adı değiştirilmek istenen kişinin aynı isimde başka kardeşinin bulunup bulunmadığıdır. Kişi kardeşi ile aynı ismi alamayacağından değiştirmek istediği adın seçiminde bu durum göz önüne alınmalıdır.

Adı değiştirilecek kişi hakkında mutlaka zabıta araştırması yapılmalıdır. Kişinin aranan kişilerden olup olmadığı bu araştırma ile tespit edilir. Kişi eğer aranan kişilerdense adli işlemlerde hata olması olasılığı ve kişinin ceza yargılamasından kaçma olasılığı bulunduğundan ad düzeltim talebi reddedilecektir.

Adın değiştirilmesinden ya da düzeltilmesinden olumsuz etkilenecek kişilerde davaya müdahil olarak katılabilirler.

Nüfus Hizmetleri Yasasının 36/I-b maddesine göre aynı konuya ilişkin olarak sadece bir defa dava açılabilir. Yani ad düzeltim davası açılmış ve davacı lehine sonuçlanmışsa bir daha ad düzeltim davası açılamaz.

XI. YARGI YOLU:

Ad düzeltim davalarında verilen kararlar yargı yolu olarak istinaf mahkemelerinin denetimine bağlıdır. Buna göre verilen kararlara karşı iki hafta içinde mahkemenin bağlı bulunduğu istinaf mahkemesine itiraz başvurusunda bulunulabilinir.

XII. İLAN:

Bütün nüfus davalarında verilen kararın hüküm fıkrası ilan edilir. Özellikle ad ve soyad değişikliği davalarında bu konu önemlidir. İlan verilen kararların üçüncü kişiler nezdinde geçerli olmasını sağlayacaktır. İlan masrafı da davacıdan alınır. İlan tirajı yüksen beş gazeteden birinde yapılır.

XIII. MAHKEME KARARININ YERİNE GETİRİLMESİ:

Bütün nüfus davaları kesinleşmeden itibaren 10 gün içinde kararı veren mahkeme yazı işleri müdürü tarafından o yer nüfus müdürlüğüne gönderilir. Nüfus müdürlüğü karara konu değişikliği kendisi nüfus kayıtlarına işler.

22 Mart, 2017

ÖN İNCELEME DURUŞMASI YAPILMADAN GÖREVSİZLİK KARARI VERİLEMEZ


ÖN İNCELEME DURUŞMASI YAPILMADAN
GÖREVSİZLİK KARARI VERİLEMEZ

I. GİRİŞ:
Bu makalemizde yeni HMK’ya göre duruşma yapılmadan görevsizlik kararı verilip verilemeyeceğini tartışacağız.
II. GÖREV NEDİR?
Görev kanunen mahkemenin gidermekle yükümlü olduğu dava ve işlerin bütünüdür. Bu nedenle de HMK m. 1 uyarınca kamu düzenine ilişkindir. Kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle de bir mahkemenin görevli olup olmadığını yargılamanın her aşamasında kendiliğinden değerlendirmesi zorunludur.
III. GÖREV DAVA ŞARTIDIR:

Yeni HMK m. 114’e göre görev dava şartıdır. Dava şartları mahkemenin görevli olması bu maddede açıkça sayılmıştır. Dolayısıyla dava şartının varlığının araştırılması yargılamanın en başından itibaren hakimin görevidir. Ancak bu araştırmanın davanın başında yapıldığı ve davanın mahkemenin görevine girmediğinin anlaşıldığı durumlarda dosya üzerinden görevsizlik kararı verilebilecek midir? Bu makalemizin konusunu bu soru oluşturmaktadır.
IV. ÖN İNCELEME DURUŞMASINDA DAVA ŞARTLARININ İNCELENMESİ:
6100 sayılı HMK m. 138 ön inceleme duruşmasında mahkemenin öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar vereceğini ve gerekirse tarafları bu konuda dinleyeceğini belirtmektedir. Ön incelemede öncelikle karar verilecek olan konuların başında dava şartı geldiğine ve görev de bir dava şartı olduğuna göre görev konusu ön inceleme duruşmasında incelenmek ve ön inceleme duruşmasında karara bağlanmak zorundadır.
Ön inceleme duruşmasında dava şartları ve buna bağlı olarak da mahkemenin görevli olup olmadığı noktasında tarafların dinlenilmeleri ve beyanlarının alınması aynı zamanda yeni HMK m. 27’de düzenlenmiş olan hukuki dinlenilme hakkının da bir parçasıdır. Çünkü mahkeme görevli olmadığı düşüncesinde olsa bile tarafların mahkemenin görevli olduğu noktasında ileri sürecek hukuki tezleri bulunabilir. Bu tezler hakimin görevsizlik konusundaki görüşünü değiştirecek nitelikte de olabilir. Bu nedenle hukuki dinlenilme hakkının korunması açısından da görev konusunun değerlendirilmesinin ön inceleme duruşmasında taraflar hazırken yapılması yasa koyucu tarafından zorunlu hale getirilmiştir.
V. ÖN İNCELEME DURUŞMASI YAPILMADAN GÖREVSİZLİK KARARI VERİLEMEZ:
Açılmış yeni bir davanın görev noktasından değerlendirilmesi ve bu konuda karar verilmesi yasal zorunluluk olarak ve hukuki dinlenilme hakkının uzantısı olarak en erken ön inceleme duruşmasında yapılmak zorundadır. Bu gerekçelerle ön inceleme duruşması yapılmadan görevsizlik kararı verilmesi HMK’nın 1, 20, 27 ve 138’inci maddelerine açıkça aykırılık oluşturacaktır. 

20 Mart, 2017

KARTEL TAZMİNATI DAVASI


KARTEL TAZMİNATI DAVASI

I. GİRİŞ:

Ülkemizde tüketici hakem heyetlerinin ve tüketici mahkemelerinin kurulmasından sonra tüketici hukuku ile ilgili dava ve işler hukukumuzun en önemli konu başlıkları haline gelmiştir. Son bir kaç aydır tüketici hukukunda yeni bir dava türü ortaya çıkmıştır. Kartel tazminatı davası olarak isimlendirilen bu dava türünün incelemesini bu makalemizde yapacağız.

II. KARTEL NEDİR?

Rekabeti Sınırlayıcı anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar ile Hakim Durumun Kötüye Kullanılması Halinde Verilecek Para Cezalarına İlişkin Yönetmeliğin 3/ç maddesine göre kartel:

Fiyat tespiti, müşterilerin, sağlayıcıların, bölgelerin ya da ticaret kanallarının paylaşılması, arz miktarının kısıtlanması veya kotalar konması, ihalelerde danışıklı hareket konularında, rakipler arasında gerçekleşen rekabeti sınırlayıcı anlaşma ve/veya uyumlu eylemleri ifade eder.”

Daha kısa ve öz ifade etmek gerekirse birden fazla ticari oluşumun belli bir ticari alanda fiyat belirlemesi ve bu fiyat anlaşmasını tüketicinin aleyhine olarak sürekli olarak devam ettirmesi de diyebiliriz.

III. BANKACILIK ALANINDA KARTEL ANLAŞMASI YAPILAN KONULAR:

Rekabet Kurulu Türkiye’de 12 bankanın mevduat, kamu mevduatı, kredi ve kredi kartı hizmetleri konusunda kartel anlaşması yaptıklarını tespit etmiş ve bu bankalar aleyhine 08.03.2013 tarihinde 13-13/198-100 sayılı dosyasından karar vermiştir. Kredi türlerinden konut kredileri, ihtiyaç kredileri ve taşıt kredileri bu kapsamda kartel anlaşması içinde yer almaktadır.

Rekabet Kurulu verdiği kararda 12 bankanın 21.08.2007 ile 22.09.2011 tarihleri arasında kartel anlaşması yaptıklarını tespit etmiştir.

IV. YARGISAL SÜREÇ:

On iki banka aleyhlerinde verilen karara karşı önce Ankara İdare Mahkemesi’nde iptal davası açmış, bu davanın reddinden sonra kararı temyiz etmişlerdir. Temyiz sonucunda Danıştay Ankara İdare Mahkemesi’nin kararını haklı bularak temyiz taleplerini reddetmiş ve kararı onamıştır. Böylece tüketiciler tarafından adli yargıda 12 bankaya karşı tazminat davası açılmasının yolu açılmıştır.

V. KARTEL TAZMİNATI DAVASININ HUKUKİ DAYANAĞI:

Kartel tazminatı davasının hukuki dayanağı 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun 57 ve 58’inci maddeleridir. 4054 sayılı kanunun “Tazminat Hakkı” başlıklı 57’inci maddesi;

Her kim bu Kanuna aykırı olan eylem, karar, sözleşme veya anlaşma ile rekabeti engeller, bozar ya da kısıtlarsa yahut belirli bir mal veya hizmet piyasasındaki hakim durumunu kötüye kullanırsa, bundan zarar görenlerin her türlü zararını tazmine mecburdur. Zararın oluşması birden fazla kişinin davranışları sonucu ortaya çıkmış ise bunlar zarardan müteselsilen sorumludur.”

hükmünü içermektedir.

Aynı yasanın “Zararın Tazmini” başlıklı 58’inci maddesi de;

Rekabetin engellenmesi, bozulması veya kısıtlanması sonucu bundan zarar görenler, ödedikleri bedelle, rekabet sınırlanmasaydı ödemekte olacakları bedel arasındaki farkı zarar olarak talep edebilirler. Rekabetin sınırlanmasından etkilenen rakip teşebbüsler, bütün zararlarının tazminini rekabeti sınırlayan teşebbüs ya da teşebbüslerden talep edebilir. Zararın belirlenmesinde, zarar gören teşebbüslerin elde etmeyi umdukları bütün karlar, geçmiş yıllara ait bilançolar da dikkate alınarak hesaplanır.

Ortaya çıkan zarar, tarafların anlaşması ya da kararı veya ağır ihmalinin olduğu hallerden kaynaklanmaktaysa, hakim, zarar görenlerin talebi üzerine, uğranılan maddi zararın ya da zarara neden olanların elde ettiği veya elde etmesi muhtemel olan karların üç katı oranında tazminata hükmedebilir.”

hükmünü içermektedir.

Dolayısıyla 4054 sayılı yasa gerek kartel tazminatı davası için gerekse tazminat hükmü için yasal dayanak oluşturmaktadır.

VI. KARTEL TAZMİNATI DAVASI AÇABİLECEK OLANLAR:

Rekabet Kurulu verdiği kararda 12 bankanın 21.08.2007 ile 22.09.2011 tarihleri arasında kartel anlaşması yaptıklarını tespit etmiştir. Bu tarihler arasında kartel anlaşması yaptığı tespit edilen on iki bankadan kredi kullanan kişiler davacı olarak dava açabileceklerdir.

VII. DAVALI:

Açılacak davada on iki bankanın tamamı ya da davacının kredi kullandığı banka ile uyumlu eylem birliği içinde olan bankalar davalı olarak gösterilebilir.

VIII. GÖREVLİ MAHKEME:

Görev kullanılan kredinin niteliğine göre değişkenlik göstermektedir. Kullanılan kredi tüketici kredisi ve kullanan keşi de tüketici sıfatına sahipse 6502 sayılı kanun hükmü uyarınca tüketici mahkemeleri görevlidir.

Kullanılan kredi ticari nitelikte ise ve kullanan kişi de tacir ise bu durumda görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesidir.

Krediyi kullanan kişi kamu tüzel kişiliği ise hem tacir hem de tüketici olması mümkün olmadığından görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi olacaktır. Bu nedenle davayı açacak olan kişinin kullandığı kredinin türünü dikkate alarak davasını açmasında fayda vardır.

Görev kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkemelerde önlerine gelen kartel faizi davalarında görevli olup olmadıklarını bu ölçütlere göre belirleyeceklerdir.

IX. YETKİLİ MAHKEME:

Her üç mahkeme açısından da yetkili mahkemenin belirlenmesi davanın dayandırıldığı esasa göre belirlenecektir. Dava haksız fiil sorumluluğu esasına dayandırıldıysa haksız fiilini işlendiği yer mahkemesi ya da zararın meydana geldiği ya da gelme olasılığının bulunduğu yer mahkemesi ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Ayrıca 6502 sayılı yasa m. 73/V hükmü uyarınca tüketicinin bulunduğu yer mahkemesi de yetkilidir.

Dava sözleşmenin ihlali esasına dayandırılacaksa sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesi de ve genel yetki olarak da davalı şubenin bulunduğu yer mahkemesi de yetkilidir.

X. DAVA HARCI VE YARGILAMA GİDERLERİ:

Kartel tazminatı davaları eğer tüketici mahkemesinde görülecekse dava harçtan muaftır. Asliye hukuk ya da asliye ticaret mahkemesinde görülecekse dava değerine göre nispi harca bağlıdır. Harcın dışında ki tebligat, bilirkişi ücreti ve diğer yargılama giderlerinden ise davanın başında davacı tarafından yatırılması zorunludur.

XI. DAVANIN ESASI:

Açılacak olan davada krediyi kullanan kişi kartel anlaşması nedeniyle daha fazla faiz ödemiş olmasından ötürü meydana gelen zararını ve bu zararı aynı zamanda davalı bankalar tarafından kâr niteliğinde olduğundan bu zararının üç katı tutarında tazminat talep edecektir. Yasa koyucu üç kat tazminat konusunda hakime takdir hakkı vermemiş ve zararın tespit edilmesi durumunda üç kat tazminatın tamamının hükmedilmesini yasal koşul haline getirmiştir.

Davanın esasını krediyi kullanan tüketicinin zarar görmüş olması oluşturduğundan zararın tespiti için bilirkişi incelemesi yapılması gerekmektedir. Bilirkişi incelemesinde dört yöntem uygulanabilecektir.

  1. Kartel anlaşmasından önceki durum ile kartel anlaşmasının yapılmasından sonraki durumun karşılaştırılması,
  2. Türkiye dışındaki Türkiye ile benzer özellikler gösteren bir pazarın fiyatlarının karşılaştırılması,
  3. Kartel anlaşması yapan bankaların dışında bu anlaşmaya katılmayan bankaların fiyatlarının dikkate alınması,
  4. Bankacılık alanının olası kârlılığına göre olası zararların hesaplanması
Bu yöntemler sırasıyla uygulanarak davacının kartel anlaşmasından kaynaklanmış bir zararı olup olmadığı tespit edilecektir. Bilirkişi seçimi ise 6100 sayılı HMK hükümlerine ve yeni yürürlüğe giren Bilirkişilik Kanunu hükümlerine göre yapılacaktır. Bilirkişi listelerinde seçilecek olan bilirkişinin rekabet hukuku uzmanı ya da bankacılık uzmanı olmasında fayda vardır. Her ikisi birden seçilerek bilirkişi heyeti de oluşturulabilir.

XII. YARGILAMA YÖNTEMİ:

Dava tüketici tarafından tüketici mahkemesinde açılmışsa basit yargılama yöntemine bağlıdır. Ancak asliye hukuk ya da asliye ticaret mahkemesinde açılmışsa yazılı yargılama yöntemine bağlıdır.

XIII. DAVA ZAMANAŞIMI SÜRESİ:

4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun bu tür davalarda zamanaşımı süresi belirlememiştir. Bu nedenle zamanaşımı konusunda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu uygulanacaktır. Dava haksız fiil sorumluluğuna dayandırılarak açılmışsa 6098 sayılı TBK m. 72’ye göre haksız fiillerde zararın öğrenildiği tarihten itibaren iki yıl ve fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren ise 10 yıllık zamanaşımı geçerlidir. Dava sözleşmeye aykırılığa dayandırılmışsa bu durumda zamanaşımı süresi 6098 sayılı TBK m. 146’ya göre 10 yıl olarak uygulanacaktır.

18 Mart, 2017

KİŞİSEL NÜFUS DAVALARI VE DİKKAT EDİLECEK GENEL KONULAR


KİŞİSEL NÜFUS DAVALARI VE DİKKAT EDİLECEK GENEL KONULAR

I. GİRİŞ:

Ülkemizin Osmanlı dönemine dayanan bir nüfus sistemi olmasına ve Cumhuriyet’in ilanından sonra da nüfus konusu üzerinde titizlikle durulmasına karşın en çok karşılaştığımız dava türlerinden biri de nüfus davalarıdır. Nüfus davaları kendi içinde kişisel nüfus davaları ve kamusal nüfus davaları olarak ikiye ayrılmakta olup bu makalemizde kişisel nüfus davalarını inceleyeceğiz.

II. KİŞİSEL NÜFUS DAVASI NEDİR:

Kişisel nüfus davası kişinin nüfustaki bir kaydının, ad, soyad, anne ve baba adı gibi kişisel kayıtlarının kendi isteği tarafından değiştirilmek üzere açtığı davalardır. Dolayısıyla bu davaların takibinde kamusal bir zorunluluk bulunmamaktadır.

III. DAVACI VE DAVALI:

Kişisel nüfus davalarında davacı kişinin kendisidir. Bu davaları kişinin velisi ya da yasal temsilcisi de açabilir. Davalı ise nüfus idaresidir. Bunun dışında nüfus davasının başka ilgilileri de varsa onlar da davalı olacaktır. Bu ilgililer menfaat çatışmasına göre belirlenirler. Örneğin, anne adının değiştirilmesi ve kişinin başka bir kadının çocuğu olarak nüfusa kaydının yapılmak istenmesi durumunda nüfusuna kaydedilmek istenen kişi ile ve onun diğer çocuklarıyla menfaat çatışması içinde olacağından her birinin davalı olarak gösterilmesi gerekir. Bunların dışında daha önceleri Cumhuriyet Savcıları da duruşmada hazır bulunmaktaydılar. Ancak bu uygulama kaldırılmıştır.

IV. GÖREVLİ MAHKEME:

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36’ıncı maddesine göre nüfus kaydının iptali ya da düzeltilmesi davalarında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir. Aile hukuku ile ilgili davalarsa aile mahkemelerinde görülür.

V. YETKİLİ MAHKEME:

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36’ıncı maddesine göre nüfus kaydının iptali ya da düzeltilmesi davalarında yetkili mahkeme kaydın iptalini ya da düzeltilmesini isteyen kişinin yerleşim yeri adresinin bulunduğu yer mahkemesidir. Ancak bu yetki kanunda “kesin yetki” olarak düzenlenmemiştir. Bu nedenle yetkisiz mahkemede dava açılması durumunda yetkisizlik itirazında bulunulmadığında mahkemenin kendiliğinden yetkisizlik kararı verebilmesi mümkün değildir.

VI. HARÇ:

Kişisel nüfus davalarında davacı maktu harca tabidir. Ancak davalı nüfus idaresi harçtan muaftır. Bu nedenle dava sonunda dava davacının talebine uygun şekilde karara bağlansa bile davalı nüfus idaresi aleyhine yargılama giderlerine hükmedilmez.

VII. YARGILAMA YÖNTEMİ:

Kişisel nüfus davaları basit yargılama usulüne bağlıdır. Dolayısıyla karşı cevap ve ikinci cevap dilekçesi hakkı bulunmamaktadır. Yine dosyanın HMK m. 150’ye göre işlemden kaldırılmasından sonra yenilenmesi durumunda tekrar işlemden kaldırılması durumunda dava açılmamış sayılır.

VIII. KİŞİSEL NÜFUS DAVALARININ AÇILMA NEDENLERİ:

Kişisel nüfus davaları çok değişik nedenlerden ötürü açılabilmektedir. Bunların başında; adın ve soyadın yanlış yazılmış olması, adın ya da soyadı gülünç ve alay konusu olması, ad ve soyadın başka kelimelerle karıştırılmaya uygun olması, (Fırtana – Fırtına gibi) baba adının yanlış yazılması, doğum tarihinin yanlış yazılması, aynı kişi hakkında birden çok nüfus kaydının bulunması, kişi bekar olduğu halde evli olarak yazılması, gerçekte sağ olan kişinin nüfus kaydının ölü olarak yazılmış olması, kişinin cinsiyetinin yanlış yazılması gelmektedir.

IX. KİŞİSEL NÜFUS DAVALARI İLE KAMUSAL NÜFUS DAVALARI ARASINDAKİ FARKLAR:

Yargılama 6100 sayılı HMK hükümlerine göre yapılacaktır. Kişisel nüfus davalarının kamusal nüfus davalarından ön önemli usul hukuku farkı kişinin çağrıldığı ilk duruşmaya gelmeyip davasını takip etmemesi durumunda HMK m. 150’ye göre dosyanın işlemden kaldırılacak olmasıdır. Müracaata bırakma olarak bilinen bu durumun gerçekleşmesi durumunda davacı bir ay içinde harç ödemeden, üç ay içinde de harç ödeyerek davasını yeniden işleme koydurabilir. Üç ay içinde davasını yenilemediği takdirde davası açılmamış sayılır. Bu nedenle kişisel nüfus davası açacak olanlar davalarını kendileri takip edemeyeceklerse eğer mutlaka bir avukata vekâlet vermelerinde yarar vardır.

İkinci önemli fark ise yargılama giderleri konusundadır. Kamusal nüfus davalarında yargılama aşamasındaki giderler Cumhuriyet Başsavcılığı ödeneğinden karşılanır ancak kişisel nüfus davlarında ki bütün masraflar davacı tarafından karşılanır. Davacının adli yardım ve adli müzaheret isteme hakkı bulunmaktadır.

X. DELİL TOPLAMA SERBESTİSİ:

Kişisel nüfus davalarında delil toplama serbestisi geçerlidir. Asliye hukuk hakimi konu ile ilgili gerek gördüğü delilleri kendisi kendiliğinden araştırabilir. Bu davalarda tanık deliline başvurulabilir. Tanık listesi verildikten sonra ikinci bir tanık listesi de verilebilir. İkinci tanık listesi verilmesine izin verilmesi nüfus kaydının tutulmasının kamu düzeni gereği olması nedeniyle mutlaka doğru şekilde düzeltilmesinin sağlanması içindir.

XI. YARGI YOLU:

Kişisel nüfus davalarında verilen kararlar yargı yolu olarak istinaf mahkemelerinin denetimine bağlıdır. Buna göre verilen kararlara karşı iki hafta içinde mahkemenin bağlı bulunduğu istinaf mahkemesine itiraz başvurusunda bulunulabilinir.

XII. İLAN:

Bütün nüfus davalarında verilen kararın hüküm fıkrası ilan edilir. Özellikle ad ve soyad değişikliği davalarında bu konu önemlidir. İlan verilen kararların üçüncü kişiler nezdinde geçerli olmasını sağlayacaktır. İlan masrafı da davacıdan alınır.

XIII. MAHKEME KARARININ YERİNE GETİRİLMESİ:

Bütün nüfus davaları kesinleşmeden itibaren 10 gün içinde kararı veren mahkeme yazı işleri müdürü tarafından o yer nüfus müdürlüğüne gönderilir. Nüfus müdürlüğü karara konu değişikliği kendisi nüfus kayıtlarına işler.