25 Aralık, 2017

KAMULAŞTIRMA VE KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA DAVALARINDA KEŞİF ÖNCESİ YAPILMASI GEREKEN İŞLEMLER


KAMULAŞTIRMA VE KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA DAVALARINDA
KEŞİF ÖNCESİ YAPILMASI GEREKEN İŞLEMLER

I. GİRİŞ:

Ülkemizde kamu yatırımlarının fazlalığı kamulaştırma işlemlerinin de yaygın olarak yapılmasına neden olmaktadır. Her kamulaştırma işlemi ne yazık ki idare ve vatandaş arasında uzlaşma ile çözüme kavuşturulamamakta ve konu mahkemeye intikal etmektedir. Gerek Yargıtay gerekse son dönemde Bölge Adliye Mahkemeleri kamulaştırma davalarında bedel tespitlerinin hakkaniyete uygun yapılabilmesi için bir takım nesnel ölçütler belirleme gayreti içerisindedir. Bu makalemizde bu nesnel ölçütlere ilişkin olarak bir değerlendirme yapacağız.

II. KAMULAŞTIRMA YAPILACAK TAŞINMAZIN DEĞERİNİN TESPİTİ ESASLARI:

Öncelikle kamulaştırma bedeli tespiti yapılacak taşınmazın tapu kayıtları getirtilip tamamen incelenmelidir. Bu yapıldıktan sonra kamulaştırma yapılacak taşınmazın yakınında bulunan ve emsal oluşturabilecek durumda olan başka taşınmazların da tedavülle tabu kayıtları getirtilmeli ve incelenmelidir. Değer tespitine emsal alınabilmesi için kamulaştırma kararı verilen taşınmazın yakınında bulunan emsal taşınmazların emsal satışa ilişkin akit tablosunun gönderilmesi için Tapu sicil Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına karar verilmeli ve yazı cevabı da beklenilmelidir.

Tapu müdürlüğünden istenecek bir diğer bilgi ve belge ise taşınmazın imar durumu ile ilgili bilgilerdir. Dava konusu taşınmaz ile emsal alınan taşınmazların satış tarihinde fiili imar uygulaması sonucunda oluşmuş parseller mi yoksa imar planına dahil olmakla birlikte olduğu gibi bırakılan kadastro parselleri mi olduğunun ilgili belediyeden ve ilgili tapu sicil müdürlüğünden sorulması gerekmektedir.

Bu bilgi ve belgeler geldikten sonra kamulaştırma yapılacak taşınmazın değerinin tespiti için taşınmazın ve emsal alınan taşınmazların arsa m2 rayiç bedeli ve emlak vergisine esas olan m2 değerinin ilgili belediyeden müzekkere yazılarak istenmesi gerekmektedir.

Bu yazı cevabı da geldikten sonra keşif kararı verilmeli ve keşfe gidildikten sonra keşfe katılan bilirkişilerden gelen bu yazı cevaplarını da dikkate alarak bir rapor hazırlamaları istenilmelidir.

III. KAMULAŞTIRMA DAVALARINDA İSTENECEK BELGELERLE İLGİLİ ARA KARAR ÖRNEĞİ:

T.C.
SALİHLİ
3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TENSİP TUTANAĞI

ESAS NO :

HAKİM : Bülent Nuri KURDOĞLU
KATİP :
DAVACI : MANİSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLLERİ :
DAVA : Kamulaştırma (Bedel Tespiti Ve Tescil)
DAVA TARİHİ: 14/11/2017

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

1- Salihli İlçesi, (...) Mahallesi 6 pafta 1022 parsel, 3635 ada 4 parsel, 10 pafta 1044 parsel sayılı taşınmazlar emsal olarak alınmak suretiyle dava konusu (...) Mahallesi 1047 parsel sayılı taşınmazın ve emsal alınan taşınmazların arsa m2 rayiç bedeli ve emlak vergisine esas olan m2 değerinin Salihli Belediyesine müzekkere yazılarak istenmesine,

2- Dava konusu 1047 parsel sayılı taşınmazın ve yukarıda emsal alınan taşınmazların arsa m2 rayiç bedeli ve emlak vergisine esas olan m2 değerinin tespit edilmesi için Salihli Belediyesine müzekkere yazılmasına,

3- Dava konusu 104 parsel ve emsal alınan parseller (satış tarihinde) fiili imar uygulaması sonucunda oluşmuş parseller mi yoksa imar planına dahil olmakla birlikte olduğu gibi bırakılan kadastro parselleri mi olduğunun Salihli Belediyesine ve Salihli Tapu sicil Müdürlüğünden sorulmasına,

4- Emsal taşınmazların tedavülle tapu kaydı emsal satışa ilişkin akit tablosunun gönderilmesi için Tapu sicil Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına,

5- Bu nedenle duruşmanın 12/01/2018 günü saat 09:55’e bırakılmasına tensiben karar verildi. 21/11/2017

19 Aralık, 2017

KESİNLEŞMİŞ GEZİCİ KADASTRO MAHKEMESİ KARARLARININ KESİN HÜKÜM DEĞERLENDİRMESİ


KESİNLEŞMİŞ GEZİCİ KADASTRO MAHKEMESİ KARARLARININ
KESİN HÜKÜM DEĞERLENDİRMESİ

I. GİRİŞ:

Ülkemizde 1950’li yıllarda gezici kadastro mahkemeleri kurulmuş ve bu mahkemeler yoluyla orman kadastrosu çalışmaları yürütülmüştür. Bu çalışmalar sonucunda tespitlerde bulunulmuş ve bazı taşınmazlar orman olarak bazı taşınmazlar ise özel mülk olarak tespit görmüştür. Günümüzde ise Orman Bakanlığı özel mülk olarak tespit gören taşınmazların aslen orman oldukları gerekçesiyle asliye hukuk mahkemelerinde tekrar dava açmakta ve bu taşınmazların orman olarak tespitine karar verilmesini talep etmektedir. Haklı olarak davalı taraf da gezici kadastro mahkemelerinin verdiği kararlara dayanarak kesin hüküm itirazında bulunmaktadır. Bu makalemizde gezici kadastro mahkemelerinin verdiği kararların kesin hüküm olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini tartışacağız.

II. GEZİCİ KADASTRO MAHKEMESİ KARARLARI:

Ülkemizin içinde bulunduğu olanaksızlıklar ve coğrafyanın elverişsizlikleri nedeniyle kadastro işlemlerinin tamamlanabilmesi için gezici kadastro mahkemeleri bir çözüm olarak düşünülmüş ve uygulamaya konulmuştur. Ancak bu mahkemelerin görev yaptığı dönem içerisinde kararlar tamamen taraf ve tanık beyanlarına, kısmen de keşif esnasındaki hakimin gözlemlerine dayanılarak verilmiştir. Bu mahkemelerin görev yaptığı dönemde bugünkü olanaklar ve ormanlar hakkında bilimsel bilgi ile donanımlı orman ve ziraat mühendislerinden oluşan bilirkişilerden yardım alabilme olanağı bulunmamaktaydı. Ayrıca teknik aletlerle ölçüm yapabilme olanağına sahip fen bilirkişileri de yoktu. Bu yokluklar içerisinde verilen kararlar şekli açıdan kesinleşmiş olsa da esasında yeniden incelemeyi gerektirecek derecede önemli eksiklikler ve hatalar barındırmaktadır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için gezici kadastro mahkemesi kararlarından bir örneği aşağıya alıntıladık.

T.C.
Gördes Gezici Arazi
Kadastro Mahkemesi

KARAR

SAYI
Esas : 956/1285
Karar: 957/644

Davacı : Gördes Orman İşletmesi
Davalı : Gördesin Kulalı Köyünden Şerif oğlu (...)
Dava : Tespite itiraz
Parsel No : 15
Karar Tarihi: 27.03.957

DAVANIN ÖZETİ: Gördesin Borlu Nahiyesine bağlı Kulalı Köyünde davalı (...) adına 15 numaralı parsel olarak tespit edilen 48880 m2 parselin tespitine davacı Gördes Orman İşletmesince palamut meşesi ormanı olduğu iddiasıyla itiraz edilmesinden ibarettir.

DURUŞMANIN ÖZETİ: Davacı idare vekili Avukat (...) 6831 sayılı kanunla Orman Kanununun tadili üzerine mahkemeye müracaatla dava mevzuu parselin palamutlu saha bulunması ve sahipli olması sebebiyle 6831 sayılı Orman Kanununun 1’inci maddesinin H fıkrası şümulüne giren yerlerden olduğundan bahisle davalı adına tesciline mani bir sebep bulunmadığını ikrar etti.

KARAR: Dava mevzuu 15 numaralı parsele sadece palamut meşesi ormanıdır diyerek davacı orman idaresince itiraz edilmiş olup davacı idare avukatı da bu yerin orman merhumuna girmediğini ikrar etmiş olduğundan davacı idarenin itirazının reddi ile tespit veçhile tesciline temyizi kabil olmak üzere verilen kararın davacı vekilinin yüzüne karşı davalının gıyabında alenen ve usulen tefhim kılındı. 27.03.957

Görüldüğü üzere karara konu taşınmaz üzerinde keşif yapılmamış, orman, ziraat ve fen bilirkişilerinden oluşan bir bilirkişi heyetine rapor hazırlatılmamış, taşınmazın eski tarihli hava fotoğrafları getirtilmemiş, bitki örtüsü, toprağın niteliği ve taşınmazın eğimi değerlendirilmemiş hatta tanık bile dinlenmemiş, sadece davacının beyanı ile yetinilmiş. Bu karar usul hukuku yönünden şeklen kesin hüküm niteliğini kazanmış olsa da karara konu taşınmazın niteliğinin belirlenmesi açısından daha kapsamlı bir incelemeye ihtiyaç gösterdiği açıkça ortadadır.

III. YARGITAY’IN GÖRÜŞÜ:

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tam metnini aşağıya alıntıladığımız kararında gezici kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararına karşın inceleme yapan mahkemenin inceleme yapmasına ve hüküm kurmasına her hangi bir itirazda bulunmamakta tam tersine yaptığı incelemenin eksikliklerini tespit ederek bozma gerekçesi oluşturmaktadır. Dolayısıyla Yargıtay gezici kadastro mahkemesi kararını kesin hüküm olarak değerlendirmek yerine davanın esasına yönelik olarak incelemeye geçilmesini kabul etmektedir.

IV. YARGITAY KARARI:

T.C.
YARGITAY 20. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2014/2227
KARAR NO : 2014/5452
TARİH : 13.05.2014

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne, duruşma isteminin giderden reddine karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR:

Davacılar vekili, 08.01.2009 tarihli dilekçesinde özetle; davacılara ait Dörtler Köyü 141, 146 ve 152 parsel sayılı taşınmazların tamamının; 110, 145 ve 148 sayılı parsellerin ise bir kısmının 1998 yılında yapılan orman kadastrosu sırasında orman sınırları içine alındığını bildirerek, sınırlamanın iptalini istemiştir.

Mahkemece, taşınmazların orman sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 6831 sayılı Kanunun 11. maddesine göre 10 yıllık süre içinde açılan orman kadastrosuna itiraz niteliğindedir.

Çekişmeli taşınmazların bulunduğu yerde, 10.07.1998 tarihinde ilân edilen orman kadastrosu, 1955 yılında yapılan genel arazi kadastrosu, 13.03.2012 tarihinde kesinleşen pafta yenileme çalışması vardır.

Kadastro sırasında çekişmeli 110 parsel (yeni 384 ada 10) 8570 m2; 141 parsel (299 ada 1) 6160 m2; 145 parsel (301 ada 2) 6360 m2; 152 parsel (298 ada 1) 980 m2; 146 parsel (300 ada2 ) 6940 m2; 148 parsel (300 ada 1) 21000 m2 yüz ölçümüyle belgesizden Ali Önder adına tespit edilmiş; 141 parsel hakkında Orman Yönetimi ve Hazinenin Ali Önder aleyhine açtığı kadastro tespitine itiraz davası Karaisali Gezici Arazi Kadastro Mahkemesinin 1955/1036-1070 sayılı kararıyla feragatten reddedilerek kesinleşmiş; 148 parsel hakkında da Hazinenin açtığı dava, aynı mahkemenin 1956/441-246 sayılı kararıyla reddedilerek kesinleşmiş ve tamamı tapuya tescil edilmiştir.

Mahkemece, çekişmeli taşınmazların orman sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de, yapılan inceleme ve araştırma hükme yeterli değildir. Şöyle ki; 03.06.2010 tarihli keşif sonunda hazırlanan orman bilirkişi raporunda; çekişmeli taşınmazların eski tarihli resmî belgelerde kısmen açık ve kısmen yeşil renkli alanda kaldığı açıklanarak bu bölümler tek tek krokide gösterilmiş; eğimlerinin % 8 ile 16 olduğu belirtilmiş; 01.10.2013 tarihli keşif sonucu hazırlanan uzman bilirkişi kurulu raporunda ise yine birinci raporda olduğu gibi, kısmen orman alanında ve kısmen açık alanda iseler de, üzerlerindeki ağaçların 20-25 yaşlarında olması ve tapulu olmaları nedeniyle, 6831 sayılı Kanunun 1/F ve 1/G maddeleri gereğince orman sayılmayan yerlerden oldukları açıklanmış, taşınmazların eski tarihli hava fotoğrafındaki konumları gösterilmemiş, ziraat uzmanından rapor alınmamıştır. 6831 sayılı Kanunun 1/F maddesi "orman sınırları içinde veya bitişiğinde tapulu, orman sınırları dışında ise her türlü tasarruf belgeleriyle özel mülkiyette bulunan ve tarım arazisi olarak kullanılan, dağınık veya yer yer küme ve sıra halindeki her nevi ağaç ve ağaçcıklarla örtülü yerler" 1/G maddesi ise "orman sınırları dışında olup, yüz ölçümü üç hektarı aşmayan sahipli arazideki her nevi ağaç ve ağaçcıklarla örtülü yerler orman sayılmaz." hükmünü içermekteyse de; Kanunun 1/F ve G fıkralarında sözü edilen sahipli araziden tapulu olan taşınmazların kastedildiği, çekişmeli taşınmazların tespit tutanaklarının tapu kaydına dayanılarak düzenlenmediği anlaşılmaktadır. Bundan ayrı çekişmeli taşınmazların Kırıklı - Dörtler Muhafaza Ormanı ismi ile devamlı (sürekli) muhafaza ormanı olarak ayrılıp ayrılmadıkları, Kırıklı - Dörtler Muhafaza Ormanı haritasının içinde kalıp kalmadıkları yönünde araştırma yapılmamıştır. Bu durumda, taşınmazların öncesinin orman niteliğinin belirlenmesi yönünde yapılan araştırma yeterli ve kanaat verici değildir.

Çekişmeli taşınmazların bulunduğu yöreyi ilgilendiren Karaisalı, Dörtler, Kaşoba, Memişli, Pirili, Örcün Köylerindeki ormanları içine alan Kırıklı-Dörtler Muhafaza Ormanı haritasında gösterilen Doğusu; Seyhan Baraj Gölü, Batısı: Solbaş-Çatalan Yolu, Kuzeyi; Makam Sırtı - Cümbüşün Çiri Tepe - Bulgur Dağı - Kaşobo - Püren Dağı - Narlı Koca Tepe - Naipler Mahallesi - Çatalan Yolu, Güneyi; Seyhan Baraj Gölü - Çakıt Çayı ile çevrili saha içindeki ormanların "Sürekli muhafaza ormanı olarak ayrıldığı", 13.08.1984 günlü Resmî Gazetede yayımlanan Muhafaza Ormanlarının Ayrılması ve İdaresi Hakkında Yönetmeliğin; "Sürekli Ayrılma" başlıklı 3. maddesi aynen;

Sürekli Ayrılma:

Madde 3- Bir ormanın, maki ve fundalığın veya sahipli yerin sürekli olarak muhafaza ormanına ayrılabilmesi için bu alanların:

a) Çığ, arazi kayması ve erozyon nedeni ile bir afetin oluşması muhtemel yerlerde bulunması,

b) Yerleşim merkezlerinin çevre sağlığını olumlu yönde etkilemesi,

c) Kara ve demir yolları ile yerleşim yerlerini toz ve kum fırtınalarına karşı korunması,

d) Baraj, göl ve nehir yataklarının dolmasını engellemesi,

e) Yurt savunması için korunmasının zorunlu görülmesi,

f) Muhafaza ormanlarının tamamlanması için bunlara eklenmesi lazım gelen sahipli yerlerden olması, esas ve şarttır.

Öncelik:

Madde 4- Bir ormanın, maki ve fundalığın veya sahipli yerin sürekli olarak muhafaza ormanına ayrılabilmesi için 3. maddedeki şartlardan en az birinin mevcudiyeti yeterlidir. Bu şartlardan hepsini veya birkaçını bünyesinde toplayan yerler muhafaza ormanına ayrılmada öncelik kazanır."

hükümlerinin bulunduğu,

Sürekli Muhafaza Ormanı olarak ayrılmaya ilişkin 23.11.2001 günlü raporda, yönetmelikte belirtilen koşullardan;

1) Seyhan Baraj Gölü kenarında ve Seyhan Barajının su toplama havzası içinde olma,

2) Halen Adana Büyükşehir Belediyesine yapılan içme suyu isale haltı projesinde yer alan ve inşaatı devam eden Doğu ve Batı su isale köprülerinin yapımı ile Büyükşehir Belediyesi mücavir alanına irtibatlandırılması nedeniyle ormana olan baskının azaltılması,

3) Seyhan Baraj Gölünün ve nehrin dolmasının engellenmesi,

4) Su korunma alanı olarak planlamaya konu edilen ve muhafaza ormanı içinde kalan ormanların çevre sağlığının iyileştirilmesine ve sürdürülebilirliğine daha etkin katkıda bulunması amacıyla 6831 sayılı Kanunun 23. maddesi gereğince Kırıklı - Dörtler Muhafaza Ormanı ismi ile Devamlı (sürekli) Muhafaza Ormanı olarak ayrılmasının gerektiği”nin bildirildiği ve 23.11.2001 günlü bu raporun, Orman Genel Müdürlüğünün 23.01.2002 günlü teklifi ile Bakanlık Makamına sunularak, Orman Bakanlığının 31.02.2002 gün ve 1 sayılı oluru ile kabul edildiği, Devamlı (sürekli) Muhafaza Ormanına ayırma olgusunun kesinleştiği ve yukarıda isimleri yazılı köyler ile komşu köylerin tümünde ilân edildiği, muhafaza ormanına ayırmaya ilişkin 23.11.2001 günlü raporun 3/5. maddesinde "Muhafaza ormanı içerisinde münferit ve dağınık halde bulunan ve muhafaza ormanı bütünlüğünü bozan, özel şahıs arazileri kamulaştırılmalı, Hazine arazileri ise ağaçlandırılmak üzere tahsisi talep edilmelidir" şeklinde bilimsel açıklamalarda bulunulduğu, 6831 sayılı Kanunun 3, 4, 23 ve 25. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde muhafaza ormanları ile milli parkların aynı hukukî konumda oldukları HGK'nun milli parklar konusunda oy birliği ile verdiği 09.11.1988 gün ve 1988/8-542-893 sayılı kararında açıklandığı gibi, "Orman rejimine alınan bu tür yerler için sonradan tapu alınamayacağının" kabul edildiği, milli park ve muhafaza ormanı olarak ayrılma işleminin başlı başına orman rejimi ve ayırma olarak kabul edilmesi gerektiğinden tapuda kaydı bulunmayan taşınmazların kesinleşen orman sınırı dışında bırakılmış olsa dahi "Orman niteliğinin devamı" başlıklı 1984 tarihli yönetmeliğin 38 ve 1986 tarihli yönetmeliğin 31 ve son olarak çıkartılan ve 15.07.2004 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Orman Kadastro Yönetmeliğinin 34. maddesinde "6831 sayılı Orman Kanununun 1. maddesine göre, orman sayılan yerlerdeki; yanan orman alanları, muhafaza ormanları, milli parklar, izin ve irtifak hakkı tesis edilen ormanlar, orman olarak kamulaştırılan ve orman rejimi içine alınan yerler, orman sayılan yerlerden olma özelliğini korurlar." hükümleri gereğince orman sayılacağı gözetilerek, mahkemece en eski tarihli memleket haritası ile hava fotoğrafları ve varsa amenajman planı getirtilip, önceki bilirkişiler dışında halen Çevre ve Orman Bakanlığı (Orman ve Su İşleri Bakanlığı) ve bağlı birimlerinde görev yapmayan bu konuda uzman serbest orman mühendisleri arasından seçilecek üç orman yüksek mühendisi, bir harita mühendisi bulunamaması halinde bir fen elemanı ve ziraat uzmanı yardımıyla yeniden yapılacak keşifte, çekişmeli taşınmazlar ile birlikte çevre araziye de uygulanmak suretiyle taşınmazların öncesinin bu belgelerde ne şekilde nitelendirildiği belirlenmeli; 3116, 4785 ve 5658 sayılı kanunlar karşısındaki durumları saptanmalı; yöreye ait en eski tarihli hava fotoğrafları kadastro paftası ile çakıştırılıp stereoskop aletiyle incelenerek, çekişmeli taşınmazların üzerinde neler gözüktüğü belirlenmeli, münhanili kadastro paftasından, memleket haritası, halihazır harita ve topografik haritalardan da yararlanılmak suretiyle çekişmeli yerlerin gerçek eğimi belirlenmeli, kadastro paftası ölçeği ile Kırıklı - Dörtler Sürekli Muhafaza Ormanı haritası ve ölçekleri eşitlenerek, taşınmazların Kırıklı - Dörtler Muhafaza Ormanı sınırları içinde kalıp kalmadıkları yönünde ayrı renklerle işaretli ve bilirkişilerin onayını taşıyan ortak krokili rapor alınmalı, bitki örtüsü, ağaçların cinsi, sayısı, orman ağaçlarının toplu mu dağınık mı bulundukları konusunda ziraat mühendisine inceleme yaptırılmalı, taşınmazlar yöreye ait en eski (1953) tarihli hava fotoğrafında yeşil renkli orman alanında görünüyorsa, o tarihte tapulu olmadıklarından 6831 sayılı Kanunun 1/F ve G fıkralarının uygulanma olanağı bulunup bulunmadığı, 141 sayılı parsel yönünden kesin hüküm koşullarının oluşup oluşmadığı tartışılmalı, bundan sonra elde edilecek delillere göre karar verilmelidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 13/05/2014 günü oy birliği ile karar verildi.

16 Kasım, 2017

MİRASIN HÜKMEN REDDİ DAVALARINDA ÖZEL YETKİ


MİRASIN HÜKMEN REDDİ DAVALARINDA ÖZEL YETKİ

I. GİRİŞ:

Bu makalemizde özel yetki gerektiren bir dava türü olan mirasın reddi davalarında özel yetki konusunun hukuki dayanağını ele alacağız.

II. BORÇLAR HUKUKUNA GÖRE ÖZEL YETKİ GEREKTİREN DURUMLAR:

Hukukumuzda vekâlet ilişkileri 6098 sayılı TBK’nda düzenlenmiştir. Vekâletin kapsamı da bu yasanın 504’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre vekil, özel olarak yetkili kılınmadıkça;

  1. Dava açamaz,
  2. Sulh olamaz,
  3. Hakeme başvuramaz,
  4. İflas, iflasın ertelenmesi ve konkordato talep edemez,
  5. Kambiyo taahhüdünde bulunamaz,
  6. Bağışlama yapamaz,
  7. Kefil olamaz,
  8. Taşınmazı devredemez ve bir hak ile sınırlandıramaz.
Bütün bunlar için vekilin vekâletnamesinde özel yetki olması gerekmektedir.

III. MİRASIN HÜKMEN REDDİ DAVALARINDA ÖZEL YETKİ:

Vekâletnamede özel yetki gerektiren bir diğer durum ise mirasın reddi ve mirasın hükmen reddi davalarıdır. Türk Medeni Kanununun Velayet, Vesayet Ve Miras Hükümlerinin Uygulanmasına İlişkin Tüzüğün 39/II maddesi Mirasçının mirası reddetmesi halinde, sulh hakimince düzenlenecek bir tutanakla reddeden mirasçının açık kimliği belirlenir ve ret beyanı mirası reddedene veya istem, bu konuda yetkisi olan vekil tarafından yapılmış ise vekiline imza ettirilip, hakim ve zabıt katibince imzalanır. Vekilin vekaletnamesi bu tutanağa eklenir.” hükmünü içermektedir.

Bu maddede geçen “istem, bu konuda yetkisi olan vekil tarafından yapılmış ise” ibaresi ile mirasın reddi işlemini yapan avukatın vekâletnamesinde özel yetki olması gerektiği tespit edilmiştir. Mirasın hükmen reddi davaları da bir tür mirasın reddi işlemi olduğundan mirasın reddi davasını açan avukatın vekâletnamesinde mirasın reddine ilişkin özel olarak yetki tanınmış olduğunun araştırılması gerekmektedir. Nitekim İzmir Bölge Adliye Mahkemesi mirasın hükmen reddi davalarında avukatların vekâletnamelerinde özel yetki bulunup bulunmadığına bakmakta ve özel yetki bulunmayan vekâletname ile açılmış olan mirasın hükmen reddi davalarında verilen ilk derece mahkemesi kararın kaldırmaktadır.

12 Eylül, 2017

KAMULAŞTIRMA DAVALARINDA DEPO KARARININ YERİNE GETİRİLMEMESİ


KAMULAŞTIRMA DAVALARINDA
DEPO KARARININ YERİNE GETİRİLMEMESİ

I. GİRİŞ:

Bu makalemizde kamulaştırma davalarında davacı idarenin mahkemenin verdiği depo kararını süresi içinde yerine getirmemesi durumunda yapılacak olan usul işlemlerini konu alacağız.

II. KAMULAŞTIRMA DAVALARINDA DEPO KARARI NEDİR?

Kamulaştırma davalarında mahkeme davanın açılmasından sonra hakkında kamulaştırma kararı alınan taşınmazda keşif yaparak bilirkişi heyetine dava konusu taşınmazın değeri ve niteliği hakkında bilirkişi raporu hazırlanması görevini verir. Hazırlanan bu bilirkişi raporu ile kamulaştırma kararı verilen taşınmazın değeri belirlenir. Daha sonra bu rapor davanın tarafları olan kamulaştırma kararını veren davacı idare ile taşınmazın sahibi olan davalıya tebliğe çıkartılarak görüşleri ve itirazları alınır. Yeniden rapor alınmasına gerek duyulmaz ya da yeniden rapor alınırsa son rapora göre mahkeme davayı sonuçlandırmak üzere davacı idareye bilirkişi raporunda belirlenen değerin mahkeme veznesine ya da belirlenen bir özel ya da kamu bankasında taşınmazın sahibi davalılar adına açılacak hesaba yatırılması için süre verir. İşte paranın yatırılması için verilen bu süre kamulaştırma hukukunda depo kararı olarak isimlendirilmektedir.

III. DEPO KARARININ YERİNE GETİRİLMESİNİN DAVANIN SONUCUNA ETKİSİ:

Depo kararı verilmeden ya da verilmiş bir depo kararı yerine getirilmeden kamulaştırma davasının sona ermesi ve dava konusu taşınmazın mülkiyetinin idare adına tesciline karar verilmesi hukuken mümkün değildir. Dolayısıyla depo kararının yerine getirilmesi kamulaştırma davalarının sonuçlanmasının bir koşuludur. Depo kararı yerine getirilmeden davanın sona ermesi dolayısıyla da vatandaş parasını almadan kamulaştırılan taşınmazın mülkiyetinin davacı idare adına tesciline karar verilmesi hukuken mümkün değildir.

IV. DEPO KARARININ YERİNE GETİRİLMEMESİ DURUMUNDA YAPILACAKLAR:

Depo kararının yerine getirilmesinde aksaklıklar çıkmaması için kamulaştırma kararı verilmeden önce kamulaştırma ile ilgili olarak bütçede para ayrılmış olması gerekmektedir. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3’üncü maddesine göre idarenin ödenek ayırma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu maddenin getirilme gerekçesi kamulaştırma işlemlerinin aksamadan yürütülmesi ve kamulaştırılacak taşınmazın sahibinin mağdur edilmemesidir.

Uygulamadan zaman zaman ayrılan ödeneğin yeterli gelmemesi nedeniyle mahkemelerin belirlediği kamulaştırma bedellerinin depo edilmesinde davacı idareler gecikmekte ya da depo kararını yerine getirmemektedirler. Her hangi bir gecikmenin mahkemenin vereceği karara olumsuz etki etmemesi için genelde ilk depo kararı kesin süre öngörülmeksizin verilmektedir. Dolayısıyla davacı idare paranın depo edilmesinde gecikme yaşarsa tekrar süre alarak depo kararını yerine getirme olanağına kavuşmaktadır.

Depo kararının yerine getirilmesi için verilen süre içinde yerine getirilmemesi durumunda mahkeme davacı idareye kesin süre vermek zorundadır. Kesin süre verilmesinin nedeni yargılamanın sürüncemede bırakılmasını önlemek içindir. Davacı idareye kesin süre verilmesine karşın davacı idare eğer depo kararını yerine getirmezse mahkeme davanın reddine karar vermek durumundadır. Bu takdirde kamulaştırma işleme tamamlanamaz ve dava konusu taşınmazın mülkiyeti davalı tarafta kalmaya devam eder.

V. KAMULAŞTIRMA DOSYASININ YARGITAY YA DA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİNDEN DÖNMESİNDEN SONRA VERİLEN DEPO KARARININ YERİNE GETİRİLMEMESİ DURUMUNDA YAPILACAKLAR:

Uygulamada sıkça karşılaşılan durumlardan biri de kamulaştırma davasının sonuçlanmasından sonra Yargıtay’a temyiz ya da Bölge Adliye Mahkemesi’ne istinaf incelemesine gitmesi durumunda bu yargı mercilerinden kararın bozulması ya da kaldırılması sonucunda dosyanın ilk derece mahkemesine geri gelmesi durumunda yeni depo kararının yerine getirilmemesidir.

Örneğin verilen kamulaştırma kararı özde iki temel hüküm içerir. Birincisi taşınmazın değerinin tespiti ve tespit edilen miktarın davalı taşınmaz sahibine ödenmesi ikincisi de dava konusu taşınmazın mülkiyetinin davacı idare adına tapuya tesciline karar verilmesi. Bunlardan birincisi kesin olmayan ikincisi ise kesin hüküm niteliğindedir. Dolayısıyla sadece değer tespiti yönünden temyiz ya da itiraz yoluna gidilebilir.

Kamulaştırma kararının verilmesinden sonra gidilen temyiz ya da itiraz yolunda kararın bozulması ya da kaldırılması sonucunda dosya ilk derece mahkemesine geri gelir. Bozma ya da kaldırma kararı sonucunda yeniden keşif ve değer tespiti yapılırsa ve dava konusu taşınmazın değerinde değişiklik olursa özellikle de bir artış meydana gelirse bu durumda ilk derece mahkemesi değer tespiti yönünden ilk verdiği karardaki miktarın üzerinde bir miktara karar vermek durumundadır. İlk verdiği kararda hükmettiği rakamla ikinci verdiği karardaki rakam arasındaki fark için davacı idareye tekrar paranın depo edilmesi kararını verir. Bu depo kararının verilen kesin süre içinde yerine getirilmemesi durumunda ne yapılacaktır.

Bu durumda ortaya çıkan durumları şu şekilde özetleyebiliriz. İlk kararla taşınmazın davacı idare adına tapuya tesciline kesin olarak karar verilmiştir. Yine ilk kararla taşınmazın tespit edilen değeri üzerinden depo kararı verilmiş ve bu kararın yerine getirilmesi ile davalıya hükümle birlikte bir ödeme yapılmıştır. Temyiz ya da itiraz üzerine verilen ikinci depo kararının kesin süre içinde yerine getirilmemesi durumunda bu iki işlem geriye nasıl döndürülecektir.

Bu ve benzeri durumlar için Yargıtay 5. HD 2016/4485 Esas; 2017/4828 Karar ve 14/02/2017 tarihli kararında şu çözümü getirmiştir. Kararın tam metni makalemiz ekindedir. Buna göre; davacı idare depo kararını tam olarak ve kendisine verilen kesin süre içinde yerine getirmediği için yine davanın reddine karar verilecektir. İlk verilen karardaki tescil hükmü artık yolsuz tescil hükmünde olup idare adına oluşan tapu kaydının iptaline karar verilecektir. İlk kararla birlikte ödenmesine karar verilen ilk depo kararına konu kamulaştırma bedeli de ödendiği tarihten itibaren faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacı idareye iadesine karar verilecektir. Böylece idarenin ödediği para iade edilmiş kamulaştırılan taşınmazın mülkiyeti de davalı tarafa geri dönmüş olmaktadır.

VI. YARGITAY KARARI:

T.C.
YARGITAY
5. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2016/4485
KARAR NO : 2017/4828     
TARİHİ : 14/02/2017

Taraflar arasındaki 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10.maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili davasının reddine dair verilen yukarıda tarih ve numaraları yazılı hükmün duruşmalı olarak Yargıtay’ca incelenmesi davacı idare vekilince verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla, duruşma için belirlenen 07/02/2017 günü taraf vekillerinin yüzlerine karşı duruşmaya başlanarak, sözlü açıklamaları da dinlendikten ve dosyadaki belgeler okunup uyuşmazlık anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü.

KARAR

Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10.maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.

Mahkemece bozma ilamına uyularak tespit edilen bedelin ikinci kez verilen kesin süreye rağmen bloke edilmediğinden bahisle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı idare vekilince temyiz edilmiştir.

1-Mahkemece uyulan bozma kararı uyarınca inceleme ve işlem yapılarak dava konusu taşınmazın yeniden değerinin belirlendiği, 07.07.2015 tarihli celsede bilirkişilerce tespit edilen kamulaştırma bedelinin depo edilmesi için davacı idareye süre verildiği, bedelin bloke edilmemesi üzerine 10.09.2015 tarihli celsede kamulaştırma fark bedeli olan 30.620,07 TL'nin blokesi için kesin süre verildiği ve verilen bu kesin süreye rağmen davacı idarece fark bedelin bloke edilmediğinden bahisle davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10.maddesinin 8.fıkrası uyarınca mahkemece 07.07.2015 tarihli celsede bloke edilmesi gereken miktar açıkça belirtilmediğinden verilen sürenin Kanunun öngördüğü ilk süre olarak kabulü mümkün değildir.

Bu durumda mahkemece 10.09.2015 tarihli celsede fark bedelin blokesi için verilen sürenin Kanunda yazılı ilk süre olduğunun kabulü ile davacıya yeniden ikinci bir süre verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi,

2-Kabule göre de;

Davanın reddine ve kamulaştırma bedelinin iadesine karar verildiği dikkate alındığında yolsuz tescil sonucu idare adına oluşan tapu kaydının iptaline karar verilmemiş olması,

Doğru görülmemiştir.

Davacı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenle HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde iadesine, temyiz eden davacı idare yararına yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 1.480,00-TL. vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine, 14/02/2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan                             Üye                         Üye                  Üye                   Üye

E.Buyurgan       A.Z.Tepedelenlioğlu         S.Bellek          S.Çakırbay       A.K.Ünsoy

28 Haziran, 2017

HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI TASLAĞI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİMİZ


HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI TASLAĞI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİMİZ

I. GİRİŞ:

Tasarının tamamı incelendikten sonra aşağıdaki görüş ve düşüncelere varılmış, bazı noktalarda da yeni öneriler getirilmiştir. Ayrıca 6100 sayılı HMK ve ona bağlı olarak bazı yasalarda da yeni değişiklikler yapılması önerileri eklenmiştir.

II. DEĞİŞİKLİK MADDELERİNİN İNCELENMESİ:

MADDE 1- 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 20’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten,” ibaresi “bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden,” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Maddede yapılan değişiklik bizce olumludur. Kararın verilmesinden hemen sonra dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesinin istenilmesi gerekçeli karar yazılmadan talepte bulunmayı zorunlu kılmaktaydı. Bu nedenle karar kesin ise tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık sürenin işlemeye başlaması uygulamada daha kolaylık sağlayacaktır.

MADDE 2- 6100 sayılı Kanunun 32’inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(3) Dilekçe verilmesi kanunda öngörülen veya hâkim tarafından uygun bulunan haller dışında taraflarca herhangi bir isim altında sunulan dilekçeler hükme esas alınmaz.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Yargılamayı, hâkim sevk ve idare eder; yargılama düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü tedbiri alır.

(2) Okunamayan veya uygunsuz yahut ilgisiz olan dilekçenin yeniden düzenlenmesi için uygun bir süre verilir ve bu dilekçe dosyada kalır. Verilen süre içinde yeni bir dilekçe düzenlenmezse, tekrar süre verilemez.

(3) Dilekçe verilmesi kanunda öngörülen veya hâkim tarafından uygun bulunan haller dışında taraflarca herhangi bir isim altında sunulan dilekçeler hükme esas alınmaz.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Mahkemelerimizde yapılan yargılamalar süresince sadece kişinin kendi davasını takip ettiği dosyalarda değil avukat eliyle takip edilen dosyalarda bile HMK’ya aykırı şekilde ve çoğunlukla da “beyan dilekçesi” adı altında dilekçeler verilmekte ve bu durum hem dosyanın fiziki bütünlüğü hem de hakimin dosya kapsamı hakkında bilgi sahibi olması açısından olumsuz durumlar yaratmaktaydı. Ancak getirilen yeni düzenleme eksiklik içermektedir. Şöyle ki; herhangi bir isim altında sunulan dilekçelerin hükme esas alınmaması için dilekçenin sunulduğu andan itibaren ilk duruşmaya kadar ya da dilekçenin sunulmasından sonraki ilk duruşmada hakim tarafından dilekçenin okunduğu ve hükme esas salınmayacağının karara bağlanması gerekmektedir. Aksi takdirde istinaf incelemesinde denetim yapılması zorlaşacaktır. Çünkü hakim gelen dilekçeyi uygun bulup bulmadığını açıkça ara kararında belirtmediyse, bu durum dosya kapsamından anlaşılmıyorsa ve taraflardan diğerinin hükme esas alınamayacağı itirazı varsa bu durumda istinaf incelemesinde denetim yapma olanağı zorlaşacaktır. Bu sebeple getirilmek istenen düzenlenin sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesinde fayda vardır.

Hakim uygun bulmadığı dilekçenin hükme esas alınmayacağını dilekçenin verildiği tarihten itibaren görülecek ilk duruşmada tutanağa geçirir. Dilekçe sözlü yargılama duruşması esnasında verildiyse sözlü yargılama duruşması esnasında tutanağa geçirilir”

MADDE 3- 6100 sayılı Kanunun 79’uncu maddesinin birinci fıkrasına “ve duruşma” ibaresinden sonra gelmek üzere “bir ayı geçmemek üzere” ibaresi eklenmiş, maddeye birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir. “(2) Duruşmanın ertelenmesine sebep olan vekil, sonraki duruşmalardan birinde yeniden disiplin suçu veya adlî suç teşkil eder nitelikte bir fiil işlerse duruşmanın erteleneceği ve takip eden duruşmalara kabul edilmeyeceği konusunda uyarılır. Vekil, uyarıya uymaz ve disiplin suçu veya adli suç teşkil eder nitelikteki fiilini sürdürürse, duruşma salonunda bulunan kişilerin kimlik bilgileri, adresleri de yazılarak olay tutanağa geçirilir; vekilin takip eden duruşmalara kabul edilmemesine karar verilir; ilgili tarafa, takip eden duruşmalara bizzat katılması veya kendisini başka bir vekille temsil ettirmesi, aksi takdirde tarafın yokluğu hâlinde uygulanacak hükümlere göre işlem yapılacağı hususu tefhim edilir ve duruşma ertelenir. İlgili taraf hazır değilse bu durum ve duruşma günü tebliğ edilir. Ayrıca vekil hakkında yukarıdaki fıkra uyarınca gerekli bildirimlerde bulunulur.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Vekil, duruşma sırasında uygun olmayan tutum ve davranışta bulunursa, hâkim tarafından uyarılır; vekil uyarıya uymaz ve fiil disiplin suçu veya adlî suç teşkil eder nitelikte görülürse, duruşma salonunda bulunan kişilerin kimlik bilgileri, adresleri de yazılarak olay tutanağa geçirilir ve duruşma bir ayı geçmemek üzere ertelenir. Vekil hakkında gerekli yasal işlem yapılmak üzere mahkemece vekilin kayıtlı olduğu baroya ve gerekiyorsa Cumhuriyet başsavcılığına bildirimde bulunulur.

(2) Duruşmanın ertelenmesine sebep olan vekil, sonraki duruşmalardan birinde yeniden disiplin suçu veya adlî suç teşkil eder nitelikte bir fiil işlerse duruşmanın erteleneceği ve takip eden duruşmalara kabul edilmeyeceği konusunda uyarılır. Vekil, uyarıya uymaz ve disiplin suçu veya adli suç teşkil eder nitelikteki fiilini sürdürürse, duruşma salonunda bulunan kişilerin kimlik bilgileri, adresleri de yazılarak olay tutanağa geçirilir; vekilin takip eden duruşmalara kabul edilmemesine karar verilir; ilgili tarafa, takip eden duruşmalara bizzat katılması veya kendisini başka bir vekille temsil ettirmesi, aksi takdirde tarafın yokluğu hâlinde uygulanacak hükümlere göre işlem yapılacağı hususu tefhim edilir ve duruşma ertelenir. İlgili taraf hazır değilse bu durum ve duruşma günü tebliğ edilir. Ayrıca vekil hakkında yukarıdaki fıkra uyarınca gerekli bildirimlerde bulunulur.

(3) Davasını kendisi takip eden kimse, duruşmada uygun olmayan tutum ve davranışta bulunursa, hâkim kendisini uyarır; bu uyarılara uyulmaz ve gerekli görülürse kendisini vekil ile temsil ettirmesine karar verip, hemen duruşma salonundan dışarıya çıkartılmasını sağlar; vekil ile temsil ettirmemesi hâlinde, tarafın yokluğu hâlinde uygulanacak hükümlere göre işlem yapılır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Duruşmanın ne kadar erteleneceği hakkında birinci fıkraya getirilen bir aylık yargılama süreci açısından değerlendirildiğinde yeterli bir süredir. Ancak vekilin duruşmada uygunsuz tavır içinde bulunması halinin tespit edildiği tutanağın hak kaybına uğranmaması için vekilin temsil ettiği tarafa da bildirilmesinde yarar vardır. Bu nedenle aynı fıkrada “baroya” ifadesinden sonra gelmek üzere “ve müvekkiline” ifadesi de eklenmelidir. Böylece avukat iş sahibi ilişkisini zedeleyen bir durum varsa taraf olan iş sahibinin de durumdan haberdar edilerek süreci takip etmesi sağlanmalıdır.

Maddeye getirilen ikinci fıkra ise yukarıda yaptığımız öneriyi eylemin tekrarı açısından yasalaştırmaktadır. Yani durumun tarafa da bildirilmesi yasal zorunluluk haline getirilmektedir. Durumun tarafa bildirilmesi kuralı eylemin ilk kez yapılması durumunda da getirilmelidir.

MADDE 4- 6100 sayılı Kanunun 94’üncü maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Hakim, kesin süreye konu olan işlemi hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklar ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarını ihtar eder.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Kanunun belirlediği süreler kesindir.

(2) Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Aksi hâlde, belirlenen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir. Bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez. Hakim, kesin süreye konu olan işlemi hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklar ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarını ihtar eder.

(3) Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Getirilen düzenleme kesin sürenin hukuki sonucunun ilgili tarafa bildirilmesi açısından önemlidir. Bu durumun ihtar olarak verilmesi ve dolayısıyla da tutanağa geçirilecek olması gerekmektedir.

MADDE 5- 6100 sayılı Kanunun 107’inci maddesinin kenar başlığı “Belirsiz alacak davası” şeklinde ve maddenin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve üçüncü fıkra yürürlükten kaldırılmıştır. “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hakim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

Belirsiz Alacak Davası

(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hakim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir.”

Madde hakkında görüşlerimiz:

Maddede yapılan değişiklik belirsiz alacak davalarında dava değerinin belirlenmesi durumunda davacıya çok daha geniş bir değişiklik yapma olanağı getirmektedir. Maddenin önceki şeklinde “davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir” hükmü varken yeni düzenleme ile “talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir” hükmü getirilmektedir. Belirsiz alacak davasının getiriliş nedeni dava açılırken dava değerinin davacı tarafından tam olarak belirlenmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlar için davacıya bir imkân getirilmek istenmesiydi. Yani belirli alacak davası doğrudan davanın değeri ile ilgili bir düzenlemeydi. Ancak yapılan değişiklikle belirsiz alacak davasında davanın genişletilemeyeceği yasağı kapsamında olmadan yapılacak değişikliğin içine sadece davanın değeri değil talebin tam ve kesin olarak belirlenmesi girmektedir. “Talep” kavramı içine davanın bütün konusunun girebileceği ve dolayısıyla belirsiz alacak davasında dava değeri dışında kalan bütün talep konularının davanın genişletilemeyeceği yasağına bağlı olmaksızın istenildiği gibi değiştirilebileceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu durum davacı ile davalının eşit usul hukuku kuralları içinde talep sonuçlarını ve savunmalarını yarıştırabilmelerine yani “silahların eşitliği ilkesine” açıkça aykırıdır. Uygulamada belirsiz alacak davalarında dava değeri bilirkişi raporları geldiğinde tespit edilebilmektedir. Bilirkişi raporu geldiğinde ve davanın değeri açıkça belli olduğunda dava değeri haricinde de davacının talep sonucunda değişikliğe gitmesi durumunda yeni bir vakıanın ileri sürülmesi ve bunun ispatı için tekrar bilirkişi incelemesi yapılması ya da bu maddi vakıanın aksinin ispatı için de davalı tarafın karşı delil göstermesi gibi durumların ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle maddede yapılmak istenen değişik istenilen sonucu vermesinin dışında daha büyük sorunlar yaratabilir.

MADDE 6- 6100 sayılı Kanunun 116’ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) İlk itirazlar aşağıdakilerden ibarettir:

a) Kesin yetki kuralının bulunmadığı hâllerde yetki itirazı.
b) Uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiği itirazı.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Yeni düzenlemeye göre iş bölümü itirazı ilk itiraz olmaktan çıkartılmaktadır. Birden fazla aynı nitelikte mahkemenin bulunduğu adliyelerde iş bölümü yapılması zorunluluğu bulunmaktadır. İş bölümü sayesinde mahkemelerin belirli konularda uzmanlaşması sağlanmaktadır. Ancak her mahkemene usul kuralları aynı şekilde uygulanacak olmasına karşın her hakimin baktığı dosyalarla ilgili olarak belli bir düzeni bulunmaktadır. İş bölümü itirazının ilk itiraz olarak ileri sürülmemesi ve yargılamanın ilerleyen aşamalarında gündeme gelmesi durumunda yargılama önemli bir aşama geçirdikten sonra yargılamaya asıl görevli mahkemenin bakması gibi bir durum söz konusu olacaktır. Bir hakimin bir dosyayı başından itibaren takip etmesi ile yargılama belirli bir aşamaya geldikten sonra takip etmesinin aynı olmadığı açıktır. Ayrıca iş bölümü ileride mahkemelerin iş yüküne göre yeni mahkemeler kurulmasını sağlayan önemli bir görev ayrımıdır. Örneğin aynı adliyede birden fazla asliye hukuk mahkemelerinden birinin iş davalı içinde yetkili olması ve iş davalarının sayısının artması durumunda o mahkemenin iş yükü ikiye bölünerek yeni bir iş mahkemesi kurulabilmektedir. Dolayısıyla iş bölümü itirazı görev itirazı kadar önemli bir itiraz olup ilk itiraz olmaktan çıkartılması yargılama bütünlüğü açısından sakıncalar doğurabilir.

MADDE 7- 6100 sayılı Kanunun 120’inci maddesinin kenar başlığı “Harç ve gider avansının ödenmesi” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(3) Taraflardan her birinin ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen delil avansına ilişkin 324 üncü madde hükümleri saklıdır.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

Harç Ve Gider Avansının Ödenmesi

(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.

(2) Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir.

(3) Taraflardan her birinin ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen delil avansına ilişkin 324 üncü madde hükümleri saklıdır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Getirilen düzenleme maddenin uygulanması esnasında zaten uygulamada yapılmakta olan bir durumdu. Delil sunan taraf sunduğu delililin getirilmesi için gerekli delil avansını da yatırmak zorundadır. Bu maddeden 324’üncü maddeyi yollama yapılması uygulamada zaten var olan bir durumun yasalaşması anlamına gelmektedir.

MADDE 8- 6100 sayılı Kanunun 123’üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Bu takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Davacı, hüküm kesinleşinceye kadar, ancak davalının açık rızası ile davasını geri alabilir. Bu takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Davalının açık izni davanın geri alınması durumunda davanın düşmesine mi karar verileceği yoksa davanın açılmamış sayılmasına mı karar verileceği konusu tartışmalıydı. Bu nedenle getirilen düzenleme usul hukuku açısından belirsizliği ortadan kaldıran bir düzenleme olması nedeniyle faydalı olmuştur.

MADDE 9- 6100 sayılı Kanunun 125’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve ikinci fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.” “Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.

(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Maddede yapılan değişiklik “Davayı kazanma” ifadesi yerine “Davacı lehine sonuçlanma” ifadesinin kullanılmasıdır. İkisi arasında anlam farkı bulunmamaktadır. Bu nedenle bu değişikliğin neden yapıldığı anlaşılamamıştır. Aynı durum ikinci fıkrada yapılan değişiklik içinde geçerlidir.

MADDE 10- 6100 sayılı Kanunun 127’inci maddesinin birinci fıkrasına “başvuran davalıya,” ibaresinden sonra gelmek üzere “cevap süresinin son gününden itibaren işlemeye başlamak,” ibaresi eklenmiş ve aynı fıkranın son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin son gününden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Uygulamada ek cevap süresi verildiğinde bu sürenin verildiği tarihten itibaren mi yoksa cevap süresinin bitimi tarihinden mi başlayacağı konusunda tartışma vardı. Mantıken verilen sürenin “ek süre” olması nedeniyle cevap süresinin bitiminden itibaren ek sürenin başlaması gerektiği hakim görüştü. Ancak belirsizliğin kaldırılması açısından bu değişiklik yerinde olmuştur. Ancak son cümlenin kaldırılması yani ek cevap süresi verilmesi durumunda bu durumdan tarafların haberdar edilmesi zorunluluğunun kaldırılması uygulamada bazı sıkıntılar yaratacaktır. Her avukat takip ettiği davanın bütün yönlerini araştırmak ve usul hukuku açısından müvekkiline avantaj sağlamak için kendi taktiğini geliştirir. Ek cevap süresi verildiğinde bu durumdan davacı vekilinin ya da davacının haberdar edilmemesi durumunda davacı vekili ya da davacı ilk duruşmaya kadar vereceği ikinci dilekçeyi davalının cevap verme süresinin geçtiğini kabul ederek vermekten çekinebilir. Böylece hak kaybına uğrayabilir. Ayrıca duruşma esnasında cevap süresinin geçtiği itirazında bulunarak duruşmanın uzamasına neden olabilir. Davanın taraflarının ve vekillerin dosyadaki bütün işlemlerden özellikle de iki taraf birden ilgilendiren işlemlerden zamanında haberdar olmaya hakları vardır. Bu durum yargılamanın eşitliği ilkesi ile de ilgilidir. Bu nedenle kaldırılmak istenen cümlenin kalmasında usul hukukunun yargılamanın eşitliği ilkesi açısında fayda vardır.

MADDE 11- 6100 sayılı Kanunun 139’uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği; davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği ayrıca ihtar edilir.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği; davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği ayrıca ihtar edilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Maddede iki önemli değişikli yapılmaktadır. Birincisi 140’ıncı maddede yapılan değişiklikle aynı yöndedir. Davacı davasını açtığında davalı da cevap dilekçesi verdiğinde delillerini sunmak zorundaydılar. Ancak ön inceleme duruşmasına kadar dosyaya sunmak zorunluluğu bulunmuyordu. Ön incilemem duruşmasından sonra dilekçelerinde gösterdikleri ancak henüz dosyaya sunmadıkları delilleri için süre almak hakkına sahiptiler. 140’ıncı maddede süre alma hakkını tanıyan beşinci fıkra tasarı ile yürürlükten kaldırılmaktadır. Buna bağlı olarak da 139’uncu maddede değişikliğe gidilmekte ve ön inceleme duruşması için çıkarılacak davetiyede bu durumun açıkça bildirileceği hükmü getirilmektedir. 140’ıncı maddede yapılan değişiklikle uyumlu olan bir düzenlemedir.

İkinci değişiklik ise ön inceleme duruşmasına katılmayan tarafın yokluğunda davaya katılan tarafın iddia ve savunmasını değiştirebileceği olanağı varken artık duruşmaya katılmayan tarafın yokluğunda iddia ve savunmanın değiştirilemeyeceği hükmü getirilmektedir. Ön incelemeye katılmayan tarafın yokluğunda iddia ve savunmanın değiştirilmesi durumunda ön inceleme duruşmasına katılmayan tarafın yeni duruma göre karşı delil sunma ve kendi iddia ve savunmasını da değiştirme olanağına sahip olup olamayacağı tartışması bulunmaktaydı. 141’inci maddede yapılan değişikle artık iddia ve savunmanın değiştirilmesi ancak dilekçeler aşamasında mümkün hale gelmektedir. Bu madde ile de bu durumun taraflara gönderilecek davetiyede belirtilmesi koşulu getirilmektedir. Dolayısıyla 141’inci madde ile uyumlu hale gelmiştir.

MADDE 12- 6100 sayılı Kanunun 140’ıncı maddesinin beşinci fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Hâkim, ön inceleme duruşmasında, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar verebilmek için gerekli görürse tarafları dinler; daha sonra, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.

(2) Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe (Ek ibare: 07/06/2012-6325 S.K./35.md) veya arabuluculuğa teşvik eder; bu konuda sonuç alınacağı kanaatine varırsa, bir defaya mahsus olmak üzere yeni bir duruşma günü tayin eder.

(3) Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh (Ek ibare: 07/06/2012-6325 S.K./35.md) veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.

(4) Ön inceleme tek duruşmada tamamlanır. Zorunlu olan hâllerde bir defaya mahsus olmak üzere yeni bir duruşma günü tayin edilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Uygulamada çoğu zaman yürürlükten kaldırılması teklif edilen beşinci fıkraya dayanılarak dilekçede belirtilen deliller dosyaya dava dilekçesi ya da cevap dilekçesi ile dosyaya sunulmamaktaydı. Bu nedenle delillerin toplanması süreci uzamakta ve daha sonradan dosyaya sunulan delillerin taraflara gönderilmesi gerekmekteydi. Bu durumda ayrıca yargılamanın uzamasına ve daha fazla masrafa yol açmaktaydı. Bu nedenle yapılan düzenleme usul ekonomisi açısından yerinde bir düzenlemedir. Böylece dava dilekçeleri ve cevap dilekçeleri ile bütün deliller dosyaya girmiş ve yine taraflara tebliğe çıkarılmış olacaktır. Ancak bu madde ile ilgili olarak bir geçici maddenin de düzenlenmesi gerekmektedir. Bu maddedeki değişiklik yürürlüğe girdiği tarihte açılmış olan ve henüz ön inceleme duruşması yapılmamış olan davalar olacaktır. Bu durumda hakim usul kanunları yürürlüğe girdiği andan itibaren uygulanacak olmasını gerekçe göstererek artık dava dilekçesinde ve cevap dilekçesinde gösterilmiş olup da henüz dava dosyasına sunulmamış olan deliller için süre vermeyecektir. Eski düzenleme zamanında ön inceleme duruşmasından sonra dilekçede belirtilen delilleri sunmayı düşünen taraflar bu durumda artık dilekçelerinde belirtmiş olsalar bile delil sunamayacaklardır. Bu da hak kayıplarına neden olacaktır. Bu nedenle aşağıdaki gibi bir geçici maddenin tasarıya eklenmesi gerekmektedir.

GEÇİCİ MADDE: Bu yasa yürürlüğe girdiği tarihte açılmış olan ancak ön inceleme duruşması henüz yapılmamış olan davalarda yürürlükten kaldırılan 140’ıncı maddenin beşinci fıkrası uygulanmaya devam edilir.”

MADDE 13- 6100 sayılı Kanunun 141’inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Bu madde de kaldırılan hüküm ön inceleme duruşmasına katılmayan tarafın yokluğunda diğer tarafın iddia ve savunmasını değiştirebilme hakkı ile ilgiliydi. Yürürlükten kaldırılan cümle uygulamada bir takım sıkıntıların doğmasına neden olmaktaydı. Örneğin ön inceleme duruşmasına katılmayan tarafın yokluğunda iddia ve savunmanın değiştirilmesi durumunda duruşmaya katılmayan taraf yeni iddia ve savunmaya karşı karşı delil ileri sürme hakkına sahip olacak mıydı? Eğer bu hakka sahip olacaksa karşı tarafında delil gösterme hakkı doğacak mıydı? Uygulamada tartışılan bu konu bu değişiklikle tamamen ortadan kalkacaktır. Bu fıkranın varlığı aynı zamanda usul hukukunun yargılamanın eşitliği ilkesine de aykırıdır. Taraflardan birinin yokluğunda iddia ve savunmanın değiştirilmesi ya da genişletilmesi olanağının kaldırılması yerinde olmuştur. Böylece iddia ve savunmanın değiştirilmesi ancak cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile olacaktır. Ön inceleme duruşmasında taraflardan birinin bulunmaması durumunda iddia ve savunmanın değiştirilmesi söz konusu olamayacaktır. Bu durumda hakimin kendiliğinden gözetmesi gereken bir durum ortaya çıkacaktır. Eğer taraflardan birinin yokluğunda duruşmaya katılan taraf iddia ve savunmasını değiştirmek ya da genişletmek isterse hakimin bu duruma müdahalede bulunması gerekecektir. Ancak buna ilişkin bir düzenleme maddeye eklenmemiştir. Hakimin kendiliğinden bu duruma müdahale etmesine olanacak verecek bir düzenlemenin de maddeye eklenmesi gerekmektedir. Buna göre aşağıdaki fıkranın maddeye eklenmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Ön inceleme duruşmasında taraflardan birinin yokluğunda diğer taraf iddia veya savunmalarını genişletmek ya da değiştirmek isterse hakim bu talebin iddia veya savunmanın değiştirilemeyeceği ya da genişletilemeyeceği yasağı kapsamına girdiğini tespit ederek ara kararında belirtir.”

MADDE 14- 6100 sayılı Kanunun 145’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Delillerin sunulmasında usul hukukumuzun ana kuralı yasada öngörülen süre içinde delillerin dosyaya sunulmasıdır. Bu madde bu kuralın istisnasını taşımaktadır. Maddede yürürlükten kaldırılan cümle yargılamayı geciktirme amacı taşımayan gecikmelerin de istisna olarak delil sunmaya olanak vereceğini düzenlemekteydi. Değişiklikle birlikte geciktirme amacı taşımayan sonradan delil sunma durumları tamamen ortadan kalkacaktır. Artık bütün delillerin dava ve cevap dilekçesi aşamasında sunulması sağlanmış olacaktır.

Ancak Yargıtay borcu sona erdiren belgelerin sunulması konusunda delil sunma sürelerinin uygulanamayacağı düşüncesindedir. Örneğin; Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2015/7220 Esas; 2016/19365 Karar ve 14.11.2016 Tarih sayılı kararında “Her ne kadar 6100 sayılı HMK delillerin sunulması konusunda belirli süreler ve kısıtlamalar öngörmüş ise de borcu sona erdiren belgelerin yargılamanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkündür. Bu nedenle davalı tarafından sunulan yıllık izin kullanımına dair belgeler davacıya gösterilerek altındaki imzanın kendisine ait olup olmadığı, belge içeriklerinin doğru olup olmadığı sorularak yıllık izin alacağı hususunda yeni bir karar verilmesi gerekmektedir. Ayrıca davalının delil sunma süresinden sonra sunmuş olduğu belgeler nedeniyle varsa sebep olduğu yargılama giderlerinden sorumlu tutulması gerektiği de unutulmamalıdır. Yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup bozma nedeni yapılmıştır.” hükmü ile borcu sona erdiren belgelerin yargılamanın her aşamasında ileri sürülmesinin mümkün olduğuna karar vermiştir. Hukuk yargılamasında dava konusu olayların büyük kısmının alacak davaları olduğu ve borcu sona erdiren belgelerin de bu davalarda ki en önemli belgeler olduğu düşünüldüğünde Yargıtay’ın bu içtihadı geçerliliğini koruduğu sürece yapılan değişiklik uygulamada bir kolaylık sağlamayacaktır. Bu nedenle Yargıtay’ın borcu sona erdiren belgelerin yargılamanın her aşamasında ileri sürülebileceğine ilişkin bu kararından dönmesine olanak sağlayacak bir düzenlemenin de yapılması gerekmektedir. Bizce maddenin sonuna aşağıdaki cümlenin de eklenmesi gerekir.

Bu madde borcu sona erdiren belgelerin delil olarak sunulması durumunda da uygulanır.”

MADDE 15- 6100 sayılı Kanunun 147’inci maddesinin birinci fıkrasına “tahkikat” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve sözlü yargılama” ibaresi ile ikinci fıkrasında yer alan “itiraz edemeyecekleri” ibaresinden sonra gelmek üzere “, tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya geçileceği, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi halinde taraflara ayrıca davetiye gönderilmeyeceği ve yokluklarında hüküm verileceği” ibaresi eklenmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Taraflar, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tahkikat ve sözlü yargılama için duruşmaya davet edilir.

(2) Taraflara gönderilecek davetiyede, belirlenen gün ve saatte geçerli bir özrü olmadan mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde, duruşmaya yokluklarında devam edileceği ve yapılan işlemlere itiraz edemeyecekleri, tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya geçileceği, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi halinde taraflara ayrıca davetiye gönderilmeyeceği ve yokluklarında hüküm verileceği bildirilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Bu maddede yapılan değişiklikle tahkikat duruşması ile sözlü yargılama duruşması adeta birleştirilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki uygulamada tahkikat duruşması çoğu zaman tek duruşmada bitirilememektedir. Ön inceleme duruşması bitirildikten sonra tahkikat duruşması için ve sözlü yargılama duruşması için ayrı ayrı gün verilecektir. Tahkikat duruşmasında tahkikatın bitmemesi durumunda bir sonraki duruşma günü verilecektir. Eğer ikinci tahkikat duruşmasında sözlü yargılamaya geçilir ise ve taraflardan biri de hazır değilse bu durumda taraflardan birinin yokluğunda sözlü yargılama yapılmak zorunda kalınacaktır. Bu da eşit yargılama hakkının ihlali olarak karşımıza çıkacaktır. Bir diğer sakınca ise taraflardan birinin mazeretli olmasıdır. Eğer taraflardan biri mazeret dilekçesi vermişse ve mahkemece mazeret haklı görülerek kabul edilir ise o tahkikat duruşmasının yapılması hukuken mümkün değildir. Bu durumda sözlü yargılama duruşması da yapılamayacaktır. Bir sonraki duruşmanın tahkikat ve sözlü yargılama duruşması olarak yapılmasına karar verilerek tekrar gelmeyen tarafa davetiye çıkartılması gerekecektir. Her ne kadar ön inceleme, tahkikat ve sözlü yargılama duruşmaları için ayrı ayrı davetiye çıkartılması yargılamayı uzatıyor gözükse de tahkikatın ve sözlü yargılamanın aynı duruşmada yapılır duruma gelmesinin yaratacağı sakıncalar yargılamayı daha fazla uzatabilir.

MADDE 16- 6100 sayılı Kanunun 151’inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Hâkim, duruşmanın düzenini bozan kimseyi, bunu yapmaktan men eder ve gerekirse, taraf avukatları hariç, derhâl duruşma salonundan çıkarılmasını emreder. Taraf avukatları hakkında ise 79 uncu madde hükümlerine göre işlem yapılır.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Hâkim, duruşmanın düzenini bozan kimseyi, bunu yapmaktan men eder ve gerekirse, taraf avukatları hariç, derhâl duruşma salonundan çıkarılmasını emreder. Taraf avukatları hakkında ise 79’uncu madde hükümlerine göre işlem yapılır.

(2) Bir kimse, ihtara rağmen mahkemenin düzenini bozar veya mahkeme huzurunda uygun olmayan bir söz söylemeye veya davranışta bulunmaya devam ederse derhâl yakalanır ve hakkında dört güne kadar disiplin hapsi uygulanır. Bu fıkra hükmü avukatlar hakkında uygulanmaz.

(3) Mahkemenin düzenini bozan eylem veya mahkeme huzurunda söylenen uygun olmayan söz veya davranış, ayrıca bir suç oluşturuyor ise bu durum bir tutanak ile Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir ve gerekiyorsa, avukatlar hariç, fiili işleyenin tutuklanmasına da karar verilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Yeni düzenleme ile “avukatlar hariç” yerine “taraf avukatları hariç” ifadesi gelmektedir. Duruşmanın düzeninin bozulduğu esnada salonda taraf avukatları başka avukatların da kendi duruşmalarını bekliyor olmaları nedeniyle bulunmaları mümkündür. Bu durumda maddenin şimdiki haline göre avukatlar duruşma düzeninin bozulması durumunda dışarı çıkartılamayacaktır. Ancak yeni düzenlemeye göre taraf avukatları haricindeki bütün avukatlar da duruşma salonundan çıkartılabilecektir. Duruşma salonunda bulunan taraf avukatları dışındaki avukatların duruşma salonu dışına çıkartılmasını gerektiren bir durum olmadığı halde dışarı çıkartılmalarına ilişkin böyle bir düzenlemenin getirilmesi doğru değildir. Çünkü avukat hukukçu olması nedeniyle duruşma salonunda yaşanan istenmeyen durumları hukukçu gözüyle değerlendirme yeteneğine sahiptir. Hukuk disiplini almış kişilerin duruşma salonunda yaşanan durumla ilgili olarak tanık durumunda kalmalarında sanıldığının aksine çoğu zaman fayda bulunmaktadır. Duruşma salonunda yaşanan olaylara taraf avukatlarının dışındaki avukatların da karışması durumunda taraf avukatlarına karşı alınacak önlemlerin aynısı hazır olan diğer avukatlar için de alınabilir. Bu nedenle bu maddede yapılan değişikliğin pratikte faydadan çok zararının dokunacağını düşünüyoruz.

MADDE 17- 6100 sayılı Kanunun 177’inci maddesine, birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir. “(2) Yargıtay tarafından bozulan veya bölge adliye mahkemesi tarafından kaldırılan hükme ilişkin olarak ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.

(2) Yargıtay tarafından bozulan veya bölge adliye mahkemesi tarafından kaldırılan hükme ilişkin olarak ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.

(3) Islah, sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Karşı taraf duruşmada hazır değilse veya ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek amacıyla karşı tarafa bildirilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Bu maddede yapılan değişiklik iddianın ve savunmanın değiştirilemeyeceği ya da genişletilemeyeceği yasağının delinmesi sonucunu doğurabilecek derecede tehlike içermektedir. Yargıtay’ın verdiği karardan sonra ya da Bölge Adliye Mahkemesinin verdiği karardan sonra tahkikata ilişkin işlem yapılması durumunda ıslah hakkı getirilmektedir. Öncelikle “tahkikata ilişkin işlem yapılması” ifadesinden ne anlaşılmaktadır? Uygulamada çok sık görülen durumların başında dosyanın Yargıtay ya da BAM’nden gelmesinden sonra dosyanın bilirkişiye gönderilmesi ve bilirkişi raporuna göre dava değerinde değişiklik olması durumunda ıslah yapılıp yapılamayacağı tartışılmaktaydı. Anlaşılan o ki bu durumlarda ıslah yapılabilmesinin önünün açılması için bu düzenlemeye gidilmektedir. Gerçekten de dosyanın Yargıtay’dan ya da BAM’nden dönüşünden sonra bilirkişi incelemesi yapılması durumunda dava değerinde değişiklikler olabilmekte ve daha önce ıslah hakkını kullanan taraf bu değişikliklere göre dava değerinin arttırılıp eksiltilmesi ya da değiştirilmesi yoluna gidememekteydi. Ancak “tahkikata ilişkin işlemler” sadece bilirkişi incelemesi değildir. Tanık dinlenilmesi, ticari defterlerin incelenmesi, keşif yapılması gibi bir çok delillerle ilgili işlem de tahkikat aşamasında yapılmaktadır. Dava değeri değişmese de tahkikata ilişkin yapılabilecek bu işlemlerden sonra yapılacak ıslah iddia ya da savunmanın genişletilemeyeceği ya da değiştirilemeyeceği yasağının ihlali anlamına gelebilir. Bunun yerine uygulamada çıkan en önemli sorun olan bozmadan ya da kaldırmadan sonra bilirkişi raporu hazırlanması durumunda ortaya çıkan yeni durumla ilgili olarak daha sınırlı kapsamda bir düzenlemeye gidilmesi daha yerinde olacaktır. Buna göre aşağıdaki gibi düzenleme yapılmasında fayda var.

(2) Yargıtay tarafından bozulan veya bölge adliye mahkemesi tarafından kaldırılan hükme ilişkin olarak ilk derece mahkemesinin davanın değerinde değişikliğe neden olacak keşif ya da bilirkişi incelemesine ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.

MADDE 18- 6100 sayılı Kanunun Beşinci Bölümüne, Altıncı Ayırımdan sonra gelmek üzere “Toplu Mahkemelerde Tahkikat” başlıklı Yedinci Ayırım ile aşağıdaki madde eklenmiştir. “Toplu mahkemelerde tahkikat MADDE 183/A (1) Dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra talep edilen delil tespiti, ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir gibi geçici hukuki koruma tedbirleri de dâhil olmak üzere toplu mahkemenin görevine ilişkin tüm yargılama aşamaları heyet tarafından incelenir ve karara bağlanır. (2) Ancak mahkeme başkanı, iş veya davanın özelliğine göre, tahkikatın heyetçe veya tahkikat hâkimi olarak görevlendirilen bir üye tarafından yapılmasına karar verebilir. (3) Tahkikatın heyetçe yürütüldüğü iş veya davalarda mahkeme başkanı, belirli bazı tahkikat işlemlerini yapmak üzere, üyelerden birini naip hakim olarak görevlendirebilir. (4) Üye hâkimler arasında iş dağılımına ilişkin esaslar, işlerde denge sağlanacak biçimde mahkeme başkanı tarafından tespit edilir. Mahkeme başkanı, tahkikat başlamadan veya tahkikatın devamı sırasında davanın heyetten alınıp üye hâkime verilmesine karar verebileceği gibi, tahkikat hâkimi tarafından yürütülen tahkikatın heyetçe yürütülmesine veya tahkikatın tevdi edildiği üyeden alınıp diğer üyeye verilmesine de karar verebilir. Mahkeme başkanının bu konudaki kararları kesindir. (5) Mahkeme başkanı, mahkemenin uyumlu, verimli ve düzenli çalışmasını sağlar ve bu yolda uygun göreceği önlemleri alır.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

Yedinci Ayırım
Toplu Mahkemelerde Tahkikat

MADDE 183/A (1) Dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra talep edilen delil tespiti, ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir gibi geçici hukuki koruma tedbirleri de dâhil olmak üzere toplu mahkemenin görevine ilişkin tüm yargılama aşamaları heyet tarafından incelenir ve karara bağlanır.

(2) Ancak mahkeme başkanı, iş veya davanın özelliğine göre, tahkikatın heyetçe veya tahkikat hâkimi olarak görevlendirilen bir üye tarafından yapılmasına karar verebilir.

(3) Tahkikatın heyetçe yürütüldüğü iş veya davalarda mahkeme başkanı, belirli bazı tahkikat işlemlerini yapmak üzere, üyelerden birini naip hakim olarak görevlendirebilir.

(4) Üye hâkimler arasında iş dağılımına ilişkin esaslar, işlerde denge sağlanacak biçimde mahkeme başkanı tarafından tespit edilir. Mahkeme başkanı, tahkikat başlamadan veya tahkikatın devamı sırasında davanın heyetten alınıp üye hâkime verilmesine karar verebileceği gibi, tahkikat hâkimi tarafından yürütülen tahkikatın heyetçe yürütülmesine veya tahkikatın tevdi edildiği üyeden alınıp diğer üyeye verilmesine de karar verebilir. Mahkeme başkanının bu konudaki kararları kesindir.

(5) Mahkeme başkanı, mahkemenin uyumlu, verimli ve düzenli çalışmasını sağlar ve bu yolda uygun göreceği önlemleri alır.”

Madde hakkında görüşlerimiz:

Toplu mahkemede hiç çalışmamış olmamız nedeniyle bu konuda görüş beyan edilmemiştir.

MADDE 19- 6100 sayılı Kanunun 185’inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 185- (1) Toplu mahkemelerde, tahkikatı yapmakla görevlendirilen üye, tahkikatın tamamlandığı kanaatine varırsa, tarafların davanın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için dosyayı mahkeme başkanına verir. Mahkeme başkanı tahkikatın tamamlanmadığı kanaatine varırsa, eksik gördüğü hususların tamamlanması için dosyayı aynı üyeye veya üyelerden birine verebilir. (2) Dosya kendisine tevdi edilen mahkeme heyeti, tarafların, tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, gerekli görürse tahkikattaki eksiklikleri tamamlayabileceği gibi tahkikat işlemlerini yeniden yapabilir; tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığı kanaatine varırsa, tahkikatın bittiğini tefhim eder.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Toplu mahkemelerde, tahkikatı yapmakla görevlendirilen üye, tahkikatın tamamlandığı kanaatine varırsa, tarafların davanın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için dosyayı mahkeme başkanına verir. Mahkeme başkanı tahkikatın tamamlanmadığı kanaatine varırsa, eksik gördüğü hususların tamamlanması için dosyayı aynı üyeye veya üyelerden birine verebilir.

(2) Dosya kendisine tevdi edilen mahkeme heyeti, tarafların, tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, gerekli görürse tahkikattaki eksiklikleri tamamlayabileceği gibi tahkikat işlemlerini yeniden yapabilir; tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığı kanaatine varırsa, tahkikatın bittiğini tefhim eder.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Toplu mahkemede hiç çalışmamış olmamız nedeniyle bu konuda görüş beyan edilmemiştir.

MADDE 20- 6100 sayılı Kanunun 186’ıncı maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Mahkeme, tahkikatın bittiğini tefhim ettikten sonra aynı duruşmada sözlü yargılama aşamasına geçer. Bu durumda taraflardan birinin talebi üzerine iki haftadan az olmamak üzere duruşma ertelenebilir. Hazır bulunsun veya bulunmasın sözlü yargılama için taraflara ayrıca davetiye gönderilmez.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Mahkeme, tahkikatın bittiğini tefhim ettikten sonra aynı duruşmada sözlü yargılama aşamasına geçer. Bu durumda taraflardan birinin talebi üzerine iki haftadan az olmamak üzere duruşma ertelenebilir. Hazır bulunsun veya bulunmasın sözlü yargılama için taraflara ayrıca davetiye gönderilmez.

(2) Sözlü yargılamada mahkeme, taraflara son sözlerini sorar ve hükmünü verir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Yapılan değişiklik basit yargılama yönteminde de yukarıda eleştirisini yaptığımız aynı durumu içermektedir. Tahkikatın bitiminden sonra sözlü yargılama aşamasına geçilmesi ve taraflardan birini talebi üzerine duruşmanın ertelenmesi durumunda taraflardan birinin hazır olmaması halinde davetiye gönderilmemesi yargılamanın eşitliği açısından doğru değildir. Hazır olan ve duruşmanın ertelenmesini talep eden taraf bir sonraki duruşmaya sözlü yargılama yapılacağını bilerek ve hazırlanarak gelirken diğer tarafın bu olanaktan yoksun şekilde duruşmaya gelmesi yargılamanın eşitliği ilkesine aykırı olaraktır. Bu sebeple son cümlenin tasarıdan çıkartılması gerekmektedir.

MADDE 21- 6100 sayılı Kanunun 200 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “iki bin beş yüz” ibareleri “üç bin” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri üç bin Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle üç bin Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.

(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Kanunlarımızdaki parasal sınırlar sürekli değişmektedir. Bir kanunun değişikliğe uğraması da ancak yine bir başka kanunla mümkün olabilmektedir. Bu da her parasal sınırın değişmesi gerektiğinde TBMM’nden yeni yasa çıkartılması anlamına gelmektedir. Bunun yerine bu maddelerde HMK yönetmeliğine yollama yapılması ve parasal sınırlarında HMK yönetmeliğinde düzenlenmesi pratikte daha büyük kolaylık sağlayacaktır. Böylece HMK yönetmeliği Adalet Bakanlığı tarafından gerekli görüldüğünde kolaylıkla değiştirilebilir ve TBMM’nden yasa değişikliği yapılması yoluna gidilmesine gerek kalmaz. Buna ilişkin olarak maddenin birinci fıkrasının aşağıdaki gibi değiştirilmesini öneriyoruz.

(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri Hukuk Muhakemeleri Kanunun Yönetmeliğinde belirtilen parasal sınırı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle Hukuk Muhakemeleri Kanunun Yönetmeliğinde belirtilen parasal sınırın altına düşse bile senetsiz ispat olunamaz.

MADDE 22- 6100 sayılı Kanunun 201 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “iki bin beş yüz” ibaresi “üç bin” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler üç bin Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Yukarıda ki maddede yaptığımız öneri bu madde içinde geçerlidir.

MADDE 23- 6100 sayılı Kanunun 206’ıncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “düzenleme biçiminde oluşturulmasına” ibaresi “onaylanmasına veya düzenlenmesine” şeklinde değiştirilmiş, üçüncü fıkrasına, “noterlerce” ibaresinden sonra gelmek üzere “onaylanacak veya” ibaresi eklenmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) İmza atamayanların mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukuki işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini taşıyabilmesi, noterler tarafından onaylanmasına veya düzenlenmesine bağlıdır.

(2) İmza atamayan kimselerin, cüzdanla iş yapmayı usul edinmiş kuruluşlarla olan işlemlerde kullanacakları mühür, kazınmış imza, işaret veya parmak izinin, işlemin başlangıcında hesap defterine veya cüzdanına basılmış olması veya önceden noterde bir örneği saklanmak üzere onanmış bulunması yeterli olup, her işlemde ayrıca onamaya bağlı değildir.

(3) Yukarıda belirtilen hükümler dairesinde noterlerce onaylanacak veya düzenlenecek olan senetler için ilgilisinden harç, vergi ve değerli kâğıt bedeli alınmaz.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Maddede yapılan değişiklik ispat ve hukuki yolların kullanımı konusunda çok büyük farklılıklar oluşturacaktır. Şöyle ki; noterde düzenleme şeklinde yapılan senetler ilam hükmündedir. Bu nedenle de ispat gücü çok kuvvetlidir. Ayrıca ilam niteliğinde olmaları nedeniyle ilamlı icra takibi ile icra takibine konu olabilirler. Bunun en büyük hukuki sonucu itirazla takibin durdurulamaması dolayısıyla itirazın iptali davasına konu olamaması ve ancak borçlunun menfi tespit davası açmasıyla İİK m. 72/III hükmüne göre icra veznesine yatırılan paranın alacaklıya ödenmesinin önlenmesi için teminat karşılığında ihtiyati tedbir kararı verilebilmesidir. Noterde onaylama şeklinde yapılan senetlerin ise gerek ispat gücü açısından gerekse icra aşaması yönünden böyle bir özelliği yoktur. Bu nedenle onaylama ve düzenleme şeklinde senetlerin birlikte ele alınması hukuki gücü farklı olan iki belgenin aynı kefeye konulması anlamına gelir. Bu durum uygulamada da bazı sıkıntılara yol açar. Bir senedin noterde onaylanması sadece fotokopisi üzerine yapılacak işlemle mümkün iken düzenleme şeklinde senedi noter kendisi yazarak düzenlemektedir. Pratikte onaylamaya şeklinde senet yapılması daha kolay olacaktır. Bu da imza atamayanların kolay işleme zorlanmasına ve daha az ispat gücü olan ve aksi ispatlanması daha kolay olan senetle iş yapmalarına neden olabilir. Bu nedenle bu değişikliğin tamamından vazgeçilmesinde yarar vardır.

MADDE 24- 6100 sayılı Kanunun 215’inci maddesinin kenar başlığı “Belgelerin halefler aleyhine kullanılması ve adi senetlerin üçüncü kişiler için hüküm ifade etmesi” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(2) Adi senet, notere veya yetkili memura ibraz edilmiş ve usulüne uygun olarak onaylanmışsa ibraz tarihinde; resmi bir işleme konu olmuşsa işlem tarihinde; imza edenlerden biri ölmüşse ölüm tarihinde; imza edenlerden birinin imza etmesine fiilen imkân kalmamışsa bu imkânı ortadan kaldıran olayın meydana geldiği tarihte üçüncü kişiler hakkında da geçerli sayılır. Adi senette bahsedilen diğer senetlerin tarihleri, ancak son senet tarihinin onaylanmış sayıldığı tarihte üçüncü kişiler hakkında geçerli sayılır.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

Belgelerin halefler aleyhine kullanılması ve adi senetlerin üçüncü kişiler için hüküm ifade etmesi

(1) Bir kimsenin aleyhine delil olarak kullanılabilecek belgeler, o kimsenin halefleri aleyhine de delil teşkil eder.

(2) Adi senet, notere veya yetkili memura ibraz edilmiş ve usulüne uygun olarak onaylanmışsa ibraz tarihinde; resmi bir işleme konu olmuşsa işlem tarihinde; imza edenlerden biri ölmüşse ölüm tarihinde; imza edenlerden birinin imza etmesine fiilen imkân kalmamışsa bu imkânı ortadan kaldıran olayın meydana geldiği tarihte üçüncü kişiler hakkında da geçerli sayılır. Adi senette bahsedilen diğer senetlerin tarihleri, ancak son senet tarihinin onaylanmış sayıldığı tarihte üçüncü kişiler hakkında geçerli sayılır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Madde adi senetlerin üçüncü kişiler için ne zaman geçerli olacağını düzenlemektedir. Ancak bu düzenlemenin yeri usul kanunu değil yerine göre Türk Borçlar Kanunu ya da Türk Ticaret Kanunudur. Konu yargılamanın usulüne yönelik değil esasına ilişkindir. Bu nedenle HMK’da düzenlenmesi yerinde olmamıştır.

MADDE 25- 6100 sayılı Kanunun 222’inci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “ilgili hususta hiç bir kayıt içermemesi” ibaresi “diğer tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi” şeklinde değiştirilmiş ve aynı fıkraya birinci cümleden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Diğer tarafın ticari defterlerinin, ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi halinde ticari defter, sahibi lehine delil olarak kullanılamaz.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Mahkeme, ticari davalarda tarafların ticari defterlerinin ibrazına kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine karar verebilir.

(2) Ticari defterlerin, ticari davalarda delil olarak kabul edilebilmesi için, kanuna göre eksiksiz ve usulüne uygun olarak tutulmuş, açılış ve kapanış onayları yaptırılmış ve defter kayıtlarının birbirini doğrulamış olması şarttır.

(3) İkinci fıkrada belirtilen şartlara uygun olarak tutulan ticari defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul edilebilmesi için, diğer tarafın aynı şartlara uygun olarak tutulmuş ticari defterlerindeki kayıtların bunlara aykırı olmaması veya diğer tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi yahut defter kayıtlarının aksinin senet veya diğer kesin delillerle ispatlanmamış olması gerekir. Diğer tarafın ticari defterlerinin, ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi halinde ticari defter, sahibi lehine delil olarak kullanılamaz. Bu şartlara uygun olarak tutulan defterlerdeki sahibi lehine ve aleyhine olan kayıtlar birbirinden ayrılamaz.

(4) Açılış veya kapanış onayları bulunmayan ve içerdiği kayıtlar birbirini doğrulamayan ticari defter kayıtları, sahibi aleyhine delil olur.

(5) Taraflardan biri tacir olmasa dahi, tacir olan diğer tarafın ticari defterlerindeki kayıtları kabul edeceğini belirtir; ancak, karşı taraf defterlerini ibrazdan kaçınırsa, ibrazı talep eden taraf iddiasını ispat etmiş sayılır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Uygulamada en çok karşılaşılan durumlardan biri de taraflardan birinin ticari defterlerini mahkemeye sunmamasıdır. Bu durumda hakimin ne yapacağı konusunda kural içi boşluk bulunmaktaydı. Çoğunlukla defterini sunan tarafın defter kayıtları sunmayan taraf aleyhine delil olacağına karar veriliyordu. Getirilen bu düzenleme ile bu kural içi boşluk doldurulmaktadır. Uygulamada ortaya çıkan bir diğer sorun ise iki tarafında defterlerini delil olarak sunmaları ve kayıtların dava konusu ile ilgili olarak birbirini tutmaması durumunda ne yapılacağı durumuydu. Örneğin alacaklının defterinde alacak kaleminin bulunması ancak borçlunun defterinde böyle bir kaydın bulunmaması durumunda hangisinin esas alınacağı belirsizdi. Bu belirsizlik yapılan düzenleme ile giderilmektedir. Ancak defterlerin delil olarak sunulduğu durumlarda çoğu zaman tarafların birbirlerine gönderdikleri faturalarda ispat aracı olarak kullanılmaktadır. Faturaların borçlu tarafa ulaşıp ulaşmadığının ispat yükü de alacaklı taraftadır. Fatura borçlu tarafa ulaşmış ancak borçlunun defterine kaydı yapılmamışsa bu durumda borçlunun defterinin usulüne uygun tutulmadığı anlaşılmaktadır. Burada önemli olan alacaklı tarafın faturayı borçluya gönderdiğini ispatlayabilmesidir. Ancak gerek HMK gerekse TTK’nda faturaların gönderildiğinin ne şekilde ispatlanacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Uygulamada iadeli taahhütlü mektupla gönderilmesi ya da ihtarname ekinde gönderilmesi gibi yöntemlere rastlanılmaktadır. Bu sorunun en kolay çözümü faturaların güvenli elektronik imza ile elektronik ortamda gönderilmesinin sağlanacağı bir sistemin kurulmasıdır. Bu sistemin sadece şirketler için değil bütün gerçek ticaret erbabı için geçerli olması da sağlanmalıdır.

MADDE 26- 6100 sayılı Kanunun 281’inci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Talebin bu süre içinde hazırlanması çok zor ise, aynı süre zarfında mahkemeye başvuran tarafa, sürenin son gününden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler. Talebin bu süre içinde hazırlanması çok zor ise, aynı süre zarfında mahkemeye başvuran tarafa, sürenin son gününden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir.

(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.

(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Özellikle teknik bilirkişi incelemelerinde bilirkişi raporunun incelenmesi ve görüş hazırlanması zaman alabilmektedir. Bilirkişi raporunu alan taraf raporu başka bir uzmana inceleterek ondan alacağı bilgi ile görüşünü hazırlamak isteyebilir. Bu ve benzeri durumlarda bilirkişi raporuna karşı beyanda bulunmak için iki haftalık süre yeterli olmayabilir. Bu sebeple getirilen düzenleme yerinde olmuştur.

MADDE 27- 6100 sayılı Kanunun 290’ıncı maddesinin ikinci fıkrasına, ikinci cümleden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Tutanağa, hâkimin keşif konusu ve mahalliyle ilgili gözlemleri de yazılır.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Keşfin yeri ve zamanı mahkeme tarafından tespit edilir. Keşif, taraflar hazır iseler huzurlarında, aksi takdirde yokluklarında yapılır.

(2) Mahkeme keşif sırasında tanık ve bilirkişi dinleyebilir. Keşif sırasında, yapılan tüm işlemler ve beyanları içeren bir tutanak düzenlenir. Plan, çizim, fotoğraf gibi belgeler de tutanağa eklenir. Tutanağa, hâkimin keşif konusu ve mahalliyle ilgili gözlemleri de yazılır.”

(3) Mahkeme, bir olayın nasıl geçmiş olabileceğini tespit için temsili uygulama da yaptırabilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Keşif hakimin beş duyu organı ile yaptığı incelemedir. Bu nedenle keşif esnasında hakimin gözlemlerinin yazılması keşfin amacı açısından zaten gerekli olan bir durumdur. Uygulamada bir çok hakim keşif mahallindeki gözlemlerini tutanağa geçirmekteydi. Ancak bunun yasal zorunluluk haline gelmesi keşif tutanaklarının daha ayrıntılı olarak düzenlenmesine olanak verecektir.

MADDE 28- 6100 sayılı Kanunun 301’inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Hükmün gerekçesinin yazılarak imzalanmasından itibaren bir ay içinde taraflardan birinin başvurusu üzerine hükmün mühürlenmiş bir nüshası makbuz karşılığında başvuran tarafa verilir, diğer nüshası da gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Bu süre içinde herhangi bir başvuru olmazsa, hüküm yazı işleri müdürü tarafından takip eden bir ay içinde taraflara resen tebliğ edilir.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Hükmün gerekçesinin yazılarak imzalanmasından itibaren bir ay içinde taraflardan birinin başvurusu üzerine hükmün mühürlenmiş bir nüshası makbuz karşılığında başvuran tarafa verilir, diğer nüshası da gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Bu süre içinde herhangi bir başvuru olmazsa, hüküm yazı işleri müdürü tarafından takip eden bir ay içinde taraflara resen tebliğ edilir. Hükmün bir nüshası da dosyasında saklanır.

(2) Taraflardan her birine verilen hüküm nüshası ilamdır.

(3) Tarafların elinde bulunan hüküm nüshalarının farklı olması hâlinde karar kartonundaki esas alınır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Bizce mahkemenin eski hali de aynı anlama gelmekteydi ancak maddeyi aksi şekilde yorumlayanlarda vardı. Asıl sorun bu maddeden değil HMK yönetmeliğindeki ilamın tebliğe çıkarılması için tarafların talepte bulunmalarına ilişkin hükümden kaynaklanmaktaydı. Bazı mahkemelerin HMK 301’inci maddeyi uygulamak yerine HMK yönetmeliğindeki bu maddeye aykırı olan hükmü uygulamaları nedeniyle tebliğe çıkartılması talep edilmeyen ilamlar aylarca mahkeme kaleminde bekletilmekte ve adeta mahkemenin verdiği karar tebliğ edilemediği için askıda kalmaktaydı. Çoğunlukla aile mahkemelerinde görülen bu durum özellikle verilen karardan memnun olmayan tarafların mahkeme kararını adeta yok saymak için başvurdukları bir yöntem haline gelmişti. HMK yönetmeliğinin “İlam ve suretlerin verilmesi, kesinleşme kaydı ile harçların tahsili” başlıklı 58’inci maddesinin birinci fıkrası Hâkimin re’sen harekete geçtiği haller ile kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla taraflardan birinin talebi olmadıkça hüküm tebliğe çıkarılmaz. Taraflardan birinin talebi halinde hükmün bir nüshası makbuz karşılığında talep eden tarafa verilir, bir nüshası da diğer tarafa tebliğe çıkarılır.” hükmünü içermektedir. HMK m. 301’de yapılacak bu değişiklikle birlikte HMK yönetmeliğinin 58’inci maddesinde de değişiklik yapılması gerekmektedir.

MADDE 29- 6100 sayılı Kanunun 310’uncu maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “(2) Feragat veya kabul, hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince feragat veya kabul doğrultusunda ek karar verilir. (3) Feragat veya kabul dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa, Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı feragat veya kabul hususunda karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderir.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Feragat ve kabul, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir.

(2) Feragat veya kabul, hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince feragat veya kabul doğrultusunda ek karar verilir.

(3) Feragat veya kabul dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa, Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı feragat veya kabul hususunda karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Uygulamada özellikle hüküm verildikten sonra yapılan feragat ve kabullerle ilgili olarak bir takım sıkıntılar yaşanmaktaydı. Maddede yapılan değişiklik bu sebeple yerinde olmuştur.

MADDE 30- 6100 sayılı Kanunun 314’üncü maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “(2) Sulh, hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince sulh doğrultusunda ek karar verilir. (3) Sulh, dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı sulh hususunda karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderir.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Sulh, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir.

(2) Sulh, hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince sulh doğrultusunda ek karar verilir.

(3) Sulh, dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı sulh hususunda karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Yukarıdaki maddede yaptığımız açıklamalar bu madde içinde geçerlidir. Feragat ve kabul gibi sulhunda yapıldığı zamana göre bir takım usulü sorunlar yarattığı açıktır. Bu nedenle yapılan değişiklik yerinde olmuştur.

MADDE 31- 6100 sayılı Kanunun 331 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(2) Görevsizlik veya yetkisizlik kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi hâlinde, yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder. Ancak bu durumda ilk kararı veren mahkemedeki yargılama için ayrıca bir vekâlet ücretine hükmedilmez. Görevsizlik veya yetkisizlik kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmemiş ise davanın açıldığı mahkeme dosya üzerinden bu durumu tespit ile davacıyı yargılama giderlerini ödemeye mahkûm eder.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder.

(2) Görevsizlik veya yetkisizlik kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi hâlinde, yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder. Ancak bu durumda ilk kararı veren mahkemedeki yargılama için ayrıca bir vekâlet ücretine hükmedilmez. Görevsizlik veya yetkisizlik kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmemiş ise davanın açıldığı mahkeme dosya üzerinden bu durumu tespit ile davacıyı yargılama giderlerini ödemeye mahkûm eder.

(3) Davanın açılmamış sayılmasına karar verilen hâllerde yargılama giderleri davacıya yükletilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Bu maddede yapılmak istenen değişikliğin temelinde yatan neden yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin eski usul kanunun döneminden kalma alışkanlıkla ayrı yargılama giderleri olarak değerlendirilmesidir. Artık vekâlet ücretleri HMK m. 323/I-ğ maddesine göre yargılama gideri içinde sayılmaktadır. Görevsizlik veya yetkisizlik kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmemiş ise davanın açıldığı mahkemenin dosya üzerinden bu durumu tespit ile davacıyı yargılama giderlerini ödemeye mahkûm etmesi durumunda hükmedilecek yargılama giderlerinin içine vekâlet ücretinin de gireceği çok açıktır. Dolayısıyla görevsizlik veya yetkisizlik kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi hâlinde, yargılama giderlerine o mahkemenin hükmetmesi durumunda da görevsizlik ya da yetkisizlik kararı veren mahkemenin vekâlet ücretine hükmedemeyeceği açıktır. Bu durum madde metninden açıkça anlaşılmakta olmasına karşın ne yazık ki bazı mahkemeler görevsizlik ve yetkisizlik kararı sonrasında vekâlet ücretine de hükmetme alışkanlıklarını bırakamadılar. Bu nedenle yapılan değişiklik yerinde olmuştur. Ancak şu da unutulmamalıdır ki kolay bir muhakeme ile anlaşılabilecek her konu için yasal düzenleme yapılması yoluna gidilmesi halinde kanunlarımız gereğinden fazla hüküm içeren yasal düzenlemeler haline gelir.

MADDE 32- 6100 sayılı Kanunun 341’inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) İlk derece mahkemelerinin aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir: a) Nihai kararlar. b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, yüze karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, yoklukta verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) İlk derece mahkemelerinin aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir:

a) Nihai kararlar.

b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, yüze karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, yoklukta verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.

(2) Miktar veya değeri bin beş yüz Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir.

(3) Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda bin beş yüz Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir.

(4) Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü bin beş yüz Türk Lirasını geçmeyen taraf, istinaf yoluna başvuramaz.

(5) İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, yüze karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, yoklukta verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar bu madde ile istinaf yolu açılmaktadır. Ancak bu kararlara istinaf yolunun açılması durumunda itiraza uğrayan dosya BAM’ne gittikten sonra ihtiyati tedbir ya da ihtiyati hacze ilişkin asıl davanın açılması ve devamı esnasında BAM’nden itiraz incelemesinden gelen kararın yargılamanın esasına olumsuz etkileri olabilir. BAM’nin iş yükü nedeniyle karar vermekte gecikmesi ve bu esnadan asıl davanın açılarak karara bağlanması durumunda esastan sonuçlanmış bir dava hakkında itiraz incelemesinden gelmiş ihtiyati haciz ya da ihtiyati tedbir kararı bulunacaktır. Bu durumda mahkemeler karar verilmesine yer olmadığına kararı vermek zorunda kalacaklar ve BAM’nin verdiği karar uygulanamayacaktır. Bu nedenle bu maddedeki değişikliğin bir kez daha gözden geçirilmesinde yarar bulunmaktadır.

MADDE 33- 6100 sayılı Kanunun 350’inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(3) Hüküm sonucunun tefhiminden itibaren bir hafta geçmeden hüküm konusu alacak hakkında icra takibi yapılamaz.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) İstinaf yoluna başvurma, kararın icrasını durdurmaz. İcra ve İflas Kanununun icranın geri bırakılmasıyla ilgili 36 ncı maddesi hükmü saklıdır. Nafaka kararlarında icranın geri bırakılmasına karar verilemez.


(2) Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.

(3) Hüküm sonucunun tefhiminden itibaren bir hafta geçmeden hüküm konusu alacak hakkında icra takibi yapılamaz.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Tasarıda belirtilen “hüküm sonucunun tefhimi” ibaresinden bu fıkranın basit yargılama usulünde verilen kararlar için getirildiği anlaşılmaktadır. Çünkü uygulamada yazılı yargılama usulüne bağlı davalarda gerekçeli kararın tebliğinden itibaren icra takibi başlatılabiliyor. Basit yargılama usulünde ise hüküm sonucu sözlü yargılama duruşmasında hazır olan taraflara tefhim edildiği için tefhimden itibaren kural olarak icra takibi başlatılabilmektedir. Ancak bazen icraya konulan karar ile gerekçeli karar arasında farklılık olması durumunda bazı sıkıntılar da yaşanmaktadır. Bu nedenle getirilen düzenleme olumlu yöndedir.

MADDE 34- 6100 sayılı Kanunun 359’uncu maddesinin kenar başlığı “Karar ve tebliği” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(3) Hükmün gerekçesinin yazılarak imzalanmasından itibaren bir ay içinde taraflardan birinin başvurusu üzerine hükmün mühürlenmiş bir nüshası makbuz karşılığında başvuran tarafa verilir, diğer nüshası da gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Bu süre içinde herhangi bir başvuru olmazsa, hüküm yazı işleri müdürü tarafından takip eden bir ay içinde taraflara resen tebliğ edilir. Hükmün bir nüshası da dosyasında saklanır.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

Karar ve tebliği

(1) Karar aşağıdaki hususları içerir:

a) Kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan, üyeler ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları, sicil numaraları.

b) Tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil olarak katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özeti.

ç) İlk derece mahkemesi kararının özeti.

d) İleri sürülen istinaf sebepleri.

e) Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep.

f) Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi.

g) Kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin imzaları.

ğ) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

(3) Hükmün gerekçesinin yazılarak imzalanmasından itibaren bir ay içinde taraflardan birinin başvurusu üzerine hükmün mühürlenmiş bir nüshası makbuz karşılığında başvuran tarafa verilir, diğer nüshası da gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Bu süre içinde herhangi bir başvuru olmazsa, hüküm yazı işleri müdürü tarafından takip eden bir ay içinde taraflara resen tebliğ edilir. Hükmün bir nüshası da dosyasında saklanır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Bu maddede yapılan değişiklik yukarıda incelemesin yaptığımız 301’inci maddedeki değişiklikle aynı yöndedir. Bu maddedeki değişiklik de bizce olumlu olmuştur.

MADDE 35- 6100 sayılı Kanunun 369 uncu maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yer alan “altmış bin” ibareleri “yüz bin” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.

(2) Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak, tüzel kişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya iptaline, boşanma veya ayrılığa, velayete, soybağına ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri yüz bin Türk Lirasını aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz veya cevap dilekçesinde duruşma yapılmasını talep etmiş ise Yargıtayca bir gün belli edilerek taraflara usulen davetiye gönderilir. Tebliğ tarihi ile duruşma günü arasında en az iki hafta bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse duruşma talebi dikkate alınmaz. Duruşma giderinin eksik ödenmiş olduğu anlaşılırsa, dairenin başkanı tarafından verilecek bir haftalık kesin süre içinde tamamlanması, aksi hâlde duruşma talebinden vazgeçilmiş sayılacağı, duruşma isteyene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde giderler tamamlanmadığı takdirde, Yargıtay incelemesini dosya üzerinde yapar.

(3) Yüz bin Türk Liralık duruşma sınırının belirlenmesinde 362 nci maddenin ikinci fıkrası kıyas yoluyla uygulanır.

(4) Yargıtay, ikinci fıkra hükmü ile bağlı olmaksızın, bilgi almak üzere resen de duruşma yapılmasına karar verebilir.

(5) Duruşma günü belli edilen hâllerde Yargıtay, tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra, taraflardan hiçbiri gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını verir.

(6) Duruşma günü kararı verilemeyen işlerin en geç bir ay içinde karara bağlanması zorunludur.

(7) Kanunda ivedi olduğu bildirilen dava ve işlere ait temyiz incelemesi öncelikle yapılır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Yukarıda belirttiğimiz gibi parasal sınırlarla ilgili olarak Adalet Bakanlığı’na yönetmelik çıkartma yetkisi verilmesi ve bu parasal sınırların bakanlıkça yönetmelik değişikliğine gidilerek yapılması daha doğru olacaktır.

MADDE 36- 6100 sayılı Kanunun 391’inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(3) İhtiyati tedbir talebinin reddi hâlinde, kanun yoluna başvurulabilir. Yüzüne karşı aleyhinde ihtiyati tedbir kararı verilen taraf da kanun yoluna başvurabilir. Bu başvurular öncelikle incelenir ve kesin olarak karara bağlanır.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Mahkeme, tedbire konu olan mal veya hakkın muhafaza altına alınması veya bir yediemine tevdii ya da bir şeyin yapılması veya yapılmaması gibi, sakıncayı ortadan kaldıracak veya zararı engelleyecek her türlü tedbire karar verebilir.

(2) İhtiyati tedbir kararında;

a) İhtiyati tedbir talep edenin, varsa kanuni temsilcisi ve vekilinin ve karşı tarafın adı, soyadı ve yerleşim yeri ile talep edenin Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası,

b) Tedbirin, açık ve somut olarak hangi sebebe ve delillere dayandığı,

c) Tereddüde yer vermeyecek şekilde, neyin üzerinde ve ne tür bir tedbire karar verildiği,

ç) Talepte bulunanın, ne tutarda ve ne türde bir teminat göstereceği,

yazılır.

(3) İhtiyati tedbir talebinin reddi hâlinde, kanun yoluna başvurulabilir. Yüzüne karşı aleyhinde ihtiyati tedbir kararı verilen taraf da kanun yoluna başvurabilir. Bu başvurular öncelikle incelenir ve kesin olarak karara bağlanır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Tasarıdaki bu düzenleme “yüzüne karşı aleyhine tedbir kararı verilen taraf” için kanun yoluna başvurma hakkı tanımaktadır. Davanın esası hakkında yargılama yapıldığı esnada tahkikat duruşmasında ihtiyati tedbir kararı verilmesi durumunda bu kararın uygulanması bir sıkıntı yaratmayacaktır. Ancak dava açılmadan önce talep edilen ihtiyati tedbir kararlarında çoğu zaman dosya üzerinden karar verilmekte ve aleyhinde ihtiyati tedbir kararı verilen kişi hazır bulunmamaktadır. Bu nedenle hazır bulunan bulunmayan ayrımının kaldırılması daha doğru olacaktır.

MADDE 37- 6100 sayılı Kanunun 393’üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “verildiği tarihten” ibaresi “bu kararın, tedbir isteyen tarafa tefhim veya tebliğinden” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) İhtiyati tedbir kararının uygulanması, bu kararın, tedbir isteyen tarafa tefhim veya tebliğinden itibaren bir hafta içinde talep edilmek zorundadır. Aksi hâlde, kanuni süre içinde dava açılmış olsa dahi, tedbir kararı kendiliğinden kalkar.

(2) Tedbir kararının uygulanması, kararı veren mahkemenin yargı çevresinde bulunan veya tedbir konusu mal ya da hakkın bulunduğu yer icra dairesinden talep edilir. Mahkeme, kararında belirtmek suretiyle, tedbirin uygulanmasında, yazı işleri müdürünü de görevlendirebilir.

(3) İhtiyati tedbir kararının uygulanması için, gerekirse zor kullanılabilir. Zor kullanmak hususunda, bütün kolluk kuvvetleri ve köylerde muhtarlar, uygulamayı gerçekleştirecek memurun yazılı başvurusu üzerine, kendisine yardım etmek ve emirlerine uymakla yükümlüdürler.

(4) İhtiyati tedbiri uygulayan memur, bir tutanak düzenler. Bu tutanakta, tedbir konusu ve bulunduğu yer gösterilir; tedbir konusu ile ilgili her türlü iddia bu tutanağa geçirilir. Tedbiri uygulayan memur, bu tutanağın bir örneğini tedbir sırasında hazır bulunmayan taraflara ve duruma göre üçüncü kişiye tebliğ eder.

(5) İhtiyati tedbir kararları hakkında kanun yoluna başvurulması hâlinde, tedbire ilişkin dosya ve delillerin sadece örnekleri ilgili mahkemeye gönderilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Tasarıdaki bu değişiklik ihtiyati tedbir kararının ne zaman uygulanmaya başlanacağının belirginleşmesi açısından yerinde olmuştur.

MADDE 38- 6100 sayılı Kanunun 398’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “bir aydan” ibaresi “şikâyet üzerine,” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “(2) Şikâyet olunana, şikâyet dilekçesi ile birlikte duruşma gün ve saatini bildiren davetiye gönderilir. Davetiyede, savunma ve delillerini duruşma gününe kadar bildirmesi ve duruşmaya gelmediği takdirde yargılamaya yokluğunda devam olunarak karar verileceği ihtar edilir. (3) Mahkeme duruşmaya gelen şikâyet olunana, 5271 sayılı Kanunun 147 inci maddesinde belirtilen haklarını hatırlatarak savunmasını alır. (4) Mahkeme, dosyadaki delilleri değerlendirerek gerekli araştırmayı yapar. Yargılama sonunda şikâyet olunanın ihtiyati tedbir kararının uygulanmasına ilişkin emre uymadığı veya tedbir kararına aykırı davrandığı tespit edilirse, birinci fıkra uyarınca disiplin hapsi ile cezalandırılmasına; aksi takdirde şikâyetin reddine karar verilir. (5) Taraflar, kararın tefhim veya tebliğinden itibaren bir hafta içinde karara itiraz edebilir. İtirazı, o yerde hükmü veren mahkemenin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisinden sonra gelen daire; son numaralı daire için bir numaralı daire; o yerde hükmü veren mahkemenin tek dairesi bulunması hâlinde en yakın yerdeki aynı düzey ve sıfattaki mahkeme inceler. (6) İtiraz merci, bir hafta içinde kararını verir. Merci, itirazı yerinde görürse işin esası hakkında karar verir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. (7) Bu madde uyarınca verilen disiplin hapsi kararları kesinleşmeden infaz edilemez. Kesinleşen kararların infazı Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılır. (8) Tedbir kararına aykırı davranışın sona ermesi veya tedbir kararının gereğinin yerine getirilmesi yahut şikâyetten vazgeçilmesi halinde, dava ve bütün sonuçlarıyla beraber ceza düşer.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) İhtiyati tedbir kararının uygulanmasına ilişkin emre uymayan veya tedbir kararına aykırı davranan kimse, şikâyet üzerine, altı aya kadar disiplin hapsi ile cezalandırılır. Görevli ve yetkili mahkeme, esas hakkındaki dava henüz açılmamışsa, ihtiyati tedbir kararı veren mahkeme; esas hakkındaki dava açılmışsa, bu davanın görüldüğü mahkemedir.

(2) Şikâyet olunana, şikâyet dilekçesi ile birlikte duruşma gün ve saatini bildiren davetiye gönderilir. Davetiyede, savunma ve delillerini duruşma gününe kadar bildirmesi ve duruşmaya gelmediği takdirde yargılamaya yokluğunda devam olunarak karar verileceği ihtar edilir.

(3) Mahkeme duruşmaya gelen şikâyet olunana, 5271 sayılı Kanunun 147 inci maddesinde belirtilen haklarını hatırlatarak savunmasını alır.

(4) Mahkeme, dosyadaki delilleri değerlendirerek gerekli araştırmayı yapar. Yargılama sonunda şikâyet olunanın ihtiyati tedbir kararının uygulanmasına ilişkin emre uymadığı veya tedbir kararına aykırı davrandığı tespit edilirse, birinci fıkra uyarınca disiplin hapsi ile cezalandırılmasına; aksi takdirde şikâyetin reddine karar verilir.

(5) Taraflar, kararın tefhim veya tebliğinden itibaren bir hafta içinde karara itiraz edebilir. İtirazı, o yerde hükmü veren mahkemenin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisinden sonra gelen daire; son numaralı daire için bir numaralı daire; o yerde hükmü veren mahkemenin tek dairesi bulunması hâlinde en yakın yerdeki aynı düzey ve sıfattaki mahkeme inceler.

(6) İtiraz merci, bir hafta içinde kararını verir. Merci, itirazı yerinde görürse işin esası hakkında karar verir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir.

(7) Bu madde uyarınca verilen disiplin hapsi kararları kesinleşmeden infaz edilemez. Kesinleşen kararların infazı Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılır.

(8) Tedbir kararına aykırı davranışın sona ermesi veya tedbir kararının gereğinin yerine getirilmesi yahut şikâyetten vazgeçilmesi halinde, dava ve bütün sonuçlarıyla beraber ceza düşer.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Maddede yapılan değişiklikle ihtiyati tedbir kararına uymayanlara verilecek disiplin hapsi cezasının alt sınırı kaldırılmaktadır. Böylece bir aydan daha az ceza verilebilmesinin de yolu açılmıştır. İkinci değişiklik ise disiplin hapsi cezasının şikâyete bağlanmasıdır. Bizce bu değişiklik yerinde olmuştur. Çünkü şuan ki iş yükü içinde verilen ihtiyati tedbir kararının uygulanıp uygulanmadığını mahkemelerin kendiliğinden araştırıp disiplin hapsi cezası vermesi mümkün değildir. Bu nedenle lehinde ihtiyati tedbir kararı verilen kişinin şikâyet etmesi koşuluna bağlanması daha iyi olmuştur. Buna bağlı olarak getirilen diğer düzenlemeler ise şikâyet başvurusunun hangi esaslara göre yargılamasının yapılacağını göstermektedir.

MADDE 39- 6100 sayılı Kanunun 402’nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(4) Tespitin yapılmasından sonra, tespit tutanağı ve varsa bilirkişi raporunun bir örneği mahkemece karşı tarafa kendiliğinden tebliğ olunur.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Delil tespiti talebi dilekçeyle yapılır. Dilekçede tespiti istenen vakıa, tanıklara veya bilirkişilere sorulması istenen sorular, delillerin kaybolacağı veya gösterilmesinde zorlukla karşılaşılacağı kuşkusunu uyandıran sebepler ile aleyhine delil tespiti istenen kişinin ad, soyad ve adresi yer alır. Tespit talebinde bulunan, durum ve koşulların imkân vermemesi nedeniyle, aleyhine tespit yapılacak kişiyi gösteremiyorsa talebi geçerli sayılır.

(2) Mahkeme tarafından belirlenen tespit giderleri avans olarak ödenmedikçe sonraki işlemler yapılmaz.

(3) Tespit talebi mahkemece haklı bulunursa karar, dilekçeyle birlikte karşı tarafa tebliğ edilir. Kararda ayrıca, delil tespitinin nasıl ve ne zaman yapılacağı, tespitin icrası esnasında karşı tarafın da hazır bulunabileceği, varsa itiraz ve ilave soruların bir hafta içinde bildirilmesi gerektiği belirtilir.

(4) Tespitin yapılmasından sonra, tespit tutanağı ve varsa bilirkişi raporunun bir örneği mahkemece karşı tarafa kendiliğinden tebliğ olunur.”

Madde hakkında görüşlerimiz:

Uygulamada en sık karşılaştığımız durumlardan biri de tespit davalarında bilirkişi raporunun karşı tarafa tebliğ edilmemesi durumunda tespit davasından sonra asıl dava açıldığında davalı taraf tespit dosyasındaki bilirkişi raporunun kendilerine tebliğ edilmediğini ve bu nedenle de itiraz haklarını kullanamadıklarını ileri sürmesidir. Maddede kural içi boşluk bulunduğu açıktır. Bu kural içi boşluğun hakim tarafından doldurularak hukuk mantığı gereği bilirkişi raporunun karşı tarafa da tebliğe çıkartılması gerekmektedir. Ancak uygulamada bu kural içi boşluğun doldurulmadığı ve karşı tarafın bilirkişi raporuna itiraz etme ve bilgilenme hakkının elinden alındığı görülmekteydi. Bu nedenle getirilen düzenleme yerinde olmuştur.

MADDE 40- 6100 sayılı Kanunun 410’uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(1) Tahkim yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde nihai hakem kararı verilinceye kadar görevli ve yetkili mahkeme, konusuna göre tahkim yeri asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesidir. Tahkim yeri belirlenmemiş ise görevli ve yetkili mahkeme, davalının Türkiye’deki yerleşim yeri, oturduğu yer veya iş yeri asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesidir.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Tahkim yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen işlerde nihai hakem kararı verilinceye kadar görevli ve yetkili mahkeme, konusuna göre tahkim yeri asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesidir. Tahkim yeri belirlenmemiş ise görevli ve yetkili mahkeme, davalının Türkiye’deki yerleşim yeri, oturduğu yer veya iş yeri asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesidir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Bölge Adliye Mahkemelerine tahkim yargılamasında itiraz mahkemesi görevi verilmesi en başından beri hatalı olmuştur. Bu nedenle asliye ve asliye ticaret mahkemelerinin görevlendirilmeleri daha doğrudur.

MADDE 41- 6100 sayılı Kanunun 416 ncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “temyiz yoluna” ibaresi “istinaf yoluna” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Taraflar, hakem veya hakemlerin seçim usulünü kararlaştırmakta serbesttir. Taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa hakem seçiminde aşağıdaki usul uygulanır:

a) Ancak gerçek kişiler hakem seçilebilir.

b) Tek hakem seçilecek ise ve taraflar hakem seçiminde anlaşamazlarsa hakem, taraflardan birinin talebi üzerine mahkeme tarafından seçilir.

c) Üç hakem seçilecek ise taraflardan her biri bir hakem seçer; bu şekilde seçilen iki hakem üçüncü hakemi belirler. Taraflardan biri, diğer tarafın bu yoldaki talebinin kendisine ulaşmasından itibaren bir ay içinde hakemini seçmezse veya tarafların seçtiği iki hakem seçilmelerinden sonraki bir ay içinde üçüncü hakemi belirlemezlerse, taraflardan birinin talebi üzerine mahkeme tarafından hakem seçimi yapılır. Üçüncü hakem, başkan olarak görev yapar.

ç) Üçten fazla hakem seçilecek ise son hakemi seçecek olan hakemler yukarıdaki bentte belirtilen usule göre taraflarca eşit sayıda belirlenir.

d) Hakemin birden fazla kişiden oluşması hâlinde en az birinin kendi alanında beş yıl ve daha fazla kıdeme sahip bir hukukçu olması şarttır.

(2) Hakemlerin seçim usulünü kararlaştırmış olmalarına rağmen;

a) Taraflardan biri sözleşmeye uymazsa,

b) Kararlaştırılmış olan usule göre tarafların veya taraflarca seçilen hakemlerin hakem seçimi konusunda birlikte karar vermeleri gerektiği hâlde, taraflar ya da hakemler bu konuda anlaşamazlarsa,

c) Hakem seçimi ile yetkilendirilen üçüncü kişi, kurum veya kuruluş, hakemi ya da hakem kurulunu seçmezse,

hakem veya hakem kurulunun seçimi, taraflardan birinin talebi üzerine mahkeme tarafından yapılır. Mahkemenin, gerektiğinde tarafları dinledikten sonra bu fıkra hükümlerine göre verdiği kararlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz. Mahkeme, hakem seçiminde tarafların sözleşmesini ve hakemlerin bağımsız ve tarafsız olması ilkelerini göz önünde bulundurur. Üçten fazla hakem seçilecek hâllerde de aynı usul uygulanır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Maddede yapılan değişiklik kanun yolunun belirlenmesi bakımından daha uygun olmuştur.

MADDE 42- 6100 sayılı Kanunun 418 inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “temyiz yoluna” ibaresi “istinaf yoluna” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Taraflar, hakemin reddi usulünü serbestçe kararlaştırabilirler.

(2) Hakemi reddetmek isteyen taraf, hakemin veya hakem kurulunun seçiminden ya da hakemin reddi talebinde bulunabileceği bir durumun ortaya çıktığını öğrendiği tarihten itibaren iki hafta içinde ret talebinde bulunabilir ve bu talebini karşı tarafa yazılı olarak bildirir. Reddedilen hakem kendiliğinden çekilmez veya diğer taraf reddi kabul etmez ise ret hakkında, hakem kurulunca karar verilir.

(3) Hakem kurulundan bir veya birden çok hakemin reddini isteyen taraf, ret talebini ve gerekçesini hakem kuruluna bildirir. Ret talebinin kabul edilmediğini öğrenen taraf, bu tarihten itibaren karara karşı bir ay içinde mahkemeye başvurarak bu kararın kaldırılmasını ve hakem veya hakemlerin reddine ilişkin talep hakkında karar verilmesini isteyebilir.

(4) Seçilen hakemin veya hakem kurulunun tümünün ya da karar çoğunluğunu ortadan kaldıracak sayıda hakemin reddi için ancak mahkemeye başvurulabilir. Mahkemenin bu fıkra uyarınca vereceği kararlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz.

(5) Seçilen hakemin veya hakem kurulunun tümünün ya da karar çoğunluğunu ortadan kaldıracak sayıda hakemin ret talebini mahkemenin kabul etmesi hâlinde tahkim sona erer. Ancak tahkim sözleşmesinde hakem veya hakemlerin isimleri belirlenmemişse yeniden hakem seçimi yoluna gidilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Yukarıdaki maddede yaptığımız açıklama bu madde içinde geçerlidir.

MADDE 43- 6100 sayılı Kanunun 436’ncı maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “(3) Hakem kararı, hakem, hakem kurulu başkanı veya ilgili tahkim kurumu tarafından taraflara bildirilir. Ayrıca kararın aslı dosya ile birlikte mahkemeye gönderilir ve mahkemece saklanır.”

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Hakem kararlarında;

a) Kararı veren hakem veya hakem kurulu üyelerinin ad ve soyadları,

b) Tarafların ve varsa temsilcileri ile vekillerinin ad ve soyadları, unvanları ve adresleri,

c) Kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesi,

ç) Bir sıra numarası altında açık ve kesin bir biçimde taraflara yüklenen hak ve borçlar ile yargılama giderleri,

d) Karara karşı iptal davası açılabileceği ve süresi,

e) Tahkim yeri ve kararın tarihi,

f) Kararı veren hakem veya hakem kurulu üyelerinin tamamı veya çoğunluğunun imzaları ve karara eklenmiş ise karşı oy yazısı,

gösterilir.

(2) Aksi kararlaştırılmadıkça, hakem veya hakem kurulu kısmi kararlar verebilir.

(3) Hakem kararı, hakem, hakem kurulu başkanı veya ilgili tahkim kurumu tarafından taraflara bildirilir. Ayrıca kararın aslı dosya ile birlikte mahkemeye gönderilir ve mahkemece saklanır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Yargılamanın esasına bakacak olan mahkemenin hakem dosyasına ihtiyaç duyması durumunda bu dosyaya ulaşabilmesi için dosyanın mahkemenin kolayca ulaşabileceği bir yerde saklanması gerekmektedir. Bu sebeple düzenleme yerinde olmuştur.

MADDE 44- 6100 sayılı Kanunun 439’uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan “tahkim yerindeki mahkemede” ibaresi “tahkim yeri bölge adliye mahkemesinde” şeklinde, beşinci fıkrasında yer alan “mahkeme” ibaresi “bölge adliye mahkemesi” şeklinde değiştirilmiş ve yedinci fıkrasına “(b),” ibaresinden sonra gelmek üzere “(c),” ibaresi eklenmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Hakem kararına karşı yalnızca iptal davası açılabilir. İptal davası, tahkim yeri bölge adliye mahkemesinde açılır; öncelikle ve ivedilikle görülür.

(2) a) Tahkim sözleşmesinin taraflarından birinin ehliyetsiz ya da tahkim sözleşmesinin geçersiz olduğu,

b) Hakem veya hakem kurulunun seçiminde, sözleşmede belirlenen veya bu Kısımda öngörülen usule uyulmadığı,

c) Kararın, tahkim süresi içinde verilmediği,

ç) Hakem veya hakem kurulunun, hukuka aykırı olarak yetkili veya yetkisiz olduğuna karar verdiği,

d) Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiği veya talebin tamamı hakkında karar vermediği ya da yetkisini aştığı,

e) Tahkim yargılamasının, usul açısından sözleşmede veya bu yönde bir sözleşme bulunmaması hâlinde, bu Kısımda yer alan hükümlere uygun olarak yürütülmediği ve bu durumun kararın esasına etkili olduğu,

f) Tarafların eşitliği ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkına riayet edilmediği,

g) Hakem veya hakem kurulu kararına konu uyuşmazlığın Türk hukukuna göre tahkime elverişli olmadığı,

ğ) Kararın kamu düzenine aykırı olduğu,

tespit edilirse, hakem kararları iptal edilebilir.

(3) Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiği iddiasıyla açılan iptal davasında, tahkim sözleşmesi kapsamında olan konuların, tahkim sözleşmesi kapsamında olmayan konulardan ayrılması mümkün olduğu takdirde, hakem kararının sadece tahkim sözleşmesi kapsamında olmayan konuları içeren bölümü iptal edilebilir.

(4) İptal davası, bir ay içinde açılabilir. Bu süre, hakem kararının veya tavzih, düzeltme ya da tamamlama kararının taraflara bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Hakem kararına karşı iptal davası açılması kararın icrasını durdurmaz. Ancak taraflardan birinin talebi üzerine hükmolunan para veya eşyanın değerini karşılayacak bir teminat gösterilmek şartı ile kararın icrası durdurulabilir.

(5) İptal talebi, davaya bakan bölge adliye mahkemesi aksine karar vermedikçe, dosya üzerinden incelenerek karara bağlanır.

(6) İptal davası hakkında verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Temyiz incelemesi, bu maddede yer alan iptal sebepleriyle sınırlı olarak, öncelikle ve ivedilikle karara bağlanır. Temyiz, kararın icrasını durdurmaz.

(7) İptal davasının kabulü hâlinde, kabul kararı temyiz edilmezse veya ikinci fıkranın (b), (c), (ç), (d), (e) ve (f) bentlerindeki hâllerin varlığı sebebiyle kabulü hâlinde, taraflar aksini kararlaştırmamışlarsa hakemleri ve tahkim süresini yeniden belirleyebilirler. Taraflar isterlerse eski hakemleri tayin edebilirler.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Bölge Adliye Mahkemelerinin tahkim yargılamalarında itiraz mahkemesi haline getirilmesi doğru değildir. Eğer Bölge Adliye Mahkemelerine itiraz mahkemesi görevi verilecekse bu başka konularda olmalıdır. Tahkim kararlarına karşı BAM’nin itiraz yeri olarak belirlenmesi durumunda tahkim ilk derece mahkemeleri ile aynı seviyede yargı yeri haline gelmektedir. Tahkim her yönü ile ilk derce mahkemelerinin yerini hiç bir zaman tutamaz. Tahkimde uyuşmazlığı çözülmesi ilk derce mahkemesinin kararına eşit sonuçlar doğursa da tahkim yargılama hukuku açısından ilk derce mahkemelerinden daha basit bir düzenlemeye bağlı olması nedeniyle asliye hukuk ya da asliye ticaret mahkemelerinin itiraz incelemesine bağlı olmalıdır.

MADDE 45- 6100 sayılı Kanunun 440’ıncı maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Hakem kararının” ibaresi “Aksi kararlaştırılmadıkça hakem kararının” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa, hakemlerin ücreti, dava konusu alacağın miktarı, uyuşmazlığın niteliği ve tahkim yargılamasının süresi dikkate alınarak, hakem veya hakem kurulu ile taraflar arasında kararlaştırılır.

(2) Taraflar, hakem veya hakem kurulunun ücretini yerleşmiş kurallara veya kurumsal tahkim kurallarına yollama yaparak da belirleyebilirler.

(3) Taraflarla hakem veya hakem kurulu arasında ücretin belirlenmesi konusunda anlaşmaya varılamaz veya tahkim sözleşmesinde ücretin belirlenmesine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmazsa ya da taraflarca bu konuda yerleşmiş kurallara veya kurumsal tahkim kurallarına yollama yapılmamışsa, hakem veya hakem kurulunun ücreti, her yıl Adalet Bakanlığınca ilgili kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının görüşleri alınarak hazırlanan ücret tarifesine göre belirlenir.

(4) Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça başkanın ücreti, hakemlerden her birine ödenecek hakem ücretinin yüzde on fazlası olarak hesaplanır.

(5) Aksi kararlaştırılmadıkça hakem kararının düzeltilmesi, yorumlanması veya tamamlanması hâllerinde ek hakem ücreti ödenmez.

(6) Hakem veya hakem kurulu kararında tahkim yargılamasının giderleri gösterilir.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Kararın düzeltilmesi asıl kararın geçerliliğine etki etmeyeceğinden ve asıl kararın bir parçası olacağından ayrıca hakem ücretini gerektirecek bir durum oluşturamaz. Bu nedenle “aksi kararlaştırılmadıkça” koşulunun getirilmesi hatalı olmuştur. Tasarı bu şekilde yasalaşırsa düzeltilmesi gereken bir kararın ek ücret verilmemesi durumunda düzeltilememesi gibi bir sonuçla karşılaşırız ki bu durumda düzeltilmesi istenen hakem kararına karşı gereksiz yere itiraz edilmesi gibi sonuçlar ortaya çıkabilir.

MADDE 46- 6100 sayılı Kanunun geçici 3’üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “454” ibaresi “444” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin yeni hali aşağıdaki gibidir.

(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2’nci maddesi uyarınca Resmî Gazete'de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.

Madde hakkında görüşlerimiz:

Yasalarda yollamaların/atıfların doğru yapılması çok önemlidir. Bu maddede yapılan değişiklik yerinde olmuştur.

III. 6100 SAYILI HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNUNDA YAPILMASINI İSTEDİĞİMİZ DİĞER DEĞİŞİKLİKLER: 

Harçlar Karar Kesinleştikten Sonra Tahsil Edilmelidir:

Harçların tahsili için karar verildikten sonra maliye veznesine yazı yazılmaktadır. Eğer karar istinaf ya da temyiz incelemesinden sonra değişikliğe uğrayacak olursa bu durumda harcın tahsili için tekrar düzeltme yazısı yazılmaktadır. Bu durumun önüne geçilebilmesi için ya harçlar kanununda ya da HMK’da harçların kararın kesinleşmesinden sonra tahsil edileceğine ilişkin bir düzenlemenin yapılması yerinde olacaktır.

Üçüncü Kişinin Elindeki Belgenin Gönderilmemesinin Yaptırımı Düzenlenmeli:

HMK m. 221’e göre mahkeme üçüncü kişinin elindeki belgenin mahkemeye gönderilmesini isteme yetkisine sahiptir. Ancak üçüncü kişinin elindeki belgeyi mahkemeye göndermemesi durumunda yaptırımının ne olacağı yazılı değildir. Yargıtay bu gibi durumları emre aykırı davranış kabul etmekte ve ona göre bir idari para cezası yaptırımının uygulanması gerektiğini savunmaktadır. Bizce HMK m. 221’e aşağıdaki fıkra eklenmelidir.

Elindeki belgeyi mahkemenin istemesi üzerine geçerli bir sebep göstermeden ya da üçüncü fıkradaki haklarını kullanmadan ibraz etmeyen üçüncü kişiye (...) TL idari para cezası verilir.”