HUKUK
MUHAKEMELERİ KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR KANUN TASARISI TASLAĞI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİMİZ
I.
GİRİŞ:
Tasarının tamamı
incelendikten sonra aşağıdaki görüş ve düşüncelere varılmış,
bazı noktalarda da yeni öneriler getirilmiştir. Ayrıca 6100
sayılı HMK ve ona bağlı olarak bazı yasalarda da yeni
değişiklikler yapılması önerileri eklenmiştir.
II.
DEĞİŞİKLİK MADDELERİNİN İNCELENMESİ:
MADDE
1- 12/1/2011
tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 20’inci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “bu karar verildiği anda
kesin ise bu tarihten,” ibaresi “bu karar verildiği anda kesin
ise tebliğ tarihinden,” şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
Görevsizlik
veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu
karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden,
süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise
kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu
başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta
içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının
görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi
gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış
sayılmasına karar verilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Maddede
yapılan değişiklik bizce olumludur. Kararın verilmesinden hemen
sonra dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesinin istenilmesi
gerekçeli karar yazılmadan talepte bulunmayı zorunlu kılmaktaydı.
Bu nedenle karar kesin ise tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık
sürenin işlemeye başlaması uygulamada daha kolaylık
sağlayacaktır.
MADDE
2- 6100
sayılı Kanunun 32’inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(3) Dilekçe verilmesi kanunda öngörülen veya hâkim tarafından
uygun bulunan haller dışında taraflarca herhangi bir isim altında
sunulan dilekçeler hükme esas alınmaz.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Yargılamayı, hâkim sevk ve idare eder; yargılama düzeninin
bozulmaması için gerekli her türlü tedbiri alır.
(2)
Okunamayan veya uygunsuz yahut ilgisiz olan dilekçenin yeniden
düzenlenmesi için uygun bir süre verilir ve bu dilekçe dosyada
kalır. Verilen süre içinde yeni bir dilekçe düzenlenmezse,
tekrar süre verilemez.
(3)
Dilekçe verilmesi kanunda öngörülen veya hâkim tarafından uygun
bulunan haller dışında taraflarca herhangi bir isim altında
sunulan dilekçeler hükme esas alınmaz.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Mahkemelerimizde yapılan
yargılamalar süresince sadece kişinin kendi davasını takip
ettiği dosyalarda değil avukat eliyle takip edilen dosyalarda bile
HMK’ya aykırı şekilde ve çoğunlukla da “beyan dilekçesi”
adı altında dilekçeler verilmekte ve bu durum hem dosyanın fiziki
bütünlüğü hem de hakimin dosya kapsamı hakkında bilgi sahibi
olması açısından olumsuz durumlar yaratmaktaydı. Ancak getirilen
yeni düzenleme eksiklik içermektedir. Şöyle ki; herhangi bir isim
altında sunulan dilekçelerin hükme esas alınmaması için
dilekçenin sunulduğu andan itibaren ilk duruşmaya kadar ya da
dilekçenin sunulmasından sonraki ilk duruşmada hakim tarafından
dilekçenin okunduğu ve hükme esas salınmayacağının karara
bağlanması gerekmektedir. Aksi takdirde istinaf incelemesinde
denetim yapılması zorlaşacaktır. Çünkü hakim gelen dilekçeyi
uygun bulup bulmadığını açıkça ara kararında belirtmediyse,
bu durum dosya kapsamından anlaşılmıyorsa ve taraflardan
diğerinin hükme esas alınamayacağı itirazı varsa bu durumda
istinaf incelemesinde denetim yapma olanağı zorlaşacaktır. Bu
sebeple getirilmek istenen düzenlenin sonuna aşağıdaki cümlenin
eklenmesinde fayda vardır.
“Hakim
uygun bulmadığı dilekçenin hükme esas alınmayacağını
dilekçenin verildiği tarihten itibaren görülecek ilk duruşmada
tutanağa geçirir. Dilekçe sözlü yargılama duruşması esnasında
verildiyse sözlü yargılama duruşması esnasında tutanağa
geçirilir”
MADDE
3- 6100
sayılı Kanunun 79’uncu maddesinin birinci fıkrasına “ve
duruşma” ibaresinden sonra gelmek üzere “bir ayı geçmemek
üzere” ibaresi eklenmiş, maddeye birinci fıkradan sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve diğer fıkra buna göre
teselsül ettirilmiştir. “(2) Duruşmanın ertelenmesine sebep
olan vekil, sonraki duruşmalardan birinde yeniden disiplin suçu
veya adlî suç teşkil eder nitelikte bir fiil işlerse duruşmanın
erteleneceği ve takip eden duruşmalara kabul edilmeyeceği
konusunda uyarılır. Vekil, uyarıya uymaz ve disiplin suçu veya
adli suç teşkil eder nitelikteki fiilini sürdürürse, duruşma
salonunda bulunan kişilerin kimlik bilgileri, adresleri de yazılarak
olay tutanağa geçirilir; vekilin takip eden duruşmalara kabul
edilmemesine karar verilir; ilgili tarafa, takip eden duruşmalara
bizzat katılması veya kendisini başka bir vekille temsil
ettirmesi, aksi takdirde tarafın yokluğu hâlinde uygulanacak
hükümlere göre işlem yapılacağı hususu tefhim edilir ve
duruşma ertelenir. İlgili taraf hazır değilse bu durum ve duruşma
günü tebliğ edilir. Ayrıca vekil hakkında yukarıdaki fıkra
uyarınca gerekli bildirimlerde bulunulur.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Vekil, duruşma
sırasında uygun olmayan tutum ve davranışta bulunursa, hâkim
tarafından uyarılır; vekil uyarıya uymaz ve fiil disiplin suçu
veya adlî suç teşkil eder nitelikte görülürse, duruşma
salonunda bulunan kişilerin kimlik bilgileri, adresleri de yazılarak
olay tutanağa geçirilir ve duruşma bir
ayı geçmemek üzere
ertelenir. Vekil
hakkında gerekli yasal işlem yapılmak üzere mahkemece vekilin
kayıtlı olduğu baroya ve gerekiyorsa Cumhuriyet başsavcılığına
bildirimde bulunulur.
(2)
Duruşmanın ertelenmesine sebep olan vekil, sonraki duruşmalardan
birinde yeniden disiplin suçu veya adlî suç teşkil eder nitelikte
bir fiil işlerse duruşmanın erteleneceği ve takip eden
duruşmalara kabul edilmeyeceği konusunda uyarılır. Vekil, uyarıya
uymaz ve disiplin suçu veya adli suç teşkil eder nitelikteki
fiilini sürdürürse, duruşma salonunda bulunan kişilerin kimlik
bilgileri, adresleri de yazılarak olay tutanağa geçirilir; vekilin
takip eden duruşmalara kabul edilmemesine karar verilir; ilgili
tarafa, takip eden duruşmalara bizzat katılması veya kendisini
başka bir vekille temsil ettirmesi, aksi takdirde tarafın yokluğu
hâlinde uygulanacak hükümlere göre işlem yapılacağı hususu
tefhim edilir ve duruşma ertelenir. İlgili taraf hazır değilse bu
durum ve duruşma günü tebliğ edilir. Ayrıca vekil hakkında
yukarıdaki fıkra uyarınca gerekli bildirimlerde bulunulur.
(3)
Davasını kendisi takip eden kimse, duruşmada uygun olmayan tutum
ve davranışta bulunursa, hâkim kendisini uyarır; bu uyarılara
uyulmaz ve gerekli görülürse kendisini vekil ile temsil
ettirmesine karar verip, hemen duruşma salonundan dışarıya
çıkartılmasını sağlar; vekil ile temsil ettirmemesi hâlinde,
tarafın yokluğu hâlinde uygulanacak hükümlere göre işlem
yapılır.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Duruşmanın
ne kadar erteleneceği hakkında birinci fıkraya getirilen bir aylık
yargılama süreci açısından değerlendirildiğinde yeterli bir
süredir. Ancak vekilin duruşmada uygunsuz tavır içinde bulunması
halinin tespit edildiği tutanağın hak kaybına uğranmaması için
vekilin temsil ettiği tarafa da bildirilmesinde yarar vardır. Bu
nedenle aynı fıkrada “baroya” ifadesinden sonra gelmek üzere
“ve
müvekkiline”
ifadesi de eklenmelidir. Böylece avukat iş sahibi ilişkisini
zedeleyen bir durum varsa taraf olan iş sahibinin de durumdan
haberdar edilerek süreci takip etmesi sağlanmalıdır.
Maddeye getirilen ikinci fıkra
ise yukarıda yaptığımız öneriyi eylemin tekrarı açısından
yasalaştırmaktadır. Yani durumun tarafa da bildirilmesi yasal
zorunluluk haline getirilmektedir. Durumun tarafa bildirilmesi kuralı
eylemin ilk kez yapılması durumunda da getirilmelidir.
MADDE
4- 6100
sayılı Kanunun 94’üncü maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki
cümle eklenmiştir. “Hakim, kesin süreye konu olan işlemi hiçbir
duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklar ve süreye
uyulmamasının hukuki sonuçlarını ihtar eder.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Kanunun belirlediği süreler kesindir.
(2)
Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Aksi
hâlde, belirlenen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre
isteyebilir. Bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden
süre verilemez. Hakim,
kesin süreye konu olan işlemi hiçbir duraksamaya yer vermeyecek
şekilde açıklar ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarını
ihtar eder.
(3)
Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan
tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Getirilen
düzenleme kesin sürenin hukuki sonucunun ilgili tarafa bildirilmesi
açısından önemlidir. Bu durumun ihtar olarak verilmesi ve
dolayısıyla da tutanağa geçirilecek olması gerekmektedir.
MADDE
5- 6100
sayılı Kanunun 107’inci maddesinin kenar başlığı “Belirsiz
alacak davası” şeklinde ve maddenin ikinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiş ve üçüncü fıkra yürürlükten
kaldırılmıştır. “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya
tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin
olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hakim tarafından
tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde
davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
Belirsiz
Alacak Davası
(1)
Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini
tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği
veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi
ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz
alacak davası açabilir.
(2)
Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın
miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün
olduğunda, hakim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki
haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi
yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak
belirleyebilir.”
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Maddede
yapılan değişiklik belirsiz alacak davalarında dava değerinin
belirlenmesi durumunda davacıya çok daha geniş bir değişiklik
yapma olanağı getirmektedir. Maddenin önceki şeklinde “davanın
başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir” hükmü
varken yeni düzenleme ile “talebini
tam ve kesin olarak belirleyebilir” hükmü
getirilmektedir. Belirsiz alacak davasının getiriliş nedeni dava
açılırken dava değerinin davacı tarafından tam olarak
belirlenmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlar için davacıya
bir imkân getirilmek istenmesiydi. Yani belirli alacak davası
doğrudan davanın değeri ile ilgili bir düzenlemeydi. Ancak
yapılan değişiklikle belirsiz alacak davasında davanın
genişletilemeyeceği yasağı kapsamında olmadan yapılacak
değişikliğin içine sadece davanın değeri değil talebin tam ve
kesin olarak belirlenmesi girmektedir. “Talep”
kavramı içine davanın bütün konusunun girebileceği ve
dolayısıyla belirsiz alacak davasında dava değeri dışında
kalan bütün talep konularının davanın genişletilemeyeceği
yasağına bağlı olmaksızın istenildiği gibi değiştirilebileceği
sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu durum davacı ile davalının eşit
usul hukuku kuralları içinde talep sonuçlarını ve savunmalarını
yarıştırabilmelerine yani “silahların
eşitliği ilkesine”
açıkça aykırıdır. Uygulamada belirsiz alacak davalarında dava
değeri bilirkişi raporları geldiğinde tespit edilebilmektedir.
Bilirkişi raporu geldiğinde ve davanın değeri açıkça belli
olduğunda dava değeri haricinde de davacının talep sonucunda
değişikliğe gitmesi durumunda yeni bir vakıanın ileri sürülmesi
ve bunun ispatı için tekrar bilirkişi incelemesi yapılması ya da
bu maddi vakıanın aksinin ispatı için de davalı tarafın karşı
delil göstermesi gibi durumların ortaya çıkması kaçınılmaz
olacaktır. Bu nedenle maddede yapılmak istenen değişik istenilen
sonucu vermesinin dışında daha büyük sorunlar yaratabilir.
MADDE
6- 6100
sayılı Kanunun 116’ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c)
bendi yürürlükten kaldırılmıştır.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
İlk itirazlar aşağıdakilerden ibarettir:
a)
Kesin yetki kuralının bulunmadığı hâllerde yetki itirazı.
b)
Uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiği itirazı.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Yeni
düzenlemeye göre iş bölümü itirazı ilk itiraz olmaktan
çıkartılmaktadır. Birden fazla aynı nitelikte mahkemenin
bulunduğu adliyelerde iş bölümü yapılması zorunluluğu
bulunmaktadır. İş bölümü sayesinde mahkemelerin belirli
konularda uzmanlaşması sağlanmaktadır. Ancak her mahkemene usul
kuralları aynı şekilde uygulanacak olmasına karşın her hakimin
baktığı dosyalarla ilgili olarak belli bir düzeni bulunmaktadır.
İş bölümü itirazının ilk itiraz olarak ileri sürülmemesi ve
yargılamanın ilerleyen aşamalarında gündeme gelmesi durumunda
yargılama önemli bir aşama geçirdikten sonra yargılamaya asıl
görevli mahkemenin bakması gibi bir durum söz konusu olacaktır.
Bir hakimin bir dosyayı başından itibaren takip etmesi ile
yargılama belirli bir aşamaya geldikten sonra takip etmesinin aynı
olmadığı açıktır. Ayrıca iş bölümü ileride mahkemelerin iş
yüküne göre yeni mahkemeler kurulmasını sağlayan önemli bir
görev ayrımıdır. Örneğin aynı adliyede birden fazla asliye
hukuk mahkemelerinden birinin iş davalı içinde yetkili olması ve
iş davalarının sayısının artması durumunda o mahkemenin iş
yükü ikiye bölünerek yeni bir iş mahkemesi kurulabilmektedir.
Dolayısıyla iş bölümü itirazı görev itirazı kadar önemli
bir itiraz olup ilk itiraz olmaktan çıkartılması yargılama
bütünlüğü açısından sakıncalar doğurabilir.
MADDE
7- 6100
sayılı Kanunun 120’inci maddesinin kenar başlığı “Harç ve
gider avansının ödenmesi” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye
aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(3) Taraflardan her birinin
ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen delil
avansına ilişkin 324 üncü madde hükümleri saklıdır.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
Harç
Ve Gider Avansının Ödenmesi
(1)
Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca
çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı,
dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.
(2)
Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması
hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki
haftalık kesin süre verilir.
(3) Taraflardan her birinin
ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen delil
avansına ilişkin 324 üncü madde hükümleri saklıdır.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Getirilen
düzenleme maddenin uygulanması esnasında zaten uygulamada
yapılmakta olan bir durumdu. Delil sunan taraf sunduğu delililin
getirilmesi için gerekli delil avansını da yatırmak zorundadır.
Bu maddeden 324’üncü maddeyi yollama yapılması uygulamada zaten
var olan bir durumun yasalaşması anlamına gelmektedir.
MADDE
8- 6100
sayılı Kanunun 123’üncü maddesinin birinci fıkrasına
aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Bu takdirde davanın açılmamış
sayılmasına karar verilir.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Davacı, hüküm kesinleşinceye kadar, ancak davalının açık
rızası ile davasını geri alabilir. Bu
takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Davalının
açık izni davanın geri alınması durumunda davanın düşmesine
mi karar verileceği yoksa davanın açılmamış sayılmasına mı
karar verileceği konusu tartışmalıydı. Bu nedenle getirilen
düzenleme usul hukuku açısından belirsizliği ortadan kaldıran
bir düzenleme olması nedeniyle faydalı olmuştur.
MADDE
9- 6100
sayılı Kanunun 125’inci maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendinin ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve
ikinci fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Bu takdirde dava
davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan
yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.” “Bu
takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden
ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü
bir kişiye devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini
kullanabilir:
a)
İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava
konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu
takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden
ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.
b)
İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına
dönüştürür.
(2)
Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından
devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada
davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder.
Bu
takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden
ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Maddede
yapılan değişiklik “Davayı
kazanma” ifadesi
yerine “Davacı
lehine sonuçlanma”
ifadesinin kullanılmasıdır. İkisi arasında anlam farkı
bulunmamaktadır. Bu nedenle bu değişikliğin neden yapıldığı
anlaşılamamıştır. Aynı durum ikinci fıkrada yapılan
değişiklik içinde geçerlidir.
MADDE
10- 6100
sayılı Kanunun 127’inci maddesinin birinci fıkrasına “başvuran
davalıya,” ibaresinden sonra gelmek üzere “cevap süresinin son
gününden itibaren işlemeye başlamak,” ibaresi eklenmiş ve aynı
fıkranın son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya
tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, durum ve koşullara göre
cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor
yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında
mahkemeye başvuran davalıya, cevap
süresinin son gününden itibaren işlemeye başlamak,
bir defaya mahsus olmak ve bir ayı geçmemek üzere ek bir süre
verilebilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Uygulamada
ek cevap süresi verildiğinde bu sürenin verildiği tarihten
itibaren mi yoksa cevap süresinin bitimi tarihinden mi başlayacağı
konusunda tartışma vardı. Mantıken verilen sürenin “ek
süre” olması nedeniyle cevap süresinin bitiminden itibaren
ek sürenin başlaması gerektiği hakim görüştü. Ancak
belirsizliğin kaldırılması açısından bu değişiklik yerinde
olmuştur. Ancak son cümlenin kaldırılması yani ek cevap süresi
verilmesi durumunda bu durumdan tarafların haberdar edilmesi
zorunluluğunun kaldırılması uygulamada bazı sıkıntılar
yaratacaktır. Her avukat takip ettiği davanın bütün yönlerini
araştırmak ve usul hukuku açısından müvekkiline avantaj
sağlamak için kendi taktiğini geliştirir. Ek cevap süresi
verildiğinde bu durumdan davacı vekilinin ya da davacının
haberdar edilmemesi durumunda davacı vekili ya da davacı ilk
duruşmaya kadar vereceği ikinci dilekçeyi davalının cevap verme
süresinin geçtiğini kabul ederek vermekten çekinebilir. Böylece
hak kaybına uğrayabilir. Ayrıca duruşma esnasında cevap
süresinin geçtiği itirazında bulunarak duruşmanın uzamasına
neden olabilir. Davanın taraflarının ve vekillerin dosyadaki bütün
işlemlerden özellikle de iki taraf birden ilgilendiren işlemlerden
zamanında haberdar olmaya hakları vardır. Bu durum yargılamanın
eşitliği ilkesi ile de ilgilidir. Bu nedenle kaldırılmak istenen
cümlenin kalmasında usul hukukunun yargılamanın eşitliği ilkesi
açısında fayda vardır.
MADDE
11- 6100
sayılı Kanunun 139’uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci
cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Çıkarılacak
davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer
hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı
yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve
yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın
yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği; davetiyenin
tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların
dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri
mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin
getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu
hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o
delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği
ayrıca ihtar edilir.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki
maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme
için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir.
Çıkarılacak
davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer
hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı
yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve
yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın
yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği; davetiyenin
tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların
dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri
mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin
getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu
hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o
delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği
ayrıca ihtar edilir.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Maddede
iki önemli değişikli yapılmaktadır. Birincisi 140’ıncı
maddede yapılan değişiklikle aynı yöndedir. Davacı davasını
açtığında davalı da cevap dilekçesi verdiğinde delillerini
sunmak zorundaydılar. Ancak ön inceleme duruşmasına kadar dosyaya
sunmak zorunluluğu bulunmuyordu. Ön incilemem duruşmasından sonra
dilekçelerinde gösterdikleri ancak henüz dosyaya sunmadıkları
delilleri için süre almak hakkına sahiptiler. 140’ıncı maddede
süre alma hakkını tanıyan beşinci fıkra tasarı ile yürürlükten
kaldırılmaktadır. Buna bağlı olarak da 139’uncu maddede
değişikliğe gidilmekte ve ön inceleme duruşması için
çıkarılacak davetiyede bu durumun açıkça bildirileceği hükmü
getirilmektedir. 140’ıncı maddede yapılan değişiklikle uyumlu
olan bir düzenlemedir.
İkinci
değişiklik ise ön inceleme duruşmasına katılmayan tarafın
yokluğunda davaya katılan tarafın iddia ve savunmasını
değiştirebileceği olanağı varken artık duruşmaya katılmayan
tarafın yokluğunda iddia ve savunmanın değiştirilemeyeceği
hükmü getirilmektedir. Ön incelemeye katılmayan tarafın
yokluğunda iddia ve savunmanın değiştirilmesi durumunda ön
inceleme duruşmasına katılmayan tarafın yeni duruma göre karşı
delil sunma ve kendi iddia ve savunmasını da değiştirme olanağına
sahip olup olamayacağı tartışması bulunmaktaydı. 141’inci
maddede yapılan değişikle artık iddia ve savunmanın
değiştirilmesi ancak dilekçeler aşamasında mümkün hale
gelmektedir. Bu madde ile de bu durumun taraflara gönderilecek
davetiyede belirtilmesi koşulu getirilmektedir. Dolayısıyla
141’inci madde ile uyumlu hale gelmiştir.
MADDE
12- 6100
sayılı Kanunun 140’ıncı maddesinin beşinci fıkrası
yürürlükten kaldırılmıştır.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Hâkim, ön inceleme duruşmasında, dava şartları ve ilk itirazlar
hakkında karar verebilmek için gerekli görürse tarafları dinler;
daha sonra, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde,
anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.
(2)
Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe
(Ek
ibare: 07/06/2012-6325 S.K./35.md) veya
arabuluculuğa teşvik eder; bu konuda sonuç alınacağı kanaatine
varırsa, bir defaya mahsus olmak üzere yeni bir duruşma günü
tayin eder.
(3)
Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh (Ek
ibare: 07/06/2012-6325 S.K./35.md) veya
arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç
alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden
ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı,
duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak
esas alınmak suretiyle yürütülür.
(4)
Ön inceleme tek duruşmada tamamlanır. Zorunlu olan hâllerde bir
defaya mahsus olmak üzere yeni bir duruşma günü tayin edilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Uygulamada
çoğu zaman yürürlükten kaldırılması teklif edilen beşinci
fıkraya dayanılarak dilekçede belirtilen deliller dosyaya dava
dilekçesi ya da cevap dilekçesi ile dosyaya sunulmamaktaydı. Bu
nedenle delillerin toplanması süreci uzamakta ve daha sonradan
dosyaya sunulan delillerin taraflara gönderilmesi gerekmekteydi. Bu
durumda ayrıca yargılamanın uzamasına ve daha fazla masrafa yol
açmaktaydı. Bu nedenle yapılan düzenleme usul ekonomisi açısından
yerinde bir düzenlemedir. Böylece dava dilekçeleri ve cevap
dilekçeleri ile bütün deliller dosyaya girmiş ve yine taraflara
tebliğe çıkarılmış olacaktır. Ancak bu madde ile ilgili olarak
bir geçici maddenin de düzenlenmesi gerekmektedir. Bu maddedeki
değişiklik yürürlüğe girdiği tarihte açılmış olan ve henüz
ön inceleme duruşması yapılmamış olan davalar olacaktır. Bu
durumda hakim usul kanunları yürürlüğe girdiği andan itibaren
uygulanacak olmasını gerekçe göstererek artık dava dilekçesinde
ve cevap dilekçesinde gösterilmiş olup da henüz dava dosyasına
sunulmamış olan deliller için süre vermeyecektir. Eski düzenleme
zamanında ön inceleme duruşmasından sonra dilekçede belirtilen
delilleri sunmayı düşünen taraflar bu durumda artık
dilekçelerinde belirtmiş olsalar bile delil sunamayacaklardır. Bu
da hak kayıplarına neden olacaktır. Bu nedenle aşağıdaki gibi
bir geçici maddenin tasarıya eklenmesi gerekmektedir.
“GEÇİCİ
MADDE: Bu yasa yürürlüğe girdiği tarihte açılmış olan ancak
ön inceleme duruşması henüz yapılmamış olan davalarda
yürürlükten kaldırılan 140’ıncı maddenin beşinci fıkrası
uygulanmaya devam edilir.”
MADDE
13- 6100
sayılı Kanunun 141’inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci
cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını
genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçeler aşamasının
tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut
değiştirilemez.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Taraflar,
cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya
savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçeler
aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma
genişletilemez yahut değiştirilemez.
(2)
İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah
ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Bu
madde de kaldırılan hüküm ön inceleme duruşmasına katılmayan
tarafın yokluğunda diğer tarafın iddia ve savunmasını
değiştirebilme hakkı ile ilgiliydi. Yürürlükten kaldırılan
cümle uygulamada bir takım sıkıntıların doğmasına neden
olmaktaydı. Örneğin ön inceleme duruşmasına katılmayan tarafın
yokluğunda iddia ve savunmanın değiştirilmesi durumunda duruşmaya
katılmayan taraf yeni iddia ve savunmaya karşı karşı delil ileri
sürme hakkına sahip olacak mıydı? Eğer bu hakka sahip olacaksa
karşı tarafında delil gösterme hakkı doğacak mıydı?
Uygulamada tartışılan bu konu bu değişiklikle tamamen ortadan
kalkacaktır. Bu fıkranın varlığı aynı zamanda usul hukukunun
yargılamanın eşitliği ilkesine de aykırıdır. Taraflardan
birinin yokluğunda iddia ve savunmanın değiştirilmesi ya da
genişletilmesi olanağının kaldırılması yerinde olmuştur.
Böylece iddia ve savunmanın değiştirilmesi ancak cevaba cevap ve
ikinci cevap dilekçesi ile olacaktır. Ön inceleme duruşmasında
taraflardan birinin bulunmaması durumunda iddia ve savunmanın
değiştirilmesi söz konusu olamayacaktır. Bu durumda hakimin
kendiliğinden gözetmesi gereken bir durum ortaya çıkacaktır.
Eğer taraflardan birinin yokluğunda duruşmaya katılan taraf iddia
ve savunmasını değiştirmek ya da genişletmek isterse hakimin bu
duruma müdahalede bulunması gerekecektir. Ancak buna ilişkin bir
düzenleme maddeye eklenmemiştir. Hakimin kendiliğinden bu duruma
müdahale etmesine olanacak verecek bir düzenlemenin de maddeye
eklenmesi gerekmektedir. Buna göre aşağıdaki fıkranın maddeye
eklenmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
“Ön
inceleme duruşmasında taraflardan birinin yokluğunda diğer taraf
iddia veya savunmalarını genişletmek ya da değiştirmek isterse
hakim bu talebin iddia veya savunmanın değiştirilemeyeceği ya da
genişletilemeyeceği yasağı kapsamına girdiğini tespit ederek
ara kararında belirtir.”
MADDE
14- 6100
sayılı Kanunun 145’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan
“sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı
taşımıyorsa veya” ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler.
Ancak bir delilin süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın
kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan
gösterilmesine izin verebilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Delillerin
sunulmasında usul hukukumuzun ana kuralı yasada öngörülen süre
içinde delillerin dosyaya sunulmasıdır. Bu madde bu kuralın
istisnasını taşımaktadır. Maddede yürürlükten kaldırılan
cümle yargılamayı geciktirme amacı taşımayan gecikmelerin de
istisna olarak delil sunmaya olanak vereceğini düzenlemekteydi.
Değişiklikle birlikte geciktirme amacı taşımayan sonradan delil
sunma durumları tamamen ortadan kalkacaktır. Artık bütün
delillerin dava ve cevap dilekçesi aşamasında sunulması sağlanmış
olacaktır.
Ancak
Yargıtay borcu sona erdiren belgelerin sunulması konusunda delil
sunma sürelerinin uygulanamayacağı düşüncesindedir. Örneğin;
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2015/7220 Esas; 2016/19365 Karar ve
14.11.2016 Tarih sayılı kararında “Her
ne kadar 6100 sayılı HMK delillerin sunulması konusunda belirli
süreler ve kısıtlamalar öngörmüş ise de borcu sona erdiren
belgelerin yargılamanın her aşamasında ileri sürülmesi
mümkündür. Bu nedenle davalı tarafından sunulan yıllık izin
kullanımına dair belgeler davacıya gösterilerek altındaki
imzanın kendisine ait olup olmadığı, belge içeriklerinin doğru
olup olmadığı sorularak yıllık izin alacağı hususunda yeni bir
karar verilmesi gerekmektedir. Ayrıca davalının delil sunma
süresinden sonra sunmuş olduğu belgeler nedeniyle varsa sebep
olduğu yargılama giderlerinden sorumlu tutulması gerektiği de
unutulmamalıdır. Yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup
bozma nedeni yapılmıştır.”
hükmü ile borcu sona erdiren belgelerin yargılamanın her
aşamasında ileri sürülmesinin mümkün olduğuna karar vermiştir.
Hukuk yargılamasında dava konusu olayların büyük kısmının
alacak davaları olduğu ve borcu sona erdiren belgelerin de bu
davalarda ki en önemli belgeler olduğu düşünüldüğünde
Yargıtay’ın bu içtihadı geçerliliğini koruduğu sürece
yapılan değişiklik uygulamada bir kolaylık sağlamayacaktır. Bu
nedenle Yargıtay’ın borcu sona erdiren belgelerin yargılamanın
her aşamasında ileri sürülebileceğine ilişkin bu kararından
dönmesine olanak sağlayacak bir düzenlemenin de yapılması
gerekmektedir. Bizce maddenin sonuna aşağıdaki cümlenin de
eklenmesi gerekir.
“Bu
madde borcu sona erdiren belgelerin delil olarak sunulması durumunda
da uygulanır.”
MADDE
15- 6100
sayılı Kanunun 147’inci maddesinin birinci fıkrasına “tahkikat”
ibaresinden sonra gelmek üzere “ve sözlü yargılama” ibaresi
ile ikinci fıkrasında yer alan “itiraz edemeyecekleri”
ibaresinden sonra gelmek üzere “, tahkikatın sona erdiği
duruşmada sözlü yargılamaya geçileceği, sözlü yargılama için
duruşmanın ertelenmesi halinde taraflara ayrıca davetiye
gönderilmeyeceği ve yokluklarında hüküm verileceği” ibaresi
eklenmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Taraflar, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tahkikat
ve
sözlü yargılama
için
duruşmaya davet edilir.
(2)
Taraflara gönderilecek davetiyede, belirlenen gün ve saatte geçerli
bir özrü olmadan mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde,
duruşmaya yokluklarında devam edileceği ve yapılan işlemlere
itiraz edemeyecekleri,
tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya geçileceği,
sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi halinde taraflara
ayrıca davetiye gönderilmeyeceği ve yokluklarında hüküm
verileceği
bildirilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Bu
maddede yapılan değişiklikle tahkikat duruşması ile sözlü
yargılama duruşması adeta birleştirilmektedir. Ancak
unutulmamalıdır ki uygulamada tahkikat duruşması çoğu zaman tek
duruşmada bitirilememektedir. Ön inceleme duruşması bitirildikten
sonra tahkikat duruşması için ve sözlü yargılama duruşması
için ayrı ayrı gün verilecektir. Tahkikat duruşmasında
tahkikatın bitmemesi durumunda bir sonraki duruşma günü
verilecektir. Eğer ikinci tahkikat duruşmasında sözlü
yargılamaya geçilir ise ve taraflardan biri de hazır değilse bu
durumda taraflardan birinin yokluğunda sözlü yargılama yapılmak
zorunda kalınacaktır. Bu da eşit yargılama hakkının ihlali
olarak karşımıza çıkacaktır. Bir diğer sakınca ise
taraflardan birinin mazeretli olmasıdır. Eğer taraflardan biri
mazeret dilekçesi vermişse ve mahkemece mazeret haklı görülerek
kabul edilir ise o tahkikat duruşmasının yapılması hukuken
mümkün değildir. Bu durumda sözlü yargılama duruşması da
yapılamayacaktır. Bir sonraki duruşmanın tahkikat ve sözlü
yargılama duruşması olarak yapılmasına karar verilerek tekrar
gelmeyen tarafa davetiye çıkartılması gerekecektir. Her ne kadar
ön inceleme, tahkikat ve sözlü yargılama duruşmaları için ayrı
ayrı davetiye çıkartılması yargılamayı uzatıyor gözükse de
tahkikatın ve sözlü yargılamanın aynı duruşmada yapılır
duruma gelmesinin yaratacağı sakıncalar yargılamayı daha fazla
uzatabilir.
MADDE
16- 6100
sayılı Kanunun 151’inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “(1) Hâkim, duruşmanın düzenini
bozan kimseyi, bunu yapmaktan men eder ve gerekirse, taraf avukatları
hariç, derhâl duruşma salonundan çıkarılmasını emreder. Taraf
avukatları hakkında ise 79 uncu madde hükümlerine göre işlem
yapılır.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1) Hâkim, duruşmanın
düzenini bozan kimseyi, bunu yapmaktan men eder ve gerekirse, taraf
avukatları hariç, derhâl duruşma salonundan çıkarılmasını
emreder. Taraf avukatları hakkında ise 79’uncu madde hükümlerine
göre işlem yapılır.
(2)
Bir kimse, ihtara rağmen mahkemenin düzenini bozar veya mahkeme
huzurunda uygun olmayan bir söz söylemeye veya davranışta
bulunmaya devam ederse derhâl yakalanır ve hakkında dört güne
kadar disiplin hapsi uygulanır. Bu fıkra hükmü avukatlar hakkında
uygulanmaz.
(3)
Mahkemenin düzenini bozan eylem veya mahkeme huzurunda söylenen
uygun olmayan söz veya davranış, ayrıca bir suç oluşturuyor ise
bu durum bir tutanak ile Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir
ve gerekiyorsa, avukatlar hariç, fiili işleyenin tutuklanmasına da
karar verilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Yeni
düzenleme ile “avukatlar
hariç” yerine
“taraf avukatları
hariç” ifadesi
gelmektedir. Duruşmanın düzeninin bozulduğu esnada salonda taraf
avukatları başka avukatların da kendi duruşmalarını bekliyor
olmaları nedeniyle bulunmaları mümkündür. Bu durumda maddenin
şimdiki haline göre avukatlar duruşma düzeninin bozulması
durumunda dışarı çıkartılamayacaktır. Ancak yeni düzenlemeye
göre taraf avukatları haricindeki bütün avukatlar da duruşma
salonundan çıkartılabilecektir. Duruşma salonunda bulunan taraf
avukatları dışındaki avukatların duruşma salonu dışına
çıkartılmasını gerektiren bir durum olmadığı halde dışarı
çıkartılmalarına ilişkin böyle bir düzenlemenin getirilmesi
doğru değildir. Çünkü avukat hukukçu olması nedeniyle duruşma
salonunda yaşanan istenmeyen durumları hukukçu gözüyle
değerlendirme yeteneğine sahiptir. Hukuk disiplini almış
kişilerin duruşma salonunda yaşanan durumla ilgili olarak tanık
durumunda kalmalarında sanıldığının aksine çoğu zaman fayda
bulunmaktadır. Duruşma salonunda yaşanan olaylara taraf
avukatlarının dışındaki avukatların da karışması durumunda
taraf avukatlarına karşı alınacak önlemlerin aynısı hazır
olan diğer avukatlar için de alınabilir. Bu nedenle bu maddede
yapılan değişikliğin pratikte faydadan çok zararının
dokunacağını düşünüyoruz.
MADDE
17- 6100
sayılı Kanunun 177’inci maddesine, birinci fıkrasından sonra
gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve diğer fıkra buna
göre teselsül ettirilmiştir. “(2) Yargıtay tarafından bozulan
veya bölge adliye mahkemesi tarafından kaldırılan hükme ilişkin
olarak ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması
halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak
bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan
kaldırılamaz.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.
(2) Yargıtay tarafından
bozulan veya bölge adliye mahkemesi tarafından kaldırılan hükme
ilişkin olarak ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem
yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir.
Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan
kaldırılamaz.
(3)
Islah, sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Karşı taraf
duruşmada hazır değilse veya ıslah talebi duruşma dışında
yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek
amacıyla karşı tarafa bildirilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Bu
maddede yapılan değişiklik iddianın ve savunmanın
değiştirilemeyeceği ya da genişletilemeyeceği yasağının
delinmesi sonucunu doğurabilecek derecede tehlike içermektedir.
Yargıtay’ın verdiği karardan sonra ya da Bölge Adliye
Mahkemesinin verdiği karardan sonra tahkikata ilişkin işlem
yapılması durumunda ıslah hakkı getirilmektedir. Öncelikle
“tahkikata ilişkin
işlem yapılması”
ifadesinden ne anlaşılmaktadır? Uygulamada çok sık görülen
durumların başında dosyanın Yargıtay ya da BAM’nden
gelmesinden sonra dosyanın bilirkişiye gönderilmesi ve bilirkişi
raporuna göre dava değerinde değişiklik olması durumunda ıslah
yapılıp yapılamayacağı tartışılmaktaydı. Anlaşılan o ki bu
durumlarda ıslah yapılabilmesinin önünün açılması için bu
düzenlemeye gidilmektedir. Gerçekten de dosyanın Yargıtay’dan
ya da BAM’nden dönüşünden sonra bilirkişi incelemesi yapılması
durumunda dava değerinde değişiklikler olabilmekte ve daha önce
ıslah hakkını kullanan taraf bu değişikliklere göre dava
değerinin arttırılıp eksiltilmesi ya da değiştirilmesi yoluna
gidememekteydi. Ancak “tahkikata
ilişkin işlemler”
sadece bilirkişi incelemesi değildir. Tanık dinlenilmesi, ticari
defterlerin incelenmesi, keşif yapılması gibi bir çok delillerle
ilgili işlem de tahkikat aşamasında yapılmaktadır. Dava değeri
değişmese de tahkikata ilişkin yapılabilecek bu işlemlerden
sonra yapılacak ıslah iddia ya da savunmanın genişletilemeyeceği
ya da değiştirilemeyeceği yasağının ihlali anlamına gelebilir.
Bunun yerine uygulamada çıkan en önemli sorun olan bozmadan ya da
kaldırmadan sonra bilirkişi raporu hazırlanması durumunda ortaya
çıkan yeni durumla ilgili olarak daha sınırlı kapsamda bir
düzenlemeye gidilmesi daha yerinde olacaktır. Buna göre aşağıdaki
gibi düzenleme yapılmasında fayda var.
(2)
Yargıtay tarafından bozulan veya bölge adliye mahkemesi tarafından
kaldırılan hükme ilişkin olarak ilk derece mahkemesinin davanın
değerinde değişikliğe neden olacak keşif ya da bilirkişi
incelemesine
ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da
ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan
hukuki durum ortadan kaldırılamaz.
MADDE
18- 6100
sayılı Kanunun Beşinci Bölümüne, Altıncı Ayırımdan sonra
gelmek üzere “Toplu Mahkemelerde Tahkikat” başlıklı Yedinci
Ayırım ile aşağıdaki madde eklenmiştir. “Toplu mahkemelerde
tahkikat MADDE 183/A (1) Dava açılmadan önce veya dava açıldıktan
sonra talep edilen delil tespiti, ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir
gibi geçici hukuki koruma tedbirleri de dâhil olmak üzere toplu
mahkemenin görevine ilişkin tüm yargılama aşamaları heyet
tarafından incelenir ve karara bağlanır. (2) Ancak mahkeme
başkanı, iş veya davanın özelliğine göre, tahkikatın heyetçe
veya tahkikat hâkimi olarak görevlendirilen bir üye tarafından
yapılmasına karar verebilir. (3) Tahkikatın heyetçe yürütüldüğü
iş veya davalarda mahkeme başkanı, belirli bazı tahkikat
işlemlerini yapmak üzere, üyelerden birini naip hakim olarak
görevlendirebilir. (4) Üye hâkimler arasında iş dağılımına
ilişkin esaslar, işlerde denge sağlanacak biçimde mahkeme başkanı
tarafından tespit edilir. Mahkeme başkanı, tahkikat başlamadan
veya tahkikatın devamı sırasında davanın heyetten alınıp üye
hâkime verilmesine karar verebileceği gibi, tahkikat hâkimi
tarafından yürütülen tahkikatın heyetçe yürütülmesine veya
tahkikatın tevdi edildiği üyeden alınıp diğer üyeye
verilmesine de karar verebilir. Mahkeme başkanının bu konudaki
kararları kesindir. (5) Mahkeme başkanı, mahkemenin uyumlu,
verimli ve düzenli çalışmasını sağlar ve bu yolda uygun
göreceği önlemleri alır.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
Yedinci Ayırım
Toplu Mahkemelerde Tahkikat
MADDE 183/A (1) Dava
açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra talep edilen delil
tespiti, ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir gibi geçici hukuki koruma
tedbirleri de dâhil olmak üzere toplu mahkemenin görevine ilişkin
tüm yargılama aşamaları heyet tarafından incelenir ve karara
bağlanır.
(2) Ancak mahkeme başkanı,
iş veya davanın özelliğine göre, tahkikatın heyetçe veya
tahkikat hâkimi olarak görevlendirilen bir üye tarafından
yapılmasına karar verebilir.
(3) Tahkikatın heyetçe
yürütüldüğü iş veya davalarda mahkeme başkanı, belirli bazı
tahkikat işlemlerini yapmak üzere, üyelerden birini naip hakim
olarak görevlendirebilir.
(4) Üye hâkimler arasında
iş dağılımına ilişkin esaslar, işlerde denge sağlanacak
biçimde mahkeme başkanı tarafından tespit edilir. Mahkeme
başkanı, tahkikat başlamadan veya tahkikatın devamı sırasında
davanın heyetten alınıp üye hâkime verilmesine karar
verebileceği gibi, tahkikat hâkimi tarafından yürütülen
tahkikatın heyetçe yürütülmesine veya tahkikatın tevdi edildiği
üyeden alınıp diğer üyeye verilmesine de karar verebilir.
Mahkeme başkanının bu konudaki kararları kesindir.
(5) Mahkeme başkanı,
mahkemenin uyumlu, verimli ve düzenli çalışmasını sağlar ve bu
yolda uygun göreceği önlemleri alır.”
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Toplu mahkemede hiç
çalışmamış olmamız nedeniyle bu konuda görüş beyan
edilmemiştir.
MADDE
19- 6100
sayılı Kanunun 185’inci maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. “MADDE 185- (1) Toplu mahkemelerde, tahkikatı
yapmakla görevlendirilen üye, tahkikatın tamamlandığı kanaatine
varırsa, tarafların davanın tümü hakkında açıklama
yapabilmeleri için dosyayı mahkeme başkanına verir. Mahkeme
başkanı tahkikatın tamamlanmadığı kanaatine varırsa, eksik
gördüğü hususların tamamlanması için dosyayı aynı üyeye
veya üyelerden birine verebilir. (2) Dosya kendisine tevdi edilen
mahkeme heyeti, tarafların, tahkikatın tümü hakkındaki
açıklamalarından sonra, gerekli görürse tahkikattaki
eksiklikleri tamamlayabileceği gibi tahkikat işlemlerini yeniden
yapabilir; tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığı kanaatine
varırsa, tahkikatın bittiğini tefhim eder.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1) Toplu mahkemelerde,
tahkikatı yapmakla görevlendirilen üye, tahkikatın tamamlandığı
kanaatine varırsa, tarafların davanın tümü hakkında açıklama
yapabilmeleri için dosyayı mahkeme başkanına verir. Mahkeme
başkanı tahkikatın tamamlanmadığı kanaatine varırsa, eksik
gördüğü hususların tamamlanması için dosyayı aynı üyeye
veya üyelerden birine verebilir.
(2) Dosya kendisine tevdi
edilen mahkeme heyeti, tarafların, tahkikatın tümü hakkındaki
açıklamalarından sonra, gerekli görürse tahkikattaki
eksiklikleri tamamlayabileceği gibi tahkikat işlemlerini yeniden
yapabilir; tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığı kanaatine
varırsa, tahkikatın bittiğini tefhim eder.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Toplu mahkemede hiç
çalışmamış olmamız nedeniyle bu konuda görüş beyan
edilmemiştir.
MADDE
20- 6100
sayılı Kanunun 186’ıncı maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “(1) Mahkeme, tahkikatın bittiğini
tefhim ettikten sonra aynı duruşmada sözlü yargılama aşamasına
geçer. Bu durumda taraflardan birinin talebi üzerine iki haftadan
az olmamak üzere duruşma ertelenebilir. Hazır bulunsun veya
bulunmasın sözlü yargılama için taraflara ayrıca davetiye
gönderilmez.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1) Mahkeme, tahkikatın
bittiğini tefhim ettikten sonra aynı duruşmada sözlü yargılama
aşamasına geçer. Bu durumda taraflardan birinin talebi üzerine
iki haftadan az olmamak üzere duruşma ertelenebilir. Hazır
bulunsun veya bulunmasın sözlü yargılama için taraflara ayrıca
davetiye gönderilmez.
(2)
Sözlü yargılamada mahkeme, taraflara son sözlerini sorar ve
hükmünü verir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Yapılan
değişiklik basit yargılama yönteminde de yukarıda eleştirisini
yaptığımız aynı durumu içermektedir. Tahkikatın bitiminden
sonra sözlü yargılama aşamasına geçilmesi ve taraflardan birini
talebi üzerine duruşmanın ertelenmesi durumunda taraflardan
birinin hazır olmaması halinde davetiye gönderilmemesi
yargılamanın eşitliği açısından doğru değildir. Hazır olan
ve duruşmanın ertelenmesini talep eden taraf bir sonraki duruşmaya
sözlü yargılama yapılacağını bilerek ve hazırlanarak gelirken
diğer tarafın bu olanaktan yoksun şekilde duruşmaya gelmesi
yargılamanın eşitliği ilkesine aykırı olaraktır. Bu sebeple
son cümlenin tasarıdan çıkartılması gerekmektedir.
MADDE
21- 6100
sayılı Kanunun 200 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan
“iki bin beş yüz” ibareleri “üç bin” şeklinde
değiştirilmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi,
yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan
hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri üç
bin Türk
Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu
hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma
gibi bir nedenle üç
bin Türk
Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
(2)
Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci
fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık
muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Kanunlarımızdaki
parasal sınırlar sürekli değişmektedir. Bir kanunun değişikliğe
uğraması da ancak yine bir başka kanunla mümkün olabilmektedir.
Bu da her parasal sınırın değişmesi gerektiğinde TBMM’nden
yeni yasa çıkartılması anlamına gelmektedir. Bunun yerine bu
maddelerde HMK yönetmeliğine yollama yapılması ve parasal
sınırlarında HMK yönetmeliğinde düzenlenmesi pratikte daha
büyük kolaylık sağlayacaktır. Böylece HMK yönetmeliği Adalet
Bakanlığı tarafından gerekli görüldüğünde kolaylıkla
değiştirilebilir ve TBMM’nden yasa değişikliği yapılması
yoluna gidilmesine gerek kalmaz. Buna ilişkin olarak maddenin
birinci fıkrasının aşağıdaki gibi değiştirilmesini
öneriyoruz.
(1)
Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi,
yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan
hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri
Hukuk
Muhakemeleri Kanunun Yönetmeliğinde belirtilen parasal sınırı
geçtiği takdirde
senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya
değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle Hukuk
Muhakemeleri Kanunun Yönetmeliğinde belirtilen parasal sınırın
altına düşse
bile senetsiz ispat olunamaz.
MADDE
22- 6100
sayılı Kanunun 201 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan
“iki bin beş yüz” ibaresi “üç bin” şeklinde
değiştirilmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin
hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte
bulunan hukuki işlemler üç
bin
Türk
Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Yukarıda
ki maddede yaptığımız öneri bu madde içinde geçerlidir.
MADDE
23- 6100
sayılı Kanunun 206’ıncı maddesinin birinci fıkrasında yer
alan “düzenleme biçiminde oluşturulmasına” ibaresi
“onaylanmasına veya düzenlenmesine” şeklinde değiştirilmiş,
üçüncü fıkrasına, “noterlerce” ibaresinden sonra gelmek
üzere “onaylanacak veya” ibaresi eklenmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
İmza atamayanların mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak
suretiyle yapacakları hukuki işlemleri içeren belgelerin senet
niteliğini taşıyabilmesi, noterler tarafından onaylanmasına
veya düzenlenmesine
bağlıdır.
(2)
İmza atamayan kimselerin, cüzdanla iş yapmayı usul edinmiş
kuruluşlarla olan işlemlerde kullanacakları mühür, kazınmış
imza, işaret veya parmak izinin, işlemin başlangıcında hesap
defterine veya cüzdanına basılmış olması veya önceden noterde
bir örneği saklanmak üzere onanmış bulunması yeterli olup, her
işlemde ayrıca onamaya bağlı değildir.
(3)
Yukarıda belirtilen hükümler dairesinde noterlerce onaylanacak
veya düzenlenecek
olan senetler için ilgilisinden harç, vergi ve değerli kâğıt
bedeli alınmaz.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Maddede
yapılan değişiklik ispat ve hukuki yolların kullanımı konusunda
çok büyük farklılıklar oluşturacaktır. Şöyle ki; noterde
düzenleme şeklinde yapılan senetler ilam hükmündedir. Bu nedenle
de ispat gücü çok kuvvetlidir. Ayrıca ilam niteliğinde olmaları
nedeniyle ilamlı icra takibi ile icra takibine konu olabilirler.
Bunun en büyük hukuki sonucu itirazla takibin durdurulamaması
dolayısıyla itirazın iptali davasına konu olamaması ve ancak
borçlunun menfi tespit davası açmasıyla İİK m. 72/III hükmüne
göre icra veznesine yatırılan paranın alacaklıya ödenmesinin
önlenmesi için teminat karşılığında ihtiyati tedbir kararı
verilebilmesidir. Noterde onaylama şeklinde yapılan senetlerin ise
gerek ispat gücü açısından gerekse icra aşaması yönünden
böyle bir özelliği yoktur. Bu nedenle onaylama ve düzenleme
şeklinde senetlerin birlikte ele alınması hukuki gücü farklı
olan iki belgenin aynı kefeye konulması anlamına gelir. Bu durum
uygulamada da bazı sıkıntılara yol açar. Bir senedin noterde
onaylanması sadece fotokopisi üzerine yapılacak işlemle mümkün
iken düzenleme şeklinde senedi noter kendisi yazarak
düzenlemektedir. Pratikte onaylamaya şeklinde senet yapılması
daha kolay olacaktır. Bu da imza atamayanların kolay işleme
zorlanmasına ve daha az ispat gücü olan ve aksi ispatlanması daha
kolay olan senetle iş yapmalarına neden olabilir. Bu nedenle bu
değişikliğin tamamından vazgeçilmesinde yarar vardır.
MADDE
24- 6100
sayılı Kanunun 215’inci maddesinin kenar başlığı “Belgelerin
halefler aleyhine kullanılması ve adi senetlerin üçüncü kişiler
için hüküm ifade etmesi” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye
aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(2) Adi senet, notere veya
yetkili memura ibraz edilmiş ve usulüne uygun olarak onaylanmışsa
ibraz tarihinde; resmi bir işleme konu olmuşsa işlem tarihinde;
imza edenlerden biri ölmüşse ölüm tarihinde; imza edenlerden
birinin imza etmesine fiilen imkân kalmamışsa bu imkânı ortadan
kaldıran olayın meydana geldiği tarihte üçüncü kişiler
hakkında da geçerli sayılır. Adi senette bahsedilen diğer
senetlerin tarihleri, ancak son senet tarihinin onaylanmış
sayıldığı tarihte üçüncü kişiler hakkında geçerli
sayılır.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
Belgelerin halefler
aleyhine kullanılması ve adi senetlerin üçüncü kişiler için
hüküm ifade etmesi
(1)
Bir kimsenin aleyhine delil olarak kullanılabilecek belgeler, o
kimsenin halefleri aleyhine de delil teşkil eder.
(2) Adi senet, notere veya
yetkili memura ibraz edilmiş ve usulüne uygun olarak onaylanmışsa
ibraz tarihinde; resmi bir işleme konu olmuşsa işlem tarihinde;
imza edenlerden biri ölmüşse ölüm tarihinde; imza edenlerden
birinin imza etmesine fiilen imkân kalmamışsa bu imkânı ortadan
kaldıran olayın meydana geldiği tarihte üçüncü kişiler
hakkında da geçerli sayılır. Adi senette bahsedilen diğer
senetlerin tarihleri, ancak son senet tarihinin onaylanmış
sayıldığı tarihte üçüncü kişiler hakkında geçerli sayılır.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Madde
adi senetlerin üçüncü kişiler için ne zaman geçerli olacağını
düzenlemektedir. Ancak bu düzenlemenin yeri usul kanunu değil
yerine göre Türk Borçlar Kanunu ya da Türk Ticaret Kanunudur.
Konu yargılamanın usulüne yönelik değil esasına ilişkindir. Bu
nedenle HMK’da düzenlenmesi yerinde olmamıştır.
MADDE
25- 6100
sayılı Kanunun 222’inci maddesinin üçüncü fıkrasında yer
alan “ilgili hususta hiç bir kayıt içermemesi” ibaresi “diğer
tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi” şeklinde
değiştirilmiş ve aynı fıkraya birinci cümleden sonra gelmek
üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir. “Diğer tarafın ticari
defterlerinin, ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi halinde
ticari defter, sahibi lehine delil olarak kullanılamaz.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Mahkeme, ticari davalarda tarafların ticari defterlerinin ibrazına
kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine karar
verebilir.
(2)
Ticari defterlerin, ticari davalarda delil olarak kabul edilebilmesi
için, kanuna göre eksiksiz ve usulüne uygun olarak tutulmuş,
açılış ve kapanış onayları yaptırılmış ve defter
kayıtlarının birbirini doğrulamış olması şarttır.
(3)
İkinci fıkrada belirtilen şartlara uygun olarak tutulan ticari
defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul
edilebilmesi için, diğer tarafın aynı şartlara uygun olarak
tutulmuş ticari defterlerindeki kayıtların bunlara aykırı
olmaması veya diğer
tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi
yahut defter kayıtlarının aksinin senet veya diğer kesin
delillerle ispatlanmamış olması gerekir. Diğer
tarafın ticari defterlerinin, ilgili hususta hiçbir kayıt
içermemesi halinde ticari defter, sahibi lehine delil olarak
kullanılamaz. Bu
şartlara uygun olarak tutulan defterlerdeki sahibi lehine ve
aleyhine olan kayıtlar birbirinden ayrılamaz.
(4)
Açılış veya kapanış onayları bulunmayan ve içerdiği kayıtlar
birbirini doğrulamayan ticari defter kayıtları, sahibi aleyhine
delil olur.
(5)
Taraflardan biri tacir olmasa dahi, tacir olan diğer tarafın ticari
defterlerindeki kayıtları kabul edeceğini belirtir; ancak, karşı
taraf defterlerini ibrazdan kaçınırsa, ibrazı talep eden taraf
iddiasını ispat etmiş sayılır.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Uygulamada
en çok karşılaşılan durumlardan biri de taraflardan birinin
ticari defterlerini mahkemeye sunmamasıdır. Bu durumda hakimin ne
yapacağı konusunda kural içi boşluk bulunmaktaydı. Çoğunlukla
defterini sunan tarafın defter kayıtları sunmayan taraf aleyhine
delil olacağına karar veriliyordu. Getirilen bu düzenleme ile bu
kural içi boşluk doldurulmaktadır. Uygulamada ortaya çıkan bir
diğer sorun ise iki tarafında defterlerini delil olarak sunmaları
ve kayıtların dava konusu ile ilgili olarak birbirini tutmaması
durumunda ne yapılacağı durumuydu. Örneğin alacaklının
defterinde alacak kaleminin bulunması ancak borçlunun defterinde
böyle bir kaydın bulunmaması durumunda hangisinin esas alınacağı
belirsizdi. Bu belirsizlik yapılan düzenleme ile giderilmektedir.
Ancak defterlerin delil olarak sunulduğu durumlarda çoğu zaman
tarafların birbirlerine gönderdikleri faturalarda ispat aracı
olarak kullanılmaktadır. Faturaların borçlu tarafa ulaşıp
ulaşmadığının ispat yükü de alacaklı taraftadır. Fatura
borçlu tarafa ulaşmış ancak borçlunun defterine kaydı
yapılmamışsa bu durumda borçlunun defterinin usulüne uygun
tutulmadığı anlaşılmaktadır. Burada önemli olan alacaklı
tarafın faturayı borçluya gönderdiğini ispatlayabilmesidir.
Ancak gerek HMK gerekse TTK’nda faturaların gönderildiğinin ne
şekilde ispatlanacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.
Uygulamada iadeli taahhütlü mektupla gönderilmesi ya da ihtarname
ekinde gönderilmesi gibi yöntemlere rastlanılmaktadır. Bu sorunun
en kolay çözümü faturaların güvenli elektronik imza ile
elektronik ortamda gönderilmesinin sağlanacağı bir sistemin
kurulmasıdır. Bu sistemin sadece şirketler için değil bütün
gerçek ticaret erbabı için geçerli olması da sağlanmalıdır.
MADDE
26- 6100
sayılı Kanunun 281’inci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki
cümle eklenmiştir. “Talebin bu süre içinde hazırlanması çok
zor ise, aynı süre zarfında mahkemeye başvuran tarafa, sürenin
son gününden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak
ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden
itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların,
bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar
hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını
veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.
Talebin
bu süre içinde hazırlanması çok zor ise, aynı süre zarfında
mahkemeye başvuran tarafa, sürenin son gününden itibaren işlemeye
başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere
ek bir süre verilebilir.
(2)
Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin
tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için,
bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor
alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak
açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.
(3)
Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni
görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de
yaptırabilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Özellikle
teknik bilirkişi incelemelerinde bilirkişi raporunun incelenmesi ve
görüş hazırlanması zaman alabilmektedir. Bilirkişi raporunu
alan taraf raporu başka bir uzmana inceleterek ondan alacağı bilgi
ile görüşünü hazırlamak isteyebilir. Bu ve benzeri durumlarda
bilirkişi raporuna karşı beyanda bulunmak için iki haftalık süre
yeterli olmayabilir. Bu sebeple getirilen düzenleme yerinde
olmuştur.
MADDE
27- 6100
sayılı Kanunun 290’ıncı maddesinin ikinci fıkrasına, ikinci
cümleden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Tutanağa, hâkimin keşif konusu ve mahalliyle ilgili gözlemleri
de yazılır.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Keşfin yeri ve zamanı mahkeme tarafından tespit edilir. Keşif,
taraflar hazır iseler huzurlarında, aksi takdirde yokluklarında
yapılır.
(2)
Mahkeme keşif sırasında tanık ve bilirkişi dinleyebilir. Keşif
sırasında, yapılan tüm işlemler ve beyanları içeren bir
tutanak düzenlenir. Plan, çizim, fotoğraf gibi belgeler de
tutanağa eklenir. Tutanağa,
hâkimin keşif konusu ve mahalliyle ilgili gözlemleri de yazılır.”
(3)
Mahkeme, bir olayın nasıl geçmiş olabileceğini tespit için
temsili uygulama da yaptırabilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Keşif
hakimin beş duyu organı ile yaptığı incelemedir. Bu nedenle
keşif esnasında hakimin gözlemlerinin yazılması keşfin amacı
açısından zaten gerekli olan bir durumdur. Uygulamada bir çok
hakim keşif mahallindeki gözlemlerini tutanağa geçirmekteydi.
Ancak bunun yasal zorunluluk haline gelmesi keşif tutanaklarının
daha ayrıntılı olarak düzenlenmesine olanak verecektir.
MADDE
28- 6100
sayılı Kanunun 301’inci maddesinin birinci fıkrasının birinci
cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Hükmün
gerekçesinin yazılarak imzalanmasından itibaren bir ay içinde
taraflardan birinin başvurusu üzerine hükmün mühürlenmiş bir
nüshası makbuz karşılığında başvuran tarafa verilir, diğer
nüshası da gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Bu süre
içinde herhangi bir başvuru olmazsa, hüküm yazı işleri müdürü
tarafından takip eden bir ay içinde taraflara resen tebliğ
edilir.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Hükmün
gerekçesinin yazılarak imzalanmasından itibaren bir ay içinde
taraflardan birinin başvurusu üzerine hükmün mühürlenmiş bir
nüshası makbuz karşılığında başvuran tarafa verilir, diğer
nüshası da gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Bu süre
içinde herhangi bir başvuru olmazsa, hüküm yazı işleri müdürü
tarafından takip eden bir ay içinde taraflara resen tebliğ edilir.
Hükmün bir nüshası da dosyasında saklanır.
(2)
Taraflardan her birine verilen hüküm nüshası ilamdır.
(3)
Tarafların elinde bulunan hüküm nüshalarının farklı olması
hâlinde karar kartonundaki esas alınır.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Bizce
mahkemenin eski hali de aynı anlama gelmekteydi ancak maddeyi aksi
şekilde yorumlayanlarda vardı. Asıl sorun bu maddeden değil HMK
yönetmeliğindeki ilamın tebliğe çıkarılması için tarafların
talepte bulunmalarına ilişkin hükümden kaynaklanmaktaydı. Bazı
mahkemelerin HMK 301’inci maddeyi uygulamak yerine HMK
yönetmeliğindeki bu maddeye aykırı olan hükmü uygulamaları
nedeniyle tebliğe çıkartılması talep edilmeyen ilamlar aylarca
mahkeme kaleminde bekletilmekte ve adeta mahkemenin verdiği karar
tebliğ edilemediği için askıda kalmaktaydı. Çoğunlukla aile
mahkemelerinde görülen bu durum özellikle verilen karardan memnun
olmayan tarafların mahkeme kararını adeta yok saymak için
başvurdukları bir yöntem haline gelmişti. HMK
yönetmeliğinin
“İlam ve suretlerin verilmesi, kesinleşme kaydı ile harçların
tahsili” başlıklı 58’inci maddesinin birinci fıkrası
“Hâkimin
re’sen harekete geçtiği haller ile kanunlardaki özel hükümler
saklı kalmak kaydıyla taraflardan birinin talebi olmadıkça hüküm
tebliğe çıkarılmaz. Taraflardan birinin talebi halinde hükmün
bir nüshası makbuz karşılığında talep eden tarafa verilir, bir
nüshası da diğer tarafa tebliğe çıkarılır.”
hükmünü içermektedir. HMK m. 301’de yapılacak bu değişiklikle
birlikte HMK yönetmeliğinin 58’inci maddesinde de değişiklik
yapılması gerekmektedir.
MADDE
29- 6100
sayılı Kanunun 310’uncu maddesine birinci fıkradan sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “(2) Feragat veya
kabul, hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun
yoluna başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine
gönderilmez ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince
feragat veya kabul doğrultusunda ek karar verilir. (3) Feragat veya
kabul dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra
yapılmışsa, Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı
feragat veya kabul hususunda karar verilmek üzere hükmü veren
mahkemeye gönderir.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Feragat ve kabul, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman
yapılabilir.
(2) Feragat veya kabul,
hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna
başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez
ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince feragat veya
kabul doğrultusunda ek karar verilir.
(3) Feragat veya kabul
dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa,
Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı feragat veya kabul
hususunda karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderir.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Uygulamada özellikle hüküm
verildikten sonra yapılan feragat ve kabullerle ilgili olarak bir
takım sıkıntılar yaşanmaktaydı. Maddede yapılan değişiklik
bu sebeple yerinde olmuştur.
MADDE
30- 6100
sayılı Kanunun 314’üncü maddesine birinci fıkradan sonra
gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “(2) Sulh,
hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna
başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez
ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince sulh
doğrultusunda ek karar verilir. (3) Sulh, dosyanın temyiz
incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa Yargıtay temyiz
incelemesi yapmaksızın dosyayı sulh hususunda karar verilmek üzere
hükmü veren mahkemeye gönderir.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Sulh, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir.
(2) Sulh, hükmün
verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna
başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez
ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince sulh
doğrultusunda ek karar verilir.
(3) Sulh, dosyanın temyiz
incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa Yargıtay temyiz
incelemesi yapmaksızın dosyayı sulh hususunda karar verilmek üzere
hükmü veren mahkemeye gönderir.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Yukarıdaki
maddede yaptığımız açıklamalar bu madde içinde geçerlidir.
Feragat ve kabul gibi sulhunda yapıldığı zamana göre bir takım
usulü sorunlar yarattığı açıktır. Bu nedenle yapılan
değişiklik yerinde olmuştur.
MADDE
31- 6100
sayılı Kanunun 331 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “(2) Görevsizlik veya yetkisizlik
kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi hâlinde,
yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder. Ancak bu durumda ilk
kararı veren mahkemedeki yargılama için ayrıca bir vekâlet
ücretine hükmedilmez. Görevsizlik veya yetkisizlik kararından
sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmemiş ise davanın
açıldığı mahkeme dosya üzerinden bu durumu tespit ile davacıyı
yargılama giderlerini ödemeye mahkûm eder.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir
karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkim, davanın
açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre
yargılama giderlerini takdir ve hükmeder.
(2)
Görevsizlik
veya yetkisizlik kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam
edilmesi hâlinde, yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder. Ancak
bu durumda ilk kararı veren mahkemedeki yargılama için ayrıca bir
vekâlet ücretine hükmedilmez. Görevsizlik veya yetkisizlik
kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmemiş ise
davanın açıldığı mahkeme dosya üzerinden bu durumu tespit ile
davacıyı yargılama giderlerini ödemeye mahkûm eder.
(3)
Davanın açılmamış sayılmasına karar verilen hâllerde
yargılama giderleri davacıya yükletilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Bu
maddede yapılmak istenen değişikliğin temelinde yatan neden
yargılama giderleri ile vekâlet ücretinin eski usul kanunun
döneminden kalma alışkanlıkla ayrı yargılama giderleri olarak
değerlendirilmesidir. Artık vekâlet ücretleri HMK m. 323/I-ğ
maddesine göre yargılama gideri içinde sayılmaktadır.
Görevsizlik
veya yetkisizlik kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam
edilmemiş ise davanın açıldığı mahkemenin dosya üzerinden bu
durumu tespit ile davacıyı yargılama giderlerini ödemeye mahkûm
etmesi durumunda hükmedilecek yargılama giderlerinin içine vekâlet
ücretinin de gireceği çok açıktır. Dolayısıyla görevsizlik
veya yetkisizlik kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam
edilmesi hâlinde, yargılama giderlerine o mahkemenin hükmetmesi
durumunda da görevsizlik ya da yetkisizlik kararı veren mahkemenin
vekâlet ücretine hükmedemeyeceği açıktır. Bu durum madde
metninden açıkça anlaşılmakta olmasına karşın ne yazık ki
bazı mahkemeler görevsizlik ve yetkisizlik kararı sonrasında
vekâlet ücretine de hükmetme alışkanlıklarını bırakamadılar.
Bu nedenle yapılan değişiklik yerinde olmuştur. Ancak şu da
unutulmamalıdır ki kolay bir muhakeme ile anlaşılabilecek her
konu için yasal düzenleme yapılması yoluna gidilmesi halinde
kanunlarımız gereğinden fazla hüküm içeren yasal düzenlemeler
haline gelir.
MADDE
32- 6100
sayılı Kanunun 341’inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “(1) İlk derece mahkemelerinin
aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir: a)
Nihai kararlar. b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin
reddi kararları, yüze karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati
haciz kararları, yoklukta verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz
kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
İlk
derece mahkemelerinin aşağıdaki kararlarına karşı istinaf
yoluna başvurulabilir:
a) Nihai kararlar.
b)
İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları,
yüze karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları,
yoklukta verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı
yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.
(2)
Miktar veya değeri bin beş yüz Türk Lirasını geçmeyen
malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir.
(3)
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda bin beş
yüz Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre
belirlenir.
(4)
Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda, kararda asıl
talebinin kabul edilmeyen bölümü bin beş yüz Türk Lirasını
geçmeyen taraf, istinaf yoluna başvuramaz.
(5)
İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği
veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da
bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere
ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine
başvurulabilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
İhtiyati
tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, yüze karşı
verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, yoklukta
verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı
yapılan itiraz üzerine verilen kararlar bu madde ile istinaf yolu
açılmaktadır. Ancak bu kararlara istinaf yolunun açılması
durumunda itiraza uğrayan dosya BAM’ne gittikten sonra ihtiyati
tedbir ya da ihtiyati hacze ilişkin asıl davanın açılması ve
devamı esnasında BAM’nden itiraz incelemesinden gelen kararın
yargılamanın esasına olumsuz etkileri olabilir. BAM’nin iş yükü
nedeniyle karar vermekte gecikmesi ve bu esnadan asıl davanın
açılarak karara bağlanması durumunda esastan sonuçlanmış bir
dava hakkında itiraz incelemesinden gelmiş ihtiyati haciz ya da
ihtiyati tedbir kararı bulunacaktır. Bu durumda mahkemeler karar
verilmesine yer olmadığına kararı vermek zorunda kalacaklar ve
BAM’nin verdiği karar uygulanamayacaktır. Bu nedenle bu maddedeki
değişikliğin bir kez daha gözden geçirilmesinde yarar
bulunmaktadır.
MADDE
33- 6100
sayılı Kanunun 350’inci maddesine aşağıdaki fıkra
eklenmiştir. “(3) Hüküm sonucunun tefhiminden itibaren bir hafta
geçmeden hüküm konusu alacak hakkında icra takibi yapılamaz.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
İstinaf yoluna başvurma, kararın icrasını durdurmaz. İcra ve
İflas Kanununun icranın geri bırakılmasıyla ilgili 36 ncı
maddesi hükmü saklıdır. Nafaka kararlarında icranın geri
bırakılmasına karar verilemez.
(2)
Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni
haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.
(3) Hüküm sonucunun
tefhiminden itibaren bir hafta geçmeden hüküm konusu alacak
hakkında icra takibi yapılamaz.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Tasarıda
belirtilen “hüküm
sonucunun tefhimi”
ibaresinden bu fıkranın basit yargılama usulünde verilen kararlar
için getirildiği anlaşılmaktadır. Çünkü uygulamada yazılı
yargılama usulüne bağlı davalarda gerekçeli kararın tebliğinden
itibaren icra takibi başlatılabiliyor. Basit yargılama usulünde
ise hüküm sonucu sözlü yargılama duruşmasında hazır olan
taraflara tefhim edildiği için tefhimden itibaren kural olarak icra
takibi başlatılabilmektedir. Ancak bazen icraya konulan karar ile
gerekçeli karar arasında farklılık olması durumunda bazı
sıkıntılar da yaşanmaktadır. Bu nedenle getirilen düzenleme
olumlu yöndedir.
MADDE
34- 6100
sayılı Kanunun 359’uncu maddesinin kenar başlığı “Karar ve
tebliği” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra
eklenmiştir. “(3) Hükmün gerekçesinin yazılarak
imzalanmasından itibaren bir ay içinde taraflardan birinin
başvurusu üzerine hükmün mühürlenmiş bir nüshası makbuz
karşılığında başvuran tarafa verilir, diğer nüshası da
gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Bu süre içinde herhangi
bir başvuru olmazsa, hüküm yazı işleri müdürü tarafından
takip eden bir ay içinde taraflara resen tebliğ edilir. Hükmün
bir nüshası da dosyasında saklanır.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
Karar ve tebliği
(1)
Karar aşağıdaki hususları içerir:
a)
Kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile başkan,
üyeler ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları, sicil numaraları.
b)
Tarafların ve davaya ilk derece mahkemesinde müdahil olarak
katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası,
varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.
c)
Tarafların iddia ve savunmalarının özeti.
ç)
İlk derece mahkemesi kararının özeti.
d)
İleri sürülen istinaf sebepleri.
e)
Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla
bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma
sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç
ve hukuki sebep.
f)
Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi.
g)
Kararın verildiği tarih, başkan ve üyeler ile zabıt kâtibinin
imzaları.
ğ)
Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2)
Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar
edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle,
taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası
altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde
gösterilmesi gereklidir.
(3) Hükmün gerekçesinin
yazılarak imzalanmasından itibaren bir ay içinde taraflardan
birinin başvurusu üzerine hükmün mühürlenmiş bir nüshası
makbuz karşılığında başvuran tarafa verilir, diğer nüshası
da gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Bu süre içinde
herhangi bir başvuru olmazsa, hüküm yazı işleri müdürü
tarafından takip eden bir ay içinde taraflara resen tebliğ edilir.
Hükmün bir nüshası da dosyasında saklanır.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Bu maddede yapılan değişiklik
yukarıda incelemesin yaptığımız 301’inci maddedeki
değişiklikle aynı yöndedir. Bu maddedeki değişiklik de bizce
olumlu olmuştur.
MADDE
35- 6100
sayılı Kanunun 369 uncu maddesinin ikinci ve üçüncü
fıkralarında yer alan “altmış bin” ibareleri “yüz bin”
şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı
olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer
hususları da inceleyebilir.
(2)
Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak, tüzel
kişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının iptaline,
evlenmenin butlanına veya iptaline, boşanma veya ayrılığa,
velayete, soybağına ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya
değeri yüz
bin
Türk Lirasını
aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz veya cevap
dilekçesinde duruşma yapılmasını talep etmiş ise Yargıtayca
bir gün belli edilerek taraflara usulen davetiye gönderilir. Tebliğ
tarihi ile duruşma günü arasında en az iki hafta bulunması
gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri
verilmemişse duruşma talebi dikkate alınmaz. Duruşma giderinin
eksik ödenmiş olduğu anlaşılırsa, dairenin başkanı tarafından
verilecek bir haftalık kesin süre içinde tamamlanması, aksi hâlde
duruşma talebinden vazgeçilmiş sayılacağı, duruşma isteyene
yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde giderler
tamamlanmadığı takdirde, Yargıtay incelemesini dosya üzerinde
yapar.
(3)
Yüz
bin
Türk Liralık
duruşma sınırının belirlenmesinde 362 nci maddenin ikinci
fıkrası kıyas yoluyla uygulanır.
(4)
Yargıtay, ikinci fıkra hükmü ile bağlı olmaksızın, bilgi
almak üzere resen de duruşma yapılmasına karar verebilir.
(5)
Duruşma günü belli edilen hâllerde Yargıtay, tarafları veya
gelen tarafı dinledikten sonra, taraflardan hiçbiri gelmemiş ise
dosya üzerinde inceleme yaparak kararını verir.
(6)
Duruşma günü kararı verilemeyen işlerin en geç bir ay içinde
karara bağlanması zorunludur.
(7)
Kanunda ivedi olduğu bildirilen dava ve işlere ait temyiz
incelemesi öncelikle yapılır.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Yukarıda
belirttiğimiz gibi parasal sınırlarla ilgili olarak Adalet
Bakanlığı’na yönetmelik çıkartma yetkisi verilmesi ve bu
parasal sınırların bakanlıkça yönetmelik değişikliğine
gidilerek yapılması daha doğru olacaktır.
MADDE
36- 6100
sayılı Kanunun 391’inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “(3) İhtiyati tedbir talebinin reddi
hâlinde, kanun yoluna başvurulabilir. Yüzüne karşı aleyhinde
ihtiyati tedbir kararı verilen taraf da kanun yoluna başvurabilir.
Bu başvurular öncelikle incelenir ve kesin olarak karara bağlanır.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Mahkeme, tedbire konu olan mal veya hakkın muhafaza altına alınması
veya bir yediemine tevdii ya da bir şeyin yapılması veya
yapılmaması gibi, sakıncayı ortadan kaldıracak veya zararı
engelleyecek her türlü tedbire karar verebilir.
(2)
İhtiyati tedbir kararında;
a)
İhtiyati tedbir talep edenin, varsa kanuni temsilcisi ve vekilinin
ve karşı tarafın adı, soyadı ve yerleşim yeri ile talep edenin
Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası,
b)
Tedbirin, açık ve somut olarak hangi sebebe ve delillere dayandığı,
c)
Tereddüde yer vermeyecek şekilde, neyin üzerinde ve ne tür bir
tedbire karar verildiği,
ç)
Talepte bulunanın, ne tutarda ve ne türde bir teminat göstereceği,
yazılır.
(3) İhtiyati tedbir
talebinin reddi hâlinde, kanun yoluna başvurulabilir. Yüzüne
karşı aleyhinde ihtiyati tedbir kararı verilen taraf da kanun
yoluna başvurabilir. Bu başvurular öncelikle incelenir ve kesin
olarak karara bağlanır.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Tasarıdaki
bu düzenleme “yüzüne
karşı aleyhine tedbir kararı verilen taraf” için
kanun yoluna başvurma hakkı tanımaktadır. Davanın esası
hakkında yargılama yapıldığı esnada tahkikat duruşmasında
ihtiyati tedbir kararı verilmesi durumunda bu kararın uygulanması
bir sıkıntı yaratmayacaktır. Ancak dava açılmadan önce talep
edilen ihtiyati tedbir kararlarında çoğu zaman dosya üzerinden
karar verilmekte ve aleyhinde ihtiyati tedbir kararı verilen kişi
hazır bulunmamaktadır. Bu nedenle hazır bulunan bulunmayan
ayrımının kaldırılması daha doğru olacaktır.
MADDE
37- 6100
sayılı Kanunun 393’üncü maddesinin birinci fıkrasında yer
alan “verildiği tarihten” ibaresi “bu kararın, tedbir isteyen
tarafa tefhim veya tebliğinden” şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
İhtiyati tedbir kararının uygulanması, bu
kararın, tedbir isteyen tarafa tefhim veya tebliğinden
itibaren bir hafta içinde talep edilmek zorundadır. Aksi hâlde,
kanuni süre içinde dava açılmış olsa dahi, tedbir kararı
kendiliğinden kalkar.
(2)
Tedbir kararının uygulanması, kararı veren mahkemenin yargı
çevresinde bulunan veya tedbir konusu mal ya da hakkın bulunduğu
yer icra dairesinden talep edilir. Mahkeme, kararında belirtmek
suretiyle, tedbirin uygulanmasında, yazı işleri müdürünü de
görevlendirebilir.
(3)
İhtiyati tedbir kararının uygulanması için, gerekirse zor
kullanılabilir. Zor kullanmak hususunda, bütün kolluk kuvvetleri
ve köylerde muhtarlar, uygulamayı gerçekleştirecek memurun yazılı
başvurusu üzerine, kendisine yardım etmek ve emirlerine uymakla
yükümlüdürler.
(4)
İhtiyati tedbiri uygulayan memur, bir tutanak düzenler. Bu
tutanakta, tedbir konusu ve bulunduğu yer gösterilir; tedbir konusu
ile ilgili her türlü iddia bu tutanağa geçirilir. Tedbiri
uygulayan memur, bu tutanağın bir örneğini tedbir sırasında
hazır bulunmayan taraflara ve duruma göre üçüncü kişiye tebliğ
eder.
(5)
İhtiyati tedbir kararları hakkında kanun yoluna başvurulması
hâlinde, tedbire ilişkin dosya ve delillerin sadece örnekleri
ilgili mahkemeye gönderilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Tasarıdaki
bu değişiklik ihtiyati tedbir kararının ne zaman uygulanmaya
başlanacağının belirginleşmesi açısından yerinde olmuştur.
MADDE
38- 6100
sayılı Kanunun 398’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan
“bir aydan” ibaresi “şikâyet üzerine,” şeklinde
değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir. “(2)
Şikâyet olunana, şikâyet dilekçesi ile birlikte duruşma gün ve
saatini bildiren davetiye gönderilir. Davetiyede, savunma ve
delillerini duruşma gününe kadar bildirmesi ve duruşmaya
gelmediği takdirde yargılamaya yokluğunda devam olunarak karar
verileceği ihtar edilir. (3) Mahkeme duruşmaya gelen şikâyet
olunana, 5271 sayılı Kanunun 147 inci maddesinde belirtilen
haklarını hatırlatarak savunmasını alır. (4) Mahkeme, dosyadaki
delilleri değerlendirerek gerekli araştırmayı yapar. Yargılama
sonunda şikâyet olunanın ihtiyati tedbir kararının uygulanmasına
ilişkin emre uymadığı veya tedbir kararına aykırı davrandığı
tespit edilirse, birinci fıkra uyarınca disiplin hapsi ile
cezalandırılmasına; aksi takdirde şikâyetin reddine karar
verilir. (5) Taraflar, kararın tefhim veya tebliğinden itibaren bir
hafta içinde karara itiraz edebilir. İtirazı, o yerde hükmü
veren mahkemenin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara
olarak kendisinden sonra gelen daire; son numaralı daire için bir
numaralı daire; o yerde hükmü veren mahkemenin tek dairesi
bulunması hâlinde en yakın yerdeki aynı düzey ve sıfattaki
mahkeme inceler. (6) İtiraz merci, bir hafta içinde kararını
verir. Merci, itirazı yerinde görürse işin esası hakkında karar
verir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. (7) Bu madde uyarınca
verilen disiplin hapsi kararları kesinleşmeden infaz edilemez.
Kesinleşen kararların infazı Cumhuriyet Başsavcılığınca
yapılır. (8) Tedbir kararına aykırı davranışın sona ermesi
veya tedbir kararının gereğinin yerine getirilmesi yahut
şikâyetten vazgeçilmesi halinde, dava ve bütün sonuçlarıyla
beraber ceza düşer.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
İhtiyati tedbir kararının uygulanmasına ilişkin emre uymayan
veya tedbir kararına aykırı davranan kimse, şikâyet
üzerine,
altı aya
kadar disiplin hapsi ile cezalandırılır. Görevli ve yetkili
mahkeme, esas hakkındaki dava henüz açılmamışsa, ihtiyati
tedbir kararı veren mahkeme; esas hakkındaki dava açılmışsa, bu
davanın görüldüğü mahkemedir.
(2) Şikâyet olunana,
şikâyet dilekçesi ile birlikte duruşma gün ve saatini bildiren
davetiye gönderilir. Davetiyede, savunma ve delillerini duruşma
gününe kadar bildirmesi ve duruşmaya gelmediği takdirde
yargılamaya yokluğunda devam olunarak karar verileceği ihtar
edilir.
(3) Mahkeme duruşmaya
gelen şikâyet olunana, 5271 sayılı Kanunun 147 inci maddesinde
belirtilen haklarını hatırlatarak savunmasını alır.
(4) Mahkeme, dosyadaki
delilleri değerlendirerek gerekli araştırmayı yapar. Yargılama
sonunda şikâyet olunanın ihtiyati tedbir kararının uygulanmasına
ilişkin emre uymadığı veya tedbir kararına aykırı davrandığı
tespit edilirse, birinci fıkra uyarınca disiplin hapsi ile
cezalandırılmasına; aksi takdirde şikâyetin reddine karar
verilir.
(5) Taraflar, kararın
tefhim veya tebliğinden itibaren bir hafta içinde karara itiraz
edebilir. İtirazı, o yerde hükmü veren mahkemenin birden fazla
dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisinden sonra gelen
daire; son numaralı daire için bir numaralı daire; o yerde hükmü
veren mahkemenin tek dairesi bulunması hâlinde en yakın yerdeki
aynı düzey ve sıfattaki mahkeme inceler.
(6) İtiraz merci, bir
hafta içinde kararını verir. Merci, itirazı yerinde görürse
işin esası hakkında karar verir. İtiraz üzerine verilen karar
kesindir.
(7) Bu madde uyarınca
verilen disiplin hapsi kararları kesinleşmeden infaz edilemez.
Kesinleşen kararların infazı Cumhuriyet Başsavcılığınca
yapılır.
(8) Tedbir kararına aykırı
davranışın sona ermesi veya tedbir kararının gereğinin yerine
getirilmesi yahut şikâyetten vazgeçilmesi halinde, dava ve bütün
sonuçlarıyla beraber ceza düşer.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Maddede
yapılan değişiklikle ihtiyati tedbir kararına uymayanlara
verilecek disiplin hapsi cezasının alt sınırı kaldırılmaktadır.
Böylece bir aydan daha az ceza verilebilmesinin de yolu açılmıştır.
İkinci değişiklik ise disiplin hapsi cezasının şikâyete
bağlanmasıdır. Bizce bu değişiklik yerinde olmuştur. Çünkü
şuan ki iş yükü içinde verilen ihtiyati tedbir kararının
uygulanıp uygulanmadığını mahkemelerin kendiliğinden araştırıp
disiplin hapsi cezası vermesi mümkün değildir. Bu nedenle lehinde
ihtiyati tedbir kararı verilen kişinin şikâyet etmesi koşuluna
bağlanması daha iyi olmuştur. Buna bağlı olarak getirilen diğer
düzenlemeler ise şikâyet başvurusunun hangi esaslara göre
yargılamasının yapılacağını göstermektedir.
MADDE
39- 6100
sayılı Kanunun 402’nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(4) Tespitin yapılmasından sonra, tespit tutanağı ve varsa
bilirkişi raporunun bir örneği mahkemece karşı tarafa
kendiliğinden tebliğ olunur.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Delil tespiti talebi dilekçeyle yapılır. Dilekçede tespiti
istenen vakıa, tanıklara veya bilirkişilere sorulması istenen
sorular, delillerin kaybolacağı veya gösterilmesinde zorlukla
karşılaşılacağı kuşkusunu uyandıran sebepler ile aleyhine
delil tespiti istenen kişinin ad, soyad ve adresi yer alır. Tespit
talebinde bulunan, durum ve koşulların imkân vermemesi nedeniyle,
aleyhine tespit yapılacak kişiyi gösteremiyorsa talebi geçerli
sayılır.
(2)
Mahkeme tarafından belirlenen tespit giderleri avans olarak
ödenmedikçe sonraki işlemler yapılmaz.
(3)
Tespit talebi mahkemece haklı bulunursa karar, dilekçeyle birlikte
karşı tarafa tebliğ edilir. Kararda ayrıca, delil tespitinin
nasıl ve ne zaman yapılacağı, tespitin icrası esnasında karşı
tarafın da hazır bulunabileceği, varsa itiraz ve ilave soruların
bir hafta içinde bildirilmesi gerektiği belirtilir.
(4) Tespitin yapılmasından
sonra, tespit tutanağı ve varsa bilirkişi raporunun bir örneği
mahkemece karşı tarafa kendiliğinden tebliğ olunur.”
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Uygulamada en sık
karşılaştığımız durumlardan biri de tespit davalarında
bilirkişi raporunun karşı tarafa tebliğ edilmemesi durumunda
tespit davasından sonra asıl dava açıldığında davalı taraf
tespit dosyasındaki bilirkişi raporunun kendilerine tebliğ
edilmediğini ve bu nedenle de itiraz haklarını kullanamadıklarını
ileri sürmesidir. Maddede kural içi boşluk bulunduğu açıktır.
Bu kural içi boşluğun hakim tarafından doldurularak hukuk mantığı
gereği bilirkişi raporunun karşı tarafa da tebliğe çıkartılması
gerekmektedir. Ancak uygulamada bu kural içi boşluğun
doldurulmadığı ve karşı tarafın bilirkişi raporuna itiraz etme
ve bilgilenme hakkının elinden alındığı görülmekteydi. Bu
nedenle getirilen düzenleme yerinde olmuştur.
MADDE
40- 6100
sayılı Kanunun 410’uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “(1) Tahkim yargılamasında, mahkeme
tarafından yapılacağı belirtilen işlerde nihai hakem kararı
verilinceye kadar görevli ve yetkili mahkeme, konusuna göre tahkim
yeri asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesidir. Tahkim yeri
belirlenmemiş ise görevli ve yetkili mahkeme, davalının
Türkiye’deki yerleşim yeri, oturduğu yer veya iş yeri asliye
hukuk veya asliye ticaret mahkemesidir.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Tahkim
yargılamasında, mahkeme tarafından yapılacağı belirtilen
işlerde nihai hakem kararı verilinceye kadar görevli ve yetkili
mahkeme, konusuna göre tahkim yeri asliye hukuk veya asliye ticaret
mahkemesidir. Tahkim yeri belirlenmemiş ise görevli ve yetkili
mahkeme, davalının Türkiye’deki yerleşim yeri, oturduğu yer
veya iş yeri asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesidir.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Bölge
Adliye Mahkemelerine tahkim yargılamasında itiraz mahkemesi görevi
verilmesi en başından beri hatalı olmuştur. Bu nedenle asliye ve
asliye ticaret mahkemelerinin görevlendirilmeleri daha doğrudur.
MADDE
41- 6100
sayılı Kanunun 416 ncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan
“temyiz yoluna” ibaresi “istinaf yoluna” şeklinde
değiştirilmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Taraflar, hakem veya hakemlerin seçim usulünü kararlaştırmakta
serbesttir. Taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa hakem seçiminde
aşağıdaki usul uygulanır:
a)
Ancak gerçek kişiler hakem seçilebilir.
b)
Tek hakem seçilecek ise ve taraflar hakem seçiminde anlaşamazlarsa
hakem, taraflardan birinin talebi üzerine mahkeme tarafından
seçilir.
c)
Üç hakem seçilecek ise taraflardan her biri bir hakem seçer; bu
şekilde seçilen iki hakem üçüncü hakemi belirler. Taraflardan
biri, diğer tarafın bu yoldaki talebinin kendisine ulaşmasından
itibaren bir ay içinde hakemini seçmezse veya tarafların seçtiği
iki hakem seçilmelerinden sonraki bir ay içinde üçüncü hakemi
belirlemezlerse, taraflardan birinin talebi üzerine mahkeme
tarafından hakem seçimi yapılır. Üçüncü hakem, başkan olarak
görev yapar.
ç)
Üçten fazla hakem seçilecek ise son hakemi seçecek olan hakemler
yukarıdaki bentte belirtilen usule göre taraflarca eşit sayıda
belirlenir.
d)
Hakemin birden fazla kişiden oluşması hâlinde en az birinin kendi
alanında beş yıl ve daha fazla kıdeme sahip bir hukukçu olması
şarttır.
(2)
Hakemlerin seçim usulünü kararlaştırmış olmalarına rağmen;
a)
Taraflardan biri sözleşmeye uymazsa,
b)
Kararlaştırılmış olan usule göre tarafların veya taraflarca
seçilen hakemlerin hakem seçimi konusunda birlikte karar vermeleri
gerektiği hâlde, taraflar ya da hakemler bu konuda anlaşamazlarsa,
c)
Hakem seçimi ile yetkilendirilen üçüncü kişi, kurum veya
kuruluş, hakemi ya da hakem kurulunu seçmezse,
hakem
veya hakem kurulunun seçimi, taraflardan birinin talebi üzerine
mahkeme tarafından yapılır. Mahkemenin, gerektiğinde tarafları
dinledikten sonra bu fıkra hükümlerine göre verdiği kararlara
karşı istinaf
yoluna
başvurulamaz. Mahkeme, hakem seçiminde tarafların sözleşmesini
ve hakemlerin bağımsız ve tarafsız olması ilkelerini göz önünde
bulundurur. Üçten fazla hakem seçilecek hâllerde de aynı usul
uygulanır.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Maddede
yapılan değişiklik kanun yolunun belirlenmesi bakımından daha
uygun olmuştur.
MADDE
42- 6100
sayılı Kanunun 418 inci maddesinin dördüncü fıkrasında yer
alan “temyiz yoluna” ibaresi “istinaf yoluna” şeklinde
değiştirilmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Taraflar, hakemin reddi usulünü serbestçe kararlaştırabilirler.
(2)
Hakemi reddetmek isteyen taraf, hakemin veya hakem kurulunun
seçiminden ya da hakemin reddi talebinde bulunabileceği bir durumun
ortaya çıktığını öğrendiği tarihten itibaren iki hafta
içinde ret talebinde bulunabilir ve bu talebini karşı tarafa
yazılı olarak bildirir. Reddedilen hakem kendiliğinden çekilmez
veya diğer taraf reddi kabul etmez ise ret hakkında, hakem
kurulunca karar verilir.
(3)
Hakem kurulundan bir veya birden çok hakemin reddini isteyen taraf,
ret talebini ve gerekçesini hakem kuruluna bildirir. Ret talebinin
kabul edilmediğini öğrenen taraf, bu tarihten itibaren karara
karşı bir ay içinde mahkemeye başvurarak bu kararın
kaldırılmasını ve hakem veya hakemlerin reddine ilişkin talep
hakkında karar verilmesini isteyebilir.
(4)
Seçilen hakemin veya hakem kurulunun tümünün ya da karar
çoğunluğunu ortadan kaldıracak sayıda hakemin reddi için ancak
mahkemeye başvurulabilir. Mahkemenin bu fıkra uyarınca vereceği
kararlara karşı istinaf
yoluna
başvurulamaz.
(5)
Seçilen hakemin veya hakem kurulunun tümünün ya da karar
çoğunluğunu ortadan kaldıracak sayıda hakemin ret talebini
mahkemenin kabul etmesi hâlinde tahkim sona erer. Ancak tahkim
sözleşmesinde hakem veya hakemlerin isimleri belirlenmemişse
yeniden hakem seçimi yoluna gidilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Yukarıdaki
maddede yaptığımız açıklama bu madde içinde geçerlidir.
MADDE
43- 6100
sayılı Kanunun 436’ncı maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “(3) Hakem kararı, hakem,
hakem
kurulu başkanı veya ilgili tahkim kurumu tarafından taraflara
bildirilir. Ayrıca kararın aslı dosya ile birlikte mahkemeye
gönderilir ve mahkemece saklanır.”
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Hakem kararlarında;
a)
Kararı veren hakem veya hakem kurulu üyelerinin ad ve soyadları,
b)
Tarafların ve varsa temsilcileri ile vekillerinin ad ve soyadları,
unvanları ve adresleri,
c)
Kararın dayandığı hukuki sebepler ile gerekçesi,
ç)
Bir sıra numarası altında açık ve kesin bir biçimde taraflara
yüklenen hak ve borçlar ile yargılama giderleri,
d)
Karara karşı iptal davası açılabileceği ve süresi,
e)
Tahkim yeri ve kararın tarihi,
f)
Kararı veren hakem veya hakem kurulu üyelerinin tamamı veya
çoğunluğunun imzaları ve karara eklenmiş ise karşı oy yazısı,
gösterilir.
(2)
Aksi kararlaştırılmadıkça, hakem veya hakem kurulu kısmi
kararlar verebilir.
(3)
Hakem
kararı, hakem, hakem kurulu başkanı veya ilgili tahkim kurumu
tarafından taraflara bildirilir. Ayrıca kararın aslı dosya ile
birlikte mahkemeye gönderilir ve mahkemece saklanır.
Madde hakkında
görüşlerimiz:
Yargılamanın esasına
bakacak olan mahkemenin hakem dosyasına ihtiyaç duyması durumunda
bu dosyaya ulaşabilmesi için dosyanın mahkemenin kolayca
ulaşabileceği bir yerde saklanması gerekmektedir. Bu sebeple
düzenleme yerinde olmuştur.
MADDE
44- 6100
sayılı Kanunun 439’uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan
“tahkim yerindeki mahkemede” ibaresi “tahkim yeri bölge adliye
mahkemesinde” şeklinde, beşinci fıkrasında yer alan “mahkeme”
ibaresi “bölge adliye mahkemesi” şeklinde değiştirilmiş ve
yedinci fıkrasına “(b),” ibaresinden sonra gelmek üzere “(c),”
ibaresi eklenmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Hakem kararına karşı yalnızca iptal davası açılabilir. İptal
davası, tahkim
yeri bölge adliye mahkemesinde
açılır; öncelikle ve ivedilikle görülür.
(2)
a) Tahkim sözleşmesinin taraflarından birinin ehliyetsiz ya da
tahkim sözleşmesinin geçersiz olduğu,
b)
Hakem veya hakem kurulunun seçiminde, sözleşmede belirlenen veya
bu Kısımda öngörülen usule uyulmadığı,
c)
Kararın, tahkim süresi içinde verilmediği,
ç)
Hakem veya hakem kurulunun, hukuka aykırı olarak yetkili veya
yetkisiz olduğuna karar verdiği,
d)
Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir
konuda karar verdiği veya talebin tamamı hakkında karar vermediği
ya da yetkisini aştığı,
e)
Tahkim yargılamasının, usul açısından sözleşmede veya bu
yönde bir sözleşme bulunmaması hâlinde, bu Kısımda yer alan
hükümlere uygun olarak yürütülmediği ve bu durumun kararın
esasına etkili olduğu,
f)
Tarafların eşitliği ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkına riayet
edilmediği,
g)
Hakem veya hakem kurulu kararına konu uyuşmazlığın Türk
hukukuna göre tahkime elverişli olmadığı,
ğ)
Kararın kamu düzenine aykırı olduğu,
tespit
edilirse, hakem kararları iptal edilebilir.
(3)
Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir
konuda karar verdiği iddiasıyla açılan iptal davasında, tahkim
sözleşmesi kapsamında olan konuların, tahkim sözleşmesi
kapsamında olmayan konulardan ayrılması mümkün olduğu takdirde,
hakem kararının sadece tahkim sözleşmesi kapsamında olmayan
konuları içeren bölümü iptal edilebilir.
(4)
İptal davası, bir ay içinde açılabilir. Bu süre, hakem
kararının veya tavzih, düzeltme ya da tamamlama kararının
taraflara bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Hakem
kararına karşı iptal davası açılması kararın icrasını
durdurmaz. Ancak taraflardan birinin talebi üzerine hükmolunan para
veya eşyanın değerini karşılayacak bir teminat gösterilmek
şartı ile kararın icrası durdurulabilir.
(5)
İptal talebi, davaya bakan bölge
adliye mahkemesi
aksine
karar vermedikçe, dosya üzerinden incelenerek karara bağlanır.
(6)
İptal davası hakkında verilen kararlara karşı temyiz yoluna
başvurulabilir. Temyiz incelemesi, bu maddede yer alan iptal
sebepleriyle sınırlı olarak, öncelikle ve ivedilikle karara
bağlanır. Temyiz, kararın icrasını durdurmaz.
(7)
İptal davasının kabulü hâlinde, kabul kararı temyiz edilmezse
veya ikinci fıkranın (b), (c),
(ç), (d), (e) ve (f) bentlerindeki hâllerin varlığı sebebiyle
kabulü hâlinde, taraflar aksini kararlaştırmamışlarsa hakemleri
ve tahkim süresini yeniden belirleyebilirler. Taraflar isterlerse
eski hakemleri tayin edebilirler.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Bölge
Adliye Mahkemelerinin tahkim yargılamalarında itiraz mahkemesi
haline getirilmesi doğru değildir. Eğer Bölge Adliye
Mahkemelerine itiraz mahkemesi görevi verilecekse bu başka
konularda olmalıdır. Tahkim kararlarına karşı BAM’nin itiraz
yeri olarak belirlenmesi durumunda tahkim ilk derece mahkemeleri ile
aynı seviyede yargı yeri haline gelmektedir. Tahkim her yönü ile
ilk derce mahkemelerinin yerini hiç bir zaman tutamaz. Tahkimde
uyuşmazlığı çözülmesi ilk derce mahkemesinin kararına eşit
sonuçlar doğursa da tahkim yargılama hukuku açısından ilk derce
mahkemelerinden daha basit bir düzenlemeye bağlı olması nedeniyle
asliye hukuk ya da asliye ticaret mahkemelerinin itiraz incelemesine
bağlı olmalıdır.
MADDE
45- 6100
sayılı Kanunun 440’ıncı maddesinin beşinci fıkrasında yer
alan “Hakem kararının” ibaresi “Aksi kararlaştırılmadıkça
hakem kararının” şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa, hakemlerin ücreti, dava
konusu alacağın miktarı, uyuşmazlığın niteliği ve tahkim
yargılamasının süresi dikkate alınarak, hakem veya hakem kurulu
ile taraflar arasında kararlaştırılır.
(2)
Taraflar, hakem veya hakem kurulunun ücretini yerleşmiş kurallara
veya kurumsal tahkim kurallarına yollama yaparak da
belirleyebilirler.
(3)
Taraflarla hakem veya hakem kurulu arasında ücretin belirlenmesi
konusunda anlaşmaya varılamaz veya tahkim sözleşmesinde ücretin
belirlenmesine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmazsa ya da
taraflarca bu konuda yerleşmiş kurallara veya kurumsal tahkim
kurallarına yollama yapılmamışsa, hakem veya hakem kurulunun
ücreti, her yıl Adalet Bakanlığınca ilgili kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarının görüşleri alınarak
hazırlanan ücret tarifesine göre belirlenir.
(4)
Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça başkanın ücreti,
hakemlerden her birine ödenecek hakem ücretinin yüzde on fazlası
olarak hesaplanır.
(5)
Aksi
kararlaştırılmadıkça hakem kararının
düzeltilmesi, yorumlanması veya tamamlanması hâllerinde ek hakem
ücreti ödenmez.
(6)
Hakem veya hakem kurulu kararında tahkim yargılamasının giderleri
gösterilir.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Kararın
düzeltilmesi asıl kararın geçerliliğine etki etmeyeceğinden ve
asıl kararın bir parçası olacağından ayrıca hakem ücretini
gerektirecek bir durum oluşturamaz. Bu nedenle “aksi
kararlaştırılmadıkça”
koşulunun getirilmesi hatalı olmuştur. Tasarı bu şekilde
yasalaşırsa düzeltilmesi gereken bir kararın ek ücret
verilmemesi durumunda düzeltilememesi gibi bir sonuçla karşılaşırız
ki bu durumda düzeltilmesi istenen hakem kararına karşı gereksiz
yere itiraz edilmesi gibi sonuçlar ortaya çıkabilir.
MADDE
46- 6100
sayılı Kanunun geçici 3’üncü maddesinin ikinci fıkrasında
yer alan “454” ibaresi “444” şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin yeni hali aşağıdaki
gibidir.
(1)
Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli
Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2’nci
maddesi uyarınca Resmî Gazete'de ilan edilecek göreve başlama
tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki
hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2)
Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce
aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında,
kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236
sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444
üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(3)
Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu
mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu
Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.
Madde
hakkında görüşlerimiz:
Yasalarda
yollamaların/atıfların doğru yapılması çok önemlidir. Bu
maddede yapılan değişiklik yerinde olmuştur.
III. 6100 SAYILI HUKUK
MUHAKEMELERİ KANUNUNDA YAPILMASINI İSTEDİĞİMİZ DİĞER
DEĞİŞİKLİKLER:
Harçlar
Karar Kesinleştikten Sonra Tahsil Edilmelidir:
Harçların
tahsili için karar verildikten sonra maliye veznesine yazı
yazılmaktadır. Eğer karar istinaf ya da temyiz incelemesinden
sonra değişikliğe uğrayacak olursa bu durumda harcın tahsili
için tekrar düzeltme yazısı yazılmaktadır. Bu durumun önüne
geçilebilmesi için ya harçlar kanununda ya da HMK’da harçların
kararın kesinleşmesinden sonra tahsil edileceğine ilişkin bir
düzenlemenin yapılması yerinde olacaktır.
Üçüncü
Kişinin Elindeki Belgenin Gönderilmemesinin Yaptırımı
Düzenlenmeli:
HMK
m. 221’e göre mahkeme üçüncü kişinin elindeki belgenin
mahkemeye gönderilmesini isteme yetkisine sahiptir. Ancak üçüncü
kişinin elindeki belgeyi mahkemeye göndermemesi durumunda
yaptırımının ne olacağı yazılı değildir. Yargıtay bu gibi
durumları emre aykırı davranış kabul etmekte ve ona göre bir
idari para cezası yaptırımının uygulanması gerektiğini
savunmaktadır. Bizce HMK m. 221’e aşağıdaki fıkra
eklenmelidir.
“Elindeki
belgeyi mahkemenin istemesi üzerine geçerli bir sebep göstermeden
ya da üçüncü fıkradaki haklarını kullanmadan ibraz etmeyen
üçüncü kişiye (...) TL idari para cezası verilir.”