EVLİ KİŞİ İLE DUYGUSAL VE CİNSEL BİRLİKTELİK YAŞAYAN
KİŞİNİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
I. GİRİŞ:
Ülkemizde zina
suç olmaktan çıkartılmasına karşın TMK hükümlerine göre mutlak boşanma nedeni
olarak kabul edilmektedir. Bu makalemizde Yargıtay’ın evli biriyle birliktelik
yaşayan kişinin de hukuken sorumlu olduğuna ilişkin 2010 yılında vermiş olduğu
kararının hukuki incelemesini yapacağız.
II. KARARIN ÖZETİ:
Yargıtay’ın
vermiş olduğu kararın özeti aşağıdaki gibidir.
“Dava, haksız
eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat istemine
ilişkindir. Uyuşmazlık; davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği
tarafların ve mahkemenin kabulünde olan davalının, bu eyleminin davacının
kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı ve hukuki sorumluluğunu
gerektirip gerektirmediği, noktalarında toplanmaktadır. Evli bir
kimsenin evlilik
dışı birlikteliği,
diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde olduğu gibi, bu
eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla, bu
eyleme evliliği
bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.
Davalının
davacının eşi ile evli olduğunu
bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin
kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka
ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen "haksız fiil"den
kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin hükümlerden
almaktadır. Sorumlulardan birisi olan davacının eşinin vefat etmesi, teselsül
ilişkinde bulunan davalının sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir
olgu olarak kabul edilemez ve davalının haksız eyleminin varlığını ortadan
kaldırmaz. Mahkemece davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul
edilerek, bundan kaynaklanan zararın kapsamı belirlenmeli ve varılacak uygun
sonuca göre bir karar verilmelidir.”
Yargıtay bu
kararında evli bir
kimsenin evlilik
dışı birlikteliğini
diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde kabul etmiştir. Evli
kişi ile birlikte olan kişinin bu eyleminin de bundan ayrı düşünülemeyeceğini dolayısıyla
da, bu eyleme evliliği
bilerek katılan kişinin de diğer eşin uğradığı zarardan sorumlu olacağı kabul
edilmiştir. Evli kişi ile birlikte olan kişinin hukuken sorumlu tutulmasının
nedeni ise ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen haksız fiil olarak
kabul edilmektedir. Kararda tartışma yaratan konuda eylemin haksız fiil
sayılmasının ahlaka ve adaba aykırı kabul edilmesidir.
Yargıtay’ın bu
kararı ile ortaya koyduğu tazminat sorumluluğunun dayanağını kanunlarca
yasaklanmış bir eylem değil; toplumdaki herkese göre değişebilen değer yargılarından
kaynaklanan ahlak ve adap anlayışı oluşturmaktadır.
III. KARARIN HUKUKİ İNCELEMESİ:
Ülkemizdeki
ahlak kurallarının büyük kısmı yazılı hukuk kuralı niteliğinde değildir. Yazılı
ahlak kurallarına 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’na uygun olarak Türkiye Barolar Birliği ’nin
çıkarttığı ve aslında hukuken yönetmelik hükmünde olan avukatlık etik
kurallarını örnek olarak gösterebiliriz. Ancak evli biriyle birliktelik
yaşamanın ahlaka aykırı sayılması gibi birçok ahlak kuralı yazılı olmadan toplumsal
yaşantı içinde yer almakta ve cezası da toplumun kişiyi kınaması olarak
gerçekleşmektedir.
Kararda
atlanılan en önemli konu ise evlilik birliğinin başlangıcından bitişine kadar
tamamen hukuki bir süreç olduğu gerçeğidir. Evlilik, TMK hükümlerine göre
yapılan bir sözleşme olup bu sözleşmenin hükümlerini tarafların yine TMK
hükümlerine göre belirleme olanakları bulunmaktadır. Evlilik birliğini diğer
sözleşmelerden farklı kılan ise aile düzeninin toplum hayatı için önemi ve
Anayasa tarafından teminat altına alınmış olmasıdır. Bu nedenle sona
erdirilmesi de diğer sözleşmelerde olduğu gibi tek taraflı fesih name ile değil
yargı kararı ile gerçekleştirilebilmektedir.
Evlilik
birliğinin devamını sağlayan unsurlar ise hukuki değil tamamen tarafların bu
birlikteliği devam ettirme konusundaki iradelerini derinden etkileyen aile içi
yaşantı ve buna yön veren duygusal, ekonomik ve cinsel konulardır. Bu
konulardaki uyum sona erdiği andan itibaren sadece taraflardan birinin
istememesi nedeniyle evlilik birliğinin devamın da ısrarcı olunması ve diğer
tarafı evlilik birliğini sürdürmeye zorlaması diğer tarafın kişilik haklarını
ihlal etmesidir.
Yargı kararı
ile sona erdirilebilecek bir birliktelik ne yazık ki duygusal anlamda aynı
süreci takip etmemektedir. Duygusal, cinsel ve ekonomik anlamda artık bitmiş
olan bir evliliğin yargı süreci ile bitmesini beklemekte olduğunuz bir esnada
kişinin sevme, sevilme ihtiyacını ve hepsinden de önemlisi fizyolojik bir ihtiyaç
olan cinsel ihtiyaçlarını tatmin etmesini ne zaman sonuçlanacağı belli olmayan
hukuki bir sürecin sonuna kadar ertelemesini istemek öncelikle o kişinin insan
haklarını ihlal etmektir. Bu durumda olan bir eşin bir başkası ile duygusal ve
cinsel birliktelik yaşamaya başlaması durumunda evli kişinin evlilik
birlikteliği içinde duygusal ihtiyaçlarını tatmin edemediği için mi başka
biriyle birliktelik yaşamaya başladığını yoksa başkası ile birliktelik yaşamaya
başlamasından sonra mı evlilik birliğini sona erdirme kararı aldığını ne tür
delil gösterilirse gösterilsin hâkimin çözmesi olanaklı değildir. Bu sebeple
evli bir kişi ile birliktelik yaşayan kişinin bu eyleminden ötürü sorumlu
tutulması, eşler arsındaki nedeni bilinmeyen ya da öngörülemeyen aile içi uyuşmazlığın
tarafı haline getirilmesi anlamına gelir.
Yargıtay’ın
vermiş olduğu bu karar, aldatılan eşin kendisini aldatan eşinden ve onun
sevgilisinden intikam almasının yolunu açacak kadar hukuk mantığı ile uyuşmayan
bir karardır. Çünkü mahkemelerin amacı uyuşmazlıkları gidermek olup kişilerin
intikam aracı olmak değildir.
TMK, eşlere
boşanma davası esnasında boşanmanın ferisi niteliğinde maddi ve manevi tazminat
talep etme hakkı tanımıştır. Eşin kendisini aldatmasını haksız fiil ya da
kişilik haklarına saldırı kabul eden diğer eş bu hakkını kullanarak zararının
giderilmesini zaten talep etmektedir. Ayrıca boşanma esnasında gerek TMK
gerekse Yargıtay’ın önceki kararlarından çıkartabileceğimiz en önemli hukuki
sonuç boşanan eşlerin hiç birinin tamamen kusursuz ya da kusurlu olmadığıdır.
Yargıtay TMK m. 174 hükmünden yola çıkarak daha az kusurlu olan eşin
tazminata hak kazanacağını kabul etmektedir.
Haksız fiil
sorumluluğu tamamen yasalarca kabul edilmiş haksız eylemlerin
gerçekleştirilmesi ile ortaya çıkan bir sorumluluktur. Ahlaki değerler ise
yukarıda belirttiğimiz gibi yasalar tarafından tek tek sayılmış değildir. Ahlaki
değerler toplumumuzda kişiden kişiye değişiklik göstermektedir. Hatta aynı ahlaki değerlere sahip olanların
dahi karşılaştıkları somut olaylar nedeniyle ahlaki değerlerinde
değişikliklerin olabildiği bir toplum düzeninde genel anlamda uygulanabilecek
bir ahlak kuralı bulunması olanaklı değildir. Bu durum hukukumuzda tamamen
nesnel gerçeklere dayanan haksız fiil sorumluluğuna neden olan eylemlere
tamamen öznel gerçeklere dayanan bir olayın dâhil edilmesi sonucunu doğurur. Yargıtay’ın
evli bir kişi ile birliktelik yaşayan kişiyi hukuken haksız fiil sorumluluğu
kapsamında tazminat sorumluluğu içinde kabul etmesi kişiden kişiye değişen ve yasalarca
hüküm altına alınmamış ahlaki değerler arasında haklı ve yeterli gerekçesi olmadan
tercih yaptığını gösterir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder