06 Mart, 2014

ZORUNLU MÜDAFİİN TEMYİZ SÜRESİNİN BAŞLANGICI


ZORUNLU MÜDAFİİN
TEMYİZ SÜRESİNİN BAŞLANGICI

I. GİRİŞ:

Ülkemizdeki ceza yargılamasının en önemli unsurlarından biri baroların CMK kurullarında gönüllü olarak çalışan avukatlardır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 150’inci maddesinde düzenlenmiş olan zorunlu müdafilik kurumunun hak ve yetkileri açısından ihtiyari müdafilik ve vekillik görevlerinden farklı bir takım yönleri bulunmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu geçtiğimiz yıllarda vermiş olduğu iki ayrı kararında bu farklılıklara dikkat çekmiş ve kıyas yolu ile uygulanabilecek kararlar vermiştir. Kararların özü zorunlu müdafilerin temyiz süresinin başlangıcı ile ilgili olmakla beraber zorunlu müdafiliğin sanık açısından neyi ifade ettiği de kararlarda ortaya konmuştur. Bu makalemizde zorunlu müdafiliğin temyiz süresinin başlangıcını Yargıtay CGK kararları çerçevesinde inceleyeceğiz. Her iki kararın tam metnini de makalemizin sonunda bulabilirsiniz.

II. 5271 SAYILI CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NA GÖRE MÜDAFİLİK:

5271 sayılı CMK ceza yargılamasını müvekkilinden aldığı vekâletle takip eden avukatların dışında kendi fiziki durumu ve isnat edilen suçlama nedeniyle soruşturma evresinde avukat yardımından yaralanması zorunluluk oluşturan kişiler için müdafilik kurumunu oluşturmuştur. CMK’ya göre müdafilik zorunlu ve ihtiyari olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

Zorunlu müdafilik; CMK m. 150 uyarınca sanığın ya da mağdurun isteğine bakılmaksızın soruşturma ve kovuşturma evresinde atanması zorunlu olan müdafilik,

İhtiyari müdafilik ise zorunlu müdafilik kapsamına girmeyen hallerde sanığın ya da mağdurun kendi isteği ile çağrılan müdafiliktir.

Temyiz süresi ile ilgili olarak aşağıda yapacağımız açıklamalar tamamen zorunlu müdafilik ile ilgili olup ihtiyari müdafiliği kapsamamaktadır.

CMK m. 150’de düzenlenmiş olan müdafilik kurumu yasa ilk çıktığında aşağıdaki gibiydi.

CMK m. 150 ilk hali:

Müdafiin görevlendirilmesi

MADDE 150.

(1) Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafii de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.

CMK m. 150 daha sonra 06.12.2006 tarihli 5560 sayılı yasa ile değişikliğe uğramış ve aşağıdaki şekilde değişmiştir.

CMK m. 150 değişiklik sonrası hali:


Müdafiin görevlendirilmesi

Madde 150 – (Değişik: 06.12.2006 – 5560/21 md.)
           
(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.

(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

          Maddedeki en önemli değişiklik zorunlu müdafiliğin kapsamı ile ilgili üçüncü fıkradaki hükümdür. Bu maddeye göre şüpheli veya sanık; çocuksa, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, kendisine mutlaka bir müdafi tayin edilecektir. Bunların dışında daha önce üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda da zorunlu müdafii ataması yapılmaktaydı. Yapılan değişiklikten sora bu hüküm alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda zorunlu müdafi atanacağı şeklinde değiştirilmiştir. Bunların dışında yapılan müdafi atamaları ihtiyari müdafilik kapsamına girmekte olup temyiz süresinin başlangıcı ile ilgili olarak aşağıda yapacağımız açıklamaların kapsamına girmemektedir. 

III. CMK’YA GÖRE ZORUNLU MÜDAFİİN TEMYİZ SÜRESİNİN BAŞLANGICI:

CMK m. 191’e göre temyiz süresi hükmün açıklanması ile başlar. Hükmün açıklandığı duruşmada zorunlu müdafii hazırsa temyiz süresi hükmün duruşmada açıklandığı andan itibaren başlayacaktır. Bu durumda zorunlu müdafiin temyiz ve süre tutum talebini içeren bir dilekçeyi temyiz süresi olan yedi gün içinde mahkemeye vermesi gerekmektedir. Aksi takdirde temyiz süresi sona erer ve karar kesinleşir. Makale konumuzla ilgili olmamakla beraber uygulamada süre tutum dilekçesi olarak bildiğimiz bu dilekçe aslında süre tutum talebini de içeren temyiz dilekçesidir. Temyiz hakkının kullanıldığı bu dilekçenin verilmesi ile anlaşılır. Bu nedenle eğer Yargıtay’dan murafaa talep edilecekse de süre tutum dilekçesi olarak isimlendirilen bu dilekçede talep edilmelidir. Bundan sonra verilecek dilekçeler her ne isim altında olursa olsun temyiz dilekçesi hükmünde olmayacaktır.

Sanığın ve zorunlu müdafiin duruşmaya girmemesi halinde ise temyiz süresi CMK m. 291/II uyarınca hükmün tebliğinden itibaren başlayacaktır. Burada yasa koyucu hükmün kime tebliği konusunda bir ayrım yapmamışsa da zorunlu müdafii bulunan dosyalarda tebliğin zorunlu müdafie yapılacağının kabulü gerekir.

Uygulamada baş gösteren ve aşağıda tam metinlerini verdiğimiz Yargıtay CGK kararları ile giderilen sorun ise zorunlu müdafi atanan sanığın hükmün verildiği duruşmaya girmesi ancak zorunlu müdafiin duruşmaya girmemesi halinde temyiz süresinin ne zaman başlayacağıdır. Sanığın zorunlu müdafiinin katılmadığı duruşmaya girmesi ve kararın kendisine tefhim edilmesi halinde temyiz süresi sanığa tefhimle mi yoksa zorunlu müdafiine tebliğle mi başlayacaktır.

Zorunlu müdafiinin görevi sanığa yargılama süresince hukuki yardımda bulunmaktır. Zorunlu müdafi atanmasının zorunlu kabul edildiği CMK m. 150’deki durumlarda sanığın müdafii istememesi bu durumu değiştirmez. Müdafii kanun hükmü uyarınca atandıktan sonra yargılama bitinceye kadar sanık hakkındaki bütün yargısal işlerde hazır bulunmak ve davayı takip etmek zorundadır. Bu sebeple karar duruşmasında zorunlu müdafiin hazır bulunması yasal zorunluluk olup müdafiin hazır bulunmasının yasal zorunluluk oluşturduğu bir duruşmada verilen hükmün temyiz süresinin sanığa tefhimle başlatmak sanığa verilen zorunlu müdafilik hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Çünkü sanığa istemese dahi hukuki yardımda bulunmak için verilmiş olan zorunlu müdafii yargılama bitinceye kadar yargılamanın her aşamasında hukuken yapılması gereken bütün işlemleri zamanında ve eksiksiz olarak yapmak zorundadır. Zorunlu müdafiin atanmasındaki amaç da zaten bu işlemlerin sanık tarafından değil kendisine atanan müdafii tarafından yapılarak ceza hukuku bilgisinden yoksun olan sanığın mağdur olmasının engellenmesi içindir. Bu nedenle haklı mazereti olsun ya da olmasın karar duruşmasına katılmamış olan zorunlu müdafiin yapmak zorunda bulunduğu kararı temyiz etme görevi sanığın duruşmaya katıldığı ve kararın yüzüne tefhim edildiği gerekçesiyle engellenemez, temyiz başvurusunu sanığın yapması şeklinde de değerlendirilemez. Bu sebeplerle kararın verildiği duruşmaya katılmamış olan zorunlu müdafie kararın tebliğ edilmesi ve tebliğ tarihinden itibaren temyiz süresinin başlatılması gerekmektedir. Aşağıda tam metnini verdiğimiz Yargıtay CGK kararları da öncelikle zorunlu müdafiliğin sanık açısından neden zorunlu olduğunu ve hukuki önemini vurgulamış daha sonra da bütün görev ve sorumluluklarının yasal olarak belirlenmiş olan zorunlu müdafiliğin bu görevlerini yapmasının engellenemeyeceği açıklanmıştır.  

IV. CMK’DA Kİ YASA DEĞİŞİKLİĞİNİN ZORUNLU MÜDAFİİN TEMYİZ SÜRESİNE ETKİSİ:

CMK m. 150’de 2006 yılında yapılan değişiklikle zorunlu müdafilik kapsamına giren suçlarda daralmaya gidilmiştir. Söz konusu yasa değişikliği zorunlu müdafiliğin kendine özel durumunun yorumu ile giderilebilecek bir hukuki sorun yaratmıştır. Eğer 2006 yılında yapılan değişiklikten önce zorunlu müdafii görevlendirmesi yapılan bir dosya da sanığa isnat edilen suçun cezası zorunlu müdafiliği zorunlu kılan bir hapis cezasına karşılık gelmekteyken; yani üst sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçken; 2006 yılında yapılan değişiklikten sonra artık alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar zorunlu müdafilik kapsamına alındığından bu durumda değişiklik öncesi zorunlu müdafii olarak atanmış olan avukatın durumu zorunlu müdafi olarak mı yoksa ihtiyari müdafi olarak mı değerlendirilecektir? Buna bağlı olarak da temyiz süresi ne zaman başlayacaktır?

          Bu düzenleme ile her ne kadar sanık üzerine atılı bulunan suç ihtiyari müdafilik kapsamına girmiş olsa da avukata yapılan görevlendirme ilk yapıldığı tarihte zorunlu müdafilik kapsamında olduğu için bu yasa değişikliği zorunlu müdafilik sıfatını kaldırmayacaktır. Çünkü yasa değişikliği ile sanığa isnat edilen suç ihtiyari müdafilik kapsamına alınmış bile olsa hem yargılamanın yapıldığı mahkemenin ve sanığın, avukatın çekilmesini istemesi hem de müdafii olarak avukatın müdafilik görevinin zorunlu olmaktan çıkıp ihtiyari hale gelmiş olmasından ötürü dosyadan kendi isteği ile çekilmesi hukuken mümkün değildir. Dolayısıyla görevlendirmenin ilk yapıldığı anda başlayan zorunlu müdafilik görevi yasa değişikliğine rağmen yargılama sonuna kadar devam etmektedir. Ayrıca zorunlu müdafiliğin devam ettiğinin kabulü sanığın başta hükmü temyiz etme hakkı da olmak üzere birçok hukuki hakkını kullanması bakımından lehinde olan bir durumdur. Lehe olan kanun uygulanır ilkesi uyarınca zorunlu müdafiliğin yargılama bitinceye kadar devamı gerekir. Bu durumda karar duruşmasına girmemiş olan zorunlu müdafiinin temyiz süresi sanık duruşmaya girmiş bile olsa kararın kendisine tebliğinden itibaren başlayacaktır.

V. YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARLARI

T.C.
YARGITAY

Ceza Genel Kurulu
Esas:  2011/10–182
Karar: 2011/204
Karar Tarihi: 11.10.2011


ÖZET: Sanığa görevlendirilen müdafiin duruşmada bulunması şarttır. Duruşmada hazır bulunmadığı veya görevini yapmaktan kaçındığı takdirde mahkemenin başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapması zorunludur. Müdafiin yokluğunda mahkûmiyet hükmü kurulması ile sanığın savunma hakkı kısıtlanmış ve adil yargılanma hakkı zedelenmiş olup, bu durum mutlak bozma nedenidir.

(AİHS m. 6, 53) (2709 S. K. m. 36) (5237 S. K. m. 52, 53, 54, 62, 188) (5271 S. K. m. 2, 74, 101, 150, 151, 156, 188, 196, 202, 204, 247, 289, 324) (1412 S. K. m. 308) (YCGK 17.02.2009 T. 2008/1–172 E. 2009/26 K.) (KAMASINSKI - AVUSTURYA DAVASI)

Dava ve Karar: Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık J. A. M.'in 5237 sayılı TCY'nin 188/3, 62, 52, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 2.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Bakırköy Beşinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen 31.08.2010 gün ve 405–225 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi'nce 31.05.2011 gün ve 5609–4743 sayı ile

<Sanık için görevlendirilmiş olan müdafiin Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS’nin) 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi ve CMK'nın 150. maddesi uyarınca <zorunlu müdafi> konumunda bulunması, CMK'nın 188. maddesinin 1. fıkrasında kanunun zorunlu müdafi/iği kabul ettiği durumlarda müdafiin duruşmada hazır bulunmasının şart olarak öngörülmesi, bu zorunluluğa rağmen müdafiinin yokluğunda verilen hükmün sanığa tefhiminin kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas olmak üzere geçerli bir tefhim olarak kabul edilmesine olanak bulunmaması nedeniyle; sanık müdafiinin, hükmün kendisine tebliğ edildiği 29.09.2010 tarihinden itibaren bir haftalık süre geçmeden 05.10.2010 tarihindeki temyizinin süresinde olduğu kabul edilerek inceleme yapılmıştır.

CMK'nın 150. maddesinin 1. fıkrasında, seçebilecek durumda olmadığını beyan edip istemesi halinde sanığa bir müdafi görevlendirileceği öngörülmüştür.

AİHS'nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendine göre, kendisini savunamayan veya mali olanağı olmadığı için avukat tutamayan sanık, adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkemece görevlendirilecek bir avukatın parasız yardımından yararlanma hakkına sahiptir.

CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrasında, <150. madde hükümlerine göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemleri yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir' hükmü yer almaktadır.

CMK'nın 188. maddesinin 1. fıkrasında kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği durumlarda müdafiin duruşmada hazır bulunmasının şart olduğu belirtilmiştir.

Yabancı uyruklu olan ve Türkçe bilmeyen sanığa talebi üzerine görevlendirilmiş olan müdafi AİHS'nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi ve CMK'nın 150. maddesi uyarınca <zorunlu müdafi> konumundadır. Sanığın sorgusu bu müdafi huzurunda yapılmış, ancak son oturuma katılmayan müdafi ile ilgili olarak CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası gereğince işlem yapılmadan sanık hakkında hüküm kurulmuştur.

Açıklanan durumlara göre; CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası uyarınca işlem yapılması gerektiği gözetilmeden ve aynı Kanun'un 188. maddesinin 1. fıkrasına aykırı olarak, müdafiinin yokluğunda hüküm kurulması suretiyle sanığın savunma hakkının kısıtlanması> isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığı'nca 05.07.2011 gün ve 2011/39538 sayı ile

<A- Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasında hukuki uyuşmazlık, CMK'da kabul edilen 'zorunlu müdafilik' statüsü ile buna bağlanan hukuki sonuçlara ilişkindir.

B- 1) Dosya incelendiğinde görüleceği üzere; Bakırköy Beşinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce 31.08.2010 tarihinde tesis edilen hüküm duruşmada bulunan sanığa tefhim edilmiş; kararın içeriği ile temyiz süresi ve bunun yöntemi tercüman aracılığıyla bütün hususları içerecek şekilde açıklanıp anlatılmıştır.

2) Sanık usulüne uygun şekilde 31.08.2010 tarihinde yapılan tefhime rağmen süresi içinde herhangi bir temyiz isteminde bulunmamış; ancak müdafii, gerekçeli kararın 29.09.2010'da tebliği üzerine 05.10.2010 tarihli temyiz dilekçesini sunmuştur.

3) Doktrin ile yargısal uygulamalarda istikrarlı şekilde ve tam bir uyum içinde benimsendiği üzere, müdafii veya vekille temsil edilen işlerde; sanık, katılan, malen sorumlu veya diğer tarafların yüzüne karşı veri/en hükümlerde kanunda öngörülen süreler kural olarak tefhimden itibaren işlemeye başlamaktadır. Zorunlu müdafii örneğinde olduğu gibi, duruşmada hazır bulunması emredici şekilde öngörülen süjeler açısından (bkz. CMK md. 188/1) ise bu süreler, usulüne uygun şekilde yapılmış tebliğden itibaren işleyecektir.

C- 1) Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi, CMK'nın 150/1. maddesine göre sanığın istemi üzerine Baroca atanan avukatın ''zorunlu müdafii' statüsünde olduğundan hareketle; duruşmada hazır bulunmasının mecburi olduğunu kabul etmiş ve buna bağlı olarak da sanığa yapılan tefhimi temyiz süresinin başlangıcına esas almamıştır.

2) Yasa koyucuların benimsediği sisteme göre, ceza muhakemesinde sanığın müdafii tarafından savunulması <ihtiyari> veya <zorunlu (mecburi)> olabilmektedir. Bu bağlamda müdafii aracılığıyla savunma yapma hakkının/olanağının şüpheli veya sanığa bırakıldığı hallerde görev yapan müdafie <ihtiyari müdafi>; görevlendirilmesi konusunda şüpheli veya sanığın iradesinin herhangi bir önem taşımadığı hallerde görev yapana ise <zorunlu/mecburi müdafi> denmektedir. İhtiyari (isteğe bağlı) veya zorunlu savunma, sanığın seçeceği müdafi tarafından yapılabileceği gibi (seçilmiş müdafii), soruşturma veya kovuşturma organının istemiyle Baroca görevlendirilen bir müdafii (atanmış müdafii) tarafından da yapılabilecektir ki (Nur Başar Centel, Ceza Muhakemesinde Müdafii, İstanbul 1984, s. 4-7; Sinan Kocaoğlu, Müdafii, Ankara 2011, s. 121); bu durum savunma yapacak avukatı zorunlu müdafii konumuna sokmayacaktır (Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası, İstanbul 2010, s. 176-178; Hakan Karakehya, Ceza Muhakemesinde Zorunlu Müdafilik, Uğur Alacakaptan'a Armağan, Cilt 1, İstanbul 2008, s. 422).

3) CGK'nın 17.02.2009 tarih, 2008/1-172 esas ve 2009/26 karar sayılı içtihadında da açıkça belirtildiği üzere; Türk yasa koyucusu belli başlı/sınırlı hallerde <zorunlu/mecburi müdafiliği> kabul etmiştir. Buna göre; a) şüphelinin/sanığın 18 yaşını doldurmamış olması (CMK md. 150/2), b) şüphelinin/sanığın sağır ve dilsiz olması (CMK md. 150/2), c) şüphelinin/sanığın kendisini savunamayacak derecede malul olması (CMK md. 150/2), d) soruşturma ve kovuşturma yapılan suçun cezasının alt sınırının 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (CMK md. 150/3), e) şüphelinin/sanığın tutuklanma talebiyle sorguya sevk edilmesi (CMK md. 101/3), f) kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (CMK md. 247/3), g) şüphelinin/sanığın resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilmesi (CMK md. 74/2) ve ğ) sanığın duruşmanın düzenini bozduğu hallerde yargılamaya yokluğunda devam edilmesi (CMK md. 204) hallerinde, şüphelinin sanığın müdafii yoksa istemi olup olmadığına bakılmaksızın ve hatta istememesi halinde Baro tarafından bir müdafii görevlendirilir ki (karş. Hans-Meyer Ladevvig, Adil Yargılanma Hakkı-II (Çev. Hakan Hakeri), Adil Yargılanma Hakkı ve Ceza Hukuku, Ankara 2004, s. 96), buna <zorunlu (mecburi) müdafii> denir (Cumhur Şahin, Ceza Muhakemesi Kanunu Gazi Şerhi, Ankara 2005, s. 484-485; Centel/Zafer, s. 177; Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2011, s. 223-227; Veli Özer Özbek vd., Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Baskı, Ankara 2011, s. 542-543; Osman Yaşar, Uygulamalı ve Yorumlu Ceza Muhakemesi Kanunu, Cilt 1, 4. Baskı, Ankara 2009, s. 1187-1189; Kubilay Taşdemir/Ramazan Özkepir, Ceza Muhakemesi Kanunu Şerhi, Cilt 1, 3. Bası, Ankara 2007, s. 599; Karakehya, s. 422). Belirtelim ki, maddenin Hükümet ve Komisyon Tasarısına ilişkin gerekçelerinde de bu tespitleri teyit eder şekilde; (Madde, ceza soruşturmasında veya davasında avukat atanmasıyla ilgili temel esasları içermektedir. Aslında ceza davasında bir avukattan yararlanılabilmesi temel bir haktır. Ancak bunun sağlanması, ülkenin koşullarıyla orantılıdır./ Maddeye göre avukatın seçilmesi ve atanması şüpheli veya sanığın iradesine bağlıdır. Ancak adı geçenler bu seçimi yapabilecek durumda değillerse, istemleri halinde kendilerine 156. madde uyarınca avukat seçilir ve atanır./ İkinci fıkra, zorunlu olarak avukat atanmasını gerektiren halleri göstermektedir. Bunlar, şüpheli veya sanığın:/1. Onsekiz yaşını doldurmamış,/ 2. Sağır veya dilsiz,/ 3. Kendisini savunamayacak derecede malul olmasıdır./ Bu kişilerin avukatı yoksa bunlara istemleri aranmaksızın avukat atanacaktır (Hük. Tas. m. 150/ Gerekçe; Tasarının 150. maddesi, başlığı <Müdafiin görevlendirilmesi> şeklinde değiştirilmek, maddeye üçüncü fıkra olarak, belli bir cezanın üzerindeki suçlarda zorunlu müdafiliği öngören bir düzenleme eklenmek suretiyle kabul edilmiştir (Koms. Tas. m. 150/Gerekçe)) ifadelerinin yer aldığını görüyoruz.

4) 06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile değişik CMK'nın 151/1. maddesine göre; öncelikle <Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi...> istenecek; <...şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi...> görevlendirilecektir. Görüldüğü gibi burada müdafii atanıp atanmaması konusunda belirleyici olan şüpheli veya sanığın iradesi olup; soruşturma veya kovuşturma organının herhangi bir takdir hakkı bulunmamaktadır. Dolayısıyla söz konusu müdafilik statüsü zorunlu değil, <atanmış ihtiyari müdafilik>tir. (Ünver/Hakeri, s. 223; Centel/Zafer, s. 178-180). Nitekim Yargıtay CGK ile Özel Dairelerin süregelen uygulamasında CMK'nın 151/1. maddesi gereğince atanan müdafii zorunlu müdafii olarak kabul edilmediğinden, yokluğunda hüküm verilmesi bozma nedeni olarak görülmemektedir.

D- 1) Yüksek Daire'nin bozma kararına esas aldığı AİHS'nin 6. maddesinin 3. fıkrası <c> bendindeki düzenleme; müdafii atanmasında hangi hallerin adaletin selameti açısından zorunlu kabul edilmesi gerektiğine ilişkin tahdidi bir düzenleme getirmediğinden ve <zorunlu müdafilik> hallerinin belirlenmesini taraf devletlerin takdirine bıraktığından (Karakehya, s. 424-425), somut olayımıza uymamaktadır. Zira yasa koyucu, adaletin selameti açısından zorunlu müdafilik hallerini sınırlı şekilde tespit ederken, anılan kurumu yukarıda <II/C-3> başlığı altında zikredilen hallere özgülemiş ve konumuzla bağlantılı olarak CMK'nın 151/1. maddesindeki durumu bu kapsamda mütalaa etmemiştir.

2) Sanık J.A.M. yabancı olmakla birlikte; çocuk, sağır dilsiz veya kendisini savunamayacak derece malul olamadığından CMK'nın 150/2; kendisine isnat edilen suç için öngörülen cezanın alt sınırı 5 yıldan fazla olmadığından ise CMK'nın 150/3. maddeleri gereğince zorunlu müdafii atanması söz konusu değildir. O halde yargılama konusu dosyada sanığın istemi üzerine CMK'nın 150/1. maddesine göre atanan müdafi, zorunlu değil, atanmış ihtiyari müdafii olduğundan, sanık tarafından seçilmiş ihtiyari müdafiden farklı bir hukuki statüye sahip değildir. Bu nedenle yokluğunda karar verilmesi CMK'nın 151/1 ve 188/1. maddesini ihlal etmemekte (bkz. CMK md. 289/1-e), bununla bağlantılı olarak, usulüne uygun şekilde sanığın yüzüne karşı verilen hükümde temyiz süresinin başlamasına engel oluşturmamakta ve son oturumda hazır bulunması zorunluluğu da bulunmamaktadır> görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin süresinde olmayan temyiz isteminin CYUY'nin 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.

Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1-) Yabancı uyruklu olan ve Türkçe bilmediğini ileri sürmesi nedeniyle kendisine yargılama aşamasında tercüman görevlendirilen sanığa, CYY'nin 150/1. maddesi uyarınca istemi üzerine atanan müdafiin <zorunlu müdafi> konumunda bulunup bulunmadığı,

2-) Beş yıldan on beş yıla kadar hapis cezasını gerektiren TCY'nin 188/3. maddesinde düzenlenen uyuşturucu madde ticareti suçundan yargılanan sanığa CYY'nin 150/3. maddesi uyarınca müdafii görevlendirmenin zorunluluğu olup olmadığı,

Bu hususlara bağlı olarak da sanık müdafiinin temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

10.11.2009 günü Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan gözaltı giriş raporunda; kolluk olmadan yalnız kalındığında sanığın herhangi bir fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalmadığını beyan ettiği,

Aynı gün ifadesinin alındığı kollukta, Türkçe bildiğini, tercümana gerek olmadan ifade vermek istediğini ve müdafii istemediğini söylediği,

Aynı gün tutuklama istemiyle sevk edildiği Bakırköy Dördüncü Sulh Ceza Mahkemesi'nde hakim huzurunda aynen; <haklarımı ve sorumluluklarımı anladım. Müdafii istemiyorum savunmamı kendim yapacağım, Türkçe biliyorum ben 7 yıldır Türkiye'deyim. Türkçeyi iyi biliyorum. Avukat da tercüman da istemiyorum> şeklinde beyanda bulunduğu ve bu beyanının altını imzaladığı,

İddianamenin tebliği için cezaevine yazılan yazı üzerine düzenlenen ve dosyada onaysız fotokopisi bulunan <yabancı uyruklular için isticvap zaptında> müdafii ve Kürtçe bilen tercüman istediğini beyan ettiği, bunun üzerine Baroya müdafii görevlendirilmesi için yazı yazıldığı,

Mahkemeye gönderdiği Türkçe el yazısı ile yazılmış 26.02.2010 tarihli dilekçede Türkçe bilmediğini beyan ettiği, aynı gün yapılan oturumda müdafii görevlendirilmediği için sanığın savunmasının alınmadığı, yerel mahkemece ayrıca tercüman görevlendirilmesi için de yazı yazıldığı,

Sanığa müdafii olarak görevlendirilen Av. İ.'in 05.05.2010 tarihinde yapılan oturuma katıldığı, aynı celsede müdafii ve tercüman huzurunda savunmanın alındığı, sanığın Türkçe bilmediğini ve 7-8 aydır Türkiye'de olduğunu söylediği, C.Savcısının esas hakkındaki mütalaasını sunmasının ardından sanık müdafiinin savunma için süre istediği,

30.06.2010 tarihinde sanığın tercüman vasıtasıyla 2-3 aydır ülkemizde bulunduğunu söylediği, müdafiin savunma için tekrar süre istemesi üzerine mahkemenin kendisine kesin olarak gelecek oturuma kadar süre verdiği,

30.08.2010 tarihinde yapılan oturuma sanık müdafiinin gelmediği, kararın sanığın yüzüne karşı tefhim edildiği, yasa yolu bildiriminin tercüman vasıtasıyla sanığa anlatıldığı ve bu hususun tutanağa yazıldığı,

Sanık müdafiinin gerekçeli kararın 29.09.2010 tarihinde kendisine tebliği üzerine hükmü 05.10.2010 tarihinde temyiz ettiği,

Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık konularının çözüme kavuşturulması açısından sırasıyla değerlendirilmelerinde yarar bulunmaktadır.

1-) Türkçe bilmediği gerekçesiyle yargılama aşamasında tercüman görevlendirilen sanığa, istemi üzerine CYY'nin 150/1. maddesi uyarınca Baro tarafından atanan müdafiin <zorunlu müdafi> konumunda bulunup bulunmadığı:

Savunma hakkı Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınarak, herkesin meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sanık bu hakkını bizzat kullanabileceği gibi müdafii aracılığı ile de kullanabilir. Nitekim ülkemizin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma hakkının asgari koşullarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; <Her sanık ezcümle: ...c) Kendi kendini müdafaa etmek veya kendi seçeceği bir müdafii veya eğer bir müdafi tayin için mali imkânlardan mahrum bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani yardımından istifade etmek, ...haklarına sahiptir> denilmek suretiyle sanığın kendisini bizzat savunma hakkının yanında müdafii tayin etme yetkisi ile belirli koşullarda müdafiden ücretsiz yararlanabilme hakkının bulunduğu belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma hakkı <meşru bir yol>, müdafii de savunma hakkının kullanılması bakımından <meşru bir araçtır>.

5271 sayılı CYY'nin 2/1-c maddesinde; şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanan müdafii, öğretide ceza yargılamasını yürüten makamlar önünde şüpheli veya sanığın savunulması görevini üstlenen ve bazı niteliklere sahip olması gereken şüpheli veya sanığın yardımcısı olarak kabul edilmektedir (Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. bası, Beta Yayınları, İstanbul 2010, s. 165; Bahri Öztürk/M.Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. bası, Seçkin Yayınları, Ankara 2006, s. 310-311). Şüpheli veya sanığın müdafii aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hallerde görev yapan müdafie ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hallerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafiidir. Bu bağlamda, sanığın istemi üzerine Baro tarafından görevlendirilmiş olması da ihtiyari müdafii, zorunlu müdafii haline getirmemektedir. Görüldüğü gibi müdafiinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir (Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. bası, Beta Yayınları, İstanbul 2010, s. 176-179; Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 4. bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2011, s. 222-223).

1412 sayılı CYUY, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş, sınırlı bazı hallerde ise zorunlu müdafilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CYY ise zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. Bu Yasa'ya göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle hazır bulunması halinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/3. md.) haberinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafii istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.

01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren CYY'nin <Müdafiin Görevlendirilmesi> başlıklı 150. maddesinde; <(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.

(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliği'nin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir>,

<Müdafi Görevini Yerine Getirmediğinde Yapılacak İşlem ve Müdafilik Görevinden Yasaklanma> başlıklı 151. maddesinin 1. fıkrasında; <(1) 150. madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir>,

<Müdafiin görevlendirilmesinde usul> başlıklı 156. maddenin 1/a maddesinde

<150. maddede yazılı olan hallerde, müdafi;

a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,

b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine, Baro tarafından görevlendirilir...>

<Duruşmada Hazır Bulunacaklar> başlıklı 188. maddenin 1. fıkrasında;

(1) Duruşmada, hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet Savcısı ile zabıt katibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiin hazır bulunması şarttır>,

5320 sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nin <Kanuna Muhalefet Halleri> başlıklı 308. maddesinde; <Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.

...5- Cumhuriyet Müddeiumumîsi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması...>

Şeklinde hükümler bulunmaktadır.

CYY'nin 150. maddesinin hükümet gerekçesinde de; <Maddeye göre avukatın seçilmesi ve atanması şüpheli veya sanığın iradesine bağlıdır. Ancak adı geçenler bu seçimi yapabilecek durumda değillerse, istemleri halinde kendilerine 156. madde uyarınca avukat seçilir ve atanır.

İkinci fıkra, zorunlu olarak avukat atanmasını gerektiren halleri göstermektedir.

Bunlar, şüpheli veya sanığın:

1- Onsekiz yaşını doldurmamış,

2- Sağır veya dilsiz,

3- Kendisini savunamayacak derecede malul olmasıdır.

Bu kişilerin avukatı yoksa bunlara istemleri aranmaksızın avukat atanacaktır> denilmektedir.

Diğer taraftan Özel Daire'ce sanığa tercüman görevlendirilmiş olması karşısında bu hususun üzerinde de ayrıca durulmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin 3/e bendinde; <Her sanık ezcümle: ...e) Duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından meccanen faydalanmak, ...haklarına sahiptir>,

5271 sayılı CYY'nin <Tercüman Bulundurulacak Haller> başlıklı 202. maddesinin birinci fıkrasında; <Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir>,

<Yargılama Giderleri> başlıklı 324. maddesinin 5. fıkrasında; <Türkçe bilmeyen ya da engelli olan şüpheli, sanık, mağdur veya tanık için görevlendirilen tercümanın giderleri, yargılama gideri sayılmaz ve bu giderler Devlet Hazinesi'nce karşılanır>,

Şeklinde düzenlemeler yer almaktadır.

Gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gerekse 5271 sayılı CYY, tercüman görevlendirilmesi konusunu savunma hakkı çerçevesinde ele almıştır. Buna göre, ücretsiz olarak tercüman görevlendirilmesi için AİHS, kişinin yargılamanın yapıldığı ülkenin vatandaşı veya yabancı olması ölçütünü değil <duruşmada kullanılan dili anlamaması veya konuşamaması>nı esas alırken, Ceza Yargılaması Yasası da aynı yaklaşımla, kişinin <meramını anlatabilecek derecede Türkçe bilmemesini> gerekli görmüştür. Bunun sonucu olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla birlikte meramını anlatacak ölçüde Türkçe bilmeyen şüpheli veya sanıklara tercüman görevlendirilmesi savunma hakkının kullanılması açısından zorunlu iken, ülkemiz vatandaşı olmasa bile savunmasını yapabilecek derecede ve yeterlilikte Türkçe bilen şüpheli veya sanıklara tercüman görevlendirilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.

Soruşturma veya kovuşturma sırasında çeşitli adli makamlar önünde yapılan işlemlerde, Türkçe bildiği hususu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde anlaşılan şüpheli veya sanıkların daha sonradan Türkçe bilmediklerini ileriye sürerek tercüman görevlendirilmesini istemeleri halinde bu kişilerin AİHS ve CYY bağlamında tercüman yardımından yararlanma hakları bulunmadığı gibi bu tür davranışların savunma hakkının kötüye kullanılması kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Nitekim Yargıtay Özel Dairelerinin uygulamaları da bu doğrultudadır (Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 23.06.2011 gün ve 3883-3498 ile Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nin 13.06.2011 gün ve 3885-4674 sayılı kararları).

Bununla birlikte gerek CYY'de gerekse diğer yasalarımızda Türkçe bilmediği gerekçesiyle tercüman görevlendirilen sanığa, ayrıca müdafii görevlendirilmesi zorunluluğu bulunduğuna ilişkin bir düzenleme de yer almamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yargılama aşamasında CYY'nin 150/1 ve 156. maddeleri uyarınca sanığın istemi üzerine, Baro tarafından görevlendirilen müdafiin, zorunlu müdafii konumunda olmaması nedeniyle, aynı Yasa'nın 188/1. maddesi kapsamında, yapılan tüm oturumlarda hazır bulunması zorunluluğu yoktur. Bu madde uyarınca görevlendirilen müdafiin, vekâletname ile sanık veya şüpheli tarafından savunma görevi için belirlenen müdafiden herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Aksinin kabulü halinde, herhangi bir yasal dayanağı olmamasına karşın şüpheli veya sanığın istemde bulunması nedeniyle kendisine Baro tarafından görevlendirilen müdafie, vekâletname ile seçilen müdafie göre ayrıcalıklı bir konum verilmiş olunacaktır. Bununla birlikte, vekâletname ile belirlenen müdafiden farklı olarak, CYY'nin 150/1. maddesine göre görevlendirilen müdafiin görevini yerine getirmediği durumlarda, mahkemece yerine 151/1. maddesi uyarınca başka bir müdafii görevlendirilecektir.

5271 sayılı CYY'nin 151. maddesindeki düzenleme, tek başına ve diğer maddelerden bağımsız olarak değil, aynı Yasa'nın 150 ve 188/1. maddeleri ile 150. maddenin gerekçesiyle birlikte ve aynı zamanda Yasa'nın bütünlüğü içinde ele alınmalı ve yorumlanmalıdır. Somut olayda, sanığa istemi üzerine görevlendirilen müdafii, biri sanığın savunmasının alındığı 05.05.2010 tarihli oturum olmak üzere iki oturuma katılmış, böylece sanık, savunmasını görevlendirilen müdafii huzurunda yapmıştır. Bu durumda, zorunlu müdafii konumunda olmaması nedeniyle yapılan bütün oturumlara katılma mecburiyeti bulunmayan sanığa istemi üzerine Baro tarafından görevlendirilen müdafiin görevini yerine getirmediği söylenemez.

Öte yandan, soruşturma aşamasında gözaltı raporunun alınması esnasında doktor, ifadesinin alınması sırasında kolluk ve en önemlisi sorgusu için sevk edildiği hâkim huzurunda yapılan işlemlerde, Türkçeyi, savunmasını yapabilecek ölçüde ve iyi derecede konuşabildiği ve anlayabildiği açıkça anlaşılan sanığa, yargılama aşamasında AİHS'nin 6/3-e ve Ceza Yargılaması Yasası'nın 202. maddeleri uyarınca tercüman görevlendirilmesi de zorunlu değildir.

2-) Beş yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasını gerektiren TCY'nin 188/3. maddesinde düzenlenen uyuşturucu madde ticareti suçundan yargılanan sanığa CYY'nin 150/3. maddesi uyarınca müdafii görevlendirmenin zorunluluğu olup olmadığı:

01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CYY'nin 150. maddesinin 3. fıkrasının ilk hali; <Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır> şeklinde iken, 06.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasa'nın 21. maddesi ile; <Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır> olarak değiştirilmiştir.

Anılan yasa maddesinde açıkça <alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda> müdafii görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmış, alt sınırı beş yıl olan suçlar bu kapsamın dışında bırakılmıştır.

Bununla birlikte aynı Yasa'nın 196. maddesinin 2. fıkrasındaki; <sanık alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis>, istinafa ilişkin 272/1. maddesindeki; <on beş yıl ve daha fazla hapis>, temyize ilişkin 286. maddenin 2. fıkrasının a ve b bentlerindeki; <beş yıl veya daha az hapis>, aynı fıkranın f bendindeki; <on yıl veya daha az hapis>, temyizde duruşmaya ilişkin 299. maddedeki; <on yıl veya daha fazla hapis> şeklindeki ifadeler göz önüne alındığında, yasa koyucunun bu ifade tarzını, bilinçli olarak tercih ettiği ve alt sınırı beş yıl hapis cezasını gerektiren suçları zorunlu müdafilik kapsamına almadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Sanığa atılı uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna öngörülen ceza miktarının <beş yıldan on beş yıla kadar hapis> olduğu göz önüne alındığında, CYY'nin 150/3. maddesi kapsamında müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmamaktadır.

Bu nedenle, sanığın istemi üzerine CYY'nin 151/1 ve 156. maddeleri uyarınca görevlendirilen ve vekâletnameli müdafiden hukuken hiçbir farkı bulunmayan müdafiin yokluğunda duruşma yapılarak hüküm verilmesinde bir isabetsizlik olmadığından, hükmün sanığa tefhimi ile temyiz süresi işlemeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak da sanık müdafiinin, temyiz isteminin süresinden sonra yapıldığının kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, sanık müdafiinin süresinden sonraki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nin 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmelidir.

Sanığa, istemi üzerine Baro tarafından atanan müdafiin <zorunlu müdafi> konumunda bulunmadığına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Ali Kınacı;

<A) İTİRAZIN VE TARTIŞMANIN KONUSU:

Yabancı uyruklu olan sanığa isnat olunan suç 5237 sayılı TCK'nın 188. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen <uyuşturucu madde satma>dır. Sanık Türkçe bilmediğini ve avukatının bulunmadığını belirterek müdafi görevlendirilmesini istemiş; mahkeme tarafından CMK'nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince sanık için müdafi görevlendirilmiştir. Sanığın sorgusu bu müdafiin huzurunda ve atanan tercüman aracılığı ile yapılmıştır. 31.08.2010 tarihli son oturuma tutuklu olan sanık getirtilmiş, ancak sanık müdafii katılmamıştır. Mahkeme tarafından CMK'nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince duruşmaya katılıp görevini yapması konusunda müdafiye bir tebligat yapılmadan ve başka bir müdafi de görevlendirilmeden sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulmuştur.

Hükmün tefhiminden itibaren bir haftalık süre içinde temyiz talebinde bulunulmamış, ancak hükmün kendisine tebliğ edilmesi üzerine sanık müdafii tebliğden itibaren bir haftalık süre geçmeden hükmü temyiz etmiştir.

Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi'nce;

a) Sanık için görevlendirilen müdafiin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS'nin) 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi ile Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK'nın) 150 ve 151. maddeleri uyarınca <zorunlu müdafi> konumunda bulunması, CMK'nın 188. maddesinin 1. fıkrasında zorunlu müdafiin duruşmada hazır bulunmasının şart olarak öngörülmesi, bu zorunluluğa rağmen müdafiinin yokluğunda verilen hükmün sanığa tefhiminin kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas olmak üzere geçerli bir tefhim olarak kabul edilmesine olanak bulunmaması nedeniyle, sanık müdafiinin, hükmün kendisine tebliğ edildiği 29.09.2010 tarihinden itibaren bir haftalık süre geçmeden 05.10.2010 tarihindeki temyizinin süresinde olduğu kabul edilmiş ve temyiz incelemesi yapılmıştır.

b) CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası gereğince işlem yapılması gerektiği gözetilmeden ve aynı Kanun'un 188. maddesinin 1. fıkrasına aykırı olarak, müdafiinin yokluğunda hüküm kurulması suretiyle sanığın savunma hakkının kısıtlanması yasaya aykırı görülerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise, sanık için görevlendirilen müdafiin <zorunlu müdafi> değil <ihtiyari müdafi> olduğunu, bu nedenle duruşmada bulunmasına gerek bulunmadığını, sanığın yüzüne karşı verilip tefhim edilen hükmün sanığın müdafiine tebliğinin gerekmediğini, sanık müdafiinin tefhimden itibaren bir haftalık süre geçtikten sonra yaptığı temyiz başvurusunun süresinde olmaması nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek, Daire kararına itiraz etmiştir.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlığın konusu; yabancı uyruklu olan ve avukatının bulunmadığını belirterek müdafi görevlendirilmesini isteyen sanığa mahkeme tarafından CMK'nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince görevlendirilen müdafiin, CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası ve 188. maddesinin 1. fıkrası ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi kapsamında zorunlu müdafi olup olmadığı ve buna bağlanan hukuki sonuçlarla ilgilidir.

B) AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ İLE CEZA MUHAKEMESİ KANUNU'NUN KONUYA İLİŞKİN HÜKÜMLERİ:

1- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin 3. fıkrası:

Bir avukat tayin etmek için mali olanağı yoksa ve adaletin selameti gerektiriyorsa, sanık, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın parasız yardımından yararlanma hakkına sahiptir. Başka bir ifadeyle, bu durumdaki sanığın talebi halinde, mahkemenin kendisine bir müdafi görevlendirmesi zorunludur.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazında belirtildiği gibi, 6. maddenin 3. fıkrasındaki bu düzenleme ile, zorunlu müdafilik hallerinin belirlenmesinin taraf devletlerin takdirine bırakıldığını kabul etmek mümkün değildir. Gerek sözü edilen maddede, gerekse Sözleşme'nin başka bir maddesinde, bu anlama gelebilecek hiçbir ibare yer almamaktadır. Aksine Sözleşme'nin başlangıç bölümü ile 53. maddesine göre;

a) Sözleşme insan haklarını ve temel özgürlükleri asgari ölçüde koruyan bir sözleşmedir. Zamanla koruma sınırlarının genişletilmesi amaçlanmıştır.

b) Sözleşmeye taraf olan devletler, iç hukuklarında insan haklarını ve temel özgürlükleri daha fazla koruyacak düzenlemeler yapabilirler veya bu konuda başka bir sözleşmeyi kabul edebilirler. Sözleşme'nin hiçbir hükmü, bu nitelikteki düzenlemelere aykırı düşecek şekilde yorumlanamaz. Başka bir anlatımla, Sözleşmeye taraf olan devletlerin, iç hukuklarında veya kabul ettikleri başka bir sözleşmede yer alan insan haklarını ve temel özgürlükleri daha fazla koruyan hükümlerin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırılığı ileri sürülemez.

2- Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 150. maddesi:

Şüpheli veya sanık için müdafi görevlendirilmesi üç şekilde olmaktadır:

a) Müdafii bulunmayan ve müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederek bir müdafi görevlendirmesini talep eden şüpheli veya sanık için bir müdafi görevlendirilir.

b) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk ise veya kendisini savunamayacak kadar malul ya da sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

c) Şüpheli veya sanığa isnat olunan suçun cezasının alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiriyorsa, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

150. maddenin 1. fıkrasına göre sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını söyleyip müdafi görevlendirilmesini istediğinde; mahkemenin, müdafi görevlendirip görevlendirmeme konusunda bir takdir yetkisi olduğu ileri sürülebilir mi? Buna imkân yoktur. Bu durumda mahkemenin bir müdafi görevlendirmesi zorunludur. O halde, görevlendirilen bu müdafiye <ihtiyari müdafi> denemez.

150. maddede öngörülen üç durumda da, soruşturma veya kovuşturma makamının şüpheli veya sanık için müdafi görevlendirmesi zorunludur. Bu zorunluluğu sadece 150. maddenin 2 ve 3. fıkraları ile sınırlamak ve 1. fıkrası gereğince görevlendirilen müdafii bunun dışında tutmak mümkün değildir.

3- Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 151. maddesinin 1. fıkrası:

150. maddenin öngördüğü üç durumdan hangisine göre görevlendirilmiş olursa olsun, bu madde gereğince görevlendirilen müdafi duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak çekilir veya görevini yapmaktan kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.

Bu maddenin gerekçesi şöyledir: <Madde, 150. madde gereğince atanan avukatın görevine ilişkindir. Bu avukat duruşmaları noksansız izleyecek, görevinin gereklerini yerine getirecektir. Görevini gereğince yerine getirmeyerek duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilecek olursa hâkim veya mahkeme hemen başka bir avukat atayacaktır. Böylece 156. maddeye bir istisna getirilmekte ve avukatın atanması ile birlikte seçimi de hâkim veya mahkeme tarafından yapılmaktadır. Bu hal duruşmanın ertelenmesi nedeni de olabilecektir.>

151. maddenin 1. fıkrası, hiçbir ayırıma yer vermeden, 150. maddeye göre görevlendirilen müdafiin görevini yapmaması durumunda, mahkemenin derhal başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmasını bir zorunluluk olarak öngörmektedir.

Buna rağmen, bu zorunluluğun sadece 150. maddenin 2 ve 3. fıkraları gereğince görevlendirilen müdafiler için geçerli olduğunu ve 1. fıkrası gereğince görevlendirilen müdafi için böyle bir zorunluluk bulunmadığını savunmak sözü edilen hükümlerin gerek sözüne gerekse özüne açıkça aykırıdır ve kabul edilemez.

4- Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 188. maddesinin 1. fıkrası:

Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği durumlarda müdafiin duruşmada hazır bulunması şarttır.

150. maddenin 1, 2 ve 3. fıkralarından hangisi uyarınca görevlendirilmiş olursa olsun, bu madde hükümlerine göre görevlendirilen müdafi zorunlu müdafidir. Bu şekilde görevlendirilen müdafiin duruşmada bulunması zorunludur.

150. maddeye göre görevlendirilen müdafileri iki gruba ayırmanın, bu maddenin 1. fıkrasına göre görevlendirilen müdafiin <atanmış ihtiyari müdafi>, 2 ve 3. fıkralarına göre görevlendirilen müdafiin ise <zorunlu müdafi> olduğunu ileri sürmenin hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Tersine, her üç fıkraya göre görevlendirilen müdafiler aynı hükümlere tabi tutulmuştur.

C) AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ'NİN KONUYLA İLGİLİ KARARLARI:

1- Quaranta-İsviçre davası (24 Mayıs 1991):

<Mahkeme, adaletin selametinin başvurucunun parasız avukat yardımından yararlanmasını gerektirip gerektirmediğini saptamak için birkaç kritere bakacaktır... Her şeyin başında, Bay Quaranta'ya isnat edilen suçun ciddiyetine ve çarptırılabileceği cezanın ağırlığına bakmak gerekir... Bu kıstasa davanın karmaşıklık derecesi de eklenmelidir.> (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Örnekler; Avrupa Konseyi Yayınları, Kasım 2007Ankara, s. 268)

2- Biba-Yunanistan davası (26 Eylül 2000):

AİHM bu davada, maddi imkanı bulunmayan ve yabancı uyruklu olan sanığın, avukat yardımına ilişkin talebinin reddedilmesiyle, Sözleşme'nin 6/3-c hükmünün ihlal edildiğini kabul etmiştir, (age, s. 268)

3- Kamasinski-Avusturya davası (19 Aralık 1989):

<Kuşkusuz adli yardım yoluyla bir savunma avukatının tayini, tek başına 6. maddenin 3. fıkrasının (c) bendinin gereklerine uyma sorununu çözmüş demek değildir... AİHS, hakları kuramsal ve hayali değil, uygulanabilir ve etkin tarzda güvence altına almayı amaçlamıştır... Adli yardım amacıyla avukat tayini kendi başına etkili bir yardım sağlayamaz; zira ... tayin edilen avukatın ... uzunca bir dönem boyunca görevini yapmasına engeller çıkabilir veya avukat bu görevleri yapmaktan kaçınabilir. Yetkili merciler durumdan haberdar oldukları takdirde, ya bu avukatın yerine başkasını tayin etmeli, ya da onu görevlerini yerine getirmeye zorlamalıdır.> (age, s. 267)

D) SOMUT OLAYIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

1- Sanık yabancı uyrukludur ve ana dili Türkçe değildir. Kendisine isnat olunan suç on beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezasını gerektirmektedir.

Avukatının bulunmadığını belirterek müdafi görevlendirilmesini isteyen sanığa mahkeme tarafından CMK'nın 150. maddesinin 1. fıkrası gereğince görevlendirilen müdafi, gerek CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası ile 188. maddesinin 1. fıkrası, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi kapsamında zorunlu müdafidir.

Sanığın soruşturma aşamasında Türkçe bildiğini belirterek tercüman ve müdafi istemediğini söylemesi; hakkında dava açıldıktan sonra ise, yeterince Türkçe bilmediğini ve avukatının bulunmadığını belirterek tercüman ve müdafi görevlendirilmesini talep etmesi bu durumu değiştirmez.

2- Sanığa bu şekilde görevlendirilen müdafiin, gerek CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası ile 188. maddesinin 1. fıkrasına gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre duruşmada bulunması şarttır. Duruşmada hazır bulunmadığı veya görevini yapmaktan kaçındığı takdirde mahkemenin CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası gereğince başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapması zorunludur.

3- Belirtilen zorunluluğa rağmen, görevlendirilen müdafiin yokluğunda kurulan hükmün, hazır bulunan sanığa tefhim edilmesi, kanun yoluna başvuru süresinin başlangıcına esas olamaz. Sanık müdafiinin hükmün kendisine tebliğ edilmesi üzerine, tebliğ tarihinden itibaren bir haftalık süre geçmeden verdiği dilekçesindeki temyiz isteği süresindedir.

4- CMK'nın 151. maddesinin 1. fıkrası uyarınca işlem yapılmadan ve aynı Kanun'un 188. maddesinin 1. fıkrasına aykırı olarak, müdafiinin yokluğunda mahkûmiyet hükmü kurulması ile sanığın savunma hakkı kısıtlanmış ve adil yargılanma hakkı zedelenmiş olup, bu durum mutlak bozma nedenidir.

Sonuç: Açıkladığım nedenlerle; Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi'nin kararının tümüyle doğru olduğu ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesini taşıdığımdan, çoğunluk görüşüne katılmıyorum> görüşüyle,

Yine aynı uyuşmazlık konusunda çoğunluk görüşüne katılmayan sekiz Genel Kurul Üyesi de, benzer düşüncelerle itirazın kabulü gerektiği görüşüyle,

Karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle,

1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi'nin 31.05.2011 gün ve 5609-4743 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

3- Sanık müdafiinin süresinden sonraki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY'nin 317. maddesi uyarınca REDDİNE,

4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığı'na TEVDİİNE, 04.10.2011 günü yapılan ilk müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından 11.10.2011 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.


T.C.
YARGITAY

Ceza Genel Kurulu
Esas:  2012/13-1300
Karar: 2012/1869
Karar Tarihi: 25.12.2012


ÖZET: Sanık müdafiin yokluğunda, hazır olan sanık ..’in yüzüne karşı verilen … günlü hükümde başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde sürenin başlangıcının <tefhim ve tebliğ> şeklinde gösterilmesi suretiyle sürenin <tefhimden> mi yoksa <tebliğden> itibaren mi başlayacağı konusunda duraksamaya neden olunduğundan, bildirim eksik ve yanıltıcıdır. Dolayısıyla temyiz süresinin başlangıcının hükmün sanığa tefhimi olan … tarihi olduğunun kabulü mümkün olmayıp, sürenin başlangıcının hükmün sanık müdafiine tebliği olan … tarihi olduğunun kabulü gerekmektedir. Haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

(2709 S. K. m. 40) (5271 S. K. m. 34, 40, 223, 231, 232, 253, 254, 308) (1412 S. K. m. 305, 310, 317) (5237 S. K. m. 52, 62, 116, 119, 141, 151)

Dava: Sanık C.’in hırsızlık suçundan 5237 sayılı TCK’nın 1412/1-b ve 62.maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis, konut dokunulmazlığının ihlali suçundan aynı Kanunun 116/1 ve 62. Maddeleri uyarınca 5 ay hapis, mala zarar verme suçundan ise anılan Kanunun 151/1 ve 52. Maddeleri uyarınca 100 lira adli para cezası ile mahkûmiyetine ilişkin, Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 05.12.100

Gün ve 866-1080 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı Yargıtay 13. Ceza Dairesince 28.05.2012 gün ve 21681-12471 sayı ile;

<I-Sanıklar hakkında mala zarar verme suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;

Hükmolunan cezanın miktar ve türüne göre; 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe gire 5219 sayılı Kanunun 3-b maddesiyle değişik 1412 sayılı CMUK’nın 305/1 maddesi gereğince hüküm tarihine göre temyizi olanaklı olmadığından sanıklar M. ve C.’in müdafilerinin temyiz itirazlarının 5320 sayılı Kanunun 8/1 maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nın 317. Maddesi gereğince tebliğ nameye uygun olarak reddine,

II- Sanıklar hakkında hırsızlık ve konut dokunulmazlığını ihlal suçlarından kurulan hükmün temyiz incelenmesine gelince;

1) Sanıklar hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümden sonra 08.02.2008 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. Maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 231. Maddesi uyarınca ve bu maddenin 6. Fıkrasına 25.07.2010 tarihinde, yürürlüğe giren 6008 sayılı Kanunun 7. Maddesi ile eklenen cümle de gözetilerek, hükmolunan cezanın tür ve süresine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

2) 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253.ve 254 maddeleri uyarınca gündüz konut dokunulmazlığını ihlal suçu yönünden uzlaşma hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması

3) Konut dokunulmazlığını bozma suçunun birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi karşısında sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 119/1c maddesinin uygulanmaması> isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.07.2012 gün ve 25207 sayı ile;

<Hükmün tefhim edildiği 05.12.2007 günlü oturuma sanık C.’in bizzat katıldığı hükmün onun yüzüne karşı verildiği sanık tarafından temyiz yasa yoluna başvurulmadığı görülmüştür.

Gerekçeli karar sanığın soruşturma aşamasındaki müdafii avukatına tebliğ edilmiş, müdafii tarafından yasal süreden sonra 27.12.2007 gününde temyiz edilmiştir.

Sanığın bizzat yüzüne karşı verilen hükmün müdafie tebliğ, müdafii açısından yasa yoluna başvurunun başlaması için yeni bir hak ve yetki kazandıramayacağından müdafiini yasal süreden sonraki temyiz isteminin reddine karar verilmesi yerine yazılı biçimde karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır> görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.

6352 sayılı Kanunun 99. Maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 308. Maddesi uyarınca dosyanın gönderildiği Yargıtay 13. Ceza Dairesince 24.09.2012 gün ve 18081-19674 sayı ile, itirazın yerinde görülemediğinden bahisle Yargıtay irinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

İnceleme, sanık C. hakkında kurulan hükümlerle sınırlı yapılmış olup, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık C. müdafiinin temyiz isteminin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkidir.

İncelenen dosya içeriğinden;

05.12.2007 günü hükmün müdafiinin yokluğunda, hazır olan sanık C.’in yüzüne karşı verildiği, gerekçeli kararın sanık müdafiine 27.12.2007 tarihinde tebliğ edildiği ve müdafiin hükmü 27.12.2007 tarihinde temyiz ettiği,

Yerel Mahkeme hükmündeki yasa yolu bildiriminin; < …...kararın tefhim ve tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde Yargıtay’da temyizi kabil olmak üzere, M. ile C.’in sanık M. müdafisi avukat S. ile Sanık C. müdafisi avukat İ.’in yüzlerine karşı sanık C.’un yokluklarında C. Savcısının mütalaasına uygun olarak verilen karar açıkça okunup usulen tefhim olundu> şeklinde olduğu, anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanunun 8. Maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 310. Maddesinde temyiz isteminin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.

Ayırtılarına Ceza Genel kurulunun 04.06.1986 gün ve 2-196 sayılı kararında yer verildiği üzere, sanığın yüzüne karşı tefhim edilen bir hükmün ayrıca sanığa veya müdafiine tebliği gerekmeyip, bir haftalık temyiz süresi sanığın yüzüne karşı yapılan tefhim ile birlikte işlemeye başlayacaktır.

Ancak, sanığın yüzüne karşı yapılan tefhim ile birlikte temyiz süresinin işlemeye başlaması için kanun yolu bildiriminin kanunun öngördüğü şekilde ve ilgiliyi yanıltmayacak biçiminde yapılması gerekmektedir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 40/2 maddesinde; Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır> hükmüne yer veriliş,

Bu düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı CMK’nın;

34/2. Maddesinde; <Kararlarda, başvurabilecek kanun yolu süresi, mercii ve şekilleri belirtilir>.

231/2. Maddesinde; <hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir>.

232/6. Maddesinde ise; <Hükmün fıkrasında, 223 maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir>.

Şeklindeki emredici düzenlemeler yer almıştır.

Gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu süresi, başvuru yapılacak mercii ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçiminde açıkça belirtilmesi zorunludur. Bu bildirimlerdeki temel amaç tarafların başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması ve bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus eksik veya yanılgı bildirim nedeniyle bihakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğinin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.

5271 sayılı CMK’nın 40. Maddesinin 1. Fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getrime isteminde bulunabileceği, 2. Fıkrasında ise, yasa yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde kişinin kusursuz sayılacağı açıkça belirtilmiştir.

Anılan düzenlemelerden, hüküm ve kararlardaki kanun yolu bildiriminin kanun yolu mercii, şekil ve süresini de kapsaması zorunluluğu yanında, açıkça varılmaktadır. Kanun yolu süresinin bildirilmemesi ya da yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili tarafı yanıltarak bihakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu huşunun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacağından muhtemel hak kayıpları önlenecektir.

Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanık müdafiin yokluğunda, hazır olan sanık C.’in yüzüne karşı verilen 05.12.2007 günlü hükümde başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde sürenin başlangıcının <tefhim ve tebliğ> şeklinde gösterilmesi suretiyle sürenin <tefhimden> mi yoksa <tebliğden> itibaren mi başlayacağı konusunda duraksamaya neden olunduğundan, bildirim eksik ve yanıltıcıdır Dolayısıyla temyiz süresinin başlangıcının hükmün sanığa tefhimi olan 05.12.2007 tarihi olduğunun kabulü mümkün olmayıp, sürenin başlangıcının hükmün sanık müdafiine tebliği olan 27.12.2007 tarihi olduğunun kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla 27.12.2007 günü tebliğ edilen hükmü aynı gün temyiz eden sanık müdafiinin temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanunun 8. Maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310. Maddesinde öngörülen bir haftalık yasal süre içerisinde yapıldığı anlaşılmakla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle;

1) Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.12.2012 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.

ÖNEMLİ UYARI:


Yukarıda yaptığımız açıklamalar ve Yargıtay CGK kararları “zorunlu müdafilik” için olup sanığın isteği üzerine CMK kurulundan gönderilen ve CMK m. 150’ye göre zorunlu müdafilik kapsamında olmayan hukuken “ihtiyari müdafilik” kapsamında bulunan görevlendirmeler için geçerli değildir. İhtiyari müdafilik kapsamındaki görevlendirmelerde müdafiin duruşmaya girmemesi ve kararın sanığa tefhim edilmesi halinde temyiz süresi tefhimle başlayacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder