05 Aralık, 2012

SÖZLEŞMESEL UYUŞMAZLIKLARDA İLAM HÜKMÜNDE BELGELERİN YARGI SÜRECİNDEKİ FAYDALARI

SÖZLEŞMESEL UYUŞMAZLIKLARDA İLAM HÜKMÜNDE BELGELERİN YARGI SÜRECİNDEKİ FAYDALARI

I. GİRİŞ:

Ülkemizde gerek ticaret hayatından gerekse gündelik hayattan kaynaklanan alacağı olan insanlarımızın en çok şikâyet ettikleri konuların başında alacaklarını tahsil etmek için başlattıkları icra takiplerinin itiraz sonucu durması üzerine açmak zorunda kaldıkları itirazın iptali davalarının yargılamasının çok uzun sürmesi ve bunun neticesinde son İİK değişikliği ile %20’ye düşürülen icra inkâr tazminatının da geçen bu süre içinde alacaklarını kullanamamaktan kaynaklanan zararlarını karşılamaktan uzak olması gelmektedir. Bu makalemizde uyuşmazlık konusu sözleşmesel alacakların yargı yolu ile tahsilât süresini kısaltan ilamlı icra takibi ve neticelerini ele alacağız.

II. İCRA VE İFLAS KANUNUNA GÖRE İLAM HÜKMÜNDE OLAN BELGELER:

2004 sayılı İİK m. 38 ilam hükmündeki belgeleri düzenlemiştir. Buna göre; “Mahkeme huzurunda yapılan sulhlar, kabuller ve para borcu ikrarını havi re’sen tanzim edilen noter senetleri, istinaf ve temyiz kefaletnameleri ile icra dairesindeki kefaletler, ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabidir. Bu maddedeki icra kefaletleri müteselsil kefalet hükmündedir.”

Bu maddeye göre;

Mahkeme huzurunda yapılan sulhlar ve kabuller,

Para borcu ikrarını havi re’sen tanzim edilen noter senetleri,

İstinaf ve temyiz kefaletnameleri,

İcra dairesindeki kefaletler ilam hükmündedir.

Makalemizin konusunu para borcu ikrarını havi re’sen tanzim edilen noter senetleri oluşturmaktadır.

III. PARA BORCU İKRARINA SAHİP RE’SEN DÜZENLENEN NOTER SENETLERİ:

İİK’nda ki ifadesi ile para borcu ikrarını havi re’sen tanzim edilen noter senetlerinin ilam hükmünde olabilmesi için öncelikle para borcunu içeriyor olması gerekir. Bunun dışında noterde noter tarafından re’sen düzenlenmiş olması gerekir.

Başka yerde düzenlenmiş olup notere getirilerek tasdik ettirilen belgeler ilam hükmünde olmazlar. Senette yazılacak olan hükümler belirlendikten sonra senet noter tarafından bizzat kaleme alınarak düzenlenir ve yine noter huzurunda taraflar ya da tarafların vekilleri tarafından imzalanır. Kanunda geçen senet kelimesi Türk Ticaret Kanununda yer alan ve ticaret hayatında senet olarak ifade edilen bonolardan daha geniş bir belgeyi ifade eder. Karşılıklı edimleri içeren bir sözleşme noterde re’sen düzenlenme şeklinde yapılarak ilam hükmünde bir belge olarak vücut bulabilir.

IV. DÜZENLEME MASRAFLARI:

Para borcu ikrarını havi re’sen tanzim edilen noter senetlerinin düzenleme masrafları 492 sayılı Harçlar Kanunu’na bağlı olarak çıkartılan iki sayılı tarifede yer alan Muayyen bir meblağı ihtiva eden her nevi senet, mukavelename ve kâğıtlardan beher imza için binde 0,99 Bütün imzalar için bu suretle alınacak harcın toplam miktarı 43,90 TL’den az, 22.499,75 TL’den çok olamaz hükmüne göre belirlenir.

Harç miktarını bir örnekle açıklayacak olursak bir milyon TL tutarlı bir sözleşme noterde düzenleme şeklinde yapılacak olursa binde 0,99 üzerinden 990 TL harç çıkmaktadır. Ancak aynı hükme göre bu rakam 22.499,75 TL’ye geçmeyecektir. Ancak bu rakam bile noterde düzenleme şeklinde yapılan sözleşmeler için son derece yüksektir.

V. NOTERDE DÜZENLEME BİÇİMİNDE YAPILAN SENETLERİN ZAMANAŞIMI:

                Noterde düzenleme biçiminde yapılan sözleşmelerin zamanaşımı sözleşmenin içeriğine göre Türk Borçlar Kanunu veya Türk Ticaret Kanunu’nda ki zamanaşımı sürelerine tabidir.

VI. YARGI SÜRECİNDE SAĞLADIĞI FAYDALAR:

İlam hükmündeki belgeye dayalı olan alacak için İİK’na göre borçlunun malvarlığı hakkında ihtiyati haciz kararı almak hukuken daha kolaydır. 

Noterde düzenleme şeklinde yapılan sözleşmelerin en önemli faydası sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda sözleşme hükmünün ilamlı icra takibine konu yapılabilmesidir. İlam hükmündeki belgelerin icra takibinde alınan icra harcı ilamsız takiplerden daha düşük olup öncelikle başlangıçtaki icra masrafları açısından fayda sağlamaktadır.

İlamlı icra takibi her icra dairesinden istenebilir. Alacaklı adresini değiştirdiğinde dosyanın yeni adresinin bulunduğu icra müdürlüğüne havalesini isteyebilir.

İlam hükmündeki belgeye dayalı olarak başlatılan ilamlı icra takibine yapılacak itiraz icra takibini durdurmaz. İlamlı icra takibine maruz kalan borçlu ancak menfi tespit davası açarak alacağın %15’inden aşağı olamamak üzere teminat göstererek icra aşamasında tahsil edilen paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir. İlamlı hükmündeki belgenin alacaklıya sağladığı en önemli fayda davayı borçlunun açmak zorunda kalması ve hem yargılama masraflarına hem de teminata borçlunun katlanmak zorunda kalmasıdır.

Eğer alacaklı ilam hükmünde bir belgeye dayanmasaydı ve ilamsız icra takibi yapmak zorunda kalsaydı itiraz neticesinde itirazın iptali davasını alacaklı açmak zorunda kalacak ve bütün bu masrafları alacaklı üstlenmek zorunda kalacaktı.

Ayrıca alacaklı bu dava sebebiyle bir zarara uğrarsa %20’den aşağı olmamak koşulu ile tazminat alma hakkına da sahip olur.

VII. YARGININ İŞ YÜKÜNE SAĞLADIĞI FAYDALAR:
           
Noterde düzenleme biçiminde yapılan sözleşmeler yargılama süreci içinde alacaklı tarafa sağladığı bu faydalar sebebiyle edimlerini yerine getirmeyen borçluları caydıracak niteliktedir. Bu sebeple noterde düzenleme biçiminde yapılacak olan sözleşmelerin yaygınlaşması yargının iş yükünü de azaltacaktır. Bunun için noterde sözleşmenin düzenlenmesi esnasında alınmakta olan noter masrafının azaltılmasında fayda vardır.

Bu faydanın arttırılabilmesi için belli konulardaki sözleşmelerin ya da belli miktardaki sözleşmelerin noterde düzenleme biçiminde yapılması zorunluluğunun getirilmesi gerekir. Ayrıca 1136 sayılı Avukatlık Kanunu m. 35/A hükmünde yer alan avukatın uzlaşma sağlama yetkisinin de genişletilerek tarafların avukatları tarafından yapılan sözleşmelerin de ilam hükmünde kabul edilmesi ve belli konulardaki sözleşmelerin tarafların avukatları tarafından yapılması zorunluluğunun getirilmesi de bu faydayı arttıracaktır.  

19 Kasım, 2012

AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜNE DÜŞEN EŞİN HAKLARI

BOŞANMA VE ÖLÜM SONRASI
AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜNE DÜŞEN EŞİN HAKLARI

I. GİRİŞ:

Ülkemizde yapılan evliliklerde evlenen çiftler evlilik birliği içerisinde zaman zaman ortak mal edinmektedirler. Edindikleri bu malların bir kısmını taksitle almakta taksitleri ise ya birlikte ödemekte ya da eşlerden birinin ödemesi ile bu mallara sahip olmaktadırlar. Gerek duygusal nedenlerle gerekse eşlerden birinin icra takibine konu olmuş borçları gibi nedenlerle alınan malın bir eşin adına alınması ve diğer eşinde taksitleri ödemesi gibi durumlarla sıkça karşılaşılmaktadır. Taksitleri ödeme yükümlülüğünü üzerine almış olan eşin ölüm ya da boşanma gibi öngörülemeyen bir durum nedeniyle borcu ödememesi durumunda diğer eşin alınan malın borçlarını karşılayamaması ve yasal işlemlerle karşı karşıya kalması söz konusu olabilmektedir. Bu makalemizde bu durumda olan eşlerin kullanabilecekleri hukuki haklarını örnek somut olay çerçevesinde ele alacağız.

II. EŞLERİN BİRLİKTE ALDIKLARI MALLAR:

Eşler evlilik birliği içinde konut, devre mülk, yazlık gibi taşınmazlar ya da otomobil, altın gibi taşınır eşyalar almaktadırlar. Bu eşyaların bir kısmı taksitle bir kısmı ise banka kredisi ile alınmaktadır. Evlilik birliğinin ölüm ya da boşanma gibi bir durumla sona ermesi halinde ise sözleşme üzerinde borçlu görünen eşin sözleşmeden kaynaklı borcu ödemesi çoğu zaman imkânsız hale gelmektedir. Çünkü eşlerden her ikisi çalışıyor da olsa ölüm ya da boşanma durumunda borç altına giren eşin artık tek gelirle altından kalkamayacağı bir ekonomik yoksunluk durumu ortaya çıkmaktadır.

Ülkemiz de ise çoğu zaman borç altına giren kadın çalışmamakta ve borcu ödemeyi eşinin kendisine taahhüt etmesi üzerine borç altına girmektedir. Bu durumdaki bir kadın ölüm ya da boşanma durumunda artık eşinin gelirinden yoksun kalacağından imzalamış olduğu sözleşmeden kaynaklı borcu ifa edebilmesi imkânsız hale gelebilmektedir. Türk Borçlar Kanunu m. 136 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş bulunan “İfa imkânsızlığı, Kısmi ifa imkânsızlığı ve Aşırı ifa güçlüğü” hükümleri bu ve benzeri durumlarda bulunan borçlulara tanınmış borcu sona erdiren durumlardır. Makalemizde TBK m. 138’de düzenlenmiş olan sözleşmeden dönme hakkı ele alınacaktır. Bu paragrafta verdiğimiz örnek kadınlar üzerinden olsa da erkeklerde benzer durumlara düşebildiklerinden Türk Medeni Kanunu’nda olduğu gibi eş kavramı üzerinden konuyu açıklamaya devam edeceğiz.

III. AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜNÜN ŞARTLARI:

“Aşırı ifa güçlüğü” başlığı altındaki 138. madde metni aşağıdaki gibidir.

“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”

138. maddeye göre aşırı ifa güçlüğünün şartlarını aşağıdaki gibi açıklayabiliriz.

A. Öngörülemeyen Olağanüstü Bir Durum Olmalıdır:

Madde metni incelendiğinde aşırı ifa güçlüğünün birinci koşulu sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durumun ortaya çıkmasıdır.

Eşlerden birinin ölümü sağ kalan eş için öngörülemeyen bir durumdur. Sağ kalan eş çalışıyor da olsa eşinin ölümü durumunda eşinin gelirinden yoksun kalacağı için taraf olduğu sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirmek konusunda ifa güçlüğüne düşebilir.

Bir diğer neden makale başlığında belirtmemiş olsak da eşlerden birinin geçirdiği bir kaza ile iş göremez duruma düşmesi ve çalışamamasıdır. Bu durumu da sözleşmenin tarafı olan eşin öngörmesi mümkün değildir. İş göremez duruma düşen eş eğer malullük maaşı alıyorsa bu durumun somut olayın özelliğine göre yani sözleşmeden kaynaklanan edimlere göre değerlendirilmesi gerekir.

Eşler için öngörülemeyen bir başka durum da boşanmadır. Mutlak boşanma nedenlerinin düzenlendiği Türk Medeni Kanunu m. 161, 162, 163, 164 ve 165. maddelerdeki zina, hayata kast pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme ve haysiyetsizce hayat sürme, terk ve akıl hastalığı nedenlerinden kaynaklanan boşanmalarda bu nedenlere dayanarak boşanan eşin bu durumları öngörmesi mümkün değildir.

B. Öngörülemeyen Olağanüstü Durum Borçludan Kaynaklanmamalıdır:

138. madde olağanüstü durumun borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkmış olmasını şart koşmuştur. Yani olağanüstü duruma borçlu kendisi sebep olmamalıdır. Yukarıda verdiğimiz örneklerden yola çıkarak konuyu açıklarsak; mutlak boşanma nedenlerine aşırı ifa güçlüğüne düşen eş neden olmamalıdır. Örneğin kendisi zina yapmış, eşinin hayatına kastetmiş, eşine karşı ya da bir başkasına karşı suç işlemiş, haysiyetsizce hayat sürmüş, eşini evi terke zorlamış ise bu sebeplerle meydana gelen boşanma neticesinde aşırı ifa güçlüğüne düştüğünü ileri sürerek 138. maddenin verdiği sözleşmenin uyarlanması ya da sözleşmeden dönme haklarını kullanamaz. 

Bu durum eşinin ölümüne sebebiyet vermesi ya da iş göremez hale düşürmesi hali için de geçerlidir.

C. Öngörülemeyen Olağanüstü Durum Mevcut Olguları Değiştirmelidir:

Sözleşmenin yapıldığı sırada sözleşmeye taraf olan eş gerek kendisinin geliri ve mal varlığı ile gerekse eşinin geliri ve mal varlığı ile sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirebilecek durumda olmalıdır.

Öngörülemeyen durum eşin bu durumunu sözleşmeden kaynaklanan edimlerin kendisinden ifa etmesinin istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olması gerekir.

Eşlerden her ikisi de çalışıyor ve birinin geliri ile taksitli olarak bir mal alınmış olunabilir. Ölüm ya da boşanma gibi öngörülemeyen durumun ortaya çıkması sözleşmenin tarafı olan eşi geliri olsa bile aşırı ifa güçlüğüne sokabilir.

Eşlerden biri hiç çalışmıyor da olsa çalışmayan eşin taraf olduğu sözleşmenin edimlerini çalışan eş üstlenmiş olabilir. Alınan malın mülkiyetinin bir eşin adına yapılması, ödemelerin ise diğer eş tarafından üstlenilmesi durumuna eşler arasında sıkça rastlanmaktadır. Bu durumda da sözleşme yapıldığı tarihte çalışmayan sözleşmenin tarafı olan eş ölüm ya da boşanma durumunda aşırı ifa güçlüğü nedenlerine dayanabilecektir.

Eğer aşırı ifa güçlüğüne düştüğünü ileri süren eş öngörülemeyen durum öncesinde de eşinin desteği ile sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getiremeyecek durumda ise o takdirde sözleşmenin uyarlanması ya da sözleşmeden dönme hakkını kullanamaz. Bu sebeple öngörülemeyen durum öncesi ve sonrası iyi incelenmelidir. Bu inceleme yapılırken de eşler birbirinden ayrı değerlendirilmemelidir. Çünkü Türk Medeni Kanunu’na göre yasal mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimi olduğundan eşlerin evlilik birliği içinde edindikleri mallara katılma hakları bulunmaktadır. Ayrıca eşlerin yine evlilik birliği içinde birbirlerine destek olma yükümlülükleri bulunduğunda edinilen malların borçlarının ödenmesinde birbirlerine yardımda bulunabilecekleri unutulmamalıdır. Bu durumlar Türk Medeni Kanunu’nda yer alan dürüstlük kurallarına göre değerlendirilmelidir. Çünkü 138. madde kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmesi şartını getirmiştir.

Ç. Borç İfa Edilmemiş ya da Kısmen İfa Edilmiş Olmalıdır:

138. madde borçlunun borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olması şartını getirmiştir. Borcun ifa edilmemiş olması aşırı ifa güçlüğüne düşen eş için anlaşılabilir bir durumdur. Ancak “ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olması” ifadesi kanun hükmü ile ulaşılmak istenen amaçla ters düşmektedir. Çünkü borcun ifa edilmiş olması durumunda aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanması ya da feshinin istenmesi söz konusu olamayacaktır. Çünkü ifa ile borç sona ermiş olacaktır. Maddenin bu ifadesinden borcun bir kısmının ifa edilmiş olması anlaşılmalıdır. Borcun bir kısmı ifa edilirken öngörülemeyen bir durum ortaya çıkmış olabilir ancak bu öngörülemeyen durumun mevcut olguları değiştirerek sözleşmenin tarafını aşırı ifa güçlüğüne sokması ileriki bir zamanda ortaya çıkabilir. Örneğin sözleşmeye taraf olan kişinin eşinin, tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanması durumunda sözleşmeye taraf olan eş sözleşmenin karşı tarafına kısmi ödemeyi ya da taksitli ödemeyi yaparken “ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını” saklı tutabilir.  

IV. BORÇLUNUN HAKLARI:

Aşırı ifa güçlüğüne düşen borçlunun iki hakkı bulunmaktadır. Borçlu;

— Hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir.

— Sözleşmenin uyarlanmasının mümkün olmadığı hallerde sözleşmeden dönme hakkını kullanabilir.

A. Sözleşmenin Yeni Koşullara Uyarlanması:

Öngörülemeyen durum nedeniyle aşırı ifa güçlüğüne düşen eş sözleşmenin kendisine yüklediği edimleri ancak sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması halinde yerine getirebileceğini düşünüyorsa sözleşmenin uyarlanmasını isteme hakkına sahiptir. Bunun için hemen dava açması gerekmez. Sözleşmenin diğer tarafı ile uzlaşarak da sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanması yoluna gidebilir. Ancak karşı tarafın bunu kabul etmemesi durumunda dava açmak suretiyle sözleşmenin uyarlanmasını isteme hakkı vardır. Hâkim öngörülemeyen durum neticesinde eşin edimleri yerine getirmesine olanak tanıyacak şekilde sözleşmeyi uyarlayabilir. Bu durum hâkimin sözleşmeye müdahalesi anlamına gelmektedir.

B. Sözleşmeden Dönme Hakkının Kullanılması:

Aşırı ifa güçlüğüne düşen eş sözleşmenin kendisine yüklediği edimleri artık yerine getiremeyecekse sözleşmeden dönme hakkını da kullanabilir. Taksitli satışlar gibi sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Öğretide sözleşmeden dönme hakkının, işlem temelinin çöktüğü durumlarda son çare olarak düşünülmesi gerektiği kabul edilmektedir. Bunun için öncelikle sözleşmenin dar anlamda uyarlanması yoluyla risk dağılımının adil bir şekilde yapılmasına çalışılmalıdır. Eğer bu yapılamıyorsa sözleşmeden dönme hakkı kabul edilmelidir.

Sözleşmeden dönülmesi ile henüz ifa edilmemiş edimler sona erecektir. Sözleşmeden dönüldüğünde karşılıklı edimlerin ifası tersine dönmektedir. Yani sözleşmeden dönen kişi aldıklarını geri verecek karşılığında da verdiklerini alacaktır. Örneğin bir devre mülk almışsa devre mülkün mülkiyetini satıcıya teslim edecek karşılığında vermiş bulunduğu bonoları geri isteyebilecektir.

C. Yabancı Para Borçlarında Aşırı İfa Güçlüğü:

Aşırı ifa güçlüğünden kaynaklanan hakların yabancı para borçlarında da uygulanabileceği unutulmamalıdır. Yukarıda belirttiğimiz her durum yabancı para borçlarında da geçerlidir.

V. AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜNDE SÖZLEŞMEDEKİ CEZA ŞARTININ HUKUKİ GEÇERLİLİĞİ:

Türk Borçlar Kanunu’nun Cezanın miktarı, geçersizliği ve indirilmesi” başlıklı 182. maddesinin ikinci fıkrası “Asıl borç herhangi bir sebeple geçersiz ise veya aksi kararlaştırılmadıkça sonradan borçlunun sorumlu tutulamayacağı bir sebeple imkânsız hâle gelmişse, cezanın ifası istenemez” hükmünü içermektedir. Buna göre aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmeden dönülmüş ya da sözleşme feshedilmişse sözleşmede yazılı olan ceza borçludan istenemeyecektir. Çünkü cezanın istenemeyeceğine ilişkin 182. madde “asıl borcun borçlunun sorumlu tutulamayacağı bir sebeple imkânsız hale gelmesini” şart koşmaktadır. Bu durum yukarıda incelemesini yaptığımız 138. maddedeki aşırı ifa güçlüğünün “borçlunun öngöremeyeceği bir sebeple aşırı ifa güçlüğüne düşmesi” şartı ile uyum içindedir. Aşırı ifa güçlüğüne düşen kişinin sözleşmede yazılı olan ceza şartını ödeme zorunluluğu yoktur. Çünkü aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin feshine ya da sözleşmeden dönülmesine karar verildiğinde ceza şartı da hukuken geçerliliğini yitirmektedir.

05 Kasım, 2012

HAKSIZ CEZA ŞİKÂYETİ NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI

HAKSIZ CEZA ŞİKÂYETİ NEDENİYLE
MANEVİ TAZMİNAT DAVASI

I. GİRİŞ:

Ülkemizde Cumhuriyet Savcılıklarına yapılan suç duyurularının ve bunun sonucunda açılan ceza davalarının yaklaşık % 60’ı takipsizlik ya da beraatla sonuçlanmaktadır. Haksız suç duyurusuna maruz kalan kişilerin bu suç duyuruları nedeniyle uğradıkları manevi ızdırabın dindirilmesinin yollarından biri de haksız suç duyurusunda bulunan kişi ya da kişiler aleyhinde manevi tazminat davası açılmasıdır. Bu makalemizde haksız ceza şikâyeti nedeniyle manevi tazminat davasında Yargıtay’ın manevi tazminat için öngördüğü ölçütleri inceleyeceğiz.

II. UYGULANACAK KANUN HÜKÜMLERİ:

Hukukumuz manevi tazminat davaları için iki ayrı kanunda birbirini tamamlayan iki ayrı hüküm düzenlemiştir. Bunlar 4721 sayılı TMK m. 25 ve 6098 sayılı TBK m. 58’dir. Her ikisinin de ayrı ayrı ve birlikte incelenmesi gerekmektedir.

A) Türk Medeni Kanunu m. 25’e Göre Açılacak Manevi Tazminat Davası:

TMK m. 25’de yer alan “Davalar” başlıklı hüküm aşağıdaki gibidir.  

Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.

Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.

Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma  hakkı saklıdır.

Manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.

Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir.

Maddeyi inceleyecek olursak TMK m. 25 davacıya aşağıdaki hakları vermektedir. Davacı;

Saldırı tehlikesinin önlenmesini,

Sürmekte olan saldırıya son verilmesini,

Sona ermiş olan ancak etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini, isteyebilir.

Bu hakların dışında, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir. Bu istem davacı açısından seçimlik bir hak olup manevi tazminat olarak bir bedel ile birlikte istenebileceği gibi kademeli ya da bağımsız olarak da istenebilir.

TMK m. 25’in en önemli özelliği hâkime değil davacıya seçimlik hak tanımış olmasıdır.

B) Türk Borçlar Kanunu m. 58’e Göre Açılacak Manevi Tazminat Davası:

TBK m. 58’de yer alan “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı hüküm aşağıdaki gibidir.

Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”

Maddeyi inceleyecek olursak TBK m. 58 davacıya kendisine bir miktar para ödenmesine karar verilmesini isteme hakkı vermektedir. Bunun dışında davacıya tanıdığı başkaca bir hak bulunmamaktadır. Ancak maddenin ikinci fıkrası hâkime çok geniş bir takdir hakkı vermiştir. Hâkim;

Belli bir para yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir,

Diğer bir giderim biçimini tazminata ekleyebilir,

Saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.

TBK m. 58, TMK m. 25’den farklı olarak hâkime seçimlik takdir yetkisi tanımaktadır. Bu seçimlik takdir yetkisinin usul hukuku yönünden de incelenmesi gerekir.  

C) HMK m. 26 Hükmüne Göre TBK m. 58’in İncelenmesi:

HMK m. 26 hâkime, tarafların talepleriyle bağlı olma zorunluluğu getirmiştir. Bu zorunluluk gereği hâkim talepten fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Sadece duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. Ancak maddenin ikinci fıkrası hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümlerini saklı tutmuştur. TBK m. 58/II hükmü bu anlamda saklı tutulan hükümlerdendir.

Bu nedenle davacı dava dilekçesinde belli bir paranın tazminat olarak kendisine ödenmesini talep etse ancak başka bir talepte bulunmasa bile hâkim, TBK m. 58/II’ye göre bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.

Ç) TMK m. 25 ve TBK m. 58’in Birlikte İncelenmesi:

TMK m. 25’de davacıya tanınan seçimlik haklar TBK m. 58’de hâkime tanınmıştır. Görünüşte her iki hükümde farklı kanunlarda bulunuyor olsa da aslında Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu hukuken aynı kanundur. Çünkü Türk Borçlar Kanunu’nunTürk Medenî Kanunu ile ilişkisi” başlıklı 646. maddesiBu Kanun, 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Beşinci Kitabı olup, onun tamamlayıcısıdır” hükmünü içermektedir. Bu sebeple manevi tazminat davasına bakan hâkim gerek davacının seçimlik talebini düşünerek gerekse kendisine verilen seçimlik yetkiyi düşünerek karar verecektir.

Örnekler üzerine konuyu tartışacak olursak;

1- Davacı manevi tazminat davasında belli bir para ödenmesinin yanında saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olan ancak etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanmasını istemişse hâkim;

Belli bir paranın ödenmesi ile birlikte diğer talepler hakkında karar verebilir,

Belli bir paranın ödenmesini kısmen kabul kısmen reddedip diğer talepler hakkında karar verebilir,

Belli bir paranın ödenmesi talebini tamamen reddedip, diğer talepler hakkında karar verebilir.

Bütün talepleri reddedebilir.

2- Davacı manevi tazminat davasında para ödenmesi dışındaki taleplerde bulunmuş ancak para ödemesi talep etmemişse hâkim,

Bu talebin kabulü ya da reddi yönünde karar verebilir.

3- Davacı sadece para ödenmesi talebinde bulunmuşsa hâkim;

Sadece para ödenmesine karar verebilir,

Belli bir paranın ödenmesi ile birlikte kendiliğinden diğer seçimlik yetki konuları hakkında karar verebilir,

Belli bir paranın ödenmesini kısmen kabul kısmen reddedip diğer seçimlik yetki konuları hakkında karar verebilir,

Belli bir paranın ödenmesi talebini reddedip diğer seçimlik yetki konuları hakkında karar verebilir. 

Yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere hâkimin belli bir para ödenmesine karar vermesi beklentisi ile mahkemeye gidildiğinde sadece bir kınama yazısı verilmesine ilişkin hükümle karşılaşılabilir. Çok yüksek miktarda paranın ödenmesi talebinde bulunulduğunda ise kısmen ret kararı çıkma ihtimali yüksektir. Astarı yüzünden pahalıya gelecek bir hükümle karşılaşılmaması için açılacak davanın parasal miktarı iyi belirlenmelidir.

III. HAKSIZ CEZA ŞİKÂYETİNDE YARGITAY’IN GETİRDİĞİ ÖLÇÜT:

Tam metnini aşağıya aldığımız Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin yerleşik kararında Yargıtay, hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının çatıştığı yerde hangisinin üstün tutulması gerektiğinin tartışmasını yapmış ve Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.” tespitinde bulunmuştur.

Buna göre iki haktan daha çok üstün olanın yararının gözetilmesi gerektiğini, hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının çatıştığı yerde hak arama özgürlüğünün üstün olduğunu belirlemiştir. Ancak hak arama özgürlüğünün de sınırsız olmadığını kullanılırken başkasına zarar verme kastı ile hareket edilemeyeceğini, hak arama özgürlüğünün başkasına zarar verme kastı ile kullanılıp kullanılmadığının araştırılması için “başkalarının da aynı olay karşısında davalı/şikâyet eden gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir” ölçütünü getirmiştir. Dolayısıyla hak arama özgürlüğünü kullanan taraf şikâyeti haklı gösterecek emare ve olgular zayıf olsa bile ya da elinde karşı tarafa isnat ettiği suçlamaya yönelik yeterli delil olmasa bile eğer aynı durumda bulunan başkaları da kendisi gibi davranabilecek ise şikâyet hakkının kullanılmasının uygun olduğu yani ceza şikâyetinin hak arama özgürlüğü sınırları içinde kaldığı kabul edilmektedir. Hakim dosya kapsamından bu kanaate sahip olamıyorsa ceza şikâyetinin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varacaktır.

IV. YARGITAY KARARI:

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2016/11952
KARAR NO : 2018/7614
TARİH : 05/12/2018

Davacı Mesut Yücel vekili Avukat saniye Kaygusuz tarafından, davalı Kemal Can aleyhine 27/06/2011 gününde verilen dilekçe ile haksız şikayet nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; maddi tazminat davasının kabulüne, manevi tazminat davasının kısmen kabulüne dair verilen 06/04/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı ve davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, haksız şikayet nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın maddi tazminat yönünden kabulüne, manevi tazminat yönünden ise kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı vekili ve davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili; davalının müvekkiline yönelik haksız fiil teşkil eden eylemlerde bulunduğunu, davalının yargılandığını ve ceza aldığını belirterek uğranılan maddi ve manevi zararın giderilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece davanın maddi tazminat yönünden kabulüne, manevi tazminat yönünden ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.

Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasa'nın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış, BK’nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir.

Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.

Somut olayda, davalının şikayeti üzerine davacı hakkında soruşturma yapılarak kamu davası açıldığı, Eskişehir 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/811 esas 2011/237 karar sayılı dosyasında kilit açmak suretiyle hırsızlık suçundan yapılan yargılama sonucunda delil yetersizliğinden beraat kararı verildiği anlaşılmaktadır. Davaya konu edilen motosikletle ilgili tarafların mülkiyet uyuşmazlığı olduğu ayrıca davalının davacı hakkındaki suç duyurusuna ilişkin emarenin bulunduğu anlaşılmakla, davalının şikayetinin yasal hak kapsamında olduğu kabul edilerek istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle davalı yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve davalıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 05/12/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi. 

28 Ekim, 2012

BİREYSEL BAŞVURU

ANAYASA MAHKEMESİ’NE
BİREYSEL BAŞVURU YÖNTEM VE ESASLARI

I. GİRİŞ:

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı 23.09.2012 tarihi itibariyle başlamış olup bu makalemizde bireysel başvurunun nasıl yapılacağını anlatacağız.

II. BİREYSEL BAŞVURU HAKKINA SAHİP OLANLAR:

Bireysel başvuru hakkına herkes sahiptir. Gerek Anayasa gerekse 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Türk Vatandaşı yabancı ayrımı yapmamıştır. Ancak Anayasa ve kanunlarımızca yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru da bulunamaz. Somut örnek vermek gerekirse askerlik Anayasamıza göre erkek Türk Vatandaşlarımıza tanınmış bir hak ve yükümlülüktür. Bu hak ve yükümlülük sadece erkek Türk Vatandaşlarımıza tanındığı için “vicdani ret” adı verilen bir konu sebebiyle bir yabancı bireysel başvuru hakkını kullanamayacaktır.

Bireysel başvuruyu ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenen kişiler yapabilir. Kamu tüzel kişilerinin bireysel başvuru hakkı yoktur. Dernek, vakıf, şirket, kooperatif gibi özel hukuk tüzel kişileri ise sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir.

III. BAŞVURU KONULARI:

Başvuru konuları Anayasamızda yer alan temel hak ve özgürler ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yazılı olan hakları kapsamakta olup bu hakların kamu gücü tarafından ihlal edilmesi durumunda Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Bunların dışındaki konular için bireysel başvuru hakkının kullanılması mümkün değildir.

IV. BAŞVURU İÇİN ÖN KOŞUL:

Bir ihlalle karşılaşan kişi öncelikle ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal yollara başvurmak ve bu yollardaki bütün hukuki haklarını kullanmış olmak zorundadır. Örneğin savcılığa suç duyurusunda bulunmuş ve ceza yargılaması kesinleşmiş olmalı ya da açmış olduğu tazminat davası bitmiş ve kesinleşmiş olması gerekir. Kesinleşmemiş yargı kararı varken ya da idareye başvuru yolu açıkken bireysel başvuru hakkının kullanılması hukuken mümkün değildir.

V. BİREYSEL BAŞVURU YAPILAMAYAN KARARLAR:

Yasama işlemleri yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı kanunlar ve parlamento kararları aleyhine, düzenleyici idari işlemler yani yönetmelik, genelge ve benzeri işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamaz. Anayasa Mahkemesi kararları da bireysel başvuru dışında tutulmuştur. Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz. Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemlerin başında Cumhurbaşkanı’nın tek başına yaptığı işlemler gelmektedir.

VI. BAŞVURU SÜRESİ:

Bireysel başvurunun, idari ya da yargısal başvuru yollarının tüketildiği tarihten ya da ihlale ilişkin olarak kanunlarımızda başkaca bir başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin menfaati zarar gören kişi tarafından öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.

Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren on beş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler. Anayasa Mahkemesi, öncelikle başvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder.

VII. BİREYSEL BAŞVURU YÖNTEMİ:

A) Başvuru Dili:

Başvuruların başvuran kişi yabancı da olsa resmi dilde yani Türkçe olarak yapılması zorunludur.

B) Bireysel Başvurunun Yapılabileceği Yerler:

Bireysel başvuru doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilciliklerimiz vasıtasıyla yapılabilir. Başvuru yapılırken 492 sayılı Harçlar Kanununa Bağlı (I) sayılı Tarifenin “A) Mahkeme Harçları” başlıklı bölümünde belirtilen 150 TL bireysel başvuru harcı Maliye Veznelerine yatırılmak zorundadır.  

C) Bireysel Başvuruda Adli Yardım:

Bireysel başvuruda bulunacak kişi yukarıda belirtilen harcı yatıracak maddi güce sahip değilse ve kendisini avukat ile temsil ettirmek istediği halde avukatlık ücretini de ödeyecek güçte değilse Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre adli yardım ve adli müzaheret talebinde bulunabilir. Adlî yardım taleplerini, genel hükümlere göre başvuruların kabul edilebilirliği hakkında karar verecek Anayasa Mahkemesi Bölüm veya Komisyonları hükme bağlar. Avukat ile temsil konusunda ki adli yardım talebi başvurudan önce baroların adli yarım merkezlerine yapılabilir.

Ç) Başvuru Dilekçesine Eklenecek Bilgi ve Belgeler:

Başvuru dilekçesinde;

-Başvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin,

-İşlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin,

-İhlal gerekçelerinin,

-Başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin aşamaların,

-Başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir.

Bunların dışında dilekçeye;

-Dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin,

-Başvuru harcının ödendiğine dair belgenin eklenmesi de şarttır.

Başvurucu bir avukat tarafından temsil ediliyorsa, vekâletnamenin sunulması vekâletnameyi baro pulunun yapıştırılması ve vekâlet harcının da yatırılmış olması gerekir.

D) Başvuru Dilekçesinde Eksiklikler Olması:

Başvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, eksikliğin giderilmesi için başvurucu veya varsa vekiline on beş günü geçmemek üzere bir süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda başvurunun reddine karar verileceği bildirilir. On beş günlük süre hak düşürücü süre olup kesilmesi ya da durması hukuken mümkün değildir.

VIII. BAŞVURULARIN KABUL EDİLEBİLİRLİK ŞARTLARI:

Anayasa Mahkemesi, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça hukuki dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.

Kabul edilebilirlik incelemesi Anayasa Mahkemesi komisyonlarınca yapılır. Kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığına oy birliği ile karar verilen başvurular hakkında, kabul edilemezlik kararı verilir. Kabul edilemezlik kararları kesindir ve ilgililere tebliğ edilir. Bu kararlara karşı itiraz ya da temyiz gibi kanun yollarına gidilemez. Oy birliği sağlanamayan dosyalar ise bölümlere havale edilir.

IX. BAŞVURULARIN ESASTAN İNCELENMESİ:

A) Adalet Bakanlığı’na Bildirim ve Resen Araştırma:

Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel başvuruların esas incelemesi Anayasa Mahkemesi bölümleri tarafından yapılır. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde başvuru ile ilgili görüşünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir.

Komisyonlar ve bölümler bireysel başvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araştırma ve incelemeyi yapabilir. Başvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir. Yani Anayasa Mahkemesi esasa ilişkin incelemede başvurucunun sunduğu bilgi ve belgelerle bağlı olmayıp kendiliğinden de araştırma hakkına sahiptir.

B) Duruşma Yapılması:

Başvurular dosya üzerinden karara bağlanır ancak gerekli görülen hallerde duruşma yapılmasına da karar verilebilir.

C) Esastan İncelemenin Kapsamı:

Bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin inceleme, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Örneğin avukatla temsil edilmek istenen kişiye bu hak tanınmamışsa adalete erişim hakkı kapsamında bu konuda inceleme yapılabilir ancak mahkemenin uyguladığı ya da uygulamadığı bir kanun hükmü ya da içtihat konusunda inceleme yapılamaz. Bu konular kanun yolunda yani itiraz ya da temyiz aşamalarında gözetilecek konulardır.

Ç) Tedbir İstemleri ve Uygulaması:

Anayasa Mahkemesi esas inceleme aşamasında, başvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar.

X. BAŞVURULAR HAKKINDA KARAR VERİLMESİ:

A) İdari İşlem ve Eylemler ile İlgili Başvurular Hakkında Verilecek Kararlar:

Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz. Yani ihlali yapan ya da yaptığı iddia edilen kurum hakkında işlemlerini denetler nitelikte karar verilemez.

Anayasa Mahkemesi idare yerine geçerek idari işlem niteliğinde karar veremeyeceği gibi idari bir eylemde de bulunamaz. Bu sebeple idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

B) Mahkeme Kararları Hakkında Verilecek Kararlar:

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir.

Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir. Eğer Anayasa Mahkemesi’nin incelemesinden sonra yeniden dava açma imkânı varsı genel mahkemelerde dava açılması yolu da gösterilebilir.

Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

C) Kararların Tebliği ve Resmi Gazete’de Yayımlanması:

Bölümlerin esas hakkındaki kararları gerekçeleriyle birlikte ilgililere ve Adalet Bakanlığına tebliğ edilir ve Mahkemenin internet sayfasında yayımlanır. Bu kararlardan ilkesel öneme sahip kararlar Resmî Gazete’de yayımlanır.

Ayrıca başvurucu başvurusunu yaparken cep telefonu ve internet adresini de bildirmiş ise talep etmesi halinde kısa mesaj ya da internet iletisi yolu ile de bilgilendirilebilir.

XI. İÇTİHATLARIN BİRLEŞTİRİLMESİ:

Anayasa Mahkemesi Komisyonları arasındaki içtihat farklılıkları, bağlı oldukları bölümler tarafından; Anayasa Mahkemesi Bölümleri arasındaki içtihat farklılıkları ise Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından karara bağlanır.

XII. BAŞVURU HAKKININ KÖTÜYE KULLANILMASI HALİ:

Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca iki bin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir.

XIII. BİREYSEL BAŞVURU’NUN AVUKAT İLE YAPILMASI HALİNDE ASGARİ AVUKATLIK ÜCRETİ:

21.12.2011 tarih ve 28149 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanan Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre Anayasa Mahkemesi’nde görülecek bireysel başvurularda alınması gereken asgari avukatlık ücreti 2400 TL’dir. Kendisini avukatla temsil ettirecek vatandaşlarımız vekâletname verecekleri avukatlarına en az 2400 TL ödemek zorunda olup avukatların bu rakamın altında bir meblağı kabul etmeleri hukuken mümkün değildir.

Bu meblağı ödeyemeyecek olan vatandaşlarımız yukarıda belirttiğimiz gibi baroların adli yardım merkezlerine başvurarak avukat atanmasını isteyebilirler. Ancak bunun için de ekonomik yoksunluk içinde bulunduklarını ispatlayan belgelerini avukat atanması talebinde bulundukları barolara vermek zorundadırlar.

08 Ekim, 2012

KADININ BEKLEME SÜRESİNİN KALDIRILMASI DAVASI

KADININ BEKLEME SÜRESİNİN KALDIRILMASI DAVASI
(İDDET SÜRESİNİN KALDIRILMASI DAVASI)

I. GİRİŞ:

Ülkemizde boşanma davalarının artması neticesinde boşanan kadınların tekrar evlenmek istemeleri halinde nesep karışıklığını engellemek için ya Türk Medeni Kanunu m. 132’de yer alan üç yüz günlük süreyi beklemeleri gerekmekte ya da aynı maddeye göre mahkemeden bu sürenin kaldırılmasını istemeleri gerekmektedir. Bu makalemizde kadının bekleme süresini mahkeme yoluyla kaldırılması konusunu ele alacağız.

II. AİLE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ, GÖREV VE YARGILAMA USULLERİNE DAİR  KANUN’A GÖRE GÖREVLİ MAHKEME:

4787 sayılı Aile Mahkemeleri’nin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’un “Aile Mahkemelerinin görevleri” başlıklı 4. maddesine göre Aile mahkemeleri, aşağıdaki dava ve işleri görürler:

1. 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı ile 03.12.2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işler,

2. 20.5.1982 tarihli ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanuna göre aile hukukuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanıma ve tenfizi,

3. Kanunlarla verilen diğer görevler.  

Buna göre aile mahkemeleri TMK m. 118 ve m. 395 arasındaki konulardan doğan dava ve işlere bakmaya görevlidir. “Kadın İçin Bekleme Süresi” başlıklı 132. madde de kanunun bu bölümünde bulunduğundan görevli mahkeme aile mahkemeleridir.

4787 sayılı kanun m. 2’ye göre “Aile mahkemesi kurulamayan yerlerde bu Kanun kapsamına giren dava ve işlere, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Asliye Hukuk Mahkemesince bakılır.”

III. YETKİLİ MAHKEME:

Yetkili mahkemenin neresi olduğu konusunda gerek Türk Medeni Kanunu’nda gerekse Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda açık hüküm bulunmamasına rağmen bu davalar hasımsız olduğu için davacının yerleşim yeri mahkemesinde görülür. Bu davalarda davacı bekleme süresinin kaldırılmasını talep eden kadın olup davalı taraf bulunmamaktadır.

IV. HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU’NA GÖRE YARGILAMA YÖNTEMİ:

4787 sayılı Aile Mahkemeleri’nin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun yürürlüğe girmeden önce bu davalara sulh hukuk mahkemeleri bakmaktaydılar. Ancak Aile Mahkemeleri’nin kurulması ile bu görev Aile Mahkemelerine verildi. Yetkili mahkemeler sulh hukuk mahkemeleriyken yargılama yöntemi olarak basit yargılama yöntemi uygulanmaktaydı. Sulh hukuk mahkemelerine basit yargılama yönteminin uygulanacağına ilişkin hüküm 6100 sayılı HMK’nın 316. maddesinde varlığını devam ettirmektedir. Ancak bu madde de sayılan basit yargılama yöntemi kapsamına aile mahkemelerinde görülmekte olan dava ve işler alınmamıştır. Bu sebeple artık bekleme süresinin kaldırılması davalarına basit yargılama yönteminin uygulanamayacağı düşünülebilir. Ancak HMK m. 316’da kanunun doğrudan dosya üzerinden karar vermek konusunda mahkemeye takdir hakkı tanıdığı durumlarda da basit yargılama yönteminin uygulanacağı belirtilmiştir.

Bu davaların hasımsız olarak açılması ve bütün delillerinde duruşma yapılmaksızın toplanabilmesi mümkün olduğundan yargılama yönteminin basit yargılama yöntemi olarak kabul edilmesi gerekir. Çünkü davalı taraf olmadığı için cevap ve karşı cevap hakkı bulunmamaktadır. Davacının talepleri ise aşağıda inceleyeceğimiz belgelerin ilgili yerlerden getirtilmesi ve kadının gönderileceği tıp kurumundan alınacak raporla dosya üzerinden değerlendirilebilecektir. Bu mahkemeye doğrudan dosya üzerinden karar vermek konusunda takdir hakkı tanıdığı anlamına gelir ki bu sebeple uygulanacak yargılama yöntemi basit yargılama yöntemidir.

V. HUKUKİ ŞARTLAR:

Bekleme süresinin kaldırılması talebinde bulunulabilmesi için aşağıdaki koşulların gerçekleşmiş olması gerekir.

Kadının evliliği sona ermiş olmalıdır. Sona erme boşanma, ölüm, evliliğin Türk Medeni Kanunu’na göre feshi ya da butlanına karar verilmesi şeklinde olabilir.

Evliliği sona eren kadın gebe olmamalıdır.

VI. DAVANIN ESASI:

Davanın esasında kadının evliliğinin sona ermesinden sonra TMK m. 132’ye göre üç yüz gün içinde yeniden evlenmek istemesi durumunda gebe olmadığının ispatlanması göz önüne alınır.

Bunun için kadının nüfus kayıtları getirtilerek medeni durumu tespit edilir.

Evlilik, boşanma, evliliğin feshi ya da butlanla sonuçlanmışsa bunlara ilişkin mahkeme kararları istenir. Hâkim gerekirse dosyanın da getirtilmesini isteyebilir.

Evlilik, kocanın ölümü ile son bulmuşsa ölüm gününün araştırılması gerekir. Çünkü ölümden sonra üç yüz gün geçmişse bekleme süresinin kaldırılmasına gerek yoktur. Ayrıca ölüm dava tarihine çok yakın bir zamanda gerçekleşmişse gebeliğin anlaşılabilmesi için tıbben beklenmesi gereken süre hâkim tarafından dikkate alınmalıdır. Bunun içinde kocanın ölüm tarihi önemlidir.

Bekleme süresinin kaldırılmasını isteyen kadının gebe olma durumunun araştırılması için doktor raporu istenir. Bu rapor mahkemeye başvuruda bulunulduktan sonra mahkemenin belirleyeceği tıp kurumundan alınır.

VII. BEKLEME SÜRESİNE UYULMADAN YAPILAN EVLİLİKLERİN HUKUKİ DURUMU:

TMK m.154’e göre kadının 132. madde de yazılı olan üç yüz günlük bekleme süresinin bitimini beklemeden evlenmesi durumunda bu durum evliliğin butlanını gerektirmez. Ancak bekleme süresi bitmeden yapılacak olan evlilik birliği içinde doğan çocuğun nesebi konusunda daha sonra başka uyuşmazlıklar ortaya çıkabilir. TMK m. 154 hükmü kadınların bekleme süresini beklemeden evlenebilecekleri gibi bir kanaat uyandırmasın. Çünkü evlendirme daireleri bu konuda gerekli araştırmaları yapmaktadırlar.

VIII. BOŞANILAN EŞLE EVLİLİK YAPILMASI HALİ:

Kadının boşandığı eşi ile tekrar evlenmek istemesi durumunda bekleme süresinin kaldırılması için mahkemeye birlikte de başvurabilirler. Bu durumda kadının doktordan rapor almasına gerek yoktur. Rapor alınarak kadının gebe olup olmadığının araştırılmasındaki amaç nesep karışıklığının önlenmesi olduğu için boşanmış olan eşlerin tekrar evlenmek istemeleri halinde rapor istenmemektedir. Ancak diğer belgelerin mahkemeye sunulması gerekmektedir.